“Güzel söz, kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir``
Sözün aslını kökünü önemsemek gerekiyor eğer bir meyve umuyorsak şayet, maksadımız bağı viran etmek, içimizdeki cerahati orta yere saçmak ise çirkinlik yolunun yolcusuyuz demektir. Söz, nerede sarf edilirse edilsin ondan mesulüz. Kötü sözden medet ummak köksüz kuru bir ağaca çaput bağlamaktan öte bir iş değildir. Güzel sözün müşterisi olmak ise meyvelerinden tekrar toprağa tohum saçan bir ağacın bereket dolu gölgesinde oturmak gibi.
Yakınmak, yazıklanmak insanlığın en kadim rahatlama yöntemlerinden birisi sanki. Herhangi bir milletin herhangi bir eserini açıp baksanız zamanın kötülüğünden, dünyanın ve insanların vefasızlığından, nesillerin bozulduğundan, idarecilerin adaletsizliğinden yakınıldığını görürsünüz. Esasında yakınmak, şikâyet etmek insanın tabiatında olduğu gibi söylemenin ve yazmanın da tabiatında var. İçimizde birikenleri, sözün ve yazının ateşinde yakmayı isteriz çoğu zaman. Haksız da sayılmayız.
Yakınmanın karşı konulmaz bir hazzı da vardır tabii. Bir muhatap kestirip gözümüze ona anlatmak isteriz. Şairin ifadesiyle zihnimizde gezinen dağınık şarkıları düzene koymayı dileriz bir dinleyen bulunca karşımızda. Öyle ki Karacoğlan’ın ifadesi ile “Desem öldürürler / Demesem öldüm” mesabesinde bir tercih durumda olsak dahi biz söylemeyi seçeriz.
İçimize dert olmasın diyedir daha çok sözün kanadına tutunma çabamız. Dilimizin kemiği kalmaz, kalemimizin ucu keskinleşir bazen de. Sözün nereye gittiğini, kimde ne yaralar açabileceğini çok hesaba katmayız her ne kadar iki kulağımız tek ağzımız olsa da; nice öğütler kulağımızda küpe olarak dursa da açarız ağzımızı, yumarız gözümüzü. Ağzımızı hayra mı yoksa şerre mi açtığımızı kapatmadan anlayamayız çoğu zaman.
Ya bir gönle neşe salarız ya da hoyratça yumruklarız kapısını mana evinin. Sözün yankısı öyle boş duvarlardan geldiği gibi dönmez bize. Sözün hesabını biz tutmasak da tutulur hepsi hilafsız bir defterde. Bu yönüyle söz de bir ameldir. Kayda değer görülmüştür.
İbrahim suresinde Cenab-ı Hakk’ın öğüt alalım diye güzel söz ve kötü söze dair getirdiği misaller ne kadar manidardır: “Güzel söz, kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. O ağaç Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Kötü sözün misali de kökü yerden sökülmüş, ayakta duramayan kötü bir ağaçtır.” (İbrahim suresi 24-25-26)
“Güzel” diye çevrilen “tayyib” kelimesi lügatlerde “iyi, tatlı, mutlu”; “kötü” diye çevrilen “habis” kelimesi ise “çirkin, kötü, soysuz, alçak, fesat, pis, murdar” gibi anlamlara karşılık geliyor. “Güzel kelime” diye dilimize aktarılan ifadenin doğruluk ve tevhide; “kötü kelime”nin ise köksüzlüğe ve çirkinliğe tekabül ettiğini söylüyor müfessirler. Çirkin kelimesinin Arapça şirk kelimesi ile ilintili olduğunu düşünenler de var ayrıca. Araştırmaya değer.
“Habis ur”, “habis ruh” gibi ifadeler iflah olmaz durumlar ve kişiler için kullanılır. Çaresi olmayan, bedene aman vermeyen hastalıklara benzer şekilde ruhları esir alan birçok kötülük ve çirkinlik de var elbette. İnsanı çirkefleştiren, zalimleştiren murdar bir hal olsa gerek bu. Gözün üstündeki çapak gibi her şeyi kötü gösteren ve sahibini hınca sevk eden bir bela.
Anlıyoruz ki sözün güzelliği yahut kötülüğü sahibinin niyeti ve ruh durumu ile ilişkili. Testinin içinde ne varsa dışına sızan da o değil midir zaten? Çirkin sözler çirkef kimselerden, güzel sözler tayyib kimselerden sadır oluyor. Ruhu karanlık olanın sözünden zehirden başka bir şey hâsıl olmaz. Onun sözü hiçbir yaraya merhem olmadığı gibi kendine de bir fayda sağlamaz. Yunus Emre’nin şu dizeleri bu meyanda bir kandil gibi durmuyor mu hemen yanı başımızda?
“Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter
Nice yumuşak söylese sözü savaşa benzer”
Sözün aslını kökünü önemsemek gerekiyor eğer bir meyve umuyorsak şayet, maksadımız bağı viran etmek, içimizdeki cerahati orta yere saçmak ise çirkinlik yolunun yolcusuyuz demektir. Söz, nerede sarf edilirse edilsin ondan mesulüz. Kötü sözden medet ummak köksüz kuru bir ağaca çaput bağlamaktan öte bir iş değildir. Güzel sözün müşterisi olmak ise meyvelerinden tekrar toprağa tohum saçan bir ağacın bereket dolu gölgesinde oturmak gibi.
Muradımın mumu yansın, söylediğim söz bir gönle dokunsun, bir derde şifa olsun ve göğe uzanan dalları ve meyveleri olsun istiyorsan evvela tüm sözleri dinle ve en güzeline tâbi ol o zaman ey şu satırlarda kendi kendine söylenmekten sıkılmayan kişi.