Şükrü HÜSEYİNOĞLU

26 Nisan 2017

GÜNCELE VE SÂBİTELERE DAİR KISA KISA

Ak Parti Müslümanların önünü açtı deniliyor ve buradan da bizlere Ak Parti ve onun üzerinden mevcut laik-kapitalist düzene karşı akidevi duruşumuzu terk etmemiz dayatılmaya çalışılıyor ya hani, üstelik Müslüman olduğunu söyleyen insanlarca...
Şahsen bu yaklaşım konusundaki değerlendirmem şudur: Bir defa şunu kabul etmek gerekir ki, Ak Parti'nin önünü açmadığı hiçbir şey yok!
Ak Parti yönetimlerinde, bu partinin gömlek değişikliği ile edindiği liberal kimliğinin gereği olarak, kurulu düzenin temel işleyişine fiilen bir itiraz ortaya koymamak kaydıyla maruf olanın da, münkeratın da önünün açık tutulduğu görülür.
Düzenin işleyişine, sömürüsüne, putperestliğine müdahil olunmadığı sürece fert ve toplulukların dini faaliyetlerinin önü açık tutulduğu gibi, diğer taraftan bir önceki genel seçimlerde Başbakan Binali Yıldırım'ın övündüğü gibi bu dönemde içki fabrikalarının sayısı birkaç katına çıkmış, piyango, toto vb resmi kumar oyunlarının yanına bizzat Ak Parti yönetimleri tarafından iddaa adlı yaygın şekilde oynanan bir kumar daha eklenmiştir. 
 Bu yönetimlerde bir yandan devasa camiler, diğer yandan faiz ve borsa işlemleri için devasa finans merkezleri, futbolizmin mabedleri konumundaki devasa stadyumlar, kapitalizmin halka dönük mabedleri işlevi gören devasa AVM'lerin eşzamanlı olarak bizzat iktidarın teşvik ve desteğiyle inşa edildiğini görürüz.
Bu durumu "çok kutsallılık" olarak nitelendirmek haksızlık olmaz. Oysa Yüce Rabbimiz, şayet Müslümanlar yeryüzünde iktidar sahibi olursa nasıl hareket edeceklerini şöyle beyan buyurmaktadır:
"Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir." (Hacc, 41)

Avrupa'da kapitalist düzen, nasıl ki 19. yy sonunda sol hareketleri "sosyal demokrat" partiler marifetiyle kendi işleyişine eklemlemeyi başarmış ve onları "kapitalizmin vicdanı" haline getirmişse,
Şimdilerde Türkiye'de de laik-batıcı-kapitalist düzen, İslami hareketleri muhafazakâr demokratlar üzerinden iddialarından soyutlamaya ve kendi işleyişine entegre etmeye çalışıyor ve maalesef bunda da önemli ölçüde başarılı olmuş görünüyor.
Entegre olmamakta, iktidarlara iliştirilmiş/eklemlenmiş embedded konumuna düşmemekte direnen, sebât edenlere selam olsun.

Üst akılları, Avrupa'yı, HDPKK'yı, Fetö'yü vs biliyoruz ve onların fitne-fesad projelerine karşı tavrımız-tepkimiz sabit.
Bununla birlikte şunu da biliyoruz ki bu coğrafyada geçtiğimiz ay içinde bir Emniyet müdürlüğü içinde Allah Rasulü'ne (a.s.) sinkaflı küfürler edildi ve bunu yapan alçaklara hiçbir işlem yapılmadı. Yine dün Adana'da bir Müslüman kadının örtüsü bir kadın polis tarafından çekilip çıkarılmaya çalışıldı.
"Üst akıl"a karşıyız tamam da, ya tüm bunlara müsaade eden "alt akıl"a ne demeli?

Adana'da Müslüman kadının örtüsüne el uzatan o kadın polisin yanındaki diğer polis, elindeki biber gazını bu hadsizliği, İslam ve insanlık düşmanlığını yapan meslektaşına karşı kullanmalı değil miydi?
Oysa o tuttu biber gazını suçlu olan kadın polis yerine, örtüsüne el uzatılan Müslüman kadına sıktı.
Takipçisi olacağız inşallah. Bakalım bu İslam düşmanı memurlara işlem yapılacak mı?

Haydi farz edelim ki, Furkan Vakfı bu ülkeyi karıştırmak isteyenlerin oyununa geliyor.
Peki, bir basın açıklamasına katılmaktan başka suçları olmayan Müslüman kadınlara vahşice saldıran ve örtülerine el uzatma hadsizliğinde bulunan polis memurları ve onlar hakkında işlem yapmayan Hükümet bu durumda ne yapmış oluyor?

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Özlem Zengin, bir gazeteye verdiği mülakatta özetle "Ak Parti'de hem Cem Küçük gibilere, hem de İslamcılara yer var. Zaten bunun için bu parti büyük bir hareket olmayı başardı" diyor.
Bakalım bizim "İslamcılar", Cem Küçük necisiyle kendilerini aynı kefeye koyan bu yaklaşıma itiraz edecekler mi? Yoksa "devletlular böyle uygun görmüş" deyip birçok şeyi olduğu gibi bunu da sineye mi çekecekler?

- Abi sabahtan beri burada ne yapıyorsun? Ufka doğru anlamsızca bakıp duruyorsun. Hayırdır?

- İstikametimi kaybettim. O sebeple düşman oklarını takip ediyorum. Bana istikametimi gösterirler ümidiyle.

- İyi de abi, Rabbimiz Kitab-ı Keriminde bize istikametimizi sarih şekilde beyan buyurmuyor mu? Rasulullah (a.s.) da bize pratik örnekliğiyle bu istikameti müşahhaslaştırmış değil mi?

Rabbimizin ayetlerini bırakıp düşman oklarıyla filan niçin beyhude vakit kaybediyorsun! Kaldı ki o düşman okları çoğu zaman "ümmetin son kalesi" denilen bu coğrafyadaki üslerden atılıyor Müslümanların üzerine, öyle değil mi?

Kur'ani/Nebevi istikamet gayet açık ve net iken, bazı "İslami" kesimler, istikametlerini belirlemek için ya "düşman oklarını" takip etmekle zaman geçiriyorlar ya da Filistin, Suriye, Mısır gibi coğrafyalarda fiili işgal ve saldırı altında olan Müslümanların kendileri açısından bir yere kadar anlayışla karşılanabilecek değerlendirmeleri ışığında istikamet arayışına giriyorlar.
Oysa olması gereken, fiili işgal ve saldırı altındaki kardeşlerimize de Kur'ani/Nebevi istikameti hatırlatacak, gündemde sürekli diri tutacak akide/ilke merkezli bir yaklaşımda sebat etmektir.

Adı Amr b. Hişam'dı. İslam dâvetine karşı Mekke ileri gelenleri arasında en sert muhalefeti yapan kişi olduğu için Allah Rasulü (a.s.) onu Ebu Cehil/Cehaletin Babası olarak nitelemişti.
Gelin görün ki bu kişinin Mekke'deki künyesi Ebul Hakem'di. Yani hikmetin babası. Bugünkü karşılığıyla akademinin lideri, profesörler profesörü.
Köle Bilal'i (r.a.) İslami mücadele öncüsü, profesörler profesörü Amr b. Hişam'ı cehaletin babası olarak konumlandırmak, ancak Rabbani bir tasavvurla mümkün olabilirdi.
Bizim insanları değerlendirmemiz de işte tıpkı önderimiz Allah Rasulü gibi, vahye karşı konum alışlarına ve tutumlarına göre olmalı.

Nebilerin (a.s.) sünneti, şu yemeği sevmek veya bu çeşit giysiyi giymek değildir.
Onların en büyük sünneti, her devrin müşriklerinin "Bu kişi, putlarımızı/putlaştırdıklarımızı diline doluyor" şeklindeki şikayetine konu olduğu üzere şirkle ve şirk düzenleriyle açık ve somut mücadeleye yönelmektir.

Hira öncesinde de kendi geleneklerine tâbi olmadığı halde Muhammedul Emin’den rahatsızlık duymayan Mekke şirk düzeni, Hira’dan sonra ondan rahatsızlık duymaya başlayacak ve ona karşı mücadele bayrağı açacaktı. 
İşte burada, şirke ve şirk düzenine müdahil olmakla olmamak arasındaki fark ortaya çıkmaktadır. Şirkten bireysel uzak duruş ile, şirke karşı mücadelenin farkı ortaya çıkmaktadır. Tarihin her döneminde çatışma, şirke dayalı egemenlik anlayışı ve işleyişe itiraz edilip, yeni bir egemenlik anlayışı ve referans sistemi gündeme getirildiğinde çıkmıştır. İşte Hira sonrası olan da buydu.
Bu noktada günümüzde Türkiye’deki İslami çevrelerin son yıllarda ortaya koyduğu profili ele almakta fayda var. Son yıllarda giderek tevhidi hükümranlık (hükmün kaynağının ancak Yüce Allah olduğu) iddialarından vazgeçerek STK’laşan ve çeşitli alanlardaki hak, özgürlük taleplerine indirgenen bir sistem içi mücadele anlayışına savrulan çeşitli İslami çevrelerin, bu açıdan Hira öncesine bir duruşa sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu yaklaşım ve mücadele anlayışı, en fazla ‘Hılful Fıdul’a denk gelmektedir zira.

Dün (22 Nisan Cumartesi) Allah Rasulü'ne (a.s.) övgü günüydü. En yetkili ağızlardan ne de güzel konuşmalar yapıldı. 
Bugünse (23 Nisan Pazar), İslam'a karşı bu coğrafyadaki tuğyanın önderliğini yapmış şahsa övgü günü.
Şirk işte böyle bir şey :(

…:

Politikacılardan rica etsek;
Allah Rasulü'nü (a.s.) övme işini Müslümanlara,
M. Kemal'i övme işini de Kemalistlere bıraksalar.
Birkaç gün arayla önce Allah Rasulü'nü, ardından da O'nun Rabbimizden aldığı Kitab-ı Kerim'i "gökten indiği sanılan kitap" diye niteleyecek ölçüde inkârını ortaya koyan M. Kemal'i övmek hiç dürüstçe bir davranış olmuyor.

Bu toplumda İslami açıdan ciddi bir değişim-dönüşüm yaşanmasını istiyorsak ilk yapmamız gereken;
Bu toplumun fertlerinde atalardan miras kalan "zaten kafadan müslümanız" algısını yıkmaktır.

Bu ülkede vergilendirilmiş ve bu sebeple düzen tarafından "kutsal" kabul edilen resmi olanlar ve gayri resmi olanlarıyla fuhuşhaneler alenen faaliyet gösteriyor, kumar ve faiz gibi fiillerle Allah ve Rasulü ile savaş halindeki müesseseler hakeza. Afedersiniz pezevenkler, şerefsizler serbestçe ifsadlarını sürdürüyor, bu halkın çocuklarını dağlarda ve şehirlerde katleden PKK denilen alçak örgütün siyasi kanadı şehirlerde istediği gibi faaliyet gösteriyor.
Bu bataklık düzenin başında bulunan, bunun hamallığını yapan muhafazakar demokratlar ise, tüm bunları bırakıp Müslümanlarla uğraşmaya devam ediyor.
Bağcılarda mütevazi bir medresede Arapça ve İslami ilimler öğretmeye çalışan Cihan Akman ve arkadaşları 10 günden fazladır gözaltında idi. Bugün gelen habere göre tutuklanmışlar.
"Ümmetin son kalesi"nde bunlar oluyor işte.

Barzani, İngiliz bakanla Irak haritasını masaya yatırıyor,
PKK-PYD zaten ABD'ye, Rusya'ya gönüllü askerlik yapıyor.
Kürtler, yine başlarındaki tağutların işbirlikçiliklerinin kurbanı oluyor.
Bölgede Kürtler için böyle bir çıkış kapısı yok.

Ahmedinejad, birkaç gün önce El Cezire kanalına verdiği mülakatta İran, Türkiye, Katar ve Suudun Suriye politikalarının yanlış olduğunu, her birinin dış güçlerle işbirliği içinde meseleye yaklaştığını, oysa olması gerekenin kendi aralarında bu meseleyi konuşup çözmek olduğunu söyledikten sonra, zalim İran derin devleti tarafından Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden men edildi.

 

"De ki: Ben Peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım ve sadece apaçık bir uyarıcıyım." (Ahkaf, 9)

Rabbimiz, Rasulünden bu beyanları dile getirmesini istiyor. Bugün kendilerini insanlara "Peygamber varisi" diye pazarlayan ve fakat bıraktık varisliği ve hatta peygamberlerdeki vasıfları, kendilerinde gaybı bilme, insanların kalbinden geçenlere muttali olma, insanlar üzerinde gaybi olarak tasarrufta bulunma gibi ilahi nitelikler vehmeden gavslar, şeyhler vs bu ayeti tâbileri karşısında kendilerini kastederek okuyabilirler mi?

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan dün El Cezire'ye mülakatında demiş ki; "Obama maalesef PYD ve YPG konusunda bizleri aldattı."

Biz de diyoruz ki, bu kaçıncı aldanış. İnşallah nasuh tevbesiyle tevbe edip, girdiği bu aldanma yolunu terk eder ve Rabbimizin yoluna, yol göstericiliğine tâbi olur da, Ahiret'te şöyle demek durumunda kalmaz:
"Çok safmışız, Şeytan bizi aldatmış."

...

Şunu bilir, şunu söylerim:
Her an ölümün gelip çatabileceği ve akidemize göre her an kıyametin kopuverebileceği (Bkz: Muhammed 18, A'raf 187 vb ayetler), Rabbimiz tarafından imtihan üzere inşa olunan şu üç günlük dünya hayatında ne gayeyle olursa olsun sağa-sola yalpalamaya, eğilip bükülmeye değmez.

Rabbimizin "dur" dediği yerde durmak ne güzel.
Kılıçdaroğlu "Sandığa giden tüm vatandaşlarımıza teşekkür ediyorum" diyor.
Bu adamın teşekkürüne muhatap olmamak başlı başına bir güzellik.
İstikamet üzere olmak ve kalmak ne büyük bir nimet. Hamdolsun Rabbimize.

Bu ahmak Kemalistlere birileri akıl verse de Ak Parti ve Erdoğan'ın kıymetini bilseler. Köhnemiş putperest düzenlerini ölümcül krizlerden kurtardılar, revize ederek 100. yılına (2023 hedefleri) hazırlıyorlar. Yine de bu ahmak Kemalistlere yaranamıyorlar.

Referandum sonucuna tahammül edemeyip "Yaşa bilmem ne paşa" şarkısıyla yine bir ölüye sığınıp şirretlik yapmaya çalışan Kemalist güruh, bu yaptıklarıyla yıllardır olduğu gibi, Erdoğan'ı bu toplumun gözünde daha da idolleştirmektedirler maalesef.
Bu şirret salaklar yüzünden, Erdoğan'ın sosyal ve ekonomik alanlarda liberal ve kapitalist eksenli yaklaşımlarla toplumsal adaletsizliği daha da derinleştiren politikaları, dış politikada ABD, Rusya ve siyonist işgal rejimiyle içine girdiği ilkesiz ilişkiler ve işbirlikçi politikaları vs hep gölgede kaldı. 
Toplum, bu acı gerçekler yerine, Kemalist salakların Erdoğan'a yönelik şirretliklerine göre bir tutum takındı ve Erdoğan'ın arkasında sımsıkı durdu. Erdoğan'ın, bu salaklara bu açıdan bir şükran borcu var.

Namaz vakitlerini, en azından bir arkadaşımızla buluşup sohbet etmeyi iple çektiğimiz kadar sevinç ve heyecanla beklemek ve namazda da aynı şekilde en azından arkadaşlarımızla vakit geçirdiğimiz sükunet, genişlik ve sürur içerisinde olmak...
Namazla ilgili asgari hedefimiz bu olmalı diye düşünüyorum. Rabbimizle buluşmak, O'na yakın olmak, O'nun muhataplığına nail olmak bizim için bu kadar da anlam taşımıyorsa imanımızı ciddi olarak gözden geçirmemiz gerekir.

Akide ve ilke merkezli duruş insanı Allah'a yaklaştırırken,
"Maslahat" merkezli yaklaşımlar ise sahiplerini bâtıl otoritelere yaklaştırır.

Müslümanlar olarak;
STK ve örgüt türü yapılanmaları terk edip, cemaat olmaktan başka çıkar yolumuz yok.
Cemaat, yani: 
- Hiyerarşik değil, saf düzeninde Kur'ani/Nebevi ilkeler üzere bir araya gelen eşit Müslümanların birlikteliği.
- İnançları, hedefleri ve iddiaları net ve açık, gizli ajandası olmayan, Allah'a ve halka karşı tek yüzlü, örnek topluluk. 
- İktidarı (Allah'ın hükmünü yeryüzünde hâkim kılmayı) hedefleyen ve fakat bu uğurda istikametten sapmayan, hedefe giden her yolu değil, yalnızca Allah'ın meşru kıldığı yolu meşru gören.
- Dâveti temel eksen alan, emri bil maruf, nehyi anil münker yükümlülüğünü hiçbir şart ve gerekçeyle ertelemeyen, ihmal etmeyen, terk etmeyen insanlığın öncüsü, öğretmeni olmaya namzet topluluk.