Şükrü HÜSEYİNOĞLU

03 Kasım 2019

GÜNCELE VE SÂBİTELERE DAİR KISA KISA

İnternetteki paylaşım sayfamda son birkaç ay içerisindeki çeşitli güncel gelişmeler ve sâbitelerimize dair yorumlarımı yeniden eskiye doğru bir kronolojiyle dikkatlerinize sunuyorum:

İşte insanlığa dayatılan "modern yaşamın" getirdiği acı bir son. Aileyi ve diğer sosyal bağları yok edip insanları birey olarak kedi-köpekle yaşamaya mahkûm ettiğinizde ölümler bile ancak evlerden yükselen kokularla anlaşılabiliyor. Aç kalan kedi-köpekler de sahiplerinin cesedini parçalıyor. Batıda bu tür olaylar sıkça yaşanıyor.

İşte bugünün bültenlerinden acı ve ibretlik haber:

"Kağıthane'deki evinde kedi ve köpekleri ile yaşayan 42 yaşındaki bir genç kadın, 3 aydır kirasını ödemeyince ev sahibi tarafından defalarca arandı. Cevap verilmemesi üzerine şüphelenen ev sahibi, bir arkadaşından kiracısını kontrol etmesini istedi. Daireye gelen şahıs, zile basmasına rağmen karşılık alamadı. Ev sahibini arayarak bilgi veren arkadaşı, daireden kötü kokular yayıldığını söyledi. Kadının oturduğu daireye gelen ev sahibi, kokulardan şüphelenerek polise haber verdi. Olay yerine gelen emniyet güçleri, çilingir eşliğinde kapıyı açtıklarında gördükleri manzara karşısında şoke oldu.Haftalar önce öldüğü tespit edilen kadının cansız bedeninin evdeki 3 kedi ve 1 köpek tarafından parçalandığı belirlendi."

...

İslam; Âlemlerin Rabbinin, yoktan var ettiği insanın faydasına olmak üzere her alanda şunları yap, şunlardan sakın diye emretmesi,

Laiklik ise; insanın, kendisini yoktan var eden Âlemlerin Rabbi'ne hâşâ "Yarat, yaşat, ancak bizim işlerimize karışma" diye tuğyan etmesidir.

...

İslam; Âlemlerin Rabbinin insana sınır çizmesi, haddini-hududunu bildirmesi,

Laiklik ise; insanın, Âlemlerin Rabbine sınır çizmeye, hâşâ had bildirmeye kalkışmasıdır.

...

Bu ülkede karanlık adam çok. Lakin karanlık deyince benim aklıma ilk elde iki kişi gelir. Doğu Perinçek ve Soner Yalçın.

İşte bu S.Yalçın, CHP'nin kanalı Halk Tv'de katıldığı, kemalist abla ve teyzelerin bolca gaza getirildiği "Halk Arenası" adlı programda o abla ve teyzelere hitaben "Siz cumhuriyet kadınısınız. İnadına mini etek, inadına dekolte giyineceksiniz" diye talimat vermiş.

40'ından sonra azanı ancak teneşir paklar diye güzel bir Anadolu deyimi var. Lakin bu konu S.Yalçın ve benzeri azgın ve sapkınların hevalarını tatmin güdülerini ideolojik bir kılıfla ifade etmeleriyle sınırlı bir mevzu değil.

Bunun çok ötesinde 1923'ten beri kemalist tuğyanın yegane sermayesinin, kadınların açılıp saçılması, zinanın yaygınlaştırılması, içkinin ve kumarın memleket sathına yayılması olduğu gerçeğinin bir parçasıdır.

Kısacası kemalizm bir ideoloji filan değil, fısk-fücur, münkerat, hevanın azgınlaştırılması çabalarına ideoloji süsü vermiş bir bataklıktan ibarettir.

...

(Gaziantep'te Furkan Vakfı üyelerinin basın açıklaması sırasında tesettürlü kadınlara biber gazı sıkılması, kadın ve çocukların polis şiddetine maruz kalması konusunda:) Birkaç yıl önce de Adana'da, Furkan Vakfı'na yönelik baskıları protesto için toplanan mütesettir hanımların örtüleri başlarından çekilmişti.

AKP ile putlaştırılan bir devlet algısı var ve dolayısıyla onun adına yapılan her şey meşru görülüyor.

Bir taraftan Allah'ın dini bu putlaştırılmış devlet için hoyratça araçsallaştırılırken, diğer taraftan onun adına İslam'ın kutsalları ve Müslümanların dokunulmazları aleni saldırılara muhatap kılınıyor.

Rivayetperestlik de, rivayet düşmanlığı da aşırılıktır, Müslümanca bir iş değildir.
Müslümanın elinde Kur'an gibi bir furkan ve mütevatiren yaşanagelen mütevatir sünnet gibi bir örneklik vardır.
Her şeyi olduğu gibi rivayetleri de bu ölçüler ışığında değerlendirmek yerine toptancı yaklaşımlara yönelmek doğru değildir.
İslam türedi bir din değildir. Kur'an'a baktığımızda, sıfırdan bir din inşası değil, sonradan peydahlanan şirkin imhası ve bununla birlikte namazıyla, haccıyla Mekke'de şeklen yaşatılmaya devam eden İbrahimî geleneğin ıslahına dayalı bir öğreti görürüz.
Rivayetleri (hadis kitaplarını) toptan mahkûm etmek, kaçınılmaz olarak köksüzlüğü, türediliği, mealci sığlığı sonuç verir.
Vasat Ümmet'in fertlerine yakışan tutum, her konuda vasatta kalmak, aşırılıklardan kaçınmaktır.

Demek ki "parayı veren düdüğü çalar" sözü Nasreddin Hoca fıkrasındaki öylesine bir cümleden ibaret değilmiş.
Siz düdük olmaya görün, birileri bastırır parayı size dilediği şarkıyı söyletir, şekil A'da görüldüğü gibi.

15 Temmuz me'şum darbe girişimine karşı direnişi anlatan "Börü" adlı filme denk gelip 20 dakika gibi izledim.
Filmde üst düzey bir güvenlik bürokratının ağzından Türk askerinin kahramanlığı anlatılırken "Kore'de müttefiğini ateşten kurtaran" sözü söyletiliyor.
AmeriKAN darbesine direnişin anlatıldığı filmde AmeriKAN emperyalizmine, onunla işbirlikçiliğine, ona hazır kıta asker olmaya selam çakmak!
AmeriKANcılık bu düzenin ve adamlarının iliklerine işlemiş. Şekil A'da görüldüğü üzere dönemsel krizler bu durumu değiştirmiyor.

NATO misyonlarının (işgallerinin) ortağı ve dahası mızrak ucu olan ve halkının evlatlarını emperyalizmin bu savaş ve işgal örgütüne asker yapan bir rejimin bağımsızlığından söz etmek, apaçık bir sihirbazlıktır.

Türkiye'deki İslami uyanış çabası, tüm İslam coğrafyası içinde modernist sapmalar ve gelenekselciliğe karşı Kur'an'ı merkeze alan, Kur'an'ı tüm algı ve kaynaklar üstü temel kaynak edinen en sağlıklı bir süreci ifade ediyordu, 80'li, 90'lı yıllarda.
Bu konuda özellikle Seyyid Kutub'un "Yoldaki İşaretler" kitabının insanları öncelik olarak doğrudan Kur'an'a yönlendiren etkisi büyük olmuştur.
Ta ki rivayet merkezli din anlayışına sahip Selefi akımların istilasına uğranılan 2000'li yıllara kadar. Ondan sonradır ki, daha öncelerde tarikatçı kesimlerde İslam (!) diye yaşatılan Mekke müşriklerine ait üfürükçülük, cin çıkartma ayinleri vs "Selefe ittiba" (!) adı altında Müslümanlara da bulaştırıldı.
Din anlayışı konusunda bazı farklılıkları olmakla birlikte Selefilerle tarikatçıların birçok konuda aynı hurafelere, saçmalıklara inandıklarını görmek mümkündür.
Gençlere tavsiyemiz, tarikatçılıktan olduğu gibi, bir başka ultra gelenekçilik biçimi olan Selefilikten de uzak durmalarıdır.
En ultra gelenekçilik ve hurafe biçimi olan Şiiliği söylemeye gerek bile duymuyorum.

Bu ülkede iki putperestlik birbirini besleyerek var oluyor:
Kemalist putperestlik ve tarikatçı putperestlik.
Biri "ulu önder", "yüce atatürk" putuna, diğeri "gavs", "kutub", "efendi hazretleri" putlarına tapınıyor.
Allah'tan başka rab ve ilah tanımayan insanlar ne kadar da az.

Fetullahçıların dersanesine çocuğunu gönderdi, sohbetlerine katıldı diye bakkal amcayı, ev hanımı teyzeyi hapse atan ve fakat Genelkurmay Başkanı iken parmak sallayıp darbe tehdidi yapan, Ergenekon silahlarını 'Bunlar sadece boru' diye savunan şahsı affeden bir yönetim. D.Perinçek sizinle ne kadar gurur duysa az:

"Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın yetkisini kullanarak Genelkurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ'un Yüce Divan'da yargılanmaması yönünde karar verdiği ve AYM'nin önümüzdeki saatlerde kararı açıklayacağı bildirildi."

Dün (30 Ekim 2019) Marmaray'da ellerindeki M.Kemal posterleriyle glu glu dansı yapıp, sarıklı-cübbeli bir yolcuya tacizde bulunan necis kemalist putperestler, bana Çağrı filmindeki bir sahneyi hatırlattı.
Putperestliği reddedip iman eden Bilal-i Habeşi'ye işkence eden efendisi Umeyye b. Halef ve beraberindeki müşrikler, ellerindeki putlarla onu taciz ediyor, onu putlara inanmaya ve övmeye zorluyorlar.
Kısacası putperestlik ve putperestler cephesinde dünden bugüne değişen bir şey yok.

- "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler memleketi değildir."
- Çok güzel, peki nedir Paşa?
- "Yaratıcı, kurtarıcı, yaşatıcı bir ilah olarak kabul edilip kendisine tapınılan bir tek adam ve ona tapınmakla mesul insanlar topluluğu."

Hayatı, Kur'an'ın ışığında ve Nebevi örnekliğin izinde, sağa-sola yalpalamadan dosdoğru olarak yaşayıp "hitamuhu misk"le neticelendirmek varken,
Konjonktürün savurucu ve saptırıcı rüzgârlarına kapılıp "hitamuhu fısk"a doğru yelken açmak ne büyük bir ziyandır.

Acı fakat gerçektir ki, M.İslamoğlu, cumhuriyetin kuruluşuna dair kutlama mesajıyla "Yaşar Nurileşme temayülü" noktasındaki evrimini tamamlamış bulunmaktadır.
Hayat bir tercihler bütünüdür. Herkes tercihini Allah'ın dininden ve mü'minlerden yana da yapabilir, tağutlardan ve onların düzenlerinden yana da.
Âhiret, dünyadaki tercihlerin hâsılasının alınacağı adâlet yurdudur neticede.

Kuzey Kore'de her yerde bir kişinin heykelleri, her yerde o bir kişinin resimleri, sözleri, nutukları var.
Belli günlerde o kişinin pagan Roma tapınakları tarzında yapılan anıt kabrinde ve şehirlerin merkezlerine dikilen devasa heykellerinin önünde devlet erkanı ve çeşitli toplum kesimlerinin katılımıyla pagan ayinlerini çağrıştıran törenler yapılıyor, bağlılık seremonilerinde bulunuluyor.
Bu Kuzey Koreliler ne kadar ilkel ve ahmak insanlarmış böyle!

Kur'an'ın anladığımız, hayranlıkla karşıladığımız mesajlarını üzerimize alınmamak gibi bir sorunumuz var.

"Bağdadi'nin öldürülmesi terörle mücadelede dönüm noktasıdır" diyor Erdoğan.
Şaka ediyor olmalı. Ciddi söylüyorsa meseleyi hiç anlamamış demektir.
Biraz ufkunu açalım: Bırakalım kullan-at tipi bir taşeron işlevini görmüş olan Bağdadi'yi, terörün efendisi ABD'nin herhangi bir başkanının öldürülmesi bile terörle mücadelede dönüm noktası olmaz.
Ancak ABD'nin yıkılması bu konuda bir dönüm noktası olabilir.

Muhafazakar sağ politikacıların artık bir gelenek haline getirdikleri "Ankara teslisi":
Kocatepe Camii, Hacı Bayram Veli Türbesi ve Anıtkabir ziyareti.
Bir tutam İslam, bir tutam tasavvuf ve bir tutam da Kemalizm.
Yerseniz.

Binlerce insanı katleden DAEŞ terör örgütü ve fakat yüzbinlerce insanı katleden ABD terör örgütü değil, bilakis terör örgütüyle mücadele eden ve nihayet onun liderini öldürerek insanlığı büyük bir beladan kurtaran büyük kurtarıcı!
İşte az sayıdaki bilinçli insan dışında bütün bir insanlığı inandırdıkları hikaye bu.
Ne güzel tanım yapmıştı batılı bir yazar: "Terörist, bombası olup da hava kuvvetleri olmayandır."
Taktikleri hep aynı: Önce bir Frenkeştayn üret, onu kullan ve sonra kullanma tarihi geçince onu ortadan kaldırıp büyük kurtarıcı ol!

Suriye'de AmeriKAN emperyalizminin mayın eşeği olarak kullanıldınız, çöpe atıldınız.
Türkiye'de faşizmin resmi partisi CHP tarafından seçim katırı olarak sırtınıza binildi ve iş bitince tekmeyi yediniz.
Küresel ve yerel zulüm odaklarına hizmet yolunda Kürt halkına yaptığınız tüm bu kötülükler, Kürt halkının çocuklarını ABD'nin, Rusya'nın, Esed'in askeri olarak ateşe atmanız yetmedi mi.
Ey zalim taşeron örgüt PKK-HDP, inin artık Kürtlerin sırtından.

Şayet Türkiye'de İslami yapıların çoğu AKP'ye embedded/iliştirilmiş bir konuma düşmüş olmasalar, özgünlüklerini sürdürüyor olsalardı, Cumhurbaşkanı'nın Çamlıca Camii'ndeki "vaazı" ve orada kullandığı argümanlara güçlü şekilde itiraz edilirdi.
"Laik-kemalist bir düzenin yöneticisi olarak camide mikrofonu alıp insanlara vaaz vermeniz, İslami argümanları mevcut düzenin siyasetleri çerçevesinde fütursuzca dillendirmeniz kabul edilebilir bir durum değildir. Seyyid Kutub'un dediği gibi, ya İslam'ı tam alınız, ya da onu rahat bırakınız" şeklinde bir itirazda bulunulurdu.

Diyanet'in, 29 Ekim öncesi hutbelerde M.Kemal'in ismini zikretmemesi Kemalist çevrelerce eleştirilmekte.
Kemalistler bu konuda son derece haklı. Bu ülkede zaman zaman hutbelerde M.Kemal'in adı bizzat zikredilmeli.
Değil mi ki İslam, iman etmeyi tağutu red, tağuttan teberri şartına bağlamaktadır.
Bu coğrafyada Allah'ın dinine karşı laik tuğyan adına açılan savaşın başat aktörü olan ve kurduğu putperest fısk-fücur düzeni halen hayatiyetini sürdüren söz konusu zatın adı zikredilerek, ondan ve düzeninden teberri etmenin mü'min olmanın temel şartı olduğu hutbelerde mutlaka dile getirilmelidir.

İstanbul'un üç-dört aylık suyu kalmış, yağışlar mevsim normallerinin altında devam ederse susuzluk kapıda imiş.
Eh bu durumda yakında imamın oğlu ve domuzu kaburgasıyla birlikte götüren Canan'ın, beraberlerinde Kemalist teyzeler olduğu halde yağmur duasına çıktıklarını görmemiz mümkün!

Bahçelievler'de yayınlanan bir yerel gazeteye baktım bugün. Gazetede üç ayrı düğün haberi vardı ve üçünde de gelinlerin kıyafetleri rezalet boyutta dekolteydi.
Evliliklerin çoğunlukla kavga-dövüşle neticelenmeye başlamasına, boşanmaların artmasına niçin şaşırıyoruz ki.
Mahremiyetin tarumarı, hevaların azgınlaştırılması, teşhircilik ve tuğyan üzerine kurulan bir evlilik ne kadar sağlıklı ve kalıcı olabilir ki.

İslam'la cahiliye, hakla bâtıl çatışmasında, hak hâkim kılınıp bâtıl zail oluncaya kadar mü'minler açısından "ateşkes" söz konusu olamaz.
Cahiliyenin kendi bünyesinde bize kısmi alanlar açması, onun lütfu değil bizim kazanımımızdır. Ancak bu alanların varlığına rıza gösterip hakkı hâkim, bâtılı zail kılma davamızdan vazgeçersek, işte o zaman Rabbimizle olan iman akdimizi bozmuş oluruz.
Bugün yaşanan istikamet krizinin temelinde işte bu bilincin yitirilmiş olması yatmaktadır.

A Haber kanalı insanlara mikrofon uzatmış, "Niçin A Haber izliyorsunuz" diye soruyor.
Cevaplar muhtelif. "Hızlı habercilik yaptığı için", "Tarafsız (!) yayın yaptığı için" vs.
Hatırları kalmasın, ben de buradan cevaplamış olayım:
Kraldan çok kralcılık yapmak deyiminin neye tekabül ettiğini, yandaşlıkta nirvana düzeyinin ne olduğunu bizatihi müşahede edebilmek için.

Fırat'ın doğusunda son iki haftada yaşananları bir de böyle okuyalım:
ABD, Türkiye'ye "General Mazlum'la anlaşın, her zamankinden çok tavize hazır" mesajı gönderdi.
Türkiye bunun üzerine celallenip "Bana Mazlum'u getirin" diyerek masaya vurdu ve Suriyeli muhaliflerle birlikte Fırat'ın doğusuna girdi.
Kısa sürede Tel Abyad ve Rasulayn PKK-YPG'den temizlenince ABD, Rusya ve AB son kullanma tarihi henüz geçmemiş olan "General Mazlum"larını kurtarmak üzere harekete geçip, tek kurşun atmadan diplomasi yoluyla bu gayelerine ulaştılar.
Fakat inşallah bu hikâye böyle bitmeyecek, önünde-sonunda mazlum Suriye halkı, emperyalist işgalcilerin ve onların yerli tetikçileri Esed diktası ve PKK-YPG çetesinin hesabını görecektir.

Türkiye devlet olarak da toplum olarak da açık bir şirk pratiği üzerinde bulunmaktadır.
Bu gerçeği tesbit ve deklare etmeden bir İslam dâveti bu coğrafyada mümkün değildir.
Bakın yakında 29 Ekim ve 10 Kasım var. Bu günlerde resmi ve sivil düzeyde icra edilecek olan putperestlik malumumuz.
Bu ülkede bir "dini bayramlar, özel gün ve geceler", bir de "milli/ulusal bayramlar, özel günler" kutlanıyor.
İlkinde Âlemlerin Rabbi Allah tekbir ediliyor, ikincisinde M.Kemal tekbir ediliyor.
İlkinde hamd (yüceltme ve ta'zim) Âlemlerin Rabbi Allah'a yapılıyor, ikincisinde M.Kemal'e.
İşte bu duruma İslami literatürde şirk deniliyor.

ABD'yi bir damla petrole binlerce insanın kanından çok değer veren bir ülke olarak niteliyorsunuz, ki haklı ve fakat çok zayıf bir niteleme bu.
Dahası bir damla petrol için oluk oluk kan akıtan bir yamyamlar ülkesidir AmeriKAN emperyalizmi.
Ne var ki siz de son yıllardaki Suriye yaklaşımlarınızla, mazlum kanlarını önemsizleştiren bir ulusal güvenlik mantığıyla temelde çok farklı bir şey yapmıyorsunuz.
"Sınırda PKK-PYD olmasın da Rusya ve Esed güçlerinin olması bizim için sorun değil" yaklaşım ve söylemleriniz ve bu çerçevede yaptığınız anlaşmalar, tam olarak mazlum kanlarını hiçleştiren ve büyük teröristleri meşrulaştıran bir ulusal güvenlik histerisine işaret ediyor.
Bu histerinin sizi giderek Rusya işgalciliğini ve Rusya-Esed despotizm ve kan içiciliğini sindirebilen bir insandışılığa, Perinçekleşme sendromuna sürüklediğini görüyoruz.
PKK-PYD evet Suriye halkının düşmanıdır, fakat işgalci Rusya ve alçak finosu Esed'in Suriye halkına PKK-PYD'den kat be kat fazla düşman olduğu ve kat be kat fazla Suriyeli katlettiği apaçık ortadaki bir gerçektir.

Rabbimizin "Yahudileri ve Hıristiyanları veli edinmeyin" ayet-i kerimesini Konya'da bir dernek panolara astı.
Biri nefret dolu Türk, öteki nefret dolu Kürt ırkçısı yerli gâvurlar olan CHP ve HDP'liler Allah'ın ayetini nefret söylemi şeklinde yaftalayıp ayetin kaldırılması için kampanya başlattı.
AKP'li Konya Belediyesi de bu alçak kampanyaya teslim olup ayeti panolardan kaldırarak Allah'ın ayetine karşı yapılan hadsizliğe, hakarete ortaklık etti.
Rabbimizin ayetini böyle alçakça yaftalayanlara da, onların yaftasına teslim olup ayeti kaldıranlara da lânet olsun.

"ABD ile Suriye konusunda anlaştık, istediğimizi aldık."
"Rusya ile Suriye konusunda anlaştık, istediğimizi aldık. Büyük ülke olmak böyle bir şey işte."
Büyük ülke olmak hiç böyle bir şey değil, boş yere slogan atmayın.
Batılı-doğulu işgalci emperyalistlerle bölgede meşru güçlermiş gibi oturup pazarlık ve anlaşmalar yapmak büyük ülke olmak değil, en hafif nitelemeyle acziyettir.

İsrail'siz ve İran'sız bir dünya bugünkünden kesinlikle çok çok güzel olurdu.

Orhan Miroğlu'nun CHP'li Aytuğ Atıcı'ya yönelik sözleri çok anlamlı: "Senin gibi bir ırkçıya hekim diploması verenleri kınıyorum. Sen ancak Esed'in ordusunda subay olabilirsin.

Vatana, millete, devlete bağlı bir din algısı Bizantinizm'dir.
İslam, bütüncül bir hayat nizamı olarak hiçbir merciye, güç ve otoriteye bağlılığı kabul etmez.
Din vatana, millete, devlete değil, tüm bunlar Allah'ın dinine bağlı olmalıdır.

Ah be insanoğlu. Çalış, biriktir biriktir, sonra sen ölünce geride kalan malın için mirasçılar mahkeme mahkeme dolaşıp birbiriyle davalaşsın.
Bugün gazetede okudum. Devasa servetiyle ilk 100 zenginin içinde bulunan Selçuk Ecza Deposu'nun sahibi ölünce, çocuğu da bulunmadığından mirasçı olarak demans hastası olan hanımı ve 26 da yeğeni kalmış.
Hikayenin gerisi malum. Herkesin birbirini mahkemeye verdiği paylaşım savaşı.
Oysa biriktirmek yerine paylaşsa, hayır yolunda harcasaydı bu servet böyle bir zahmete dönüşmeyecek, rahmet olacaktı.

Mehmetçik, "Küçük Muhammed" anlamında, Rasulullah (a.s.)'a nisbeten kullanılmaya başlanan ve Cumhuriyet döneminde de kullanılmaya devam eden bir nitelemedir.
İslam'ın ibâdeti-siyasetiyle, helal-haramı, bütün bir ahkâmıyla egemen olduğu bir düzenin askerleri için bu niteleme tabii ki kullanılabilir.
Fakat İslam'ın değil laik tuğyanın egemen olduğu, bâtıl batının hevaya dayalı ideoloji ve kurallarının yürürlükte bulunduğu bir düzenin askerleri için bu nitelemenin kullanılması son derece yanlıştır.
Mevcut düzenin bir NATO üyesi olması ve askerlerinin de neticede NATO askeri olması da cabası.
Bugünün Müslümanları olarak temel yükümlülüğümüz, iyice birbirine karıştırılan hakla bâtılı birbirinden ayırmaktır.

AmeriKAN emperyalizmine "PKK'nı, DAEŞ'ini al ve git" demek iyi güzel de, "NATO'nu, Rusya'nı, İsrail'ini, laisizmini, demokrasini, nasyonalizmini, kapitalizmini, liberalizmini, feminizmini al ve git" demedikçe PKK ve DAEŞ gider, yerlerine MKK ve MAEŞ gelir.

Sıradan insanları bir tarafa bıraktık, yakın geçmişte Kur'ani/Nebevi ilkeleri gündemleştiren çoğu insan ve çevre bile artık dikiş tutturamıyor.
Az sayıdaki kişi ve çevre dışında kimsenin sarsılmayan bir İslami duruşu, sâbitesi kalmadı. Koca koca şahıs ve çevrelerin câhili sistem içi siyaset gündem ve söylemlerinin peşi sıra sürüklendiğini görmek üzücü.
Tevhidi duruşlarını, sâbitelerini yitirdikleri içindir ki söz konusu şahıs ve çevreler, yöneticilerin "Dini Liderler Zirvesi"ndeki ortama uygun mesajlarını duyup mest oluyor,
Ve fakat aynı yöneticilerin emperyalizmin şefleriyle görüşmelerinde dile getirdikleri ve emperyalizmin şefleri tarafından da bir övgü cümlesi olarak tekrarlanan "Türkiye NATO misyonlarında üzerine düşen görevleri fazlasıyla yerine getirmektedir" gibi itirafları duymazdan geliyorlar.
NATO misyonlarının ne olduğunu merak edenler, Afganistan'ın mazlumlarına sorabilir, Musul'da, Rakka'da diri diri enkazlara gömülen binlerce mazlumun akibetinden öğrenebilirler.
Teberrisini, câhiliye düzeni ve yöneticileri karşısında akidevi duruşunu kaybetmiş bir Müslümanlığın ne dünyada ne âhirette kimseye faydası olmayacağını keşke ölüm gelip çatmadan anlayabilse insanlar.

Yaşayan ve ölmüş gavsların (!), kutubların (!) kâinatta tasarruf yetkisine sahip olduğuna inanan ve bu sebeple de Allah'ın yanı sıra onları da yardıma çağırma şirkini devam ettiren Nakşibendiler, Kadiriler vs bu ayetleri üzerilerine alınırlar mı:

"Allah geceyi gündüze bağlayıp katar, gündüzü de geceye bağlayıp katar. Güneşi ve ayı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları yaratıp düzene koyan Allah, sizin Rabbinizdir, mülk O'nundur. O'ndan başka çağırdıklarınız ise, bir çekirdek zarına bile mâlik değillerdir.
Eğer onlara dua ederseniz, duanızı işitmezler, işitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet gününde ise, sizin şirk koşmanızı tanımayacaklardır. Sana hiç kimse, her şeyden haberdar olan Allah gibi haber veremez." (Fâtır, 13-14)

Geçmişteki ve günümüzdeki câhiliye düzenlerinin ortak bir özelliği de ictimai, siyasi ve iktisadi olarak piramitsel bir yapıya sahip olmalarıdır.
İslam'ın bize öğrettiği ve gösterdiği hedef, câhiliyenin zulüm piramidini yerle yeksan ederek, saf düzenine dayalı, adâletin hâkim olduğu bir toplum ve devlet yapısı kurmaktır.
İslam'ın toplum düzeninde ictimai-siyasi örgütlenme ve insanlar arasındaki ilişki dikey değil yataydır, dikey ilişki ancak Allah ile insan arasında söz konusudur.
İslam'ın saf düzenine dayalı toplum ve devlet hedefi ve bu hedefe dayalı Kur'ani/Nebevi ilkelere dayalı mücâdele yerine, câhiliye yönetimine tâlip olarak piramidin tepesine geçme çabası, tabii ki İslam'dan ciddi bir sapmadır.

Geçmişten bugüne insanların en büyük sorunu, inanılan ve fakat itaat edilmeyen Allah algısına sahip olmalarıdır.
Nuh (a.s.)'ın helak edilen kavmi de, Semud da, Mekkeliler de inanılan ve fakat pratikte itaat edilmeyen Allah algısına sahipti.
Bugün kendisini Müslüman olarak niteleyen geniş kitlelerin hayatına bakınca, aynı durumu görüyorsunuz.
İnanılan, fakat yapın dedikleri (namazı ikame edin, zekatı verin, örtünün, emri bil maruf nehyi anil münkerde bulunun vs) yapılmayan, yapmayın dedikleri (faiz alıp vermeyin, harama bakmayın, yalan söylemeyin vs) yapılan, kısacası maalesef kaale alınmayan bir Allah algısı.
Bu durumu, inanılan fakat iman edilmeyen bir Allah algısı şeklinde de ifade etmemiz mümkün.

Kanaralaşmak tabirini bilir misiniz? Ercümend Özkan'ın vakti zamanında İktibas'ta gündeme getirdiği bir Anadolu terimidir.
Sürüye göz-kulak olması için beslenen çoban köpeğinin, kurtlarla kurduğu yanlış ilişki biçimi neticesinde sürüye kurt getirmeye başlamasını ifade ediyor.
Suriye konusunda Türkiye'den İran'a bölge ülkelerinin hangi aktörlerle iş tuttuğunu görünce, İslam coğrafyasına hâkim olan rejimlerin kanaralaşmış rejimler olduğunu bir kez daha görüyoruz.

İslam coğrafyasındaki laik-dikta ve laik-demokratik tüm rejimler, neticede Batı ve Doğu emperyalizminin truva atı durumundadırlar.

"Hollanda Başbakanı Rutte, 'NATO’nun Türkiye olmadan yapamayacağını düşünüyorum' dedi."

Son kocaları ABD de kendilerini hunharca kullanıp sonunda yüzüstü bırakınca hayal kırıklığına uğrayan PKK liderlerinden Duran Kalkan bu acıyla Sevr duasına çıkmış, "Türkiye'yi Sevr'den beter yapacaklar" kehanetinde bulunmuş.
Tüm köpeklerden, ki onlar Allah'ın masum güzel kullarıdır, özür dileyerek diyorum ki, "İtlerin duası kabul olsaydı gökten kemik yağardı."
Sevr ne kelime, inşallah biz Müslümanlar, İngiliz-Fransız emperyalizminin cetvelle çizip dayattığı yapay ulus-devlet sınırlarını ve Lozan'ı da yarıp parçalayacak ve cihanşümul İslam devletini kurmaya muvakkak olacağız.
O zaman siz de mal mal bakacaksınız!

Yedi kocalı Hürmüz olup-biteni görseydi herhalde tek rakibinin PKK-PYD olduğunu söylerdi. DAEŞ'in bile bu kadar kocası yok.

Eskiden masallarda güneşi kırpıp kırpıp yıdız yapıyorlardı.
Şimdi ise Müslümanları kırpıp kırpıp Türk, Kürt, Arap milliyetçisi ve muhafazakâr yapıyorlar.
Şu an kendisini Müslüman olarak niteleyen insan ve çevrelerin hâl-i pürmelali benim arabaya benziyor. En ufak bir yokuşta, virajda hemen su kaynatıyorlar.
İslami kimlik, ilkeler, tağuttan teberri temelinde hakka ittiba hak getire.

Şu an İslam coğrafyası iki tür saldırıyla karşı karşıyadır.
Bir tarafta despot-dikta rejimlerin insanların bedenlerini parça parça eden askeri saldırıları.
Diğer tarafta demokratik-laik rejimlerin insanların akidelerini parça parça eden ideolojik-kültürel ifsadatı.
Despot-dikta rejimlerin bedenlerimize yönelik saldırılarına olduğu gibi, demokratik-laik rejimlerin akidemize yönelik ifsadatına, hakla bâtılı harmanlayan nifakına karşı da duyarlı olmak durumundayız.
Hatta bu ikincisi konusunda daha duyarlı olmak gerekir. Zira birincisi bizim sadece dünyamıza zarar verebilir, fakat akidemize yönelik, sûret-i hak görünümlü ifsadat hem dünyamızı hem de âhiretimizi hedef almaktadır.

Rabbimiz bizi "vasat ümmet" olarak niteliyor. (Bkz: Bakara, 143)
O halde her konu ve alanda ifrat ve tefritten sakınmalıyız.
Bugün Müslümanlar arasında dünyevileşme ile "Her şart ve halükârda Allah için olmak" yerine, illa ki "Allah için ölmek" şeklindeki indirgenmiş çarpık bir şehadet anlayışı sebebiyle ölmeyi hedef edinmişlik ifrat ve tefriti söz konusu.
Oysa biz dünya hayatını "Allah için olmak" bağlamında ihya etmekle mükellefiz. Bu yolda yaşamak ve bu yolda sebat ederek ömrümüzü tamamlamakla emrolunmuşuz.
Müslüman yaşarken şahit/şehit olarak yaşayan ve bu hal üzere şahit/şehit olarak ölen insandır. Gerektiğinde kelimetullah için can feda etmeye hazır olmak da İslami hayatın bir parçasıdır.

Kanuni'nin Fransa kralı Fransuva'ya "Beni oraya getirme" modundaki mektubu meşhurdur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Almanya başbakanı Merkel'i arayıp silah ambargosu sebebiyle fırçalayınca aklıma bu mektup geldi.
Bakarsınız Erdoğan bu arada Fransa cumhurbaşkanı Macron'u da arayıp şu şekilde fırçasını atıverir:
"Macron efendi nedir bu 'Paris Sözleşmesi' rezaleti. Resmen sapkınlıkları meşrulaştırıp ailenin temeline dinamit koyuyorsunuz. Bir de Aile Bakanlığı diye bir bakanlığınız var ki aileyi yıkma bakanlığı gibi çalışıyor. Bu rezil sözleşmeyi ve ona dayalı çıkardığınız yasaları derhal iptal etmez ve bu Aileyi Yıkma Bakanlığınıza çeki düzen vermezseniz bir gece ansızın gelebiliriz.

Bazen gerçekleri ancak delilerden ve çocuklardan duyabilirsiniz:

"ABD Başkanı Trump: Kitle imha silahları var yalanıyla Ortadoğu'ya girdik, bu verilen en kötü karardı."

Dört cephede savaş! Hükümet bir yanda Suriye'nin kuzeyinde PKK-PYD çetelerine karşı savaş verirken, diğer yanda Ankara'da aileye karşı verdiği savaşı da ihmal etmiyor.
Bırakmıyorlar ki kadınlar ağız tadıyla analık yapsın. Yeni kutsalımız bu: "Çalışan kadın"

Sabah namazı vakti üç-beş ışık, iş saati binlerce ışık. Niçin mi:

"Âhiret daha hayırlı ve devamlı olduğu halde, siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz." (A'lâ Sûresi, 16-17)

Oto hırsızları İzmit'te çaldıkları iki araca takip cihazı taktıktan sonra satmış, o cihaz sayesinde kolayca buldukları araçları yeniden çalıp bir daha satmış. Neyseki en sonunda yakalayı ele vermişler.
Bu olay bana, 1920'ler sonrası Türkiyesini hatırlattı. İngiliz-Fransız emperyalizmi, 1. Dünya Savaşı sonrası işgal ettikleri Türkiye'yi, kendilerine lazım olan petrol bölgelerini aldıktan ve kendi bâtıl ideoloji ve kültürlerini topluma dayatacak bir genel vali atadıktan sonra terk ettiler.
Lakin ülkeye giydirdikleri laik-kemalist irtidat gömleği (takip cihazı) sayesinde Türkiye'yi ideolojik ve kültürel olarak sürekli işgalleri altında tutabiliyorlar.

Kendilerini güçlü hissettiklerinde devrimci şiddet söylemi ve ölçü tanımayan savaş stratejileri, herhangi bir güç karşısında ezileceklerini anladıklarında ise sahte barış söylemleri.
"Barış" kelimesinin dili olsa da, HDPKK ve Türkiye sosyolojisinden edindiği kullanışlı aptalların kendisine yaptığı zulme isyan edebilse, "Düşün artık yakamdan" diyebilse.

Bu memlekette sol ve kemalist çevreler içinde çok güçlü bir PKK lobisi var.
Bu alçak lobi, son olarak Akçakale, Nusaybin ve Ceylanpınar'a roket atarak 7 mazlumu katleden PKK-PYD'ye tepki gösterecek yerde kol-kanat germeye devam ediyor.

- İşler nasıl gidiyor kardeşim?
- Yavaş yavaş yoluna giriyor abi.
- AKP'nin yavaş yavaş şeriat getirmesi (!) gibi olmasın da!

PKK-PYD çetelerinin Akçakale ve Nusaybin'e attıkları roketlerle katledilen 4'ü çocuk 6 mazlumun asıl katili, yıllardır o çetelere tırlarla silah taşıyan kanlı terör örgütü ABD'dir.
"YPG'yi terör örgütü olarak görmüyoruz. Türkiye için bir tehdit oluşturmuyor" açıklaması tazeliğini koruyan CHP şeysi K.Kılıçdaroğlu şimdi utanmadan bu 6 mazlum için taziye açıklaması yapacaktır.

Bağlam ve bütünlüğünden koparılan bir değer, anlamsızlaştırılmış ve araçsallaştırılmış demektir.
Fetih sûresi, ibadeti, ahkâmı, siyasetiyle bütüncül bir hayat nizâmı bildiren Kur'an'ın bir parçasıdır.
Kur'an'ın ahkâmını, yani Âlemlerin Rabbi'nin helal-haram sınırlarını ve sosyal, siyasal, ekonomik ölçülerini kaale almayan bir düzenin savaş söz konusu olunca Kur'an'ın bir sûresini hatırlayıvermesi maalesef bir araçsallaştırma ameliyesidir.
Savaş durumu olunca câmilerde her sabah namazından sonra Diyanet memurlarınca Fetih sûresi okunur da, niçin mesela faizin Allah ve Rasulü ile savaşa girmek demek olduğunu bildiren Bakara 279. ayet anlamı, güncel mahiyeti ve laik-kapitalist düzene muhalefet boyutuyla okunup gündeme getirilmez?
İslam, kendisine tâbi olmayan hiçbir düzenin etinden, sütünden faydalanacağı uysal bir koyun değil, bütüncül hayat nizâmıdır.
Kur'an'ın, bahsettiğimiz gibi faizle ilgili "Allah ve Rasülü ile savaşa girmek" ikazını ve diğer ahkâmını kaale almayıp, ihtiyaca binaen onun ayetlerini, sûrelerini araçsallaştırmak Bizantinizmdir.

- Holdingler, bankalar yüzde 200-300 kâr açıklarken biz yeni yeni zamlarla iyice fakirleşiyoruz. Zengin daha zengin olurken bizler iyice yoksullaşıyoruz.
- Maalesef öyle. Laik-kapitalist bir düzende başka bir şey olması beklenemez zaten. Yağma ve yığmaya dayalı bu düzeni yıkıp yerine adalet ve paylaşmaya dayalı İslami düzeni kuruncaya kadar bu maalesef böyle olacak.
- Bana şeriat propagandası yapma lütfen. Sen Atatürk'e de karşısındır şimdi.
- Onun kurduğu ve senin de haklı olarak şikayetçi olduğun bu yağma ve yığma düzenine karşı olduğuma göre tabii ki ona da karşıyım.

TSK'nın Fırat'ın doğusunda PKK-PYD çetelerine karşı oynayacağı rol itibariyle Rum sûresinin başında konu edilen "Sasani ordusuna karşı Rum ordusu" pozisyonunda olduğunu söyleyebilirsiniz.
Fakat bunun ilerisine gidip, laik-kemalist bir düzenin laik-kemalist ordusuna İslam'ın ve Müslümanların ordusu anlamları yüklemek, askerlerini Hamza (r.a.)'a benzetmek hadsizliktir, İslam'ı, cahiliye düzenine payanda kılmaya kalkışmaktır.
Barışta gayet laik-kemalist olan ordunun, savaş söz konusu olduğunda askerlerini ve halkı motive etmek için İslam'ı araçsallaştırmaya kalkışması kendisi açısından anlaşılabilir tabi, ancak kendisini Müslüman olarak vasfeden kimi insanların bu araçsallaştırmaya itiraz edecek yerde ortaklık etmesi anlaşılmaz bir durumdur.
Orduya, yöneticilere ve halka Seyyid Kutub'un şu çok anlamlı sözlerini hatırlatmış olalım:
"İslam'ı ya tam alın, ya da onu rahat bırakın, ondan elinizi, dilinizi çekin."
Kısacası Müslüman olacaksanız her an ve mekânda Müslüman olun.
Ramazan'da Müslüman (!), Şevval'de demokrat olmayın. Câmide Müslüman (!), bankada kapitalist olmayın. Savaşta Müslüman (!), barışta laik-kemalist olmayın.

(M.Kemal’in öldükten sonra çekilen fotoğrafı üzerine) "Ebedi şef" diye ünvan kullansan da kaçınılmaz sonun bu işte insanoğlu.
Şu halde kendini müstağni görüp tağutlaşmaya, kendini ve kendinle beraber bir toplumu Allah'a itaatsizliğe, bağye sürüklemeye değer mi?
Ölüm, insanın tağileşmesi karşısında ne ulvi bir gerçek. Şairler bu gerçeğin farkına varsaydı, ölüme mersiyeler değil methiyeler yazarlardı.

Emperyalist kâfir ABD ve Rusya'dan izin alamadan Suriye'de uçak uçuramamak.
Bu utanç bölge ülkelerine yeter.
Oysa tersi olmalıydı. Onun için de izzeti yalnız Allah'ın ve mü'minlerin yanında arayan, ancak Allah'ın hükümleriyle hükmeden bir siyasi otorite (İslam devleti) gerekiyor.

ABD şeysi Trump bir taraftan Türkiye'ye Fırat'ın doğusu için yeşil ışık yakarken, diğer taraftan yeni bir ekonomik yıkımla tehdit ediyor.
ABD'nin sizi ekonomik yıkımla bu kadar kolaylıkla tehdit edebilmesi, ekonominizin ABD kapitalizminin bir parçası, bir uydusu olması sebebiyledir.
Gelin ideolojik/akidevi, kültürel, ekonomik kıblenizi Vaşingtın'dan, Brüksel'den, Moskova'dan namazdaki kıblenize çevirin, hem kendinizi hem toplumlarınızı helak etmekten kurtulun.

Diyarbakır'daki 6-7 Ekim me'şum olaylarında Yasin Börü ve arkadaşları, HDP tarafından sokağa davet edilen PKK'lı canilerce sırf Müslüman oldukları ve İslami bir faaliyet (Yoksullara Kurban eti dağıtımı) yapmakta oldukları için vahşice katledilmişlerdi.
O caniler S.Demirtaş'ın militanları, K.Kılıçdaroğlu'nun ise arkadaşlarıydılar.

İHL'lerde, laik-kemalist olmanın ötesinde bütün işi İslam düşmanlığı olan birçok öğretmen bulunduğu biliniyor.
Onların bile sorun edilmediği İHL'lerde İslami kimliği ve çalışmalarıyla tanınan az sayıdaki öğretmenin sorun edilmesi, halen 28 Şubat süreci refleksleriyle hareket eden yöneticiler olduğuna işaret ediyor.
Adana'da İslami çalışmalarıyla tanınan Fevziye Şenoğlu'nun İHL'deki öğretmenlik görevine son verilmesi bir 28 Şubat icraatı niteliği taşıyor.

Ey Hökümet! Bütçe açığını kapatmak için elektriğe, doğalgaza, köprü ve yol geçiş ücretlerine zam üstüne zam yapacak yerde, sayenizde her ay milyarlarca kâr açıklayan bankalar ve holdinglerin vergilerini birkaç puan artırarak açığınızı kapatmayı niçin denemiyorsunuz?
Halka ne yapsak biraz mırıldanır sonra susar, fakat banka ve holdingler anında ısırır diye düşünüyorsunuz değil mi.

(“Faizler gerileyince banka kârları uçtu” başlıklı haber üzerine) Her halükârda paraları cukkalıyorlar.
Bir yerde faiz varsa zulüm vardır, sömürü vardır.
Bir tarafta yok-yoksul, diğer tarafta doymak bilmeyen Karunlar vardır.

Bataklığa girmiş bir insana "Aman kendine dikkat et, ayağına, elbisene kir bulaşmasın" demenin hiçbir anlamı ve reel karşılığı yoktur.
Emri bil maruf ve nehyi anil münker; bataklığa giren insanlara yalan yere "Kire bulaşma" demek değil (zira bataklığa giren için artık böyle bir seçenek yoktur), en başından bataklıktan uzak durma ve şayet bir yanlış adım atıp bataklığa girmişse oradan derhal çıkmalarını tavsiye etmektir.
Müddessir 5. ve Müzzemmil 10. ayette Rabbimizin cahiliyeden ve onun taraftarlarından ilkesel ayrışma/hicret emrinin anlamı işte budur.

CHP yönetimindeki İBB, İETT otobüslerinde kadın şoför dönemini başlatacağını açıkladı. Kimseden de "Otobüs şoförlüğü kadın fıtratı ve fizyolojisine hiç uygun olmayan bir iştir" itirazı yükselmedi.
Hatta bazı AKP'liler, halihazırda İETT'deki birkaç kadın şoförün varlığını hatırlatıp CHP'lilerle alay etti, olanı olacak şeklinde gösterdikleri için.
Bu çağda "kadın otobüs şoförü" uygulamasına itiraz etmek, Hindistan'da sığır kesmeye kalkışmakla aynı cesareti gerektirir.
Modern tuğyan ve ifsadata karşı kadının fıtratını, mahremiyetini, ihtiramını savunmak suçtur. Üstelik yalnızca modern fısk-fücur yasaları nezdinde değil, kadınların çoğunluğu nezdinde bile.

- Hocam büyü nedir, büyücüler kimlerdir, güncel bir örnekle anlatmanız mümkün mü?

- Kadınları, ev hanımı olarak eşlerine ve çocuklarına hizmet etmek yerine, iş yerlerinde bir maaş alabilmek için sabahtan akşama kadar müdür, amir, şef 50 yabancının talimatları doğrultusunda çalışmanın özgürlük ve kadın onurunun gereği olduğuna ikna etmeye büyü, bunu başaranlara ise büyücüler diyoruz. Bilmem ki anlatabildim mi!

(Not: İslami ve dolayısıyla ailevi sorumluluklarına halel getirmeden, gerçek bir ihtiyaca binaen çalışan hanımların durumu buradaki anlatımın dışındadır.)

Muhalefetin sürekli olarak başkanlık sistemini tartışmaya açması ve bu arada iktidar mensubu eski bir bakanın 50+1 mi 40+1 mi tartışması başlatması gibi adımlar tam anlamıyla cambaza bak hokus-pokusuyla toplumun gündemini manipüle etmeye yöneliktir.
Zira herkes gayet iyi biliyor ki bu ülkedeki sorunların sebebi köhne laik-kemalist rejimdir.
Muhalefet ve iktidar, sistem tartışması açarak toplumu oyalamakta, bu cahiliye rejimini korumaya ve ömrünü uzatmaya çalışmaktadır.
Oysa ister parlamenter sistem isterse başkanlık sistemiyle yönetilsin bu rejimin, ideolojik temelleri gereği sosyal, kültürel, ekonomik tüm alanlarda zulüm üretmesi ve toplumu çöküşe sürüklemesi kaçınılmazdır.

(“İran: Uzaya astronot göndereceğiz” başlıklı haber üzerine) Dünyada yayılmacı zalim Sasani'yi diriltmekten başka ne yaptınız ki uzaya çıkıp da ne yapacaksınız. Madem astronot gönderiyorsunuz tasmasını elinde tuttuğunuz katil Esed'inizi de gönderin. Değil uzay, cehenneme kadar yolunuz var.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, 2020'de Türkiye'yi yurtdışında tanıtmak amacıyla hazırladığı reklam filminde çıplaklık, içki, gece kulüpleri gibi rezilliklere yer verilerek Türkiye bu rezilliklerle özdeşleştirilmiş.
Başta sahil kesimleri olmak üzere turistik bölgeler göz önüne alındığında durum gerçekten de böyle. Rezillik ve kepazelik sıradanlaşmış.
Şimdi bazı çevreler, AKP hükümetinin bir bakanlığının böylesine rezilliklere matah şeylermiş gibi reklam filminde yer vermesi karşısında hayal kırıklığı yaşamış, bu duruma tepki gösteriyor.
Gelin görün ki hükümet nezdinde bu çevrelerin tepkisinin sivrisinek vızıltısı kadar kıymeti bulunmuyor.
Zira taş yerinde ağırdır. Yerinden oynayan taşın artık özgül ağırlığı yoktur.
Bağımsız, tevhidi konumlarını terk edip, sistem içi cahili iktidar çatışmalarının tarafı olan, akidevi red ve teberri tutumundan uzaklaşan çevrelerin bu tür sistem içi eleştirileri egemenlerce hiç dikkate alınmamaktadır.
Değil mi ki bugün böyle eleştirdiğiniz yöneticileri, yarın seçimlerde ümmetin maslahatı (!) adına tıpış tıpış destekleyeceğinizi gayet iyi biliyorlar.

Seçim kazanmak için türbe türbe dolaşıp dindar (!) pozu veriyordun, şimdi ise kültür-sanat duyurusu adı altında câmili İstanbul slüetini balerin görseliyle kirletiyorsun.
Kısacası münafıklığı da geçtin, İslami değerleri tahkir ediyorsun. Balerin mi oynatırsın, şantöz mü her ne halin varsa gör, fakat bizim değerlerimizi tahkir etmekten vazgeç Ekrem efendi.
(Not: Bu ülkede sağ ve sol politikacıların din denince akıllarına türbelerin gelmesinin sebebi, ölü ruhlarına (!) özel anlamlar yükleyen Şamanist kültüre dayalı bir din algısına sahip olmaları ve bu algıyı İslam zannetmeleridir.)

İnsan toplulukları niçin çoğu zaman, üstelik kendilerinin lehine olarak hakkı söyleyenleri sevmemiştir:

"Nihayet, Salih onlardan yüz çevirdi ve 'Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz' dedi." (A'raf, 79)

“Bankalar 8 ayda 33 milyar lira kâr ettiFormun Üstü” başlıklı haber üzerine)CHP zaten banka sahibi bir Karun partisi, AKP bankaların ultra zenginliğine zenginlik katan bir parti.
Şu an diğer tüm partiler de ya AKP'nin ya CHP'nin istepnesi, payandası.
Bankalar rekor kârlar ederken sen borç-harç içinde yaşıyorsun, zamlarla kafana kafana vuruluyor.
Ve buna rağmen ya AKP ve cephesinin ya da CHP ve cephesinin seçmeni oluyor, bu düzene oyunla destekçi oluyorsun.
Hiç sızlanma, sen bu zulmün muhatap ve mağduru olmaktan ziyade, bir parçasısın.

İktidarın THY'sinden, Çaykur'undan, Vakıfbank'ından vs reklam alarak geçinen gazete ve Tv kanalları gerektiğinde iktidar aleyhinde haber veya yorum yapabilir mi?
En son Cumhuriyet gazetesinin sadece İspark'tan aylık 337 bin TL'lik cukkalama anlaşması yapması örneğinde olduğu gibi CHP belediyelerinden geçinen gazete ve Tv kanalları gerektiğinde o belediyeler aleyhine haber veya yorum yapabilir mi?
Sadece Türkiye'de de değil, bugün dünyada gerçek anlamda medya aramak beyhudedir. Gazeteler ve Tv kanalları tam anlamıyla "sahibinin sesi" konumundadırlar maalesef.

3 ile 12 yaşları arasındaki 5 çocukla birlikte Yunanistan'a iltica yolunda Ege'de boğulan ana-kız bu hanımlar öyle anlaşılıyor ki Fetullahçıların "ibadet kısmı"ndan.
Bu acılar daha ne kadar devam edecek? Bu insanlara memleketi dar etmekle elde edeceğiniz nedir? Yeter artık.

Bankaların faiz indirimini "hayırlı olsun" temennisiyle duyuran yöneticilerin olduğu bir ülkede ortalama vatandaş da böyle oluyor işte. Tencere-kapak misali:
"Faiz oranının düşürülmesi çok iyi oldu. İnşallah ben de bundan yararlanıp araba alacağım."
Oysa bu yurdum insanı inşallah'ın ne demek olduğunu bilse, az bir şey bilinç sahibi olsa tercihini ona göre yapar, ya faizden yana ya da inşallah'tan yana bir tutum takınır, at iziyle it izini böyle birbirine karıştırmazdı.
"Allah dilerse faizle borçlanıp araba alacağım" demiş oluyor.
Hayır arkadaş, Allah faizle borç almanı asla dilemediği gibi bunu yasaklıyor, dahası kendisi ve rasulüyle harbe girmek olarak niteliyor. (Bkz: Bakara, 279)

Bazı Müslümanlar (özellikle de kimi Selefi çevreler) İslamlaşmakla Araplaşmayı birbirine karıştırıyor. Çocuklarının isminin önüne ebu (babası) ibaresi koyup künye oluşturmak Araplara has bir adettir. Dileyen tabii ki hoşuna gittiği için bu adeti uygulayabilir, bunda bir sakınca yoktur.
Fakat bu sanki İslami bir vecibeymiş gibi belli kesimlerde yaygın ve yerleşik uygulama haline geliyorsa orada İslam'ın evrenselliğini anlamamış olma sorunu var demektir.

Adam tarlasına hint keneviri ekmiş, narkotik polisine yakalanınca "Ben mısır ekmiştim, hint keneviri yetişti" şeklinde savunma (!) yapmaya kalkışmış!:)
Bu fıkra değil, Türkiye gündeminden bugünkü bir haber.
Gerçi üniversitelerinde iktisatçı, hukukçu, doktor, öğretmen, gazeteci yetiştirme iddiasında olduğu halde, öğretimin laik-kapitalist niteliği sebebiyle para kazanmayı ve makam-mevki sahibi olmayı tüm değerlerin üzerinde bir hedef olarak gören okumuşlar üreten bir düzenin egemen olduğu bir ülkede bu tür şeylere çok şaşmamak lazım.

İslam ile cahiliye çatışması ancak cahiliyenin egemenliği sona erip İslam'ın egemenliğinin tesis edilmesiyle sona erer.
İslam, hakikat ve hâkimiyet iddiası sahibi yegâne hak hayat nizamı olarak, defansif değil ofansiftir. Yani kendisine cahiliye bünyesinde sınırlı bir hayat hakkı tanınmasına rıza gösterecek ve bunun karşılığında hâkimiyet iddiasını terk edecek sığıntı bir anlayış değildir.
Ezanın asli haline döndürülmesiyle, okullarda başörtüsünün serbest bırakılmasıyla vs cahiliyeye dair akidevi reddiyelerini unutanlar, zaafa uğratanlar, terk edenler, İslam'ı hiç anlamamışlar demektir.
Hak egemen olup bâtıl zail oluncaya kadar durmak yok yola devam.

İstanbul depremi sonrası "deprem çantası" konusu yine gündeme geldi. Acil tıbbi müdahale malzemeleri, el feneri, düdük, su, yiyecek olmalıymış o çantada. İyi güzel.
Ben de bundan mülhem, kaçınılmaz ve geri dönüşsüz olan asıl deprem için bir "deprem çantası" hatırlatması yapmış olayım.
Bu çantada Kur'an'la sağlaması yapılmış tahkiki iman, ondan kaynaklanan sâlih ameller, Allah yolunda cehd/cihad, emr-i bil ma'ruf, nehy-i anil münker olmalı.
Çantasını tüm bu güzelliklerle doldurup o asıl depreme hazırlıklı olanlara ne mutlu.

(CHP’li Kırşehir belediyesinde dev Atatürk posteri” haberi, üzerine)

Cumhuriyet Heykel Partisi'nden büyük hizmet (!)
"Ekmek bulamayanlar heykel yesin, onu da bulamayanlar dev poster yesin."

(Mehmet Akif için anma haftası ilan edildi” başlıklı haber üzerine)

"Anlama haftası" ilan edilecek değildi ya! Bu memlekette nedense Rabbimizin hidayet rehberi olarak bildirdiği Kur'an-ı Mübin dahil hiçbir şey anlamanın konusu yapılmaz. Onun yerine "anma" adı altında her değerin duygusal konuşmalar ve sloganlar eşliğinde kolay tüketime açılmasıdır yapılıp-edilenler.

Yüzde 1, yani putlu ve mutlu (!) azınlık ülke servetinin yüzde 54'üne sahip. Ve bu makas giderek daha da açılıyor. İktidarda hangi parti olursa olsun çarklar Karunlar için, onların banka ve holdingleri için dönüyor:

"Türkiye’nin sahip olduğu toplam servet değeri 1 trilyon dolar. Servet, ülkenin sahip olduğu devredilebilir, piyasa değeri olan varlıkların tümü olarak hesaplanıyor. Ancak nüfusun yüzde 72,6’sının serveti 10 bin doların altında. Buna karşılık Türkiye nüfusunun binde 1’i ise dolar milyoneri. Diğer yandan nüfusun yüzde 10’unun serveti, ülke servetinin yüzde 77’sini oluşturuyor. Nüfusun en zengin yüzde 1’i ise ülke servetinin yüzde 54’üne sahip konumda. Türkiye son 10 yıl içinde servet dağılımı en hızlı bozulan 3 ülkeden biri konumunda."

Son zamanlarda yaşanan bazı elim hadiseler toplumdaki kokuşmuşluğun ne dehşet boyutlara ulaştığını gözler önüne seriyor.
Fuhşiyat maalesef o kadar yaygınlaşmış ve sıradanlaşmış ki, yaşanan birçok şiddet ve cinayet olaylarının altından bu tür rezilce ilişkiler çıkıyor.
Konya'da üniversitede araştırma görevlisi olan bir ahlaksızın, aynı üniversitede öğrenci olan bir kızla yaşadıkları ve sarhoş şekilde tartıştığı bu "kız arkadaşını" asansör boşluğuna iterek ölümle pençeleşmesine yol açtığı olay kokuşmuşluğun alenileştiği son olaylardan biri.
Şöyle çok doğru bir tesbit okumuştum: "Bir şehirde üniversitelerle birlikte kütüphaneler değil de, kafeler artış gösteriyorsa, orada çok kötü şeyler oluyordur."
Kemalizmin de Erdoğanizmin de temel hedefi "muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak"tı. Şekil A'da görüldüğü üzere hedefinize ulaştınız, eserinizle övünebilirsiniz.

Deprem denince, az bir şey sarsılınca ödünüz patlıyor, Allah'ı hatırlayıp O'na sığınıyorsunuz da, Rabbimiz tarafından ansızın geleceği bildirilen (Bkz: A'raf 187, Muhammed 18 vb ayetler) ve dolayısıyla her an gelmesi muhtemel olan asıl zelzeleyi niçin hiç sorun etmiyorsunuz ey insanlar?
Niçin biliyor musunuz?
Çünkü siz inandığınızı zannediyor ve bu zan üzere dillerinizle inandık diyorsunuz, fakat kalpleriniz ve yaşantınız sizi tasdik etmiyor. Siz imanın temeli olan gaybe imandan çok çok uzaksınız maalesef.
Rabbimizin Es-Saat/Kıyamet konusundaki ansızın geleceğine dair ihbarını, Kandilli Rasathanesi'nin deprem uyarıları kadar dikkate almamanızın sebebi bu.
O sebeple; Ey iman ettiğini zannedenler, iman ediniz! (Bkz: Nisa 136)

Gastronomi festivali de nedir be kardeşim. Karnınız acıkınca yemek yapar veya bir lokantaya gider yersiniz olur biter.
Bu nasıl bir tamahkârlıktır, nasıl bir sınır tanımazlıktır.
Komşusu açken tok yatmayı geçtik, yüzmilyonlarca insan açlık sorunu yaşarken siz bir de yemek festivalleri düzenliyorsunuz.

Söylem: "İktidar olarak faize çok fena karşıyız."
Eylem: Bankalardaki mevduatlara devlet garantisi, insanlar faiz sistemine daha fazla para yatırsın diye 100 bin TL'den 150 bine çıkarıldı.

Laik-kemalist bir düzende iktidarın böyle olması anlaşılır bir durum, fakat kendisini tevhid dini İslam'a nisbet eden kesimlerin işbu iktidarın söylemlerine râm ve fit olmasını anlamak güç.

Erdoğan'ın BM kürsüsünden dile getirdiği bazı hususlar önemli. Fakat...
Söylem ve eylem tutarlılığı olmayınca, "Dünya 5'ten büyüktür" deyip, kanla beslenen o 5'li çeteyle al takke ver külah ilişkilerine devam edince, siyonist çeteye kürsüde kükreyip sahada anlaşmalar ve ticari ilişkileri ilerletince vs o eleştirel söylemler toplumların gazını almaktan başka işlev görmüyor ne yazık ki.

TRT Belgesel'de farklı inançları konu eden bir belgeselde, Hindistan'da koskoca mabedi farelere tahsis eden ve elleriyle besledikleri bu farelere tapınıp, onların yemek kabından artık yemeklerini yeyip su kabından artık sularını içen Hindular konu ediliyordu.
Yunus Sûresi 100. ayet geldi aklıma: "...Allah, aklını kullanmayanları rics/pislik içinde bırakır."

Linç kültürü, okumayan, düşünmeyen, akletmeyen toplumlarda kendini gösterir.
Okumadığı ve akletmediği için kendi aklıyla değil başkalarının gazıyla hareket etmeye meyyal, manipüle ve provoke edilmeye müsait, "vur de vuralım" modunda bir toplumda, en son Adana'da manipülatif bir yönlendirme sonucu mazlum Suriyeli mültecilere yönelik gerçekleştirilen yakıp-yıkma gibi olaylar vakayı adiyeden niteliği taşır maalesef.
Laik-kemalist düzen, toplumu cahilleştirme politikaları neticesinde vücuda getirmiş olduğu bu linç taifeleriyle, yani eseriyle ister övünsün, ister utansın.

- Medya organları niçin İslam'ı bütüncül ve güncel boyutlarıyla anlatacak dâvetçileri değil de, Cübbeli gibi hurafe tüccarlarını ve M.Öztürk gibi Kur'an'ın kelamullah oluşunu bile tartışma konusu yapacak düzeyde aklını ve hevasını rableştirmiş modernizm ve postmodernizm müptelalarını ekranlara taşıyor?

- İslam dâvetçilerini ekrana çıkardıklarında hakla bâtılın güncel boyutlarıyla gündem edileceğini, bâtıl düzenleri ve onun üzerine bina ettikleri rant ve sömürü çarklarının sorgulanacağını biliyorlar.
Oysa Cübbeli gibilere masal anlattırıp gülüyor, M.Öztürk gibilerine de batı câhiliyesine tâbi ve teslim olmuş, iddiasız, ahkâmsız, Protestanlaştırılmış bir İslam (!) anlattırıp mest oluyorlar.

"Atatürkçü" oldunuz, "Süleymancı" oldunuz, "Nurcu (Nursici)" oldunuz, "Mahmutçu" oldunuz, "Fetullahçı" oldunuz, "Marksist (Marksçı)", "Apocu", şucu bucu oldunuz.
Kendinizi, kendiniz gibi unutan, yanılan bir beşere nisbet etmek suretiyle zihninizle yonttuğunuz putlar ihdas edip putperest oldunuz, fakat sadece ve sadece Âlemlerin Rabbine teslimiyete nisbet eden Müslümanlar olamadınız bir türlü.

"Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekan vekili Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara, Osmanlı’nın son döneminden çarpıcı örnekler vererek, 'Müslüman aile modernizmin darbesini en şiddetlisinden bugünlerde yiyor' ifadelerini kullandı."
Bugünlerde, yani muhafazakâr demokrat AKP'nin hükümet döneminde.

Aptal ve ahmak CHP, İBB ve Küçükçekmece örneğinde olduğu gibi belediyelerde milletin sakalıyla uğraşmaya başladı.
Yarın bir gün fırsat bulduğunda kadınların örtüsüyle uğraşacağında da kuşku yok.
Oysa AKP, bu necis laik-kemalist düzeni, CHP'nin jakoben laikliğinde var olan saçla-sakalla uğraşma aculluğundan kurtarıp, anglo-sakson ılımlı laiklik politikalarıyla yine aynı laik-kemalist-kapitalist bâtıl akidevi temelleri üzerinde ayağa kaldırmıştı.
AKP ve benzeri muhafazakâr şirk hamalları olmasa, ahmak CHP'nin bu düzeni uçurumdan yuvarlaması birkaç yılı geçmez.

Mısır'daki gösterilerde "İrhal / Defol" ve "Sisi aduvvullah / Allah'ın düşmanı Sisi" sloganları dikkat çekiyor.
Umalım ki Mısır halkı, bir kez daha ödediği bedeller üzerinde küresel tuğyanizmin yerli uşakları üzerinden yaptığı manipülasyonlara teslim olmaz.
Önceki süreçte bir aduvvullah olan Mübarek'in gidip neticede diğer bir aduvvullah olan Sisi'nin geldiği süreçten ders almış olmalıdır Mısırlılar.
Kendilerini İslam'a nisbet eden toplumlar, Mısır'a, Türkiye'ye ve tüm yeryüzüne veliyyullah (Allah'ın dostu) olan mü'minlerin vâris / hâkim olmasından başka hiçbir seçeneğe rıza göstermemelidir.

Şankiti'nin, Zehebi'nin "Siyeri A'lâmi'n-Nubela" eserinden aktardığı bir rivayet, bugün dahi Müslümanları Kur'ani/Nebevi istikametten alıkoyan temelden bir yanılgı olan "ehven-i şer" anlayışının Muaviye'nin malum danışmanı Amr b. As'a dayandığını gösteriyor.
Mezkur rivayete göre Amr b. As şöyle demiştir: "Akıllı kimse hayrı şerden ayırt eden kimse değildir. Bilakis, iki şerden hangisinin daha hayırlı olduğunu bilendir.”

Batı câhiliyesinin fıtri konumundan kopararak yücelttiği, putlaştırdığı "kadın", özne olan kadın değildir.
Haz ve görsellik/imaj nesnesi haline getirdiği, ictimai, siyasi ve iktisadi tuğyan ve sömürüsünü kendisi üzerinden kurgulayıp sürdürdüğü nesne olan "kadın"dır.
Özne olan kadın, batı câhiliyesi açısından ne yapılıp edilip nesneleştirilmesi, aksi halde ortadan kaldırılması gereken büyük bir sorundur.
Batılılar ve onların uydusu batıcıların, kadına şiddet konusunda ortalığı ayağa kaldırdıkları halde Filistin'de işgalci katil siyonistlerce sokak ortasında hunharca katledilen Filistinli hanım kardeşimizle ilgili sus-pus olmalarının sebebi budur.

Küresel tuğyanizmin manipülasyonlarıyla sonrasında ağır bir kışa dönüşen "Arap Baharı"nın patlak vermesinin müsebbibi Tunus diktatörü Bin Ali, S.Arabistan'da ölmüş. Ateşi bol olsun.
Şair böyleleri için ne demişti:
"Ne kendi etti rahat, ne alem buldu huzur
Devrilip gitti cihandan, dayansın ehl-i kubur.”

Allah'ın hükümlerini esas almayan bir düzenden adalet beklenmese de, en azından kendi bâtıl yasaları çerçevesinde tutarlılık beklenebilir. Ne var ki bugünün düzenlerinde tutarlılık aramak da beyhude.
CHP'lilerin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı salladırmakla, zindanda işini bitirmekle vs tehdit etmeleri artık vaka-i adiyeden oldu mesela.
En son CHP genel başkan yardımcısı Engin Altay'la, Metin Akpınar ve Müjdat Gezen adlı soytarılar bu gibi tehditleri yapmışlardı ve hepsi elini kolunu sallayıp gezmeyi sürdürüyor.
Oysa genelde düzene ve özelde AKP ve Erdoğan'a yönelik İslami temelli muhalif söylem sahipleri ciddi baskılara maruz kalıyor, tutuklamalar ve uzun süreli isnadsız yargılamalarla sindirilmeye çalışılıyor.
Kısacası yargı gücü yeten yetene mantığıyla işlemeye devam ediyor.

Filistin'de, Afganistan'da, Suriye'de, Yemen'de vs zalimler bombardımanlarla bedenlerimizi paramparça ediyor.
Gücümüz/devletimiz olmadığı ve bu sebeple zalimleri durduramadığımız, onlara gerekli karşılığı veremediğimiz için kahroluyoruz.
Türkiye ve benzeri, fiili işgal ve saldırı altında olmayan coğrafyalarımız ise, batı tuğyanizminin ideolojik-kültürel işgali altında ve insanlarımızın fıtratı, ahlakı paramparça ediliyor.
Şöyle caddelere, meydanlara, medyalara baktığımızda çıplaklığın, fısk fücurun hâkim kültür olduğunu görüyoruz.
Kısacası burada da küfrün bombardımanı altındayız, üstelik bedenlerin ötesinde insanların algı, idrak ve fıtratını, ahlakını hedef aldığı için daha yıkıcı bir bombardıman bu.
Suriye'de bombardımanla bedeni parçalanan bir kızımız, burada fısk bombardımanıyla fıtratı, ahlakı paramparça edilen bir genç kız veya erkekten daha talihsiz değil.
Zalimlerin bedenlerimizi hedef alan bombardımanlarına da, fıtrat ve idraklerimizi, ahlakımızı hedef alan bombardımanlarına da gerçek anlamda karşı koyabilmemiz İslam'ın devletini inşa etmekten geçiyor.
Rabbim bizi izzet menbaı İslam devleti hedefini terk ederek bâtıl düzenlere angaje olan dalalet ehlinden beri kılsın, bize izzetimizi/devletimizi yeniden kazanmayı nasip etsin.

Akit Tv'de Adnan Menderes ve ona karşı yapılan alçak 27 Mayıs darbesi konuşuluyor.
Bir konuk aynen şu ifadeleri kullanıyor: "Menderes dindar bir insan da değildi. Allah rahmet etsin, seküler biriydi. Fakat dine saygılıydı."
Mealen karşılığı şu bu ifadelerin: "Menderes Allah'ın ölçülerini gözetmeyen, hevayı esas alan ve dolayısıyla Kur'an'ın tabiriyle hevasını ilahlaştıran seküler bir yaşantı üzereydi. Allah'a itaat etmiyordu, fakat yine de Allah ona rahmet etsin."
Ölçüleri zihinlerde yok edilmiş, öğretileri belirsizleştirilmiş, insanlar üzerinde inzar etme boyutuyla bile olsa yaptırımı kalmamış, Protestanlaştırılmış bir mabed dini anlayışıyla karşı karşıyayız kısacası.

Polis okulunda öğrenciler "Hedef Turan, Kur'an kılavuz" diye slogan atmışlar.
Kur'an kılavuz ise hedef niçin Ümmet birliği değil de Turan (Türk birliği) oluyor, bunu hiç düşünmemişler.
Sınırlar, ırklar, bölgeler üstü cihanşümul bir din (hayat nizamı) olan İslam'ı milli/ulusal bir din olarak algılayınca bu tür çarpıklıkların ortaya çıkması kaçınılmaz oluyor tabi.

Çeçenistan'da yüzbinlerce Müslümanı katlederek kuklası Kâfirov'la birlikte teslim alan, son yıllarda da Suriye'de onbinlerce Müslümanı bizzat katledip yüzbinlerce Müslümanın da, finosu Esed rejimince katline İran'la birlikte ortaklık eden seri katil necis Piton, dün Ankara'da Yemen'le ilgili bir soruya cevap verirken büyük bir yüzsüzlük yapıp Kur'an'dan ayet okuyor ve yine Kur'an'da şiddeti kötüleyen birçok ayet olduğunu söylüyor.
Yüzbinlerce mazlumu teammüden hunharca katleden ve katletmeyi sürdüren kendisi değil sanki.
Alçak seri katil. Sana da, o necis kanlı ellerini sıkıp sana Ankara'da şov yaptıranlara da yazıklar olsun.

Mısır'ın darbeci AmeriKAN genel valisi Sisi için son günlerde kullanılan iki sıfat:
"Benim en iyi diktatörüm" (D.Trump)
"Mücahit" (Suudi Arabistan Vakıflar Bakanı)

(Not: Sisi gibi alçaklara Firavun demek iltifattır, zira Firavunların olumsuz da olsa kendilerine ait bir iradeleri vardı. Bu ve benzerleri ise necis AmeriKAN finosu olmaktan ibarettir.)

Batı tuğyanizmi, insanlığa iki tutumu dayatmaya çalışıyor: Ya "dinsiz bir hayat", ya da "hayatsız bir din (hayata müdahil olmayan, vicdanlara hapsedilmiş bir din)”.
"Dinsiz hayat" algısını yerleştiremedikleri, insanları dinden uzaklaştırmayı başaramadıkları yerlerde, Allah'ın dininin kodlarıyla oynayıp onun hayatla bağını kesmeye, hakikat ve hakimiyet iddiası temelli bir hayat nizamı olduğu gerçeğini unutturmaya, zaafa uğratmaya çalışıyorlar.

Eziklik Müslümana hiç mi hiç yakışmıyor. Haber şu:
"Norveç’te Nur İslam Merkezi Camii, kendisiyle el sıkışmayan kadınlar için veliaht prensten özür diledi. Cami sözcüsü Vahid Ahmed 'Veliaht Prens’in kendisini böyle bir durumda bulmasını istemezdik, üç kadının el sıkışmayı reddedeceğini bilmiyorduk. Böyle bir şey olduğu için Veliaht Prens’ten özür diliyoruz' dedi."
Hanım kardeşlerimiz gayet medeni bir şekilde imanlarının gereğini yapmış, sen neyin özrünü diliyorsun be ezik adam.

27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz darbelerini elbette unutmayalım. Darbeci zorbaları lanetleyelim.
Fakat şunu unutmayalım ki tüm bu darbeler sistem içi darbelerdir.
Bu memlekette asıl darbe, 1923'te İslam'ı toplum ve devlet hayatından uzaklaştıran ve yerine batının hevaya dayalı tuğyanını egemen kılan kemalist rejimin kurulması olmuştur.

PKK tam anlamıyla Kürtlerin DAEŞ'idir. DAEŞ nasıl ki en fazla Müslümanları katletmişse, PKK da Kürt köylerine baskınlarıyla, dün Kulp'ta ormanda odun toplamaya giden köylülerin aracına yapılan, 7 köylünün katledildiği bombalı saldırı gibi binlerce vahşi saldırılarla bugüne kadar en fazla Kürtleri katletmiştir.
İnşallah yüreği yanık Kürt anaların isyanı bu kanlı taşeron örgütü boğar da Kürtler bu beladan kurtulur.
Allah'ın laneti bu kanlı taşeron örgüte, onun truva atı HDP'ye ve onlara destek verenlere olsun.

12 Eylül darbesi toplumda sevinçle karşılanmıştı. Darbeciler de vatan kurtaran aslan oluvermişti.
Oysa hikâyenin tümü Vaşingtın'a verilen "Bizim çocuklar başardı" müjdesinden ibaretti.
ABD'nin çocukları, kurtarıcı rolü oynayabilmek için işbirlikçi politikacılarla birlikte "Bayrak Harekât Planı"yla gençleri birbirlerine kırdırmışlar ve şartlar olgunlaşınca düdüğü çalıp yönetime el koymuşlardı.
Kullanışlı aptallar var oldukça İngiliz ve Amerikan emperyalizminin kurtarıcıları ve onların insanların kan ve gözyaşları üzerine kurdukları planlar tükenmeyecektir.

(Yeni Şafak gazetesinin “82 milyon faizciye çalışıyor” başlıklı manşeti üzerine)

Ah şu uzaylılar. Sizin faiz, borsa gibi üçkağıtçılık eksenli kapitalist ekonomi yönetiminiz yüzünden biz dünyalıların bütün emeğimiz, kazançlarımız faizciler tarafından sömürülüyor.
Yandaş medyanın faiz eleştirisi böyle olur işte. 82 milyonu kim çalıştırıyor faizciye acaba, uzaylılar mı?

İskenderun'da bir okulda derse sarhoş olarak giren öğretmen, velileri ayağa kaldırmış ve tepkiler üzerine o kişi açığa alınmış.
Açığa alınması iyi güzel de, o alkolik öğretmen Milli Eğitim Müdürlüğüne "Ebedi şefimiz, ulu önderimiz Atatürk'ün de pek ayık gezmediği, Çankaya'daki rakı sofraları ve devlet yönetirken en önemli kararların dahi o rakı sofralarında alındığı ortadayken sırf derse sarhoş girdim diye beni açığa almanız Atatürkçülüğe aykırıdır" şeklinde bir savunma verirse ne olacak!

M.Kemal'in "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler ve müritler memleketi değildir" sözü, insanların başka insanlara körükörüne bağlanmasını reddeden bir yaklaşımın ifadesi değildir.
Hayattayken tüm yapıp ettikleri gösteriyor ki bu sözle kastı, "Bu ülkede artık şeyhlere, dervişlere bağlanıp onlara ta'zimde bulunma devri bitmiş, 'kurtarıcı' ve dahası (haşa) 'yaratıcı' tek adama bağlılık ve ta'zim devri başlamıştır" yaklaşımından ibarettir.
Halktan istenen, körükörüne bağlılık kültürünü sorgulaması değil, bağlandığı merciyi (putunu) değiştirmesidir kısacası.
"Kemalist aydınlanma" denilen sürecin özeti budur.

ABD, insanlığa karşı işlediği ve işlemeye devam ettiği devasa suçlarla cezalandırılmayı, intikamı alınmayı hak eden bir soykırım imparatorluğudur.
ABD'nin dünyanın her yerindeki askeri varlığı, mustazafların, mazlumların meşru hedefidir.
Ne var ki 11 Eylül'de ikiz kulelere yönelik yapılan saldırı, İslami açıdan asla meşru görülemez, savunulamaz.
Zira bilerek-gözeterek sivillerin yaşadığı bir alanı hedef almak İslam'ın savaş fıkhına/hukukuna aykırıdır.

Kerbela hadisesi, Rasulullah (a.s.) ve güzide arkadaşlarının İslam inkılabını hedef alan Ümeyyeoğulları öncülüğündeki karşı devrim ihanetinin bir neticesidir.
Kerbela'yı bu asli gerçekten bağımsız olarak, parçacı mantıkla ele alıp Yezid alçağına lânet okumakla geçiştirmek, Hz. Hüseyin'i ve onun direnişinin mahiyetini anlamamış olmanın ifadesidir.
Yaşananlar, İslam inkılabını ayakta tutmaya çalışan öncülerle, Arap cahiliyesini sözde İslami (!) bir kisveye büründürülmüş olarak canlandırmaya yönelik bir karşı devrimin yandaşlarının hak-bâtıl çatışmasıydı.

Allah'ın adıyla okumaya dayanmayan, dünyayı ve hayatı Allah'ın istediği gibi değil, çağdaş putlar adına, onların hevaları doğrultusunda okumayı öngören bir "öğütüm" sürecinin başlangıç gününü, Kur'an'ın "Oku" emrine yer verilen kutlama mesajlarıyla karşılamak en hafif tanımlamayla bilinçsizliktir.

İstanbul Arnavutköy'de bir içki fabrikasına "Allah'ın haram kıldığı, halkın sağlığını ve güvenliğini tehdit eden içki üretip piyasaya sürme" suçunu işlediği için polis baskını yapılmış.
Şaka şaka. Polis baskını, söz konusu fabrika vergi kaçırdığı için yapılmış.
Değil mi bu düzene göre "Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır." İçkiden, kumardan, faizden, fuhuştan gelmesi düzen için hiç önemli değil, meşruiyetin tek ölçüsü gelirin vergilendirilmiş olması.
İşte son 17 yıldır çoğu İslami (!) çevrenin dahi sahiplenmeye başladığı düzenin temel akidesi bu.

Türkiye'de 1923'te tam anlamıyla bir İngiliz genel valiliği misyonuyla kurulan rejim, kurucu parti CHP'nin meşum altı oku ve rejimin anayasasının başlangıç kısmında da yer aldığı üzere batının laiklik, nasyonalizm, kapitalizm gibi süfli ideolojileri temelinde inşa olunmuştur.
Türkiye'deki siyasi yapı gereği diğer tüm partiler CHP'nin sağ-sol, katı-ılımlı versiyonları olmaktan ibarettir.
İktidarı muhalefetiyle partilerin başındaki zatların anneleri hayatta olsaydı da, HDP'nin önünde evlatlarını geri isteyen anneler misali Vaşingtın'da, Brüksel'de "Evlatlarımızı bize geri verin" diye oturma eylemi yapsalardı.

Türkiye bayan voleybol takımı Sırbistan'a 3-2 yenilmiş.
O da bir şey mi. Spor adı altında genç kadınların neredeyse anadan üryan şekilde dünyanın önüne çıkmasıyla Türkiye şeytana 100-0 yenilmiş olmuyor mu?
Bugünün "Keriman Halis"lerinin muhafazakâr medya organları tarafından dahi "filenin sultanları" diye taltif edilmesi de işin cabası.

Bizim toplumun put ve putperestlik algısı salt cahiliye Mekkesindeki putlarla sınırlıdır.
Güncel anlamda put ve putperestliğe dair bir kavrayış maalesef söz konusu değildir.
Esasen rejimin Diyanet'e biçtiği önemli bir rol de, halkın put ve putperestlik algısını güncellikten uzak tutmak, başta kendi resmî putu/putları olmak üzere güncel put ve putpetestlikleri, İslam'ın tevhid söyleminin dışında tutmak noktasındadır.
Türkiye'de mesela "Lat Restaurant", "Uzza Otomotiv" gibi işyeri isimleri bulamazsınız.
Fakat "Zeus Ecza Deposu", "Artemis Restaurant" gibi "Yunan tanrıları"nın yer aldığı isimlendirmelere sıkça rastlanır.
"Ulu Önder", "Mevlana", "Efendi Hazretleri", "Seyda", "Gavs-ı Sâni" gibi güncelliğini sürdüren “yerli ve milli” putlaştırmalar da malumumuz.

Bu halkın istediği ve Diyanet'in de ona altın tepside sunduğu din, kimsenin putuna sözü olmayan, kimsenin mevcut dünya görüşü ve hayat biçimine karışmayan bir manevi tatmin atmosferinden ibarettir.

“Şurası muhakkak ki, cahiliyet cahiliyettir. İslam da İslam’dır. Aralarında çok büyük farklar vardır. Gidilecek yol, bütünüyle cahiliyetten çıkıp ve yine bütünüyle İslam’a girmektir. Takip edilecek metod bütün şekilleriyle cahiliyetten sıyrılıp çıkmak ve bütün emirleriyle gelip İslam’a sığınmaktır.” (Seyyid Kutub)

(“Kârda aslan payı bankaların” başlıklı haber üzerine)

İktidarda CHP de olsa aslan payı bankaların olacaktı, başka herhangi bir parti olsaydı da böyle olacaktı. Çünkü partiler düzen kurmaya aday aktörler değil, düzeni işletmeye memur kuruluşlardır. Aralarındaki farklar esas değil, üsluba dairdir.

Bu Kürt ana, HDP Diyarbakır il binası önünde isyanını Kürtçe olarak dile getirdi ve gerçeği tüm netliğiyle ifade etti: "Kandil burada. HDP Kandil'dir."

Cumhurbaşkanı Erdoğan dün Sivas'taki bir konuşmasında faizle ilgili "Faize alerjim var. Yüksek faize karşıyım" ifadelerini kullandı.
İşte buradaki "yüksek" kaydı, Erdoğan'la bizim aramızdaki akidevi farkı ortaya koyuyor.
O laik-kapitalist bir devletin yöneticisi olarak, diğer kimi yöneticilerden farklı olarak faizin yüksek değil düşük olması gerektiğini düşünüyor, bunun ekonomi için daha faydalı olduğu kanısında
Yani faizle sorunu akide düzleminde değil, ekonomik yorum düzleminde.
Bizler ise iman akdimiz gereği, Rabbimizin Kitab-ı Keriminde "Allah ve Rasulüyle savaşmak" olarak tavsif ettiği faize, faize dayalı yığma ve yağma ekonomisi yürüten düzenlere ve o düzenlerin yöneticilerine kökten karşıyız.

Bugün medyada yer alan bir haberde, bir grup kadının "erkek şiddeti"ne karşı Çin dövüş sanatı wing tsun kursuna başladığı bildiriliyordu.
Devlet gibi halk da sorunları o sorunların kaynağı olan yanlışları terk edip İslam'ın doğrularına yönelerek çözmeye çalışmak yerine, güvenlik tedbirleriyle, şiddete karşı şiddetle çözmeye çalışıyor.

Ey Kemalist putperestler!
Bütüncül bir hayat nizâmı olan Allah'ın dinini hayat alanlarından uzaklaştırıp salt câmilere hapsettiniz.
Câmilerde de Allah'ın bildirdiği değil, sizin istediğiniz bir din anlatılması için Diyanet'i kurup Allah'ın dini üzerinde vesayet kurdunuz.
O kurduğunuz Diyanet, varoluş gerekçesine uygun olarak, bir taraftan sizin rejiminizin diğer taraftan ise halk nazarındaki itibarını tamamen kaybetmemek için halkın hassasiyetlerini gözeterek bir ipteki cambaz gibi denge politikası güdüyor. Gözetmediği tek şey, Allah'ın rızası.
İşte söz konusu denge politikası gereği, Diyanet'in, dergisinde, takviminde, dua törenlerinde sizin rızanıza nail olabilmek için sitayişle söz ettiği putunuzdan, cami cemaatini kızdırmamak için 30 Ağustos hutbesinde söz etmedi diye anında ilkel glu glu danslarına başladınız.
Allah'ın dinini câmilere hapsetmekle kalmayıp, orada dahi vesayet altına alan, Allah'tan bildirildiği bütünlüğüyle değil izin verildiği kadar bir din anlatılmasını dayatan laik-batıcı rejiminizin kurucusunu da alın ve câmilerimizden o necis elinizi çekin.
Ve şunu bilin ki, evet câmilerde, hutbelerde M.Kemal'in ismi mutlaka zikredilmelidir. Fakat sizin o azgın hevâlarınızı tatmin etmek ve rızanızı almak üzere değil, Bakara sûresi 256. ayet gereği bu coğrafyada tağutun ve tağutu reddetme yükümlülüğünün ne anlama geldiğini izah bağlamında, Allah'ın rızasını temin için zikredilmelidir.

İnsanlar bazen hakikat dolu hikmetli esprilerden paylarına düşeni almak yerine, gülüp geçiyorlar.
Merhum Ercümend Özkan, Ankara Emniyet'inde nezarette gözaltındayken, koridorlarda dolaşan polislere soruyor:
"Sizin ordan bakınca demir parmaklıkların arkasında biz varız, bizim buradan bakınca ise demir parmaklıkların arkasında siz kalıyorsunuz. Bu durumda tutsak olan biz miyiz, siz misiniz?"
Tabi bu espri polislerin çok hoşuna gidiyor ve epey gülüyorlar.
Oysa esprinin ardındaki hakikat dolu kastı, hikmetli ironiyi kavrasalardı gülmekten ziyade kendilerine yönelik ciddi varoluşsal sorgulamalar yaparlardı.

Herkes gibi politikacılar da hadlerini bilmeli.
Evet sen de Ekrem efendi.
Haddini bil ve tüm İstanbullular ve dahası tüm Türkiyeliler adına konuşma hadsizliğinden vazgeç.
HDPKK'ya kendin ve kafadarların adına selam götürüyorsan götür, fakat 16 milyon adına götürmenin haddin olmadığını bil. Bizden HDPKK'ya selam değil ancak lânet gider.
Şimdi de kalkmış "Atatürk 82 milyonun önderidir" diyorsun. Senin önderin olabilir, fakat Allah'a itaat değil isyan üzere yaşamış biri biz Müslümanların önderi olamaz.
Bizim önderimiz bellidir; Rasulullah (a.s.) ve biz ondan ve getirdiği dinden râzıyız.

Apaçık bir küfür ve dikta rejimi olan Baas rejimi ile, izzeti Allah'ın ve mü'minlerin değil bu tuğyan rejimi ve onun hâmisi işgalci Rusya'nın yanında arayan İran ve Hizbuzzâlim örgütünü, Suriye'deki bunca zulümlerine, insanlık suçlarına rağmen, bu ülkede halen "direniş ekseni" olarak niteleyen vicdansızlar var. Yazıklar olsun.

Batılılaşma = Bâtıllaşmadır.
Bu CHP'nin baskıcı, hard batılılaşma politikaları için de, AKP'nin ılımlı, soft batılılaşma politikaları için de böyledir.
Biz bâtılın ve bâtıllaşmanın her türünü kesin olarak reddetmekle ve ancak Hakka ittiba etmekle emrolunduk.

Bitirdiğimiz haftanın öne çıkan başlıklarından biri Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Trump ve Putin adlı iki teröristbaşıyla görüşmeleriydi.
Bu görüşmelerin ana konusu ise Suriye idi. Medyada iki başlık öne çıktı:
"Erdoğan Putin'le Suriye'deki son durumu görüştü."
"Erdoğan'ın Trump'la görüşmesinde Suriye'deki gelişmeler ele alındı."
İktidar medyası da bu görüşmeleri çok matah icraatlarmış gibi verdi.
Oysa Allah'ın bahşettiği aklı az bir şey kullansalar utanır, bu görüşmeleri haber bile yapmazlardı.
Müslümanların merkezi coğrafyasının bir parçası olan Suriye'yi dünyanın iki ana terör devletinin teröristbaşlarıyla görüşmeye mecbur kalmak ne büyük bir ziyan ve zillettir.
İzzeti Allah'ın ve mü'minlerin yanında değil de müstekbirlerin yanında aramanın neticesi budur işte. Dünyadaki bu zilletin bir de âhiretteki karşılığı var tabi.