Gerçek hayat dini ve kandil geceleri
Bu gecelerin kutlanması bir halk geleneği değil; devlet politikası... Nedir devlet politikası? İslam’ı bir “gerçek hayat dini” olmaktan çıkarıp, “mübarek gün ve geceler dini” haline getirmek….
Recep İhsan ELİAÇIK
“Müslümanlarca kandil geceleri diye bilinen geceler; Rabiulevvel ayının onikinci gecesi olan Mevlid, Recep ayının ilk cuma gecesi olan Regaib, yine Recep ayının yirmiyedinci gecesi olan Mirac, şaban ayının onbeşinci gecesi olan Beraat ve Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi olan Kadir Gecesidir. Osmanlılar döneminde II.Selim zamanından başlayarak, minarelerde kandiller yakılarak duyurulup kutlandığı için "Kandil" olarak anılmaya başlamıştır. Yukarıda adı geçen gecelerin hiçbirisini Peygamber Efendimiz kutlamamıştır. Bunlar Peygamberimizden çok zaman sonra kutlanmaya başlamıştır.” (Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), c. 24, s. 300)
Devletin resmi din kurumu Diyanet’in hazırladığı ansiklopedide “kandil” maddesinde bunlar yazıyor.
Fakat kandil gecelerini bizzat organize eden, camilerde mevlid ve dua merasimleri düzenleyen, bu geceler münasebetiyle kutlama mesajları yayınlayan ve halkın kendilini kutlayan da yine Diyanet’in kendisi…
Peki bu nasıl oluyor?
Çünkü bu gecelerin kutlanması bir halk geleneği değil; devlet politikası da ondan.
Nedir devlet politikası?
İslam’ı doğuş tabiatına uygun olarak bir “gerçek hayat dini” olmaktan çıkarıp, “mübarek gün ve geceler dini” haline getirmek…
Gündüzün ortasında, hayatın kalbinde atan bir din olmaktan çıkarıp, el ayak çekilince, hayatın tümüyle uykuya çekildiği gece vakitlerinde hatırlanan bir “tapınak ve ayin” dini haline sokmak…
Çünkü Fransız laiklerin Hristıyanlığa layık gördüğü muamele buydu. Türk laiklerin de İslamiyete layık göreceği muamele de bundan başkası olamazdı…
Peki nedir işin aslı?
Bunu anlamak için, İslam’a “eski dünya dinlerini” dönüştüren reformcu özelliği açısından bakmayı bilmek gerekir.
Çünkü İslam, modern dönemde değil; o dinlerin hüküm sürdüğü dönemde doğmuştur. Onlarla kıyas yapılmadan tabiatında neyin yattığı ve karakterinin ne olduğu anlaşılmaz. Bu nedenle İslam’ı modernitenin alternatifiymiş gibi sunmak ve sürekli onunla kıyaslamak yanlıştır. Olsa olsa modernitenin İslam’dan nasıl etkilenerek kiliseye karşı çıktığı konuşulabilir. Çünkü kiliseye asırlar önce İslam karşı çıkmış ve eleştirmişti…
***
Hz. Peygamber ve sahabeler hiçbir “kandil gecesinde” bir araya gelip toplantı düzenlememiş ve merasim yapmamıştır. Çünkü bunlar artık eski dünya dinleri ile birlikte eski çağlarda kalmıştı.
Fakat sonraki yüzyıllarda eski dünya dinlerinin adet ve inanışlarının, gerçek hayat dininin üzerine iyiden iyiye abandığını, çullandığını ve kuşatarak ne yazık ki onu gerilettiğini görüyoruz. İslam’ın dini dünyaya getirdiği reform bu yüzden ne yazık ki unutulmuş ve tekrar eskiye dönülmüştür. Cemaleddin Efgani’nin dediği gibi “Hiçbir peygamber yoktur ki getirdiği din kendisinden sonra ters yüz edilmemiş olsun…”
***
Şurası unutulmamalı ki İslam’ın “gerçek haylat dini” olarak algılanması, hayata hükmedenleri rahatsız edecek bir durumdur.
Bunun için böyle bir dinin “halkların vicdanı” olmaktan çıkarılıp “halkların afyonu” haline getirilmesi gerekir.
Gündüzden kovulup gecelere hapsedilmesi gerekir.
Sokaktan çekilip “tapınağa” hapsedilmesi gerekir.
“İbadet” (çalışma, üretme, meydana getirme) olmaktan çıkarılıp “ayin” haline sokulması gerekir.
“Amel” (çaba, uğraş, eylem, hareket) olmaktan çıkarılıp “ritüel” haline dönüştürülmesi gerekir.
Gündüzün gerçek hayat mecralarında akan iyilik, adalet, zulme ve haksızlığa isyan, sözün namusu, doğruluk, dürüstlük, vefa, sevgi, merhamet ve cihat yolu olarak değil; insanların, o da gecelerde dua, yakarış, kandil, ayin, tütsü, sır ve tılsım ihtiyacını karşılayan bir “sosyolojik fenomen” olarak görülmesi gerekir. Zaten din denilen şey esasında budur ve devlet ona bundan başka bir rol de vermemelidir.
Bunun için “kandil geceleri” bir halk geleneği değil; devlet politikasıdır. Arkasından devlet çekildiği an kimse hatırlamaz bile.
Müslüman toplumların halk geleneği kandil gecelerinde değil; peygamberden geldiği şekliyle namazlarda, cumada, ramazanda, bayram günlerinde ve hacda yaşıyor. Bunların hepsi de (akşam ve yatsı hariç) hayatın kalbinin attığı yerde; gündüzün orta yerinde gerçekleşiyor. Sizce bu bir tesadüf mü?
Kur’an’da hep gündüze, şafağa, tanyerine yemin edilir yani dile gelip konuşmaya çağrılır. Gece doğan yıldız (tarık), geceyi yararak doğan şafak (fecr), aydınlık saçan güneş (şems), aydınlık sabah (duha), geceyi yararak doğan tanyeri (felaq)… Geceye yemin edilirken bile “Gündüze yürüyen gece” (ve’l-leyli iza yesr) denir. “Gece yarılarında kalk çünkü gündüz seni zorlu bir uğraş bekliyor” denir. Karanlığa boğan gecenin (leyl) ardından hemen aydınlığa çıkaran gündüz vurgusu yapılır.
Çünkü İslam esas olarak bir gündüz dinidir. Yani çalışma, hareket ve yaşam dinidir. Gece sadece gündüzü iyi geçirmek için bir dinleme ve hazırlıktır. Geceyi gündüzden, gündüzü geceden ayıramazsınız. Hele gündüzü iptal edip her şeyi geceye hiç hapsedemezsiniz. O zaman gerçek hayat dinini “kandil (gece) dini” haline getirmiş olursunuz…
O zaman siz geceleri dua edip huzur içinde uyurken, bütün dini enerjinizi geceye hasrederken, gündüzleri topraklarınız işgal edilir, hazinelerinize el konur haberiniz bile olmaz…