Şükrü HÜSEYİNOĞLU

22 Mayıs 2018

GÜNCELE VE SÂBİTELERE DAİR KISA KISA

İnternetteki paylaşım sayfamda son bir ay içerisindeki çeşitli güncel gelişmeler ve sâbitelerimize dair yorumlarımı dikkatlerinize sunuyorum:

Takiyye, takvası olmayanların sığındığı yozlaştırıcı bir limandır.
Takva Allah'tan gereği gibi korkmanın ve O'nun çizdiği sınırları (Hududullah) aşmaktan sakınmanın adıdır.
Takiyye ise, Allah'tan korkmak gerekirken, O'nun yerine egemen güçlerden korkup onları hoşnut etmeye ve onlardanmış gibi görünmeye çalışmanın adıdır.
İslam davası ve bu davanın metodu takva üzerine bina olunmuştur. Takvayı bırakıp takiyyeye yönelenler ise İslam davasını anlamamış olanlardır.

Ramazan Kur'an'ın onda inzal olmaya başladığı ve Rabbimizin oruç/savm ibâdetini üzerimize yazdığı mübârek bir aydır.
Fakat onun mübârek (bereketli) oluşundan fert ve toplum olarak nasiplenmek bizlerin gayretlerimize bağlıdır.
Bu anlamda şu tavsiyeyi yapabilirim: Kendinize bir sûre seçin ve Ramazan boyunca o sûreyle hemhal olun. Lafzen ezberlemeye ve anlamına yoğunlaşmaya gayret edin. Tabir caizse o sûreyle yakın arkadaşlık kurun, özdeşleşin.
Şahsen bunu Ramazanda da Ramazan dışında da uyguluyorum ve çok bereketli oluyor, elhamdulillah.

İman böyle bir şey işte. Genelkurmay eski başkanı İlker Başbuğ şöyle diyor: "Bir konuda karar vermek istediğim zaman Atatürk'e bakarım. O konuda ne yapmış diye. Ona göre hareket ederim."
Kur'an'da tağut olarak tanımlanan bâtıl bir merciye olan bu iman, Âlemlerin Rabbine ve O'nun Rasulüne iman ettiğini söyleyen bizlerde hak olana yönelik ne ölçüde var bunu düşünmek lazım.

Kur'an'ın tanıklığıyla biliyoruz ki, bugün siyasi-dini liderlerinin ardı sıra giden ve onların illüzyonlarına aldanarak dünya ve âhiret saadetinin yegane adresi olan vahyin mesajıyla doğrudan muhatap olmaya yönelmeyen toplumlar (ki doğusuyla batısıyla yeryüzündeki toplumların kahir ekseriyetinin durumu maalesef budur) yarın ruz-i mahşerde o liderlerinin yakasına yapışacak, onlardan şikayetçi olacak ve "Keşke size tâbi olmasaydık, keşke Nebilerin yoluna uysaydık" diyecekler.
Keşkelerin fayda vermeyeceği o gün gelmeden keşke bugünden toplumlar uyansa da Rabbimizin fert fert her insanı muhatap aldığı vahyiyle muhatap olsa ve egemen güçlerin illüzyonlarını etkisiz kılsa.
Bugünün egemenlerinin büyülerini/illüzyonlarını etkisiz kılacak olan Musa (a.s.)'ın asası, Kur'an'dır.

Ramazan içinde bir gün İstanbul'da, tevhid nedir, şirk nedir, hurafe nedir, namazda her gün beş kez yineledikleri "Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz" akdi neye tekabül eder bilmeyen gariban teyzeler Oruçbaba ve Zuhuratbaba türbelerine gidecekler ve oralarda huşu (!) ile şirk eylemleri işleyecekler.
Bu durum karşısında "Uydurulan dine karşı indirilen dinin" mücahidi kesilen kesimler, teyzelerin şirke girdiğini yüksek tonda söyleyip ortalığı ayağa kaldıracak. İyi de yapacaklar.
Fakat aynı "indirilen din" mücahidleri nedense bugün (19 Mayıs) bu ülkenin resmi türbesi olan ve siyasetinden sivil-askeri bürokrasisine Türkiye'yi yönetenlerin ziyaret edip arz-ı hal sundukları, ibâdet formatında seremoniler gerçekleştirdikleri Anıtkabir'de olup-bitene sessiz kalacak.

Bekri Mustafa hikayesini bilirsiniz. Hani namazla-niyazla işi olmadığı halde adam yokluğundan Ayasofya'ya imam yapıldığı ve bu sebeple de "Dünyada işler nasıl diye soran olursa Bekri Mustafa Ayasofya'ya imam oldu dersin, anlarlar" nüktesine konu olan hikaye.
Siyonist işgal rejimini ilk tanıyan ülkelerden biri olan, laik, NATO müttefiki, her tarafı ABD-NATO işgal üsleriyle dolu ve şunun şurasında siyonist katillerle Mavi Marmara anlaşması yapalı bir yılı bile doldurmamış bir ülke olan Türkiye'nin Kudüs'le ilgili son gelişmelerde en fazla insiyatif alan ülke durumunda olması, bana işbu Bekri Mustafa hikayesini hatırlattı.

Dünya çapında yapılan yeni bir araştırma, "insanlar genellikle krallarının dini üzeredir" gerçeğinin güncel kanıtı durumunda.
Araştırmaya göre yöneticileri Maoist (Bizdeki Kemalist tanımının muadili) ve dolayısıyla ateist olan Çin'de insanların yüzde 70'i kendisini ateist olarak nitelerken, Komünist bloğun çökmesi neticesi Batı kampına geçen Bulgaristan, Romanya, Ukrayna gibi ülkelerde bu oran yüzde 6'ya, 7'ye iniyor.
Oysa Komünist blok çökmemiş olsaydı bu ülkelerde de Çin'deki gibi bir sonuç çıkmış olacaktı.
İşin doğrusu şu ki şu an dünyadaki insanların çoğu neye inandığını veya neye inanmadığını bile bilmiyor. Toplumsal ezberleri tekrarlıyor, o kadar.
Türkiye'de birkaç yıl önce yapılan bir araştırmada kendisini ateist olarak tanımlayanların yüzde 61'inin aynı zamanda Allah'a inandığını söylediğini de hatırlayalım.

Mavi Marmara anlaşması denilen rezilliği iptal etmedikten sonra Yenikapı'da elli defa miting yap. Siyonist alçakların çok da umurunda.
O meşum anlaşma ortada dururken, Kudüs ve Filistin'e dair söylenen ve yapılan her şey dostlar alışverişte görsün kabilinden olmaya mahkûmdur.

Son günlerin iki temel konusu. 
Kudüs-Filistin konusu ve Orucun başlangıç günü konusu.
Her iki konunun da gerçek anlamda çözümü nedir, nerededir?
Cevap bence açık ve alternatifsizdir: Müslümanların ortak otoritesinin, sosyal-siyasal çatısının inşası. Buna ister İslam devleti deyin, ister Hilafet, ister İmamet deyin.
Allah'ın hükümleriyle hükmedilen, gerçek anlamda adil, tek kıbleli bir devlet... Rasulullah'ın (a.s.) devletinin bugüne taşınmış, uyarlanmış hali yani.
Bunu gerçekleştirelim inşallah, bakın bakalım Kudüs meselesi, Mekke-Medine meselesi, İstanbul meselesi (fahşa ve münkerle kirletilen şehirlerimiz) bugünkü gibi çözümsüz mü oluyor?
Oruca başlama, bayram gibi takvime dair konular bugünkü gibi sorun mu oluyor?

Değil mi ki bu halk yıllardır devam eden onca boykot çağrılarına rağmen Coca Cola denen bir AmeriKAN şarabını (alkollü bir içecek olduğu Tübitak analiziyle sabittir) içmekten bile vazgeçmiyor,
Değil mi ki Müslümanlar bile bakkallarında "müşteri istiyor" gerekçesine sığınarak, kârından fedakârlık yapamayıp bu AmeriKAN şarabını satmaya devam ediyor,
Lütfen az sayıdaki samimi Müslüman dışında kimse Kudüs duyarlılığından söz etmesin, konjonktürel duyarlılık kasmaya kalkışmasın.

Piton denilen katil Netenyahu denilen katille el sıkışmış. Erdoğan "Bu el sıkışmayı anlayabilmiş değilim" diyor.
Gâvurdan dost olmayacağını, onların son noktada ancak birbirlerinin dostu olacağını halen anlayamadınızsa diyecek bir şey yok.
Sadece şunu hatırlayın. Almanya, 1. Dünya Savaşında Osmanlı'nın müttefikiydi. Savaş ve müttefiklik ilişkisi sürerken, Kudüs 1917'de İngilizlerce işgal edilince Almanya'da "Kudüs yeniden Hıristiyanların eline geçti" diye kutlamalar yapılmıştı.

"Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları veli edinirse o onlardandır. Allah zalimler topluluğunu doğru yola eriştirmez." (Maide, 51. Ayet)

Bozuk saat günde iki defa doğruyu gösterir ya.
Mahmud Abbas'ın, ABD'nin Kudüs'e taşıdığı büyükelçiliğini "yeni bir Yahudi işgal birimi" olarak nitelendirmesi de böyle bir şey.

...

Gazze Katliamına Ağıt

 

Dile kolay elli iki gencecik fidan düştü toprağa

İnsanlık düşmanı siyonistlerin kurşunlarıyla

Oysa sadece sözleri ve sloganları vardı

Kısacası bugün Gazze sınırında yaşanan

Söze iman edenlerle güce dayananların savaşıydı

Hangi silaha sahip olursan ol baştan yeniksin

Çünkü sen emperyalizmin gayri meşru çocuğu

Kanlı bir işgalcisin

Yürüyeceğiz böyle hep üzerine üzerine

Kovuncaya dek seni Akdeniz ötesine

Unutma ey işgalci Yahudi Hayber'i

Yine gelecek inşallah Muhammed'in (a.s.) askeri

İşte budur yıllardır İntifada'nın sözü

İşgalin meşrulaşmamasıdır meselenin özü

Bu sözdür can feda meydana çıkaran onca yiğidi

Elli iki fidan hunharca katledilirken neredeydi

"Ümmetin kalesi", "Direniş cephesi"?

Filistin için, Kudüs için, Gazze için gerçekten bir şey yapmak istiyor musunuz?
Cevabınız evet ise, o halde bulunduğunuz coğrafyada İslam'ın iktidarı için gayret edin. İslami çalışmalara katılın, destek verin.
Mesela Türkiye'de İslam devleti olsaydı bugün 43 kardeşimiz işgalci siyonistlerce katledilebilir miydi?
Müslümanım diyen insanlar, bir katliam olunca protestoya koşan, sonrasında ise İslami mücadeleye adanmamış, dünya ekini eksenli yarı-seküler bir hayat yaşayan, dünya ile âhiret arasında net tercih yapamamış konumda kalmamalıdır.

Türkiye siyonist işgal rejiminin Gazze sınırındaki katliamı sonrası harekete geçmişmiş.
Külahıma okuyun siz onu. Ankara'daki siyonist büyükelçilikte "bağımsızlık kutlaması" yapılalı henüz 10 gün oldu.
İkili oynamayı bırakın. Ya haktan yana olun ya bâtıldan.
Ya Müslümanlardan yana olun ya emperyalistlerden ve siyonistlerden.

Müslüman tepkisel değil özgün olandır.
Zira İslam aslolandır, alternatif olan değildir.
Kamalistlerin M.Kemal'e "ulu önder" demesine karşılık tutup birilerinin Rasulullah (a.s.)'ı "ulu önder" olarak nitelendirmesi söz konusu tepkiselliğin son örneği.
Oysa İslam itikadında ululuk ancak Rabbimiz için kullanılacak bir vasıftır.

Ayetlere göre hareket ettiğini söyleyenlerin, anketlere göre hareket eden, anketlerin işaret ettiği yükselen değerlere göre dönemlik siyaset ve söylem değiştiren politikacıların ardına takılmaları anlaşılır bir şey değildir.

Modern tuğyan, her şeyin olduğu gibi elbise mefhumunun da fıtratını bozdu, deformasyona uğrattı. 
Örtü ve mahremiyet aracı olan elbise, bugün modern tuğyanın elinde tam anlamıyla bir teşhir ve tahrik aracı haline getirilmiş durumda.
Moda denilen şey de elbiseyi olabildiğince teşhir ve tahrik aracı kılmaya yönelik şeytani çabaları ifade ediyor.

Zindandan tahliye edilmene sevindim, fakat şu bir gerçek ki Hakkın tarafında olamadın ve bu gidişle de görünen o ki olamayacaksın maalesef.
Hakkı-Hakikati bildiğin, mealini ve nihayet tefsirini yazacak kadar Kur'an'la mesain olduğu halde kişisel hırsların sebebiyle kâh particiliğe, kâh particilere kızıp fetullahçılığa hizmet ettin.
Yazdığın kitapta "Mevcut düzenler eğri cetvel gibidir. Hz. Ömer olsa eğri cetvelle doğru çizgi çizemez" tesbiti yaptığın halde, hep bu düzenleri yönetmeye/ele geçirmeye namzet olanların yanında yer aldın.
Umarım ki ciddi olarak bir özeleştiri yapıp hırslarınla ördüğün bu zihni/kalbi zindanlarından da tahliye olup hidayete ulaşırsın.

1. Sahne:
- Zamanında aklımı kullansaydım da şu işe yatırım yapsaydım şimdi köşeliktim.
- Keşke babam bu arsayı değil de şu arsayı alsaydı, orası daha çok değerlendi.
- Üniversite sınavında keşke bu bölümü değil de şu bölümü tercih etseydim.
...
2. Sahne:
- "Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik ve Rasul'e itaat etseydik." (Ahzâb 66)
- "Keşke benim için bir kez (dünyaya dönmeye) imkan bulunsa da iyilerden olsam." (Zümer 58)
- "Keşke toprak olsaydım." (Nebe' 40)
- "Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim." (Fecr 24)
- "Keşke bana kitabım (amel defterim) verilmeseydi." (Hakkâ 25)

Bugün bir özel okulun reklam panosunu gördüm, şöyle yazıyordu: "Çift dilli eğitim".
Bunu okuyunca dedim ki, bu da bir şey mi? Resmisi ve özeliyle, düzü ve İHL'siyle okullarda çiftin ötesinde çok dinli bir eğitim yapılıyor.
Kemalizm, nasyonalizm, sekülerizm, liberalizm, sufizm ve üzerine bir tutam da İslam.

Devletlular, küresel 28 Şubat'ın bir parçası olarak Fransa'nın Süleyman Demirellerinin Kur'an'dan bazı ayetlerin çıkarılması talebine (Ki bunu ilk talep eden Ebu Cehil takımıydı, Bkz: Yunus, 15. ayet) tepki gösteriyorlar.
İyi güzel. Fakat kuru kuruya tepkilerin bir anlamı yok. Kur'an'ın bir bütün olarak Allah'ın kitabı olduğunu savunmanın en geçerli yolu, onu bir bütün olarak hayata hâkim kılmak, hükümlerini her alanda işler hale getirmektir.
Haydi bakalım devletlular, Paris ordaysa Ankara burada!

Toplumdaki İslamlaşma trendi AKP'nin de yüksek gayretleriyle bir süredir yerini milliyetçileşme trendine bırakmış durumda malum.
Arabalara yazılan yazılarda, bu sanal ortamda profillerinde vs kendisinin "Türk" olduğunu öne çıkarıp vurgulayanların sayısı bir furya halinde artıyor.
Şimdi bunu yapanlara sorsanız, "Türk veya Kürt olmakta senin bir tercihin ve katkın söz konusu mu?" Hayır.
Peki öyleyse nedir bu kavmini öne çıkarmak, kavminle övünmek? Bir toplumun, "dindar yöneticilerin" de katkısıyla cahiliye kültürü ve asabiyesine teslim olması ne acı.

Suud'un yarı gâvurluktan tam gâvurluğa geçiş sürecinin, veliaht prens denen AmeriKAN finosunun sonunu getirecek hareketlenmelere yol açacağını düşünüyorum.

Bu Kemalistler ne hoş (!) insanlar. Bir taraftan dünya tarihindeki tam anlamıyla birkaç tek adamdan biri olan M.Kemal'e tapar derecede bağlılıklarını izhar ediyorlar, diğer taraftan Erdoğan üzerinden tek adam eleştirisi yapabiliyorlar.
Anlaşılan o ki tek adamlıkta atalarına şerik kabul etmiyorlar.

Kılıçdaroğlu'nun M.İnce'yi aday göstermesinin sebebi belli, parti içindeki tek rakibi olarak ondan kurtulmak.
Bunu M.İnce de biliyor. Fakat adaylık töreni düzenleyip "politik nezaket" gereği birbirlerine iltifat yağdırmak zorunda kalıyorlar.
Politika işte böyle bir şey.

Kendinizi İslam'a nisbet ediyor ve buna rağmen İslam dışı bir rejimde hükmetme makamlarına talip oluyorsanız, kendinizle birlikte çevrenizdeki insanları da ifsad etmeniz kaçınılmazdır.
Bu durumun iki misali: 
1-Yunus Bekir Uçar, merhum Timurtaş Hoca'nın oğludur. Benim de İletişim Fakültesi'nden arkadaşımdı. AKP iktidara gelince bu arkadaşı tutup Spor Toto teşkilat müdürü yaptılar. Yani bildiğimiz resmi kumar kurumunun başına getirdiler. Böylece hem Timurtaş Hoca'nın hatırasına zarar verilmiş oldu, hem de üniversite döneminde tanıdığım, namazında-niyazında bir insan haramla iştigal eden bir kurumun başına getirilerek makam uğruna heba edildi.
2- Hayatı, M.Kemal'e ve onun İslam'a ve Müslümanlara düşman olarak kurduğu laik rejimine karşı yazılar yazarak geçen Sadık Albayrak'ın oğlu, mevcut Enerji Bakanı Berat Albayrak. Bugün radyoda bir canlı yayında dinledim kendisini. M.Kemal'e övgüler dizerek onun gösterdiği hedefe ulaşmak için çalıştıklarından, onun rejimini 2023'teki 100. yılına nasıl güçlü şekilde hazırladıklarından söz etti dakikalarca.
Ne demiştik: Bir ampul uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor!

Bu da at iziyle it izinin karışmasının küresel örneği:

"ABD Deniz Piyadeleri Komutanı Robert Neller, çarşamba günü düzenlenen bir basın toplantısında ABD Kuvvetleri ve Afgan partnerlerinin Afganistan'ın mücahitleri olduğunu söyledi."

Bir mealci klişesi: "Peygamber konuşursa ayet okur."
Yani bu kafaya göre Rasulullah (a.s.) sadece kendisine inzal olunan ayetleri okuyan ve başka da bir yetisi olmayan bir makine durumunda.
Oysa ayetleri hayatla buluşturmak, hayatla ayetlerin bağını kurmak ve dahası ayetler ışığında büyük bir toplumsal ve siyasal inkılab gerçekleştirmek çok esaslı bir irade, idrak, akıl-mantık ve öncülük yeteneği gerektiriyor.
Tüm bunlar Rasulullah'a Rabbimizce bahşedilmiş olmasa ayetleri hayatla kim ve nasıl buluşturacaktı? O'na verilen furkan ve hikmet nitelikleri de zaten bunu ifade ediyor. 
Ayetleri nihai belirleyici edinmek ayrı, ki doğrusu budur, bunun çok ötesine geçip Rasulullah'ı ayet okuyan bir makineye, postacıya indirgemek ayrı şeyler.
Mealcilik hikmetsizliktir, İslam'ın derinliğine nüfuz edemeyen sığ bir yaklaşımdır, ciddi bir sapmadır.

…Formun Üstü

Hayret etmemek mümkün değil, sayın Karaman.
Halen zaruret, hacet filan deyip, Kur'an'ın "Allah ve Rasulüyle savaşmak" olarak tanımladığı faize yol yapıyorsun.
Yazında da söylüyorsun zaten, sana zamanında ilim ehli ne güzel cevap vermiş; “Zarûret ayrı, hâcet ayrıdır. Mesela buzdolabı, çamaşır makinesi hacet-i asliyedir, herkes buna muhtaçtır, evsiz yaşamak da zordur, ama bunları temin etmek için gasp veya hırsızlığa başvurmak caiz değildir. Ev sahibi olmak için haram olan ribaya girmek caiz değildir" diye.
Buna rağmen halen yanlışında ısrar ediyorsun, zaten harama yol bulmak için kapı kapı dolaşıp fetva (!) arayan asrın insanına haramın yollarını açtıkça açıyorsun.

Başta hidayet önderleri Nebiler (a.s.) olmak üzere tarih boyunca muvahhidler hakla bâtılın arasını ayrıştırmaya gayret etmişler,
Her dönemin muhafazakârları ise, hakla bâtılı birbirine yakınlaştırmak, uzlaştırmak, birbirine karıştırmak için gayret etmişlerdir.
Biz hamdolsun ki öncülüğünü ve önderliğini Nebilerin yaptığı muvahhidlerin yolunu seçtik.

Kemalizmin milliyetçi kanadı MHP'yle ittifak yapan AKP'nin destekçilerinin,
Aynı Kemalizmin ulusalcı kanadı CHP'yle ittifak yapan SP'ye yönelik eleştirileri anlamsız ve tutarsızdır.
İşin doğrusu şu ki, al birini vur ötekine. Şekil A'da görüldüğü üzere politikada ilke, ölçü ve tutarlılık aramak beyhude.
Biz boşuna mı bu bâtıl sistem içi politika bataklığından ve onun aktörlerinden uzak durmak gerektiğini söyleyip duruyoruz.

Son yıllarda toplumda ve dahası çoğu Müslümanda dahi hakka-hakikata karşı bir laubalilik hali söz konusu.
Nasreddin hoca fıkrasında olduğu gibi "O da haklı, bu da haklı, sen de haklısın" lakatylığı almış başını gitmiş.
Ciddi bir şey söylüyorsunuz veya yazıyorsunuz, muhatabınız sizi haklı buluyor. Lakin bakıyorsunuz eski halinde, tutumunda devam ediyor.
Bu durum, bir toplumun hak-hakikat karşısında içine düşebileceği en ciddi probleme işaret etmektedir.
Ve bu duruma düşülmesinin temelinde kesinlikle, Kur'an'ın ifadesiyle Allah'ı gereğince takdir edememe (Bkz: Hac 74, Zümer 67) ve dolayısıyla da O'nun sözlerini, mükâfat ve cezaya dair vaadlerini gerektiği gibi idrak edememe hali vardır.
Allah'ın sözleri ve o sözlere dair güncel hatırlatmalar konusunda haşyet duymak Rabbimizin mü'minlerin özellikleri arasında saydığı bir hususiyet iken (Bkz: Enfal 2), laubalileşme ve duyarsızlaşma ise bir Ehl-i Kitab sapmasıdır. (Bkz: Al-i İmran 23-24)

İslam'ın bütünlüğünden ve yeryüzünde Allah'ın sözünü/hükmünü hâkim kılma dâvâsından koparılmış herhangi bir İslami kavram, şiar ve ibâdet anlamını yitirmiş, işlevsizleşmiş ve salt bir cesede dönüşmüştür.
Maalesef bugün Hac ve Umre ibâdetleri de çoğunlukla bu mahiyettedir. 
Haccı ve Umre'yi İbrahim ve İsmail (a.s.)'ın ve yine Rasulullah (a.s.) öncülüğündeki ilk Kur'an neslinin dâvet ve mücâdelesini anlamak ve bugüne taşımaya yönelik bir bilinç inşası gayesiyle eda eden az sayıdaki muvahhid dışında, maalesef çoğunluk için bu ibâdetler, artık ferdi bir arınma düşüncesinin ötesine geçmeyen, dahası bir turistik gezi halini almış durumdadır.
Hele de Suud'un İslam ve Ümmet'e ihanetlerinin ayyuka çıktığı son birkaç yıldır halen bilmem kaçıncı Umresini yapma planları içinde olanların İslam'ın dâvâ bilincinden hiç nasiplenmedikleri ortadadır.
Hani Muhammed İkbal'in güzel bire sözü var ya "Câhil secde etti, oysa kıyam vaktiydi" diye. Konumuzla ilgili olarak bunu "Câhil bir kez daha Umre planı yaptı, oysa Kıyam vaktiydi" şeklinde güncelleyebiliriz.
(Not: Hac ve Umre Rabbimizin insanlar üzerindeki hakkıdır. Gitmemiş olanlar gitmeye yol aramalıdır. Fakat gitmiş olanların bu konjonktürde ikinci Umre veya Hac planları yapması, İslami siyasi bilince mutabık değildir.)

Fikri takip önemli bir sorumluluktur. Özellikle de hakka şahitlikle mükellef olan biz Müslümanlar açısından.
Gündeme getirdiğimiz bir konunun nedenini ve neticesini takip etmek gerekir.
İmdi, son iki haftadır İstanbul'da reklam panolarının, yol kenarlarının ulusal-resmi kumar İddaa reklamlarıyla dolu olduğunu ve sadece bu örneğin bile AKP'nin toplumu ıslah eden değil ifsad eden bir politik anlayışa sahip olduğunu kanıtladığını belirtmiştim.
İnsanları, Rabbimizin "şeytan işi bir pislik" olarak nitelendirdiği kumar oynamaya teşvik ve davet eden bu reklamların birden bire böyle yoğun olarak gözümüze sokulması anladığım kadarıyla Maliye Bakanı'nın birkaç ay önceki bir açıklamasının sonucu. 
Hatırlanacağı üzere şöyle demişti Bakan: "Yasal şans oyunlarının cazibesini artıracağız."
Haramların cazibesini artıran ve aynı zamanda da "dindar nesil"den söz eden bir iktidar!

"İnkar edenler dediler ki: Bu Kur'an'ı dinlemeyin ve o okunurken gürültü koparın. Belki üstün gelirsiniz." (Fussilet, 26. ayet)

Bugün kitle iletişim araçlarının temel misyonlarından biri de vahyin sarsıcı mesajı toplumlara ulaşmasın diye gürültü koparmaktır.
Zaman zaman tıpkı Mekke müşrikleri gibi İslam mesajına karşı kaba gürültüler de koparıyor olsalar da, daha ziyade bugün bu iş rafine yöntemlerle yapılmaktadır.
Tv'lerde sabahtan geceye devam eden dizi film, eğlence, futbol, politik tartışma programları, insanlar vahyin mesajıyla muhatap olmasınlar, sürekli boş-yapay gündemlerle oyalansınlar diye planlanmaktadır.

Hakikat eksenli bir iktidar algı ve hedefi ıslah edici,
İktidar eksenli bir hakikat algısı ise ifsad edicidir.

AKP döneminin bir özeti de "İslamsız Müslümanlık ve Müslümansız İslam" mantalitesidir. Çamlıca'da dağın başına yapılan devasa Çamlıca Camii, bu acı gerçeğin somut nişanesidir.
Oysa aynı AKP döneminde devasa stadyumlar ve AVM'ler şehirlerin merkezi noktalarına inşa edildiler.
Kısacası; hayat alanlarına stadyum ve AVM, dağ başına gösterişli saltanat camii.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, AmeriKAN şeysi Pompeo ile anlaşmaya vardıklarını, Münbiç'in Türk ve AmeriKAN askerlerince birlikte kontrol edileceğini açıkladı.
Kısacası "Eyy Amerika! Sen bizim ne de güzel müttefiğimizsin. Zaten sen Kore'dir, Afganistan'dır, Irak'tır nereyi yerle bir etmek istedin de biz senin yanında yer almadık ki? Yeter ki aşkımıza ihanet etme, PKK-PYD gibi kaçamaklar yapma."

“Mü’min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahtan el çeker, Allah’tan, günahının affını dilerse, kalbi o siyah noktadan temizlenir. Eğer günaha devam ederse, o siyahlık artar ve bütün kalbi pas tutar. “Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler kalplerinin üzerine pas tutmuştur” (Mutaffifin,14) ayetindeki “rân” budur.” (Tirmizî, Kitabu Tefsiri’l-Kur’an, 75; İbn Mâce, Zühd, 29)

Rasulullah (a.s.)'dan rivayet edilen bu hadis, tevbeye yönelinmediği takdirde, günahın insanı nasıl kuşatıp fasıklığa mahkum ettiğini çok iyi anlatmaktadır. Kur’an’da yer alan tevbeyle ilgili ayetlerle de birebir örtüşen bu hadisi, bireylerle ilgili olarak okuyup anlayabileceğimiz gibi, cemaat, kurum ve devlet organizasyonuyla ilgili olarak da okuyup anlayabiliriz.

Bir kimse günah işleyip de tevbeye yönelmediğinde o günah yeni günahların üreticisi, teşvikçisi, hamisi ve gerekçesi olmaya başlar. Günah günahı doğurur, günah arttıkça insanda günaha karşı var olan fıtri hassasiyet kaybolur, yüz artık kızarmaz olur. Günah normalleşmeye, sıradanlaşmaya başlar. Artık tevbe ertelenmeye, ertelendikçe de kişi üzerindeki günah kuşatması işgale dönmeye yüz tutar.

Bu, tıpkı bembeyaz bir gömlek giymiş olup, gömleğine leke bulaşmasın diye titizlenen, fakat ona bir çamur damlası sıçradığında “nasıl olsa leke bulaştı ve yıkanması gerekiyor” mantığıyla artık kire, çamura karşı hassasiyetini kaybeden ve temizliği erteleyen kimsenin durumuna benzer.