29-04-2008 11:02

`Hadisleri toptan kabul de, toptan red de yanlıştır`

`Rivayetleri ne taklit mantığıyla tetkik etmeden körü körüne kabul etmeli, ne de basite indirgeyen bir yaklaşımla onları yok saymalıyız. Mutedil ve tenkitçi usulü benimsemek daha doğru olacaktır.`

`Hadisleri toptan kabul de, toptan red de yanlıştır`

Özgür-der Çorum Şubesi, alternatif eğitim seminerlerinin 2007-2008 dönemine ait son programını gerçekleştirdi. “Hadise Yaklaşımda Usül” başlıklı seminer Bülent Gökgöz tarafından sunuldu.

 

Gökgöz bugün İslam dünyasının içinde bulunduğu atalet ve acziyetin ortaya çıkmasında İslam dışı birtakım telakkilerin Müslümanlar arasında yayılmasının etkisi olduğunu belirterek, "Özellikle Hz.Peygamber'in vefatıyla ve fetih hareketlerinin hız kazanmasıyla genişleyen İslam topraklarının Kur’an dışı farklı inanç şekilleriyle tanışması ve yeterince İslami bilince erişmemiş kitleler içerisinde kabul görmesi ciddi kırılmalara sebep vermiştir. Hicri 2. yüzyıla gelindiğinde gerek siyasi-ideolojik tartışmaların gerekse de kitlelerin karşılaştıkları sorunlarla ilgili çözüm arayışları neticesinde rivayet kültürüne yönelik eğilimler hız kazandı. Bu yüzyılda mevcut rivayetlerin derlenmeye başladığı yıllardı. Özellikle Ehl-i Hadis uleması nasslarla hayat arasındaki bağlantıyı, aklı ikinci plana iterek rivayetler üzerinden sağlamaya yönelik tutucu bir çizgi seyretti. Bu çizgilerinden ötürü de Ehl-i Rey ile ciddi tartışmalar ve çekişmeler yaşandı. Süreç içerisinde kısmen şekillenmeye başlayan klasik hadis usulünün de temelleri bu yıllarda  oluşmaya başladı. Ancak günümüze kadar uzanan  mevcut klasik hadis usulü hem Şafii çizgisi hem de isnad ağırlıklı bir çizgi üzerine oturdu. Metin tenkidinin çok cılız hatta yok denecek kadar arka planda kaldığı ve senet tenkidinin teorik olarak ön planda olduğu bir usül oluştu." diye konuştu.

 

Gökgöz şöyle devam etti: "Uygulama itibariyle Ehl-i hadisin tanımladığı Sahabe, Adalet, Zapt, Mütevatirin Şartları, Sahih Hadis vb. kavramlar bu usulün temel terimlerini ve ilkelerini oluşturmakla beraber, bu terimler üzerinde çoğunlukla ulema arasında ittifak oluşmadığı da görülmektedir. Üstelik terimlerin uygulamaya yönelik bazı istismara açık yönleri de son derece keyfi uygulamalara sahne olmuştur. Ehl-i Hadis ulemasının salt hadis disipliniyle(nakille) uğraşması, kelam, fıkıh, edebiyat, astronomi, matematik, fen, coğrafya, felsefe gibi disiplinlere soğuk hatta dışlayıcı bir tavır takınmaları, onları eşya, hayat ile nasslar arasında  irtibat kurma noktasında yetersiz bırakmış kimi İsrailiyat-Mesihiyat gibi İslam dışı telakkilerin de bu yetersizlikten dolayı hadis, siyer, tarih vs. kaynaklarına sirayet etmesine sebep olmuştur.

 

Bugün gelinen nokta itibariyle sanki mevcut hadis usulünün en son nokta olduğu, kusursuz olduğu, geçmişteki ulemanın hadislerle ilgili her şeyi hallettiği gibi bir yanlış kanaat de bulunduğuna işaret eden Bülent Gökgöz, "Oysa Gerek hadis usulünün gerekse de hadis kaynaklarında ciddi oranda yeniden gözden geçirilmesi ve bu doğrultuda tenkitçi-eleştirel bakış açısıyla rivayetlerin ele alınması gerekmektedir. Ankara’da yapılan bir yüksek lisans tezinde Ankara Merkez Vaizlerinin yüzde 16 oranında Mevzu hadis kullandıkları ve sahih ile mevzu hadisi, ayet ile hadisi karıştırdıkları göz önünde bulundurulursa durumun vahameti daha iyi anlaşılacaktır. Mevcut hadis kaynakları incelendiğinde tek bir adet dahi mütevatir hadis olmadığı ve tamamının ahad kategorisinde olduğu, hatta Kütüb-i Sitte içerisinde Mütevatir olarak adlandırılan ancak sıhhati tartışmalı veya uydurma birçok rivayetin de maalesef yer aldığı görülecektir. Bununla birlikte kaynaklardaki rivayetler, ilk dönem Kur’an neslinin oluşması esnasında onların mücadeleleri hakkında bizlere ışık tutacak nitelikte bilgiler de içermesi açısından önemlidir. Kur’anın anlaşılmasında yardımcı unsur olan nüzul ortamı, Hz.Peygamber'in içtihatlarında gözettiği usüle dair ipuçları ve onların geliştirdikleri mücadele fıkhıyla ilgili de ciddi veriler bulunmaktadır. Bu açıdan rivayetleri ne taklit mantığıyla tetkik etmeden körü körüne kabul etmeli, ne de basite indirgeyen bir yaklaşımla onları yok saymalıyız. Mutedil ve tenkitçi usulü benimsemek daha doğru olacaktır.

 

YORUMLAR
  • a_orskaya   14-10-2008 09:16

    Allah'ın selamı üzerinize olsun. Öncelikle "hadis" olayını semineler ilgili yazıdan da tespitler yaparak doğru anlamalıyız. 1-Gerçekte hadis denilince; "sadece peygamber efendimizin söyledikleri"nin anlaşılması gerekirken, bugün bu deyimin içine; peygamberimizin, sahabenin, peygamberimiz zamanında yaşayanların, peygamberimizin yanındaki bu kimselerden duyan kimselerin aktardığı sözlerin hatta; sözlerin yanında davranışlarında girdiğini görmekteyiz. Yani hadis,sünnet birbirine karışmış bir şekilde hadis olarak bu günlere taşınmıştır. Bunun yanında bir de rivayetler vardır. Ancak bütün bunları ele aldığımızda; "doğruluğunu hiçbir zaman kesin olarak tespit edemeyeceğimiz, korunan bir kaynağa sahip olmadığını göreceğimiz, sahih diye hadis kitapları yazanların kitaplarındaki hadislere bakıp kabul ettiğimizde dinden bile çıkabileceğimiz durumların varlığına" şahit oluruz. O halde böyle şeylere gerek varmıdır diye düşündüğümüzde akıllı bir insansak eğer gerek olmadığı sonucunu çıkarmazmıyız? 2-Seminerle ilgili yazıya baktığımızda da; a) Hadis yazarlarının, aklı mantığı bir kenara bırakıp hadis nakilcilerinin, kendilerince bilinen dürüstlüğüne göre; sözlerininde doğru olacağı kanatına vararak bunlardan aktarılanları kitaplarına aldıkları, bu nedenle akıl arayanlarla ciddi çekişmeler yaşandığının kabul edildiğini görürüz. b) Bugün gelinen noktada hala hadislerle ilgili halledilmesi gereken sorunların olduğu ve "...Oysa Gerek hadis usulünün gerekse de hadis kaynaklarında ciddi oranda yeniden gözden geçirilmesi ve bu doğrultuda tenkitçi-eleştirel bakış açısıyla rivayetlerin ele alınması gerekmektedir..." şeklinde bir çözüm bulunduğu görülmektedir. c) Yine seminerde "...Mevcut hadis kaynakları incelendiğinde tek bir adet dahi mütevatir hadis olmadığı ve tamamının ahad kategorisinde olduğu, hatta Kütüb-i Sitte içerisinde Mütevatir olarak adlandırılan ancak sıhhati tartışmalı veya uydurma birçok rivayetin de maalesef yer aldığı görülecektir..." şeklinde tespitin yapıldığı görülmekte ve yine rivayetlerin ve "Kur’anın anlaşılmasında yardımcı unsur olan nüzul ortamı, Hz.Peygamber'in içtihatlarında gözettiği usüle dair ipuçları ve onların geliştirdikleri mücadele fıkhıyla ilgili de ciddi veriler bulunmaktadır." deyimiyle de diğer sebeblerin önemine değinilmiştir. Burada a,b,c şeklinde yapılan seminer tespitlerini kısaca; a) akıl ve mantıktan yoksun hadisleri (kaynağı ne kadar dürüst olursa olsun) yanlış olacağını bilip reddetmemiz gerekmezmi? b) Bugün gelinen noktada hadislerin tekrar ele alınmasına neden gerek olsunki? rivayetlerle neden uğraşılsınki? Müslümanların bunlarla uğraşacak kadar boş zamanı varmıdırki? Varsa kuranı öğrenmeye ayırması gerekmezmi, kuranla ilgili çalışma yapılması gerekmezmi? c)Kütübü sitte dahil hala mütevatir hadislerin ayrımının yapılamadığı kabul edilirken, neden yine de bunların mütevatir olanlarının tespiti ile uğraşılması önerilmektedirki? Bu defa diyelimki bizler mütevatiri bulmaya çalışırsak ve kendimize göre bir kaç mütevatir bulursak; bize göre mütevatir olan bu hadislerin gerçekte mütevatir olup olmadığını nasıl ispatlayacağız. Başkalarının bizim mütevatir dediğimiz hadise mütevatir demesini nasıl bekleyeceğiz? Ayrıca yine iddia edildiği gibi nüzul sebebini bilmemiz kuran için çok da gerekli bir şey değildir. Bu görüşe de katılmıyorum. Kuranın evrensellik ilkesini düşündüğümüzde ayetin indiği zamanda olan sebep başka zamanda ortadan kalkabilir, bu durumda bu ayetin önemi kalmayacakmıdır? Ya da o zamanda olmayan bir sebep sonradan ortaya çıkamazmı? İşte kuran olan ve olabilecek; yer ve zaman sınırı tanımayacak evrensel hükümlere sahiptir. Kaldıki kuranın kendisinde ayetlerin açıklaması olarak nüzul belirtilmez. Sadece insanların açıklaması olarak nüzule rastlarız. Sonuçlandıracak olursak; görüldüğü gibi bu konularla uğraşmak hem gereksiz hem de bulunan sonuçların hiçbir önem taşımayacak olması yüzünden değersizdir olmaktadır. Zaten bana göre; kötü niyetli olmadığınıu düşünsem dahi; Buhari,Tırmizi, müslim vb. hadis yazarlarının iyi birer deli olarak bırakın bir kuyuya bir taş atmalarını, kuyuyu (hadis şeklinde)taşla doldurduklarını görürüz. O halde bu kuyuya atılan taşları çıkarmayı düşünmenin dahi akıllının yapacağı işler olmadığı ortadadır. GELELİM ŞİMDİKİ DURUM TAHLİLİMİZE; Biz müslümanlar ne zaman aklımızı çalıştırıp doğruları bulacağız. Hadis, sahih hadis gibi çalışmalara neden gerek duyulur anlamıyorum. Eğer kötü niyet yoksa böyle bir çalışma en azından ya aklın çalıştırılmaması yada kuran anlamında "cahillik"ten kaynaklanır. Müslümanlar Allah'ın hadisi olan ve korunan kitap varken neden başka sözlere ihtiyaç duyarlar? Allah'ın sözü yeterlimi değildir yada yanlışmıdırki başka arayışlara gerek duyarlar. Allah'ın hadisi olan kuran her dönemde korunarak elimizde dururken, bununla yetinmeyen Buhari,müslim,tırmızi vb. hadis yazarlarınının müslümanlığından kuşkulanıyorum. Bu işlere harcadıkları çabayı, ayırdıkları zamanı kuranın anlatımına ayırsalardı bu gün müslümanların geldiği nokta çok farklı olurdu. Eğer bu kimseler iyi niyetli olsalardı en azından bu durumu öngörerek hadis yazmaya kalkışmazlardı. Bu nedenle artık; hadis,sünnet vb. şeylerin doğrularını aramaya (gerçi, aransa dahi doğruluğundan hiçbir zaman %100 emin olunamaz ama) çalışmak müslüman için en azından zaman kaybı demek olduğunu bilmeli, Yaşamımız için sadece ve sadece Kuranı tek kaynak olarak ele alıp yaşamalıyız. Hala hadis vb. arayışlara giden müslümanları şahsen, kötü niyetli kabul etmek istemiyorsam da cahilce davranmalarını veya aklını çalıştırıp sadece kuranla yetinmemelerini içime sindiremiyorum. Allah'tan hepimize aklımızı çalıştırmamızı ve doğruyu yaşamamızı nasip etmesini diliyorum.