Gerçekler açıklanamıyorsa 28 Şubat sürüyor demektir!
O günü yaşayan gazetecilerden Şamil Tayyar açık açık ilan ediyor: “Fotoğraf alamadıkları için, tankları ikinci defa yürüttüler” diye.. Ne Genelkurmay’ın o dönemki komutanlarından bir açıklama var. Ne bugünkü Genelkurmay askeri savcılarından. Ne de ikinci defa tankları yürüttüren devlet gazetesi Hürriyet’in, bugün de aynı koltukta oturan anlı şanlı yöneticilerinden..
Ali İhsan Karahasanoğlu / Vakit
28 Şubat’ta sözde gazetecilerin sergiledikleri rezaletler bir bir günyüzüne çıkıyor. Ama, bugün hâlâ mevkilerini korumaya devam eden o günün darbeci embeddedleri, utançlarından meydana çıkamıyorlar. çekine çekine, iki satırlık açıklamalarla konuları geçiştirmeye çalışıyorlar!
O günü yaşayan gazetecilerden Şamil Tayyar açık açık ilan ediyor: “Fotoğraf alamadıkları için, tankları ikinci defa yürüttüler” diye.. Ne Genelkurmay’ın o dönemki komutanlarından bir açıklama var. Ne bugünkü Genelkurmay askeri savcılarından. Ne de ikinci defa tankları yürüttüren devlet gazetesi Hürriyet’in, bugün de aynı koltukta oturan anlı şanlı yöneticilerinden..
Hatta Hürriyet adına olayı takip etmesi istenen foto muhabiri Oktay çilesiz’in, fotoğrafları servise koymadığı için işten çıkarıldığı, yine ŞamilTayyar’ın yazısında deşifre ediliyordu.
Şamil Tayyar’ın, bu bilgileri açıklamak için bu kadar beklemesi bir yana, bu açıklamayı bile teşekkürle karşılamak zorunda kalıyoruz.. Bu vehametteki bir olay, 10 yıl sonra da olsa, açıklığa kavuştuğu için!
İnternette küçük bir araştırma yaptım. Gerçekten de Oktayçilesiz, o dönem Hürriyet’e bağlı Ekspres Haber Ajansı’nda çalışıyormuş ve tam da 3 Şubat 1997 itibariyle işine son verilmiş!
Yani tankların yürütüldüğü gün itibariyle.
Ve 5 ay işsiz kalmış.
Şimdi Ertuğrul özkök’e bir soru sorma hakkımız yok mu: “Oktay çilesiz, tankların yürütüldüğü gün itibariyle niçin işten çıkarıldı?”
“Ben Hürriyet’ten sorumluyum, Ekspres Haber Ajansı’ndan değil” derse, o zaman Aydın Doğan’a yöneltelim aynı soruyu: “Neydi çilesiz’i işten çıkartan sebeb? Tam da tankların yürütüldüğü gün!”
Aydın Doğan’a sorulacak tek soru bu değil tabii ki..
Diyor ya o, Şevket Kazan’a cevaben: “Benim grubumda, 40 bin dolar maaş alan hiçbir gazeteci olmadı” diye..
O zaman sormamız lazım, Emin çölaşan, 3.5 trilyonluk nakit banka hesabını nasıl oluşturdu?
3-5 milyar maaşla, nasıl biriktirilir bu kadar para?
Aydın Doğan vermediyse, altın hazine mi buldu çölaşan?
Ertuğrul özkök, Beykoz Konakları’nda kızı ile birlikte villaları nasıl aldı? Babasından miras mı kaldı, iki villalık para?
FatihAltaylı, bankadaki hesabı, banka çalışanı tarafından boşaltıldığı için ortaya çıkan trilyonluk varlığını nasıl kazandı?
Yoksa “Bizde 40 bin dolar alan hiç olmadı” derken, hile-i şeriyye mi var işin içinde? örneğin “40 bin 500 dolar” mı alıyordu aslında, ismi geçen gazeteciler?
28 Şubat döneminde malum gazetelerin başında olanlar, üç maymunu oynuyorlar şimdi! Susarak geçiştirmeye çalışıyorlar, koca koca ifşaatları..
Konuşanlar da, iki cümleyi üç etmiyorlar..
örneğin FatihAltaylı..
“Bildiklerimi, 5 yıl sonra açıklayacağım” diyormuş Altaylı...
Anlaşılan, 28 Şubat’ta neler yazacağını dikte eden komutanlar, olayların nasıl geliştiğinin açıklama tarihini de böyle tesbit etmişler..
O da verilen emri dinlemeye devam ediyor.
öyle ki, “5 yıl sonra” açıklamasının hemen akabinde, 5 yıl sonrasını bile hesap edemiyor: “Türkiye o dönemin etkilerini henüz sindirebilmiş değil. Sindirebilmesi için de 5 yıl geçmesi gerekiyor. Bildiklerimi 12 Ocak 2012'de açıklamayı düşünüyorum” diyor.
Oysa o “5 yıl”da bir keramet varsa, tarih 2012’ye değil, 2013’e tekabül ediyor!
Daha önemlisi, bir gazetecinin, bildiği gerçekleri “Şimdi değil, 5 yıl sonra açıklarım” demesi, sizce ne anlama gelir?
Bıraksınlar, “sindirim” hikayelerini..
Bu ülke, o 28 Şubat günlerini yaşadı.. Bu halk o rezaletleri sindirdi... Bugün dahi, o günlerin acılarını yaşamaya devam ediyoruz. Başörtü yasağının vicdanları sızlatan rezillikleri hâlâ sürüyor. Katsayı adaletsizliğinin adalet duygularını körelten sonuçları, hâlâ gözümüzün önünde..
Tüm bunları sindiren insanlarımız, şimdi, o rezaletlerin arkasındaki gerçeklerin bilinmesini mi sindiremeyecek?
Yoksa, “Türkiye’nin sindirmesi”nden kasıt, aslında halkın sindirmesi değil, darbeci komutanların korunması ve kollanmasından mı ibaret?
Derin devletin korunması, kollanmasından mı ibaret?..
Derin gazetecilerle birlikte..
Hâlâ devam ettiği ayan beyan ortada olan, “darbeci komutan-gazeteci ilişkisi” mi, aslında gizlenmek istenen?..
Altaylı ile Doğan grubu arasındaki menfaat uyuşmazlığına rağmen, hâlâ gizlenen gerçeklerin arkasında yatan sebeb sizce, bugün dahi süren “derin ilişkiler”den başka ne olabilir?
28 Şubat’ta sözde gazetecilerin sergiledikleri rezaletler bir bir günyüzüne çıkıyor. Ama, bugün hâlâ mevkilerini korumaya devam eden o günün darbeci embeddedleri, utançlarından meydana çıkamıyorlar. çekine çekine, iki satırlık açıklamalarla konuları geçiştirmeye çalışıyorlar!
O günü yaşayan gazetecilerden Şamil Tayyar açık açık ilan ediyor: “Fotoğraf alamadıkları için, tankları ikinci defa yürüttüler” diye.. Ne Genelkurmay’ın o dönemki komutanlarından bir açıklama var. Ne bugünkü Genelkurmay askeri savcılarından. Ne de ikinci defa tankları yürüttüren devlet gazetesi Hürriyet’in, bugün de aynı koltukta oturan anlı şanlı yöneticilerinden..
Hatta Hürriyet adına olayı takip etmesi istenen foto muhabiri Oktay çilesiz’in, fotoğrafları servise koymadığı için işten çıkarıldığı, yine ŞamilTayyar’ın yazısında deşifre ediliyordu.
Şamil Tayyar’ın, bu bilgileri açıklamak için bu kadar beklemesi bir yana, bu açıklamayı bile teşekkürle karşılamak zorunda kalıyoruz.. Bu vehametteki bir olay, 10 yıl sonra da olsa, açıklığa kavuştuğu için!
İnternette küçük bir araştırma yaptım. Gerçekten de Oktayçilesiz, o dönem Hürriyet’e bağlı Ekspres Haber Ajansı’nda çalışıyormuş ve tam da 3 Şubat 1997 itibariyle işine son verilmiş!
Yani tankların yürütüldüğü gün itibariyle.
Ve 5 ay işsiz kalmış.
Şimdi Ertuğrul özkök’e bir soru sorma hakkımız yok mu: “Oktay çilesiz, tankların yürütüldüğü gün itibariyle niçin işten çıkarıldı?”
“Ben Hürriyet’ten sorumluyum, Ekspres Haber Ajansı’ndan değil” derse, o zaman Aydın Doğan’a yöneltelim aynı soruyu: “Neydi çilesiz’i işten çıkartan sebeb? Tam da tankların yürütüldüğü gün!”
Aydın Doğan’a sorulacak tek soru bu değil tabii ki..
Diyor ya o, Şevket Kazan’a cevaben: “Benim grubumda, 40 bin dolar maaş alan hiçbir gazeteci olmadı” diye..
O zaman sormamız lazım, Emin çölaşan, 3.5 trilyonluk nakit banka hesabını nasıl oluşturdu?
3-5 milyar maaşla, nasıl biriktirilir bu kadar para?
Aydın Doğan vermediyse, altın hazine mi buldu çölaşan?
Ertuğrul özkök, Beykoz Konakları’nda kızı ile birlikte villaları nasıl aldı? Babasından miras mı kaldı, iki villalık para?
FatihAltaylı, bankadaki hesabı, banka çalışanı tarafından boşaltıldığı için ortaya çıkan trilyonluk varlığını nasıl kazandı?
Yoksa “Bizde 40 bin dolar alan hiç olmadı” derken, hile-i şeriyye mi var işin içinde? örneğin “40 bin 500 dolar” mı alıyordu aslında, ismi geçen gazeteciler?
28 Şubat döneminde malum gazetelerin başında olanlar, üç maymunu oynuyorlar şimdi! Susarak geçiştirmeye çalışıyorlar, koca koca ifşaatları..
Konuşanlar da, iki cümleyi üç etmiyorlar..
örneğin FatihAltaylı..
“Bildiklerimi, 5 yıl sonra açıklayacağım” diyormuş Altaylı...
Anlaşılan, 28 Şubat’ta neler yazacağını dikte eden komutanlar, olayların nasıl geliştiğinin açıklama tarihini de böyle tesbit etmişler..
O da verilen emri dinlemeye devam ediyor.
öyle ki, “5 yıl sonra” açıklamasının hemen akabinde, 5 yıl sonrasını bile hesap edemiyor: “Türkiye o dönemin etkilerini henüz sindirebilmiş değil. Sindirebilmesi için de 5 yıl geçmesi gerekiyor. Bildiklerimi 12 Ocak 2012'de açıklamayı düşünüyorum” diyor.
Oysa o “5 yıl”da bir keramet varsa, tarih 2012’ye değil, 2013’e tekabül ediyor!
Daha önemlisi, bir gazetecinin, bildiği gerçekleri “Şimdi değil, 5 yıl sonra açıklarım” demesi, sizce ne anlama gelir?
Bıraksınlar, “sindirim” hikayelerini..
Bu ülke, o 28 Şubat günlerini yaşadı.. Bu halk o rezaletleri sindirdi... Bugün dahi, o günlerin acılarını yaşamaya devam ediyoruz. Başörtü yasağının vicdanları sızlatan rezillikleri hâlâ sürüyor. Katsayı adaletsizliğinin adalet duygularını körelten sonuçları, hâlâ gözümüzün önünde..
Tüm bunları sindiren insanlarımız, şimdi, o rezaletlerin arkasındaki gerçeklerin bilinmesini mi sindiremeyecek?
Yoksa, “Türkiye’nin sindirmesi”nden kasıt, aslında halkın sindirmesi değil, darbeci komutanların korunması ve kollanmasından mı ibaret?
Derin devletin korunması, kollanmasından mı ibaret?..
Derin gazetecilerle birlikte..
Hâlâ devam ettiği ayan beyan ortada olan, “darbeci komutan-gazeteci ilişkisi” mi, aslında gizlenmek istenen?..
Altaylı ile Doğan grubu arasındaki menfaat uyuşmazlığına rağmen, hâlâ gizlenen gerçeklerin arkasında yatan sebeb sizce, bugün dahi süren “derin ilişkiler”den başka ne olabilir?
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !