Bir İslam Alimi: Muhammed Esed
Esed bu acıları ve ıstırapları insanların gerçeksiz, inançsız ve fasılasızca refah peşinde olmalarına bağladı. Eve döndüklerinde masada açık kalmış Kur’an’ı Kerim’i gördü. Gözü Tekâsür suresine ilişti.
Muhammed Esed, miladi 2 Temmuz 1900 yılında, o zaman Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun nüfuz alanında kalan şimdi ise Ukrayna’nın batı ucunu teşkil eden Doğu Galiçya'nın Lwow şehrinde, Yahudi bir ailenin üç çocuğun ortancası olarak dünyaya geldi. Baba tarafından dedesi Czemowitz'de, matematik ve fizikte uzmanlığı olan ve astronomiye de ilgisi bulunan satranç ustası bir hahamdı. Babası ise ailenin muhalefetine rağmen fen tahsili yapmak istiyordu. Fakat mali darlık ancak hukuk tahsili yapmasına ve avukat olmasına imkan vermiş ve evlendikten sonra Lwow'a yerleşmişti.
Esed, burada hem şehir hayatını hem de anne tarafından dedesinin malikanesinde köy hayatını yaşadı ve mutlu bir çocukluk geçirdi.
Babası gerçekleştiremediği fen tahsilinin ıstırabını bilimsel yayınları izleyerek hafifletmeye çalışıyor ve oğlunun kendi yapamadığını gerçekleştirmesini istiyordu. Ne yazık ki, Muhammed Esed matematik ve tabii bilimlerden sıkılıyor; Sienkiewicz’in heyecanlı tarihi romanlarını, Jules Verne’nin fantezilerini, Jomes Fenimore Cooper ve Karl May’ın Kızılderili hikayelerini ve Rilke’nin şiirleriyle, Nietzsche’nin çınlayan kodanslarını okumaktan sınırsız bir zevk alıyordu.
Esed de aile geleneğe uygun olarak evde özel öğretmenlerden İbrani dini irfanı üzerine köklü bir öğrenim gördü. On üç yaşlarında İbranice’yi su gibi okuyor ve akıcı bir dille konuşabiliyordu. Tevrat, Mişna, Gemara, Talmud okuyor ve Aramice de anlıyordu.
1914 yılı sonlarına doğru o sıralarda oturmakta oldukları Viyana'da, yaşı tutmadığı halde okuldan kaçarak gösterişli yapısına güvenerek başka bir isimle Avusturya ordusuna asker yazıldı. Fakat ailesi onu buldu ve geri getirdi. Dört yıl sonra ise normal yoldan asker olduysa da devrim patlak verince Avusturya İmparatorluğu çöktü ve savaş da sona erdi.
Savaştan sonra Viyana Üniversitesi’nde iki yıl sanat tarihi ve felsefe okudu. Fakat fikirsel durağanlığı kendine uygun bulmayan Esed, bu zihni ve ruhsal kargaşanın arasında üniversitedeki derslere devam etmeyip gazeteci olmaya karar verdi. Babası ile fikir ayrılığı anlaşmazlıkla sonuçlanınca, annesinin de ölümünden bir yıl sonra 1920'de Viyana'yı terk ederek Prag'a, oradan da Berlin'e gitti. Edebiyat çevrelerinde dolaştı, film yönetmeni asistanlığı, senaristlik yaptı.
1921 yılı sonbaharında “United Telegraph” adlı ajansta muhaberat servisinde telefon görevlisi olarak işe girdi. Bir süre sonra Berlin'e Rusya'daki sefalet için gizlice yardım toplamaya gelmiş olan Madam Gorki ile bir röportaj yapmaya ve bunu kimsenin haberi olmadan ajansının bültenlerine geçmeye muvaffak olunca, gerçek muhabirliğe geçti.
1922 yılında, Kudüs'te oturan küçük dayısı psikiyatrist Dorian'dan bir davet alınca, çoğu zamanki gibi anı bir kararla ajanstan ayrılıp, gemiyle Karadeniz üzerinden İskenderiye'ye, oradan da trenle Kudüs'e gitti. O yıl Kudüs'ten birçok gazeteyle yazışma sonucu Frankfurter Allgemeine Zeitung'un Yakın Doğu muhabiri oldu. Sonra Kahire'ye gitti.
1923 yazında tekrar Kudüs'e döndü. Muhtemelen o yıl siyonist önder Chaim Weizmann ile tartıştı ve siyonizme karşı çıktı. Siyonist idealleri temelsiz ve gayri ahlakî buluyordu. Amman'a gitti, Emir Abdullah ve danışmanı filozof Rıza Tevfik'le tanıştı. Buradan İstanbul'a gitmek isterken bütün resmi evrakını kaybedince, yaya olarak Şam'a gitti. Sonbaharda Bursa, İstanbul, Sofya, Belgrad üzerinden Frankfurt'a döndü. Berlin'e gidiş gelişlerinde ileride kendisiyle evleneceği, sezgileri güçlü ve yüksek ressam bayan Elsa Schiemann ile tanıştı. Bu arada ilk gezi izlenimlerinden oluşan kitabı “Yakındoğu’nun Romantik Olmayan Yüzü” adıyla yayımlandı.
1924 baharında Frankfurter Zeitung tarafından bu kez daha iyi şartlarla yeniden Doğu'ya gönderildi. Port Said üzerinden Kahire'ye geldi, el-Ezher şeyhi Mustafa el-Meraği ile tanıştı ve uzun sohbetlerde bulundu. Yaz başında Kahire'den ayrılarak yeniden Ürdün'e gitti. Halep'ten Deyr ez-Zgr'a giderken ileriki yıllarda dostu ve seyahat rehberi olacak olan Kuzey Arabistan'ın Şammar kabilesinden Zeyd b. Ğanim ile tanıştı. 18 ay İran'da, 6 ay Afganistan'da kaldı. Bu süre zarfında siyasi ve toplumsal gelişmeleri yakından takip etti.
1926'da kış sonuna doğru Herat'tan ayrılarak Merv, Semerkant, Buhara, Taşkent üzerinden Moskova'ya gitti, sonra Avrupa'ya döndü. Elsa'yı ikna etti ve onunla evlendi. Gazete'den ayrılarak yeni gazetelerle anlaştı; bir müddet Berlin'e yerleşti. Jeopolitik Akademisinde daha önce verdiği seri konferanslara devam etti.
Bu yılın sonbaharında bir gün Berlin metrosunda seyahat ederken gördüğü yüzlerin istisnasız hepsinin derin ve gizli bir acıyla kasılı olduğunu müşahede etti. Duyduğu sarsıntıyla bunu yanındaki Elsa'ya açtı. Elsa şaşkınlıkla, "Bir cehennem azabı çekiyorlar sanki... Acaba kendileri bunun farkındalar mı?" cevabıyla onu tasdik etti. Esed bu acıları ve ıstırapları insanların gerçeksiz, inançsız ve fasılasızca refah peşinde olmalarına bağladı. Eve döndüklerinde masada açık kalmış Kur’an’ı Kerim’i gördü. Gözü Tekâsür suresine ilişti. Birden surenin o gün metroda yaşadıklarının tam bir yankısı olduğunu hissetti ve şunları düşündü:
"Bütün çağlarda insanlar tamahı, açgözlülüğü tanımışlardır: ama tamah ve açgözlülük başka hiçbir çağda bugün olduğu kadar ... ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa vurmamıştı. ... İnsanların boyunlarına binmişti ifrit; kamçısını tam yüreklerinin başına indiriyor ve uzaklarda alayla göz kırpan yalancı hedeflere doğru dehliyordu onları. ... Ne kadar hikmetli olursa olsun bir insan, yirminci yüzyıla özgü bu acılı koşuyu kendiliğinden bilemez. Böylesine hakim bir perdeden, böylesine apaçık bir üslupla dile getiremezdi. Hayır Kur'an'da konuşan, Muhammed'in sesinden daha güçlü, daha yüksek bir sesli ve bütün zamanları aşarak ulaşıyordu insan kulağına..."
Esed, bu olaydan kısa bir süre sonra Elsa ile birlikte müslüman olduğunu açıkladı. Böylece ondokuz yaşlarındayken görüp çoktan unutmuş olduğu bir rüya tecelli etmişti: Bu rüyada Esed, içinde bulunduğu bir metro treninin yeraltından çıktıktan sonra saplandığı sonsuz ufuklu bir batakta, az ötede çökmüş duran ve kendisini beklediğini hissettiği, yüzü örtülü kısa kollu harmanili binicisi olan bir devenin terkisine binerek, saat, gün, ay, kısaca zaman kavramını yitirecek kadar uzun bir yolculuk sonunda, yakmayan fakat kör edici parlaklıktaki bir beyaz ışığa vardığını görmüş ve tasvir edilemez ahenkteki bir sesin 'Burası Batının en uç şehri' dediğini işitmişti. Yıllar sonra, rüyasındaki binicinin Hz. Peygamber, ışığın kavuştuğu, işittiği sözlerin ise Batıdaki hayatının sona ereceğinin habercisi olduğu tefsiriyle karşılaşacaktır.
1927’de Zürih, Köln ve Amsterdam şehirlerinde yayımlanan bazı gazetelerin Ortadoğu muhabirliklerini aldı.
Esed, 1927 Ocak'ında bir kez daha, ama bu sefer Elsa ve onun altı yaşındaki oğlu ile beraber yola çıktı. Daha o günden bunun dönüşü olmayan bir yolculuk olduğunu hissetmişti. Deniz yoluyla Cidde'ye oradan da Mekke'ye hacca gittiler. Vardıktan dokuz gün sonra Elsa, bilinmeyen bir hastalıktan öldü ve Mekke mezarlığına gömüldü. Aynı yıl Kral Abdülaziz ile tanıştı. Bir müddet sonra ünlü rehber Zeyd b. Ğanim’i yanına çağırdı. Bu arada yeniden evlendi ve Medine'ye yerleşip, tarih ve tefsir çalıştı. Fakat hiçbir zaman evde sürekli kalmadı, Zeyd'le Arabistan'da pek çok seyahatler yaptı, siyasi ve toplumsal izlenimlerini yazdı. Şeyh Sunusî ile tanıştı, Libya bağımsızlık savaşına katılmak için yola çıktı, fakat Ömer el-Muhtar'a yetişemedi. 1932 yılı Arabistan'daki hayatının sonu oldu. 1937-1938 yılları arasında Haydarabad’da yayımlanan “İslam Kültürü” dergisinin editörlüğünü yaptı. 1942 yılında babası ve kız kardeşi toplama kampında öldüler.
Pakistan'a gitti, Cinnah ve İkbal'le tanıştı; 1947'de Pakistan Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Dairesi başkanı ve İslamî Tecdit Kurumu üyesi oldu, çalışmalarda ve araştırmalarda bulundu. 1952 yılı başlarında yirmi beş yıllık ayrılıktan sonra Pakistan'ı Birleşmiş Milletler'de temsil etmek üzere New York'a gitti.
Muhammed Esed batı kökenli bir Müslüman olarak dikkatleri toplamıştır. Avrupalı, Amerikalı dost ve tanıdıkları arasında onun İslam'ı seçiş hikayesi derin bir merak uyandırmaya başlamıştır. Önceleri Esed’i Doğulu bir hükümetin özel bir amaçla görevlendirdiği Avrupalı bir ‘uzman’ yerine koydular. Bu durumda Esed onlar için, hesabına çalıştığı ulusun yaşama biçimini ve geleneklerini dışardan benimsemiş biriydi. Fakat ne zaman ki, B.M.’deki etkinlikleri sadece işlevsel olarak değil, aynı zamanda duygusal ve zihinsel olarak da kendini bütünüyle İslam dünyasının politik ve kültürel hedefleriyle özdeşleştirdiğini ortaya koydu, işte o zaman batılı dostları bir çeşit şaşkınlığa düştüler. Onun geçmişini ve geçmişteki deneyimlerini merak edenler bir kitap yazmasını istediler. Mekke’ye Giden Yol, hatıratı ve seyahatnamesi işte bu isteklerin sonucunda 1954 yılında ortaya çıktı.
1960’da Sir Arnold Toynbee’nin başkanlığını yaptığı Londra’daki Kraliyet Uluslararası İlişkilere Enstitüsü’de, bir İslam devleti kurma fikrinin temellerinde yatan ilkeler üzerine bir konferans verdi.
1980 yılında derin bir üslup ve ifade zenginliğine sahip Kur’an Mesajı isimli meal tefsiri kitabı yayımlandı.
5 yıl İsviçre’de yaşadıktan sonra 1983 yıllına kadar Mağrib Tanca’da, 1992 yılına kadar da Portekiz ve İspanya’da yaşadı.
20 Şubat 1992 yılında Endülüs’ün Mijas şehrinde imanına şahid olan hayatını noktalayarak Hakkın rahmetine kavuştu ve Granada şehrindeki müslüman kabristanına defnedildi.
Muhammed Esed’in aynı zamanda dilimize çevrilen eserlerinden bazıları şunlardır:
- Kur’an Mesajı, meal, tefsir, İşaret Yayınları
- Mekke’ye Giden Yol, İnsan Yayınları
- Sahih-i Buhari, İslamın İlk Yılları, İşaret Yayınları
- Yolların Ayrılış Noktasında İslam, Nesil Yayınları
- İslam’da Yönetim Biçimi, Düşünce Yayınları
(Kaynak: Kudüsyolu)