23-02-2008 10:54

İslâm’a hizmet, hayatının mânâsıydı

O, bizim öğretmenimizdi.. Bize sevgiyi, merhameti, kavgayı öğretti.. Yoksulların yokluğuna, mazlumların feryadına sevdalanmayı.. Kurşunlara kafa tutmayı ve erkekçe dimdik ayakta durmayı.. Soğuk demirin temasında kor gibi yanan direniş meşalesini ateşlemeyi.. Sonra; Karlı bir Şubat gününde son dersini verdi ve gitti…

İslâm’a hizmet, hayatının mânâsıydı

Mehmed ALİ TEKİN / Vakit

Metin Yüksel’i ilk defa Milli Türk Talebe Birliği Merkez Orta Öğrenim Komitesi Tiyatro Bölümü’nde çalıştığım 1975-1976 öğretim yılında tanıdım. Metin, yaşı bizden küçük olmasına rağmen, bizim gibi orta öğrenim komiteleriyle değil, Yüksek Öğrenim komitelerindeki görevli ağabeylerle muhatab oluyordu. O’nu ilk olarak MTTB Sinema Kulübü’nde, Salih Diriklik Ağabey’lerin yanında görmüştüm. O gün Metin elinde bir afişle oradaydı. Elinde yanlış hatırlamıyorsam; Batman’da yapılacak bir mitingin afişi vardı. Afişin grafik tasarımı ve çizimi kendisine aitti. 1975; Kasım ayıydı.. Metin ile ilk beraberliğimiz, o yıllarda MTTB’nin her yıl düzenlediği, 18 Mart Çanakkale Şehitlerini Anma Merasimleri dolayısıyla, Çanakkale’de oldu. Yürüyüş sırasında, polis bir ara yürüyüşe engel olmak istediğinde, arbede çıkmıştı. Metin Yüksel’in elinde bir megafon ile, bir taraftan olayı sakinleştirmek için bağırışını, bir taraftan da, polisler ile tartışmasını hâlâ unutamıyorum.

O, bizim öğretmenimizdi..
Bize sevgiyi, merhameti, kavgayı öğretti..
En iyiye ve en kötüye gebe olan gecelerde, yüreğimizdeki aşkı, beton duvarlara nakış nakış işlemeyi öğretti.
Yoksulların yokluğuna, mazlumların feryadına sevdalanmayı…
Kurşunlara kafa tutmayı ve erkekçe dimdik ayakta durmayı…
Soğuk demirin temasında kor gibi yanan direniş meşalesini ateşlemeyi, Sonra;
Karlı bir Şubat gününde son dersini verdi ve gitti…

METİN YÜKSEL:
17 Temmuz 1958 - 23 Şubat 1979
Metin Yüksel, Bitlis’in Tatvan İlçesi Norşin Köyü’nün Kolongo Yaylası’nda 17 Temmuz 1958 günü, dünyaya geldi. Doğumunda sağ kulağına Ezan-ı Muhammedi, sol kulağına da Kamet okundu. Babası, ülkemizin yetiştirdiği büyük âlimlerden birisi olan, Sadreddin Yüksel Hoca’dır. Annesi ise, doğunun en tanınmış simalarından, Norşin’li Şeyh Ma’sum Efendi’nin kerimeleri, Sarete Hanım’dır.
Metin, dokuz yaşındayken, ailesiyle birlikte İstanbul’a göç ederek, Fatih’e yerleşti. Hüsanbey Mahallesi’nde bulunan Akşemseddin İlkokulu’nda, ilköğretimini tamamlayarak, Sinanağa Mahallesi’ndeki Gelenbevi Ortaokulu’na kaydoldu. İlkokul tahsili esnasında babasından, temel İslâmi dersler aldı ve Kur’an-ı Kerim’i öğrendi. Gelenbevi Ortaokulu 2. sınıfa geçtikten sonra, okula devam etmek istemez. Babasının bütün ısrar ve teşvikine rağmen, okulu bırakır.
Metin, İslâmi mücadeleye ilkokul yıllarında başlar. İlkokul 4-5. sınıflardayken küçük kardeşleri Nedim ve Müfit ile birlikte, tebliğ çalışmalarına başlar. Hatta bu çalışmalarına, bir teşkilat adı vermeyi tasarlar ve İslâm Cemiyeti isminde karar kılar. Ortaokulu terk eden Metin, Türkiye genelindeki İslâmi hareketlerle tanışmaya başlar. Hatta başka grupların çalışmalarını yakın takibe alır.

PUSUYA DÜŞÜRDÜLER
Metin, şehid olmadan önce, bir defa da solcular tarafından, kurşunla vurularak yaralanmıştı. Bu olay, 26 Ekim 1977 tarihinde, Fatih-Çarşamba semtindeki Darüşşafaka Lisesi önünde meydana gelmişti. Metin ile birlikte Ömer, Osman ve Muzaffer ismindeki arkadaşları, 8 komünist tarafından, pusuya düşürülürler. Bu pusuda diğer arkadaşları birer; Metin ise ikisi midesine birisi diz kapağına olmak üzere, 3 kurşun yarası alır. Vakıf Gureba Hastanesi’nde yapılan müdahale sonrasında iyileşir. Hastanenin 3. katındaki odasında, 7 gün kadar tedavi edildiği sırada, defalarca ziyaret edip, yanında refakatçi olarak kalmıştım. Doktorların tüm ısrarlarına rağmen, daha fazla kalmadan bir haftada hastaneden çıktı. Bu hadise Metin’i daha da biledi ve çalışmalarını genişletmesine vesile oldu. O, artık Türkiye Müslümanlarının yiğit bir evladından ziyade, bir can simidi olmuştu. Nerede dara düşen bir Müslüman varsa, Metin imdadına yetişmektedir. Bugün İstanbul’un bir semtinde, yarın Ankara’da, diğer bir gün Adıyaman’da Müslümanların dertlerine derman olmaya çalışırken, İslâmi Tebliği de ihmal etmez.

ENGELLEMEYE ÇALIŞTILAR
Uluslararası emperyalizmin uzantıları, Metin’in çalışmalarını engellemeye çalışmakta, fakat bunu bir türlü becerememektedirler. Fatih Camii çevresi ve bölge, o günlerin tabiriyle “kurtarılmış bölge”dir.
Özellikle o günün kavmiyetçileri, Fatih bölgesi üzerine, kendilerine göre hesap yapmaktadırlar. Bunu, zaman zaman yaptıkları eylemlerle de mütedeyyin insanlara hissettirirler. Metin, bütün bunlara; elinde onları bölgeden tamamen uzaklaştırıp, bölgeye hiç sokmama gibi bir imkânı olmasına rağmen; bölgede ikamet etmelerine ses çıkarmamıştır. Bu hakikati, O’nu şehid edenler ve o günlerde Fatih çevresinde oturan kavmiyetçiler, çok iyi hatırlarlar.
Metin’in kavmiyetçilere gösterdiği yumuşaklık, İslâmi hassasiyetinden kaynaklanmaktaydı. Bunun en canlı misali de, Metin’i vuran iki kişiden biri olan ve o günlerde Fatih İlçesi Sinanağa Mahallesi’nde bulunan Nevşehir Yurdu’nun Müdürlüğü’nü yapan kişiyi, bir gece yarısı saat 23.00 - 24.00 sularında Fatih Camii Avlusu’nda, silahlı olarak yakalaması ve “Cami Avlusu’nda silahla dolaşmayacaksınız demedik mi? Bir daha, buralarda silahla dolaşırsan, senin için hiç de iyi olmaz” diye, ikaz edip, silahını da geri vererek göndermesidir. 
Metin Yüksel, Türkiye İslâmi hareketine yön verdiği ve güç kattığı gibi, dünyadaki İslâmi hareketlerin de Türkiye’de sözcülüğünü yapmakta ve Türkiye’de o hareketlerin tanınması için gayret sarf etmekteydi. 1976 yılında yayın hayatına başlayan ve özellikle Filipin, Eritre, Keşmir ve Filistin gibi İslâmi mücadelenin yoğun olarak yaşandığı bölgelerden bilgi ve resim veren Gölge Dergisi’ni, haftalık yayınlanan Şura ve Tevhid gazetelerini; İstanbul’da insanların yoğun olarak bulunduğu çeşitli semtlerde, caddelerde ve duraklarda tanıtma çalışmaları yapardı. Bu tür çalışmaları zaman zaman Anadolu’ya geçerek; Ankara, Konya, Sivas, Adıyaman vb. şehirlerde de yerine getirir, bu dergi ve gazetelerin tanıtımını yapardı.
1977 yılının ortalarına gelindiğinde, İran’da yoğunluk kazanan İslâm devrimi gösterilerini yakından takibe aldı. İstanbul’da üniversitelerde okuyan İran’lı Müslüman talebelerle tanışıp; İran’daki devrim hakkında bilgiler ve broşürler temin edip; dönemin gür sesi olan Şura, daha sonraki yıllarda Tevhid gazetelerini bilgilendirdi. Böylece İran İslâm İnkılabı’nın Türkiye’de doğru anlaşılmasını sağlamış oldu. Hatta bu yüzden, o günlerde, İslâmi çevrelerin tepkisi çekmişti. İran’daki halkın çoğunluğunun Şiî olmasından dolayı, bu harekete önceleri olumlu bakılmadı. Metin ve arkadaşlarının yaptığı ısrarlı çalışmalar sayesinde ve özellikle de Şura daha sonra da Tevhid gazetelerinin yayınlarıyla, İslâm İnkılabı hareketi ve önderi İmam Humeyni’nin doğru algılanılmasını sağladı. İşte bu yüzden, bazı çevrelerce “5. mezhep oldu, Şiî oldu” ithamlarına maruz kaldı. Fakat O, bu tür itham ve karalamalara rağmen, doğru bildiği yoldan ayrılmadı. Cihanşümul İslâm Kardeşliği anlayışıyla ve ümmet bilinciyle, çalışmalarına devam etti.

CAMİ AVLUSUNDA ŞEHİD OLDU
23 Şubat 1979 gününe gelindiğinde, kavmiyetçiler Fatih Camii avlusunda bir komplo kurarlar. Maksatları Akıncıları-İslâmcıları sindirip, bölgeyi hakimiyetleri altına almak. Bunun için de, o günlerde İstanbul’daki en seçme adamlarını getirip, cami avlusunda ve çevresinde konuşlandırırlar. Cuma Namazı çıkışında da, kurdukları pusuyla, rabbimizin bir tecellisi olarak Metin Yüksel’i şehid ettiler.
Kutlu şehidimizin cenaze namazına, yurdun dört bir tarafından katılım olmuştu. Fatih Camii’ni çevreleyen avlunun her tarafını cemaat kaplamıştı. Şehadetinin 3. gününde kılınan cenaze namazına katılan ve Fatih Haydar semtinde oturan yaşlı bir amcamız, cenaze namazını kılan kalabalığı tarif için şöyle diyordu: “Ben çocukluğumdan beri Fatih’te oturuyorum. Fatih Camii’nde birçok cenaze namazı kıldım. Rahmetli Fevzi Çakmak’ın cenazesinde bile bu kadar büyük bir kalabalık olmamıştı.” Cenaze namazı kılındıktan sonra, tabut omuzlara alındı. Avludan çıkıp merdivenlerden Fevzi Paşa Caddesi’ne inildi. Malta kavşağına gelindiğinde, asker ve polis yetkilileri, tabutun cenaze arabasına konulmasını istediler. Metin’in dostları bunu kabul etmedi ve cenaze omuzlarda taşınarak yola devam edildi. O günlerde İstanbul’da ‘Sıkı Yönetim’ vardı. Sokaklar ve caddelerin güvenliği, askerler tarafından sağlanıyordu. Fevzi Paşa Caddesi’nin her iki tarafında 2-3 m. arayla, asker sıralanmıştı. Daha sonra görüldü ki; bu kuşatma, Edirnekapı Şehidliği’nin oraya kadar sürüyordu.

BİNLERCE KİŞİ UĞURLADI
Metin’in tabutu, omuzlarda tekbirler eşliğinde Fatih Fevzi Paşa Caddesi’nden Edirnekapı’ya doğru yürüyordu.
Yavuz Selim kavşağına gelindiğinde, asker ve polis yetkilileri, tabutun cenaze arabasına konulması hususunda çok ısrarcı oldular.
Tartışma sırasında, ufak tefek itişmeler yaşandı. Süleyman Kara, Ömer Yorulmaz ve bizler, cemaatin güvenliğini düşünerek, yetkililerin teklifini kabul etmek zorunda kaldık.
Tabutu, cenaze arabasına koyduk. Fakat şoförü, çok yavaş gitmesi konusunda uyardık ve ikna ettik.
Çok yavaş, neredeyse hızlı bir yürüyüş kadar gitmesini ve kalabalığın tekbirlerle cenazeyi takip etmesini sağladık. Bu yavaşlıkta, Edirnekapı’ya geldik. Edirnekapı’daki Necatibey Şehidliği denilen mevkideki mezarına, cenazeyi getirdik.
Ben, Burhan Albayrak, Bahattin Bilici, Necmi Şadoğlu ve isimlerini şimdi hatırlayamadığım toplam 7 kişiyle, kabrini, öğleden önce kazıp hazırlamıştık. Öyle sıradan bir kabir kazma olmadı. Arkadaşların hepsine, abdest almalarını tavsiye etmiştim. Bu 7 kişi, sırayla her kazma ve kürek sallamada tekbir getirerek, mezarı hazırladık...
İşte böyle, kutlu şehidimiz, vurulduğunun 3. gününde, onbinlerce insanın katılımıyla eda edilen cenaze namazı sonrası; Metin Yüksel’in hayatına yaraşır bir miting-yürüyüşle, İstanbul Edirnekapı’daki Necatibey Şehidliği’ne defnedildi.
Metin Yüksel’in şehid edilmesinden sonra, her 23 Şubat günü Fatih Camii Avlusu’ndaki şehid edildiği yerde ve mezarı başında anma merasimleri tertiblenmektedir.
Bu merasimler 80’li yılların ilk başlarında, 20-25 kişilik mütevazi gruplarla yapılmaktaydı. Özellikle 90’lı yılların başlarından itibaren, yüzlerce, hatta binlerce insanın katılımıyla yapılmaya devam etmektedir.
Bu minvalde 1980’li yılların ikinci yarısından sonra, her Şubat ayının son haftası ‘Şehidler Haftası’, Şubat ayının son Cuma günü ise ‘Şehidler Günü’ olarak kutlanmaya başlandı.
Özellikle 1990’lı yılların başlarından itibaren ve hâlen; Türkiye’nin bir çok ilinde ve kazasında Şehidler Günü etkinlikleri, değişik İslâmi çevreler tarafından kutlanmaktadır.
Ne mutlu şehadet özlemi çekenlere...

Gelenbevi Ortaokulu’nda
Metin, dokuz yaşındayken, ailesiyle birlikte İstanbul’a göç ederek, Fatih’e yerleşti. Hüsanbey Mahallesi’nde bulunan Akşemseddin İlkokulu’nda, ilköğretimini tamamlayarak, Sinanağa Mahallesi’ndeki Gelenbevi Ortaokulu’na kaydoldu. İlkokul tahsili esnasında babasından, temel İslâmi dersler aldı ve Kur’an-ı Kerim’i öğrendi. Gelenbevi Ortaokulu 2. sınıfa geçtikten sonra, okula devam etmek istemedi. Babasının bütün ısrar ve teşviğine rağmen, okulu bıraktı.

Akıncılar, ilk kez dispanser açtılar
Siz okuyucularımıza, Metin Yüksel ile yaşadığımız birkaç olayı anlatmak istiyorum: Metin, çok ileri görüşlü birisiydi. Yaşadığı dönemin 5-10 yıl sonrasını görebilecek bir ufka sahipti. Bunun en bariz örneği olarak Fatih Akıncılar Derneği’nin, Haydar semtindeki binasında açtığı dispanserdir. Müslüman Türkiye halkının, en önemli ihtiyaçlarından birisi, sağlıktır. Halkın bu problemine çözüm getirmek için, bir şeyler yapmak gerekiyordu. Metin, Vakıf Gureba Hastanesi Başhekimi olan Dr. Mazhar Özman Bey ile bu mevzûu istişare eder ve ondan yardımcı olmasını rica eder. Dr. Mazhar Bey’in de kendisine yardımcı olacağını söz vermesi üzerine, son sürat işe giriştik. Fatih Camii’nin etrafındaki Vakıflar Yurdu’nun revirinde bulunan, iki hasta muayene yatağından birisini alarak, işe hızla koyulduk. Derneğin girişinde, soldaki bölümün üst katını düzenlemeye başladık. Muayene odasında bulunması gereken asgari malzemeyi temin ederek, her şeyi hazır hâle getirdik. Fatih Akıncılar Dispanseri’nin açıldığını ve şimdilik sadece çocukların muayene edilebileceğini duyuran bir afiş bastırdık. Fatih’in her tarafına, bilhassa fakirlerin çok olduğu bölgelere, bu afişleri astık. Haftanın Salı ve Cumartesi günleri olmak üzere, iki günü, ücretsiz muayene yapılmaktadır. Vakıf Guraba Hastanesi’nde görevli doktorlar, muayenelere gönüllü ve ücretsiz yapmaktadırlar. Doktorların yazabilecekleri muhtemel ilaçları da, bölgedeki eczanelerden parasız toplar ve hastalara da ücretsiz dağıtırdık. Dispanser, bu şekilde 3-4 ay kadar çalıştı. Metin Yüksel’in, bağımsız çalışması hoşuna gitmeyen bazı çevreler, bu çalışmayı baltaladılar. Vakıf Gureba Hastanesi’nden gelen doktorlar, gelmez olur. Dr. Mazhar Bey’e gider ve doktorların devam etmesi için konuşur ve maalesef bunu sağlayamaz. Böylece bu güzel çalışma, Metin’in bağımsız çalışmasını istemeyenler tarafından baltalanmış oldu.

Yeni bir tebliğ metodu: Duvar Gazetesi
Metin Yüksel ile beraber, Ömer Yorulmaz’ın cezaevinden çıkışı sebebiyle, ailesine geçmiş olsun demek için, Kayseri’deyiz. Buraya geldiğimizde Kayseri Akıncılar Derneği Başkanı Ali Osman Başkurt’la ve diğer yöneticilerle tanışıp görüştükten sonra; ilk iş olarak hemen o gece Kayseri’nin önemli merkezi yerlerini, o zamanki sloganlarla donattık. Kayseri Kalesi’nin bir kaç yerine de çok büyük, iki üç tane AK GENÇ yazıları yazdık ki, bu yazıları ertesi sabah gören Kayserililer’in çok şaşırdıklarını, bazı esnaf arkadaşlardan öğrendik.  Kayseri’ye geldiğimizin ikinci günü, o zamanlar bildiğimiz kadarıyla, Türkiye’de İmam Hatip Liseleri’nde sadece Kayseri’dekinde kızlar okumaktadır. Okul Müdürü, kız öğrencilerin, Kur’an-ı Kerim dersleri hariç, derslerde başörtüsü takmalarını yasaklar. Metin bunu duyunca, hemen Kayseri Akıncılar teşkilatı ve Kayseri Yüksek İslam Talebe Federasyonu temsilciliğiyle istişare ederek; Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü’nü boykota sevkettik. Yüksek İslâm talebeleri ve halkın katılımı ile Düvenönü’nden yürüyüşe geçildi. İmam Hatip Lisesi önüne, polis büyük tertibat almıştır. Kalabalık burada da sloganlar atarak olayı protesto etti ve herhangi bir olay olmadan dağıldı. Metin, arkadaşlarını oradan Kapalıçarşı’ya getirdi ve orada da halkı olaydan haberdar eden konuşmalar yaptı. Ertesi gün, kendi aramızdaki istişareye göre herkes, bir camiye giderek; öğle namazından sonra, cemaata olayı anlatan kısa konuşmalar yaparak, kamuoyu oluşturuldu. Kayseri’de halkın tansiyonu birden yükselmişti. Sivil polisler etrafta cirit atmaktaydı.
Metin, Kayseri’ye geldiğimiz ilk günlerde, İstanbul Fatih’te yaptığı gibi bir, Duvar Gazetesi yaparak, o yıllarda, Ali Hasetçi isimli Milli Boksör’ün büfesinin hemen yanına çıkararak değişik bir tebliğ usulü uyguluyordu. Akşamları bu duvar gazetesi, o zaman Müslüman öğrencilerin kaldığı bir yurda götürülüp, sabah tekrar getiriliyordu. Biz döndüğümüzün 3-4 gün sonrasında, polis Müslüman öğrencilerin kaldığı tarihi yurt binasına ve Akıncılar Derneği’ne baskınlar yapar. Yurtta Metin’in hazırladığı Duvar Gazetesi’nden başka bir şey bulamaz. Hürriyet gazetesi, duvar gazetesinin resmini “Kayseri'de Humeyni afişleri ele geçti” başlığı ile haber yaptı.

 

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !