`Olmayan laikliği korumaya çalışıyorlar`
Olmayan laikliği koruma sloganıyla sokağa çıktılar. Biraz önce söylediğim gibi gerçek amaçları afişe ettiklerinden farklıydı. Laikliği koruma söylemiyle asıl 80 yıllık, 100 yıllık statülerini, ayrıcalıklarını, `iktidarlarını` korumak için sokağa çıktılar...
Fikret Başkaya'dan yaşadığımız günleri anlamak için kılavuz gibi bir ropörtaj. İşte röportajdan bazı başlıklar: Ulusalcılar radikal Atatürkçülerdir. CHP tipik bir siyasi parti değil. Hedefleri 1930 modelini ihya etmek. Anti emperyalizm, yabancı düşmanlığı değil.
Ülkemizin yetiştirdiği önde gelen entelektüellerinden biri olan Dr. Firkat Başkaya, ezberi bozan kitapları, makaleleri ve yazılarıyla tanınıyor. Fikret Başkaya, Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi iken Paradigmanın İflası adlı kitabından dolayı Terörle Mücadele Yasası'na muhalefetten 20 ay hapis cezasına çarptırıldı. Haymana Kapalı Cezaevi'nde cezasını çekti. 20'ye yakın eseri olan Fikret Başkaya, kendi özveri ve çabalarıyla kurduğu Türkiye ve Ortadoğu Forumu Vakfı'nın (Özgür Üniversite) kurucusu ve başkanıdır. Halen bu görevini yürütmektedir. Bu kuruluşta gönüllü olarak ders vermektedir. Fikret Başkaya, birbirinden çarpıcı analizler yaptı. İşte o çarpıcı analizler:
Röportajın Birinci Bölümü:
Türkiye'deki sivil toplum kuruluşlarına gerçek manada sivil toplum örgütleri diyebilir miyiz?
Şimdi tabii belki istisnalar vardır ama asla diyemeyiz. Şunun için diyemeyiz: sivil toplum söylemi emperyalizm tarafından, küresel kapitalizm tarafından, olup bitenlerin üstünü örtmek veya sorunlar çözülüyor, çözülecek izlenimi yaratmak amacıyla araçlaştırılmış yapılar... İşte dernekler, vakıflar, bir dizi enformal oluşumlar, vb. şeylerin gerçeğini gözlerden uzaklaştırmak, yanılsama yaratmak, toplumu depolitize etmek amacıyla devletler ve sermaye tarafından araçlaştırılıyorlar. Bunların misyonu, 'işler yolunda gidiyor' yanılsaması yaratmak, kitleleri aldatmaktır. Zaten bunların taşı yerinden oynatmaları mümkün de değil. İşlevleri kitleleri aldatmak, oyalamak olduğuna göre...
İktidarlar bir takım ekonomik, sosyal politik kararlar alıyorlar. Yaptıklarını ve yapmak istemediklerini meşrulaştırıp- kabullendirmek için de güya sivil toplum kuruluşları denilen, içi boş kabuk olan kurumların fikrini alıyor görünüyorlar. Bir tür katılım var, temsil var izlenimi yaratılıyor... Bunların çoğu zaten bilinen anlamda sivil toplum örgütü bile değil. Ya devlet ya da sermaye tarafından kurduruluyorlar ya da var olanlar sermayenin desteğiyle varlığını sürdürüyor... Biliyorsun finanse eden yönetir diye bir kural vardır... Netice itibariyle sivil toplum örgütleri [STK] söyleminin bir tuzak olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir. Elbette gerçekten egemenliğin hizmetinde olmayan kuruluşlar da var ama onlar istisnadır. Gerçek sivil toplum örgütlerinin çoğalması ve güçlenmesi büyük önem taşıyor...
Cumhuriyet Mitingleri 'Memleketin Sahibi'nin Aracıydı
O zaman şöyle soralım: Cumhuriyet mitinglerine halkın bağrında kopan sivil toplum hareketi, 'dipten gelen' bir dalga diyebilir miyiz?
Tamamen yukarıdan aşağı doğru örgütlenmiş mitinglerdi onlar. Dolayısıyla 'dipten gelen' dalgayla bir ilgisi yoktu. Merkezi olarak planlı bir şekilde örgütlenmiş mitinglerdi. Türkiye'nin kaderini uzun yıllardır elinde tutan odakların, kendilerini oldum olası memleketin sahibi olarak görenlerin araçlaştırdığı bir şeydi. Dolayısıyla söz konusu mitingleri sivil toplum tepkisi, bir sivil toplum eylemi olarak görmek asla mümkün değil.
Bu mitingler sanıldığı gibi AKP'ye karşı mı yapıldı?
Evet görünen o... Olmayan laikliği koruma sloganıyla sokağa çıktılar. Biraz önce söylediğim gibi gerçek amaçları afişe ettiklerinden farklıydı. Laikliği koruma söylemiyle asıl 80 yıllık, 100 yıllık statülerini, ayrıcalıklarını, 'iktidarlarını' korumak için sokağa çıktılar...
TC Bir Hükümet Darbesiyle Kuruldu
Türkiye laik bir ülke değil mi?
Elbette laik değil ama öyle güçlü bir söylem var? Cumhuriyet mitingcilerinin “Türkiye laiktir laik kalacak” diyeceklerine: Devlet dinden elini çeksin demeleri gerekirdi. TC 1923'te bir darbeyle, bir hükümet darbesiyle kuruldu. Dolayısıyla toplumsal yapıda herhangi bir dönüşüm, emekçi-yoksul çoğunluk lehine küçük de olsa bir değişiklik, bir dönüşüm söz konusu değildi. Biliyorsun adı üstünde darbeler yeni birşey yapmak için yapılmaz. Var olanı sürdürmek için yapılır. Esasa ait bir değişiklik olmaz. Darbe eski olanın belki yeni retorikle devamıdır. Sadece aracın direksiyonundakinin değişmesidir ama hem araç aynıdır, hem de istikâmet aynıdır. Sadece üst düzey personelde sınırlı bir değişikliktir söz konusu olan. Söylediklerimin ne demeye geldiğini anlamak için 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat 1987 darbelerine bakmak yeter... Darbe var olanı değiştirmek için yapılmaz onu restore etmek yani onu yaşatmak, aracı yağlamak için yapılır...
Dolayısıyla 1923 de Cumhuriyetin kurulması tipik bir darbedir. Bildiğin darbedir yani. Şimdi darbeyle kurulunca, rejimin toplumsal yapıya dokunması mümkün olmazdı ve olmadı. Yani toplumsal yapıda hiçbir şeyi değiştirmiyor o zaman ne oluyor? O zaman bunun kitlelerin bilincinde yanılsama yaratacak bir egemen ideoloji oluşturma yeteneği de olmuyor. İşte açığı da resmi ideolojiyle doldurmak zorunda kaldılar ve görülmemiş derecede 'köşeli', 'bağnaz' bir resmi ideoloji oluşturdular. Biliyorsun böyle bir ideolojinin kitlelerin bilincinde yanılsama yaratma, aldatma yeteneği çok zayıftır. Oradaki boşluk da devletin baskıcı niteliğiyle dolduruldu...Yani çıplak şiddete başvurmadan yönetemediler.... Dini araçlaştırmalarının ve bir iktidar aracı olarak kullanmalarının nedenlerinden biri söz konusu ideoloji açığını kapatmakla ilgilidir... Dini araçlaştırmaya mecburdular ve araçlaştırdılar... Eğer resmi ideolojinin ve resmi tarihin dışına çıkmayı başarırsan, şeyler bambaşka görünecektir. Eğer perspektifi değiştirirsen önünde yeni ufuklar açılır... Dolayısıyla din baştan beri kullanılıyor. Yani din şimdi de kullanılıyor. İki taraf da dini kullandı, kullanıyor. Bir de güdümlü hareketlerle ilgili bir sorun var tabii. Güdümlü hareketler işin içine insan iradesinin girmesinden ötürü, bazen öngörülen, 'tanınan' sınırı aşabilir. Ruhları çağıranlar onu geri göndermeyi başaramayabilirler... Mitingler AKP'ye karşı yapıldı ama bir boumerang etkisi yaratması sürpriz değildi.
Ulusalcılar Radikal Atatürkçülerden Oluşuyor
Son dönemde ulusalcılık söylemi giderek ivme kazandı. Ölmek, öldürmekten bahsediliyor. Türkiye'de neler oluyor?
Senin ulusalcılık dediğin milliyetçilik…
Milliyetçilikten farklı, milliyetçiler ulusalcı söylemi kabul etmiyor…
Elbette kabul etmezler. Ulasalcılar farklı kökenden. Ulasalcılar radikal Atatürkçüler. Onların Ülkücülerden farklı bir söylem geliştirmeleri anlaşılır birşey. 80 öncesinde milliyetçiliğin sahibi ülkücü hareketti, MHP çevresiydi. O kavramı birincisi bu yüzden kullanmadılar, ikincisi farklı bir söylem olmadan yanılsama yaratmaları zor. O zaman 'ulusalcılığı' keşfettiler. Söz konusu olan ideolojik bir manipülasyondur. Milliyetçilik Arapça, ulusalcılık Türkçe, aralarındaki yegane fark o kadar... Kendilerine ulusalcı diyenlerin bir kıymet-i harbiyesi yok. Daha çok iktidarı aşınan ve memleketin sahipleri cephesinin çıkarlarını temsil ediyorlar... Yeni ve farklı bir çözümü temsil etmeleri, mevcut yapıya bir alternatif oluşturmaları mümkün değil. Anti- emperyalist olduklarını söylüyorlar ama kapitalizmi ağızlarına almıyorlar. Kapitalizme karşı olmadan asla anti-emperyalist olunamaz. Onlar kendi komprador burjuvalarını, büyük sermayeyi dışa karşı savunmayı anti-emperyalistlik sanıyorlar... Mesela bir devlet işletmesi özelleştirildiğinde eğer satın alan Türk'se onu alkışlıyorlar. Oysa sermayenin ne kadarının kimin olduğu hem belli değildir hem de önemsizdir. Zira sermayenin vatanı yoktur. Önemli olan kapitalizmi hedef alıp almamaktır. Her kim ki, tutarlı ve kararlı anti-kapitalist değildir, anti-emperyalizmi ağzına alamaz. Boşuna her söz her ağıza yakışmaz denmemiştir...
Toplumsal gerilimi neden tırmandırmak istiyorlar?
Tabii onlar o şekilde ifade etmeyecektir ama işte devlet tehlikede, işte vatan tehlikede, işte bölünüyoruz, parçalanıyoruz... Elbette birilerinin öyle kaygıları olabilir, birilerinin öyle hesapları da olabilir öyle bir takım projeleri de olabilir ama sen Türkiye'nin emperyalizmle olan ilişkilerini ciddi bir şekilde sorgulamak zorundasın. Kapitalizme karşı çıkmadan emperyalizme karşı çıkamazsın. Halbuki onlar kendi komprador burjuvazilerini başka burjuvazilere karşı korumak gibi bir tutarsızlık sergiliyorlar dolayısıyla onların bu yapıya alternatif olma, bir çözümü temsil etme yetenekleri yok.
Hedefleri 1930 Modelini İhya Etmek
Birilerine mi hizmet ediyorlar?
Yok yok öyle değil, o anlamda değil. Anti emperyalizmi yabancı düşmanlığı sanıyorlar. Milli burjuvazi diye birşeyin varolduğuna inanıyorlar. Oysa gerçek dünyada öyle birşey yok. Olmasının da bir kıymet-i harbiyesi yoktur. “Biz anti emperyalistiz” diyorlar da kapitalizmin esamesi okunmuyor... Sermayenin vatanı, paranın kokusu yoktur denmiştir...
Ortada bir rant kavgası mı var?
İktidar kavgası var tabii onun sonucunda rant var ama öncelikle iktidar kavgası var. İşte 1908'den beri gelen bir ekip var. işte bunların bir kısmı orduda, bir kısmı “sivil bürokraside” bir kısmı, yargıda, bir kısmı işte başka kurumlarda, medyada vb. Bunlar 1930'ları, 1930 modelini ihya etmek gibi bir hezeyan içindeler ama bunu yapmaları mümkün değil çünkü köprülerin altından çok su akmış durumda. Bu odak veya odaklar bugünün sorunlarına eskiye ait yöntemlerle çözümler bulunabileceği yanılsaması içindeler. Oysa bu güne ait sorunları düne ait yöntem ve araçlarla çözmek mümkün değildir. Bu bakımdan bir yerde Politik [Siyasal] İslamcılarla buluşuyorlar. Onlar da sorunların çözümünü 9'uncu yüzyılın gerisinde arıyorlar... Oysa tarihte geriye dönüş yoktur. Sen 40 yaşındaki adama 8 yaşındaki çocuğun ceketini giydiremezsin. Dolayısıyla bu bakımdan Ulusalcılarla Politik İslamcılar arasında tuhaf bir ortaklık var.
CHP Tipik Bir Siyasi Parti Değil
Ülkede bir ilk gerçekleşti. İlk defa asker ve CHP arasında ipler bu derecede koptu. Genelkurmay'ın Baykal ve Bahçeli'ye verdiği muhtırayı nasıl yorumluyorsunuz?
Şimdi tabii CHP'yle ordunun ortaklığı çok eskilere dayanan bir şey, o kadar eskiye gidiyor ki 1908'e kadar götürebilirsin onu. Fakat en azından Milli Mücadele dönemine kadar gerilere giden bir ortaklık söz konusu. Sanıyorum son dönemde CHP, rejimin tamamen kompradorlaşmış olduğunu iyi göremedi ve eski yöntem ve araçlarla yoluna devam edeceğini sanıyor. Halbuki köprülerin altından çok su akmıştı. Artık rejim tamamen kompradorlaşmış bir rejim. Amerika'nın etkisi Türkiye'nin tarihinde görülmemiş kadar fazla, yani Amerika'nın rejim üzerindeki etkisi belki Türkiye'nin tarihinde hiç bu kadar yoğun, açık ve belirleyici olmamıştı. Tabii orduya gelince ordu da biliyorsun bir NATO ordusudur. NATO, başkomutanı Amerikalı bir general olan askeri bir pakt. Tabii yani ordu da Amerikancı, AKP'de Amerikancı şimdi tabii bunların uzlaşması çok şaşırtıcı değil. Zaten iki tarafa da Amerika'nın baskısı var. Hem orduya baskısı var hem hükümete baskısı var. Amerikalılar bu ikisini böyle bir temelde uzlaştırdı. Bu durumu kavramakta yaya kaldığı için CHP Türbanla ilgili Anayasa değişikliklerinde. vb. ordudan farklı bir tepki bekliyordu. CHP zaten tipik siyasi parti değildir. Hiçbir zaman da olmamıştır. Devletin bir parçasıdır. O yüzden pazara geldiklerinde Pazar çoktan dağılmıştı...
AKP ve ordu arsındaki bu uzlaşma böyle devam edip gider mi?
Şimdilik gider tabii ama uzun vadede ne olur onu kestirmek zor.
Orduda neler değişti ki?
Belki şöyle söylemek daha uygun: Toplumdaki genel değişim, başta ABD ve ikinci derecede de AB'nin baskısı ve etkisi arttıkça bunun rejimin kurumlarını kapsaması anlaşılır birşey. Fakat aralarındaki çelişkiyi de abartmamak gerekir. Herşeye rağmen egemenler blokunun bileşenleri...
Amerikan derken, tam açıklayabilir misiniz?
Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi'nde, (BOP) Türkiye'ye önemli roller düştüğü kesin. Tabii bu rol hem hükümete düşüyor hem orduya düşüyor. Bu da hem hükümetin hem de ordunun ABD ilişkilerinde yeni bir sayfa açıldığını, yeni bir döneme girildiğini söylemek mümkün. O zaman da ABD ordunun hükümetle iyi geçinmesini istiyor. Bu durum ABD'nin yeni jeostratejik, jeopolitik tercihinden bağımsız değil. Orduyla hükümet arasında sürtüşmenin sürdüğü bir ortamda ABD'nin Türkiye'den istedikerini alması zorlaşır.
(Röportaj: Erol Metin/Aktifhaber)