22-03-2019 22:35

Şu sorunun cevabını bulmalıyız: Neden İslam bu kadar güçlüyken, Müslümanlar bu halde?

Prof.Dr. Mehmet Akif Koç: “Hoşunuza gidecek çok şey söylerim. Ama bizim bir işimize yaramaz o. O tür değerlendirmeler bizi bir yere vardırmıyor. Biz sahte bir tatmine ulaşıyoruz. Bizim işimiz şu: Neden din bu kadar güçlüyken, Müslümanlar bu halde?”

Şu sorunun cevabını bulmalıyız: Neden İslam bu kadar güçlüyken, Müslümanlar bu halde?

Din ve bilim üst başlığında, “İslam alemi neden ansiklopedik din alimi yetiştiremiyor?” konulu sohbet İktibas dergisinde geçtiğimiz Cumartesi günü Prof.Dr. Mehmet Akif Koç’un katılımı ile gerçekleştirildi.

Mustafa Bozacıoğlu’nun yaptığı kısa sunumun ardından sözlerine başlayan Mehmet Akif Koç, “Bugün İslam aleminde neden Ebu Hanife yetişmiyor, neden Buhari yetişmiyor, neden Sûddi yetişmiyor; Katade yetişmiyor?” sorularının çokça dile getirildiğini, kendilerine de bunun çok sık bir şekilde sorulduğunu belirtti.

İlk 3 asır itibariyle İslami ilimlerin aslında çok güzel bir başlangıç yaptığını, Hicri birinci asrın son çeyreğine gelindiğinde ise Kur’an’ı anlama sorunu baş gösterdiğini kaydeden Koç, bunun nedeninin ise vahiy ortamının doğrudan şahitleri olan sahabe neslinin hemen hemen ortadan kalkması olduğunu belirtti. Sahabenin, vahiy sürecinin şahitleri olarak Kur’an’ı anlamak gibi bir sorunu bulunmadığını vurgulayan Koç, daha sonra tefsir ilmine ihtiyaç duyulmaya başlandığını anlattı.

Prof.Dr. Mehmet Akif Koç’un konuşmasından geniş bir özet sunuyoruz:

Hicri ilk üç asırda ne zaman ne gerekmişse ulema onu görmüş ihtiyacı karşılama teşebbüsüne girişmişler. Mesela Hicri dördüncü asırda İbn-i Nedim’in fihristiyle karşılaşıyoruz, daha önce yok. Dört asır boyunca bütün alanlarda ilim kaleme alınmış, risaleler oluşturulmuş, şimdi ne yapılması lazım? Bir bibliyografya çalışması yapılması lazım, eserlerin isimlerinin kataloglanması lazım. İşte 370’lerde vefat eden İbn-i Nedim fihristinde bunu yapmış. Böyle bir başlangıç yaptık.

Rivayet geleneğine ilişkin benim bilebildiğim kadarıyla çağdaş dönemdeki en güzel çalışmalardan biri, Gregor Schoeler -Alman oryantalist-e aittir. Bizim isnad geleneğimiz için -çalışmasının sonunda-“inanılmaz bir şey bu” diyor. Yani “1000 sene önce bu tür bir referans gösterme tarzı başka bir millette yok” diyor.

Şimdi size sormak istiyorum; Neden bugün Ebu Hanife, Taberi, Buhari, vesaire yetiştiremiyoruz diyorlar. Ne dersiniz?

İlk dönemin daha faziletli olduğunu vesaire söyleyecek ve oradan hareket edecek zannedebilirsiniz beni. Ben soruyu formül haline getiriyorum: Ebu Hanife, Taberi, Buhari bugün niye yetişmiyor diyenler, aslında şahısları bir tarafa bırakırsak şunu demek istiyorlar: “Neden ansiklopedik alim yetiştiremiyoruz?” Yani her şeyi bilen, her şeyi ihata edebilen alim niye yetiştiremiyoruz demek istiyorlar. O zaman soruyu şöyle sorduğumuzda: Ebu Hanife, Buhari, Taberi, Müslim, Katade, Suddi, Mücahid, o dönemin bu ansiklopedik alimleri şimdi yaşasalardı bugün ansiklopedik alim olabilirler miydi? Olabilirler miydi sizce?  

Dinleyicilerden gelen “Aynı çabaları bugün de göstermiş olsalardı neden olmasınlar ki?” yanıtı üzerine şöyle Mehmet Akif Koç şöyle devam etti:

Şimdi şöyle bir şey var, bir şey söyleyeyim bakın: İlimler tarihi açısından Hazreti Adem’den 1980’e kadar insanlığın ürettiği bütün literatür, sadece dini literatür değil bütün literatür 1980’le 1995’in yarısı kadarmış. Hazreti Adem’den 1980’e kadar üretilen insanın ürettiği her şey yazı anlamında, 80’den 95’in yarısı kadarmış. 95’ten sonra mukayese dahi edilemiyormuş. İlimler tarihi uzmanının makalesinde görmüştüm ve beni çok şaşırtmıştı. Aslında İslam dünyası imkansızı talep ettiği için olmuyor. Bu gün ansiklopedik alim olunamaz.

Soruyu en güzel şekilde şöyle sormak lazım, aslında can alıcı soru bu: “Kendi döneminde gerekeni yapmış olan Taberi bugün yaşasa ne yapardı?” sorusunu sorduğumuz zaman belki bir adım ilerlemiş olacağız.

Bugün ansiklopedik alim olunamaz, onun için olmuyor. Bizim eksikliğimizden değil. Ebu Hanife de yaşasa olamazdı, çünkü insanlığın biriktirmiş olduğu bilgi, bakın ben tefsir alanında profesörüm, sadece tefsir alanında değil dikkat edin, tefsirin tarihi alanında bir senede yazılıp çizilenlere yetişemiyorum bütün dillerde. İhtisas dergilerine mesela girseniz şimdi, Harvard Üniversitesi ihtisas dergilerine, akşama kadar sadece isimlerine bakmanız gerekir. Hiç dergileri açmaya vaktiniz olmaz akşama kadar. Harvard Üniversitesi’nin kütüphanesinde 30 milyon kitaptan bahsediliyor, 30 milyon. Şamile programını kullanıyoruz biz bugünkü tezlerimizde, Program 6 milyon basılı yayın sayısı veriyor.

Buhari bugün yaşasaydı ne olurdu?

Size şunu yemin ederek söylüyorum: Buhari’ye ve Müslim’e, Taberi’ye, ilk üç asra 20 senemi verdim ben. Çok saygın insanlar, dönemlerinde ne yaptıklarını bilen, şuurlu insanlar. Şu anda burada anlatmaya vaktim olmaz ama ilmi seyahatlerini (rihle) bile çok sistemli gerçekleştiren insanlar bunlar. Buhari bugün ne yapardı ben size söyleyeyim:

Fuat Sezgin Hocayı biliyorsunuz değil mi? O bir örnek gösterdi. Ben 2001’lerde onunla tanıştım. Aşağı yukarı dünyaya bakışım, medeniyete bakışım, İslami ilimlere bakışım hocadan etkilenmiştir. Bir örnek gösterdi bana dedi ki, “Ben 40 senedir Frankfurt’ta yaşıyorum ama henüz daha Frankfurt’un hiçbir yerini bilmiyorum, vaktim olmadı” dedi. Peki, ne yaptı? 8-10 dilde çalışmalarını yaydı irili ufaklı ve oryantalistik literatür içerisinde, mesela skeptik oryantalistler var işte Andrew Rippin gibi, hocanın tam aleyhinde şeyler söyleyip Kur’an’a bile güvenilemeyeceğini söyleyen oryantalistler. Onlar bile makale yazarken hocayı dipnotla göstermek zorundalar. İşte başarı bu! Karşı tarafta bile olsa… üniversitelerde kitapları okutuluyor. Yani dünya çapında bir akademisyen olurdu Buhari bugün yaşasaydı.

Bizde olmayan bu şu anda. Neden? Bakın 100’e yakın ilahiyatımız var değil mi? Size şöyle bir tane örnek vereyim, bakın dünyadan ne kadar kopuk olduğumuza ve amacımızı tespit edemediğimiz için boşa kürek salladığımızın bir tane örneğini söyleyeyim. Mesela ben kendi dersimi Arapça ve İngilizce anlatırım, Almanca da kendi alanımda sözlükle okuduğumu anlarım. Şimdi bu Türkiye standartlarında size iyi geliyor değil mi? İyi geliyor.

Mesele, çalışma saati süresi değil

2009’da Roma’da Gregorian Üniversitesi’nde bir ay misafir profesör oldum. Gider gitmez hemen vasatın altına düştüm, çünkü en az dil bilen 5 dil biliyordu rahiplerin. Kendi yaşımda 10 dil bilen insan vardı cizvit rahip, İslamist, İslam uzmanı vesaire vesaire. Neden böyle oluyor?

Bakın mesele ortalama çalışma saati değil sadece. Bizim doğumuzdaki medreselerden bize gelen master öğrencileri var -yüksek lisans- ne yaptıklarını soruyorum. Çalışma sorunları yok, günde 10 saat çalışıyorlar. Bizim bugün yanıldığımız şey, bir şeye emek verirken harcadığınız saati yeterli görüyoruz. Halbuki şöyle düşünün: Mesela ben bu binanın arkasında anahtarımı kaybetsem, ölene kadar binanın önünde anahtarımı arasam, siz de beni ölene kadar seyretseniz, çalışıyor görürsünüz beni değil mi? Aslında çalışıyor muyum? Şunu demek istiyorum: İslam dünyasındaki İslami ilimlerle ilgilenenler önceliklerini doğru belirlemedikleri sürece isterlerse günde 10 saat çalışsınlar!

Medreseden gelen bizim talebelerimiz var, Arapça kitabını ezberliyor ama Arapça konuşamıyorlar. Bunu sen bir Batılıya anlatamazsın, yani bir adam 20 sene Arapçayla uğraşıp nasıl Arapça konuşamaz? Bu bir tez konusu olarak görünür bir Alman için, nasıl olur böyle bir şey? Çünkü bir senede konuşuyorlar, ben gözlerimle gördüm. Demek istediğim öz olarak -en sonunda söyleyeceğim şeyi en önce söylemek durumunda kalmış olacağım- bakın Fuat Hoca ne dedi biliyor musunuz çok haklı:“Taberi, Buhari, Ebu Hanife bizden farklıydı” dedi, “çok farklıydı”. Ama hangi alanlarda? Fedakarlık, çalışkanlık, para ve makam peşinde koşmamak, idealizm… çok farklıydı. Yani bakın bunlar her birimizin isterse edinebileceği şeyler.

“Bir milyon hadis” ifadesi yanlış anlaşılıyor

Ben, Merkez İmam Hatip mezunuyum, -bakın hocanın bu alimlik tasavvuruyla onu mukayese edin- mesela Hadis hocası İmam Hatip’te bana anlatırken, bir milyon hadisi ezbere bildiğinden bahsetti Buhari’nin. Bunu Buhari’yi övmek için yapıyor, iyi niyetle yapıyor ama ne yaptığının farkında değil. Fuat hocaya göre bu, bugünkü İslami ilimlerle iştigal edenler için yapılabilecek en büyük kötülük! Niye biliyor musunuz? Çünkü düşünün mesela, Merkez İmam Hatip’te okuyorum ve birisi bana böyle bir takdimde bulunuyor. Benim Buhari karşısında yapabileceğim bir tane şey var, elimi kolumu bağlayıp saygı duyarım sadece. Örnek alamam. İşte İslami ilimlerin geleceğini öldürüyorsunuz. Geçmişi övmek için geleceği öldürüyoruz. Bir de doğru değil! Hiç, bir milyona kadar saydın mı sen? Kimse saydı mı hiç, bir milyon? Öyle bir hadis sayısı yok ki. Tarihin hiçbir evresinde hadis sayısı 51 bin olmadı, 50 bini hiç geçmedi. Şuayb el-Arnavut benim bildiğim Arap dünyasındaki ciddi muhakkiklerin en önde gelenlerinden birisi. Rahmetli Ahmed bin Hanbel’in Müsned’i tahkik etti, YouTube’da sunumu var. Tarihin hiçbir evresinde hadis sayısı 51 bin olmadı diyor.

Peki, “Bir milyon hadis” ifadesi kitaplarımızda var, bu ne peki?

Ortaçağ’daki ulemanın bunu anlamakta bir sorunu yoktu. İnkıtaa olunca bunu literal anlıyor bugünkü vatandaş, hatta öğretim üyesi düzeyindeki insanlar. Size şöyle söyleyeyim mesela, Ebu Hanife Ramazan’da Kur’an’ı 60 kere hatmederdi. Kitaplarımızda var. Ne demek bu? Kur’an’ı biliyoruz, bizim bildiğimiz Kur’an’sa bu, matematik olarak tutmaz. Peki, Ortaçağ’daki insanlar nasıl anlıyordu bunu?

Bakın şöyle anlıyorlardı -biyografi kitaplarını doktora tezimde epeyce bir karıştırmış birisi olarak size söyleyeyim- Buhari döneminde, Hicri üçüncü asırda geniş bir ilmiye sınıfı vardı ve bunlar hadisle ilgilenmeye çok fazla hevesliydiler, bu yolda hayatlarını veriyorlardı, fedakarlardı. “Buhari daha fazla fedakârdı” demenin Ortaçağ’daki dille söylenişi “Bir milyon hadis ezbere biliyordu” demektir. “Ebu Hanife, Kur’an okumaya çok düşkündü, Ramazan’da daha çok okurdu” demenin Ortaçağ’daki stili “Ebu Hanife 60 hatim yapıyordu” demektir. Literal anlarsanız, o zaman birkaç türlü cehaletle boğuşmak durumunda kalacaksınız. Biri şu: “Hızlı Kur’an okuma” modern bir gelenek, hızlı Kur’an okuma modern bir şey kesinlikle. Hazreti Peygamber, döneminde -Buhari’de, Müslim’de var- 7 günde bir hatme izin veriyor en fazla, 6 değil. Üç kişiyi istisna ediyor sadece, evli olmayan falan falan, ama 7 günden daha aza müsaade etmiyor. Bir kere bu hızlı Kur’an okuma modern bir şey. Peki o zaman 60 hatim ne demek? Dikkat edin, 1 milyon, 100 bin, 40, 60 kesretten kinaye. Ortaçağ’daki ulema böyle anlıyordu zaten. Bu alimleri yanılmaz da anlamıyorlardı. Bu, çağdaş dönemde ortaya çıkan bir sorun. Eğer yanılmaz anlaşılsaydı ilk dönemdeki ulema, Ortaçağ’daki Sünni ulema da onların yanılmazlığını kabul etseydi, eleştirmezlerdi.

Katip Çelebi’nin derin öngörüsü

Ne oldu peki? İnkıta oldu. ‘Neden alim yetiştiremiyoruz’un ilk eleştirenlerinden bir tanesi Katip Çelebi’dir. Katip Çelebi çok büyük bir kafadır. Ve kendi döneminde medrese ulemasıyla sürekli takışmıştır. Cihannüma diye bir eseri var, medreseye eleştiride bulunuyor. Düşünün ki, yazdığı tarih 1650’ler. Cihannüma’da diyor ki, “Siz böyle devam ederseniz bir gün düşman Çanakkale boğazına gelecek” diyor kelimesi kelimesine. “Böyle devam ederseniz” dediği şey ne biliyor musunuz? Medrese ulemasına, fen bilimleriyle din bilimlerini ayırırsanız demek istiyor.

Ve yaklaşık 250 sene sonra Çanakkale boğazına düşman geldi. Bize ne olduysa son 400 senede oldu.

Yanlış anlamalar da, zihindeki bugün ne yapmamız gerekir, buna dair tasavvurumuzdaki karmaşa da. Bunların tamamı son 350-400 senedir dünyaya adapte olamamamız, hangi tarihte yaşadığımızın farkında olamamamız… Bugün Müslümanların pek çoğunun Ortaçağ’da yaşadığını düşünüyorum, yani ehl-i ilim düzeyinde de, halk düzeyinde de, üniversiteler düzeyinde de. Ben böyle söylüyorum ama ilahiyatçı hocalarımızın pek çoğuyla anlaşamıyoruz. Üstelik ben ehli-sünnetin savunucusu olarak biliniyorum. Doğru bu. Ehli-sünnetin bugünkü versiyonu böyle olmak zorundaydı, bu doğru. Çıkmış fırkalar içerisinde eleştirilmesi tabii ki mümkün ve gerekli ama en sağlıklısı ehl-i sünnettir. Rical açısından da, hadis tenkidi açısından da, ulema açısından da. Ama Sünnilik bilinmiyor ve tek kutuplu bir şey gibi zannediliyor. Ehl-i sünnet büyük bir şemsiye kavramdır. Yani Ebu Hanife’yi tekfir edenler de Sünni’ydi, Şafiler de Sünni. Bugün zihinlerimizi güncelleştirip ne yapmamız lazım? Bugünkü dünyada ilahiyat fakültelerinde ne yapmamız lazım? Bakın bunu yapmayınca ne oldu biliyor musunuz, kimse bununla hiç ilgilenmiyor. Şimdi yeryüzünde 1.8 milyar Müslüman var ama bu dinin ilk ansiklopedisini Müslümanlar yazamadı. Suudi Arabistan’da şu kadar eğitim yapılıyor, Ezher 1000 senelik, Osmanlı’dan tevarüs ettiğimiz bir geleneğimiz var değil mi? Doğu’da hala günde 10 saat çalışan insanlarımız var. Soru şu doğrusu: Peki, neden bizim dinimizin ansiklopedisini ilk defa biz yazamadık da oryantalistler yazdı?

Ebu Hanife bugün yaşasa Müslümanlığı bu duruma düşürür müydü?

İsam’ın hazırladığı İslam Ansiklopedi yeni bitti. Oryantalistlerin islam ansiklopedisi ise 1950’lerde Türkçe’ye çevrildi biliyorsunuz. Şimdi biz İslam dünyasını, kendimizi övebiliriz ama bunun bir karşılığı var mı? En mütedeyyin, en sofi çevrelerde bile, şu bilgisayar çıkana kadar Hazreti Peygamber’in hadislerini neyle buluyorduk biz? Hangi hadis hangi hangi hadis kitabında. Bunun yerini nasıl tespit ediyorduk? Concordance, Hollandalı oryantalistlerin üç nesil harcadıkları, 1940’la 1980 arası derledikleri eser. Doğru soru bu! Bunun utancını duymak yerine insanlar başka şeylerle uğraşıyorlar. Benim aklıma işte o örnek her zaman gelir, sen çok çalışıyor olabilirsin ama belki de boş bir şey için çalışıyor olabilirsin. Ne yapmamız lazım? Düşünün ki en dindar, en muhafazakâr çevreler bile bir hadisi bulurken, Müslüman olmayan, bazısı ateist olan oryantalistlere muhtaçtılar. Bunun utancını soru haline getirip bugün sormak gerek. Yani, Ebu Hanife bugün yaşasa ne yapardı? Müslümanlığı bu duruma düşürür müydü? Taberi düşürür müydü? Bu halde mi olurduk biz?

Bu işin teknik bir arka planı var, yani sürpriz değil. Neden dünya çapında araştırmacımız yok? Hukukta niye yoksa, tıpta niye yoksa ilahiyatta da onun için yok ve bu sürpriz değil, gerekli tedbirler alınmadığı için anlatabiliyor muyum?

Ansiklopedik olunamaz, ihtisaslaşma zorunlu

Bugün Taberi, Buhari, Ebu Hanife yaşasaydı yapacakları bir şey yok, dünya çapında akademisyen olmaya uğraşacaklardı, cevabı bu. Ansiklopedik alim olunamaz, ihtisaslaşma zorunlu. Neden üniversiteler çıktı dünyada? Ansiklopedik alim olunamayacağı için çıktı zaten, ihtisaslaşma çıktı. Neden? Çünkü insanın ürettiği bilgi kabardıkça artık insanın kabiliyeti o bilgilerin tamamını ihata edemez hale geldi. Batı bunu çok önce gördüğü için 500 yaşında üniversiteleri var. Ve hayatın her alanında… Şöyle bir şey söyleyeyim size: Fuat Sezgin Hoca her sene Ekim ayında Süleymaniye kütüphanesine geliyordu, ben de o zaman doktora tezi vesaire hazırlarken hocamın o tarihte geleceğini bildiğim için araştırma izni alıyordum,Süleymaniye, Beyazıt kütüphanelerinde çalışmak için. Bir gün Beyazıt’ta doçentlik tezimi hazırlıyorum. Salebi’nin El-Keşf ve’l-Beyan isimli eserini okuyorum el yazmasından. O gün, İstanbul’daki lise öğrencilerini gezdirmeye getirdiler Beyazıt kütüphanesine. Öğrencinin bir tanesi geldi, arkadan böyle uzun uzun bakıyor. “Bu okunabiliyor mu?” dedi bana, lise talebesi. “Bu okunabiliyor mu?” Ben garipsedim bunu. Öğlen de Hocayla gittik çay içiyoruz, hocaya bunu anlattım. Dedi ki “Üzüleceksin” dedi, “ben de üzüleceğim ama bir şey söyleyeyim” dedi. “Almanya’da hiçbir lise öğrencisi böyle bir soru sormaz” dedi. “Şunu bilir, herkes ilkokuldan itibaren hayatın hangi alanına ait olursa olsun, hangi ayrıntı, hangi zorlukta olursa olsun mutlaka bunun bir uzmanı vardır ve o onu halleder. Küçücük parçalara bölünmüştür bilimin her karesi.” Bakın görüyor musunuz, İstanbul’daki öğrencinin zihin dünyasına, bilim tasavvuruna veremediğimiz bir şey bu bizim. Çok saçma bir şey! Bunu insan yazdıysa bu okunabilir, yöntemi vardır. Ben yapamasam bile onun bir yöntemi vardır, bilimsel bir yöntemi vardır. Bunu idrak edebilmesi lazım lise öğrencisinin.

Madem ansiklopedik olunamıyor, öyleyse Batı makul olanı yaptı; bilimi mümkün olan en makul alanlara, ihtisaslara ayırdı. Sonra her bir ayrıntıda mümkün olan en derine inen insan yetiştirdi ve böylece bu hale geldi Batı. Yapılması gereken bu, başka bir şey değil. Ama böyle bakmadığınız zaman işte ne oluyor? Filanca cemaate sor, bugün alim niye olunamıyor? Diyor ki, insanlar çok hadis ezbere bilmediği için olmuyor, çok ayet vs. Öyle bir şey değil bu. Öyle olsa ne olacak ki? Öyle olsa bugüne cevap veremiyor ki, bugünün ihtiyaçları başka, araştırma alanları başka, değil mi?

Celal Şengör’ün sorusu

Şimdi şöyle bir soru sorayım, mesela Celal Şengör diyor ki, ben Kur’an’dan, birçok bilime ters ayet buluyorum, görüyorum. Ne cevap verirsiniz?

Hicri üçüncü asırda Cübbai, “Yeryüzünü sizin için döşek yaptık” (Bakara 22) ayetinden hareketle ne diyor? Bu ayetten hareketle, “Bakın şu ahmaklara dünyanın yuvarlak olduğunu söylüyorlar” diyor. “Hâlbuki Allah dünyayı döşeğe benzetiyor, siz yuvarlak döşek gördünüz mü?”

Şimdi bakın bunun cevabı ilk üç asırda var, ben neden orayı öne çıkarmaya çalışıyorum? İlk üç asırdaki ulemanın zihninde Kur’an basit, yerli yerinde. Size bir sürü ayet okuyabilirim, onların anlayışını atladığınız zaman ne kadar yanlış yapabileceğimize dair. Konu uzar da uzar onun için konuya girmiyorum. Mesela bir ayet söylerim, rivayet olmadan anlayamazsınız. Mesela, Cenab-ı Hak cehennemde azap çekecekler için bir bitkiden bahsediyor. Bitki cehennemde bitecek. Bitkiyi de neye benzetiyor? Onun meyveleri ‘şeytan başları’ gibidir, diyor. (Sâffat 65) Ne anladınız? Anlatın bana hadi. Şöyle bir şey olur mu mesela? Cehennem soyut, azap da soyut, bitki de soyut, meyvesi de soyut. Allah soyutu soyuta benzetir mi? Yani bilinmeyeni bilinmeyene benzeterek daha iyi anlatabilir misiniz? Mekke’de yetişen bir bitki var, ismi şeytan başı. Kur’an’daki şeytan figürüyle bunun bir alakası yok. Sahabenin bildiği çirkin görünüşlü bir bitki. O kadar biliyorlar ki soru bile sormuyorlar zaten, bildiği bir şeyi insan sorar mı. Ama bu rivayet olmadan bunu anlayamazsınız. Kur’an baştan sona cimrileri lanetliyor, getiriyor müsrifler için şeytanların kardeşleri diyor. Kur’an çoğu yerde kan içmeyi yasaklıyor. Niye? İnsanları serbest de bıraksan kan içmez ki zaten çoğu, iğrenç bir şey. Ama niye her sefer? Ya bu İsrailoğulları’nın inekle ne derdi var? Niye maymun değil? Niye Bakara? Hadi çöz Kur’an’dan hareketle. Onun için o kadar kolay değil. Bu, ilk dönemi kutsamak değil. Hermeneutik açıdan her metni doğrudan muhatabı en iyi anlar, her metni. Doğrudan ilk muhatap her metni en iyi anlar, metin ister dini ister gayri dini, çünkü dil değişkendir.

Hiçbir kimse Kur’an’ı Sahabe’den daha iyi anlayamaz. Onlar üstün olduğu için değil. İlk ve doğrudan muhatap oldukları için. O kadar iyi anladılar ki, tefsir rivayetlerinin yüzde ancak 16’sı sahabeye ulaşıyor. 56 bin rivayetin yüzde 16’sı. İbn-i Abbas’ı çıkardığın zaman yüzde 4’e ulaşıyor. Hazreti Peygamber’e hiç ulaşmıyor, yüzde bir. Tefsirle uğraşmıyorlar çünkü anlıyorlar. Tefsir ne zaman başlıyor, sahabeden sonra. Vahyin şahitleri ortadan kalkınca tefsir sorunu çıkıyor, anlama sorunu çıkıyor.

İlk üç asırdaki ulemanın tefsir anlayışı ne idi? Taberi’nin zihninde Kur’an’ın bir manası var. Hangi rivayetle o manayı yakalayabilirim onun derdi. İlk üç asırdaki ulema, Kur’an-ı tefsir ederken onu anlamak için tefsir yapıyordu. 3’üncü asırdan sonra ne oluyor? Tefsir Kur’an-ı anladıktan sonra başlayan çabanın ismi oluyor. Siz anlıyorsunuz, sonra buna daha fazla ne kadar anlam yükleyebilirim, ona uğraşıyorsunuz ve metni yoruyorsunuz. Ve bugüne geliyor. Çelakıl’a kadar geliyor bu. Çelakıl’a, siz “bunlar yok Kur’an’da” dediğinizde o diyor ki, “Kur’an mucizedir, o da var, bu da var, şu da var.” Ancak bilmesi gereken şu: Kur’an sadece mucize olduğunu söylemiyor ki, hangi alanda mucize olduğunu da söylüyor. Kur’an’ın mucizesi Kur’an’a göre benzerinin getirilemeyişidir.

Şimdi soruya geri geliyoruz, Celal Şengör’e ben olsam ne cevap verirdim?

Çok kolay. İlk üç asırdaki ulemadan, Kur’an tasavvurunu şekillendirmiş birisi için bundan daha kolay bir soru olamaz. Mesela ben burada bir saattir konuşuyorum değil mi? Sizlerden bir taneniz bana şöyle bir eleştiri yöneltebilir misiniz? “Ya hocam, sen burada konuşup duruyorsun, ama senin bu söylediklerinle işte bugün Türk Lirası ile doların arasındaki denge çatışıyor” diyebilir misiniz bana? Konu etmediğim için çatışamam. Kur’an’da modern bilim yok ki çatışsın. Celal Şengör’e diyeceğim ki, “Kur’an’da fizik, kimya, astronomi böyle bir şey yok ki. Sen söylüyorsun bunu veya kim söylüyorsa git onlarla hesaplaş”.

Düşünebiliyor musunuz; “İki deniz birbirine karışmıyor” (Rahman 19) ayeti nazil olmuş. Hazreti Ömer, Hazreti Ebubekir, Hazreti Aişe, Hazreti Peygamber şöyle düşünmüşler: Biz bunu anlamadık, ama ileride Müslümanlar gelecek araştıracaklar.” Ben İmam Hatipteydim o zaman -bir kere aşağılık kompleksinin derecesine bakın- düşünebiliyor musunuz, o zevki yaşamak için Kaptan Cousteau’yu Müslüman bile yaptık, adam Katolik öldü zaten, Müslüman olarak ölmedi. Ama şunu varsaydık ya, Hazreti Ömer bu ayeti anlamamış olabilir. Ya sen Hazreti Ömer olsan anlamadan bir ayet geçer misin, bana söyle. Şöyle düşünmez misin: Bu Peygamber, anlamazsa Allah’a sorar, sonra bana söyler. Anlamadan geçebilir mi sahabe Kur’an’ı? Yani 23 senelik zaman diliminin en önemli gündem maddesi. 23 senelik bir zaman dilimi için küçücük bir hitap Kur’an. Peki, “Merace’l-Bahreyn” ne?

Cidde’yi biliyorsunuz, Mekke’ye 70 kilometre. Hemen orada Kızıldeniz’de. Girin bakın Youtube’da, sular karışmıyor. Mavi ve sapsarı su yan yana gidiyor. Ticaretle uğraşıyorlar, gemiyle gidip geliyorlar. O kadar biliyorlar ki soru bile sormuyorlar. Benzer durum Cebelitarık’ta da var. Bunun modern bilimle ne alakası var? Bana söyleyin ne alakası var?

Kur’an’da modern bilim arayışının getirdiği sonuç

“ve ceale lekümü’l-arda firâşâ”yı nasıl anlıyor sahabe? Yalnızca sizi yaratmakla kalmadı, bu dünyayı sizin yaşayabileceğiniz şekilde dizayn etti”. Bu ayrı bir şey, ayrı bir mucize. Bunun yuvarlaklıkla, dönmekle falan bir alakası yok ki, onu sen söylüyorsun. Eğer merac-el bahreyn yeltekıyan” ayeti bin sene anlaşılamamış, Kaptan Cousteau tarafından anlaşılmışsa, Celal Şengör haklı, Kur’an dünyanın düz olduğunu söylüyor, ona cevap vereceksin o zaman. Yok öyle bir şey. Kur’an kendisinin hangi alanda mucize olduğunu söylüyor, size onu şimdi izah edeceğim ben. Kur’an’da modern bilim olduğu zaman ne oluyor biliyor musunuz? O zaman ilk muhatap Kur’an’ı anlamamış oluyor. Kur’an’dan şu ana kadar bir icat da yapılmadı arkadaşlar. Sadece bugün değil Hicri 3, 4, 5, 6’ıncı asırlarda Kur’an’dan hareketle bir icat falan yapılmadı.

Peki, niye böyle? Şimdi bakın sebebi şu: Şimdi cep telefonuna bakıyorsunuz veya bilgisayara, bakıyorsunuz ve hayran oluyorsunuz. Kullanmaktan acizsiniz, bir de düşünüyorsunuz bunu üreten kafa var. Eğer Müslümansanız, dini ciddiye alıyorsanız o zaman ikilem içinde yaşıyorsunuz. Neden? İnanıyorsanız üstünsünüz ayeti var. (Al-i İmran 139) Allah doğru söyler. Fakat realite tam tersini gösteriyor. Hiçbir şeyde üstün değil. Gözümü açtığım andan itibaren her şey Batıdan gelmiş, anlamlı her şey, değil mi? Bu sefer çelişki yaşamaya başlıyorsunuz. Ama ‘din’i ‘sosyolojik bir olgu’ kabul ediyorsanız, öyle bir Müslüman tipiyseniz o zaman bir sorun yok. Ama Allah kitabında doğru söyler, buna iman etmişseniz çelişki yaşıyorsunuz. İnsan sürekli rahatsızlık duyamaz, bunu halletmeniz lazım kendi içinizde. O zaman şöyle düşünmeye başlıyorsunuz: Kardeşim, siz uçağı buldunuz, kardeşim siz hastalıkları şöyle yapıyorsunuz, Mercedes’i siz üretiyorsunuz, gemiler falan ama bunlar benim kitabımda zaten var! Sen Alman olsan yer misin bunu? Var da niye bir kere de sen daha önce bulmuyorsun, niye beni takip ediyorsun? “Aşağılık kompleksi” dedi Aişe Abdurrahman Bintü’ş-Şatı. Ve “bak Müslümanlar zirveye ne zaman çıktılarsa böyle bir yorum tarzı yok” dedi. “Her zaman inişe geçtiklerinde zirve yapıyor bu yorum tarzı.” Ve gerçekten, 1850’den bu tarafa en güçlü tefsir akımı budur İslam dünyasında. Çünkü bu tatmin duygusu veriyor, sahte bir tatmin duygusu ve bir şey yapıyorlarmış hissi veriyor İslam dünyasına.

Suudi Arabistan’dan bir tefsir profesörü bizim fakülteye geliyor, Ankara İlahiyat’a ‘el i’cazul ilmi’ (Bilimsel tefsir) hakkında konferans veriyor. Onu şu rahatsız etmiyor, ‘neden İslam dünyasının ansiklopedisini biz yazamadık?’ Bu soruyla ilgisi yok, Kur’an’daki mucizelerle meşgul o. Bu bizi bir yere götürmeyecek zaten. Yani sanıyorlar ki bugünkü Müslümanlar geri zekalı olduğu için, az düşünebildikleri için Kur’an’ı değerlendiremiyorlar da onun için icat yapamıyoruz gibi bir hava var. Hiç kimse şunu düşünmüyor: 1400 senedir Kur’an’dan hareketle bir icat yapılmadı ki zaten. Olmaz böyle bir şey. İslam’ın çıkış dönemindeki ulema şimdiki Batılı profesörlerin çalıştığı gibi çalışıyordu. Gerekeni yapıyorlardı yani deney, yanılma işte ilmin yöntemi neyse. Sadece onlar “Bismillahirrahmanirrahim, bütün bunlar Allah’ın yaratmasıyla olur, kendiliğinden olamaz” diyordu, bu kadar, fark bu. Ama bu büyük bir fark, çok büyük bir fark. Bütün dünyaya, evrene bakışınızı değiştiren bir fark.

Biz Kur’an’dan hareketle bin sene daha uğraşsak araba üretemeyiz. Kur’an böyle bir şey söylemiyor da. Kur’an’da yok ki bulasın. Kur’an’ın öyle bir iddiası yok. Kur’an’ın mucizesi, benzerinin yazılamayışı. Şimdi sizi memnun edecek bir şeyi anlatacağım, bir projeyi anlatacağım, benzeri nasıl yazılamıyor size onu söyleyeceğim :

Corpus Coranicum projesi

Benim bildiğim kadarıyla, “Kur’an’ın bir benzeri var mıydı” sorusunun projelendirilmiş en ciddi şekli, Almanların 100 senedir devam eden “Corpus Coranicum” projeleridir. 1880’lerde Sprenger’le, daha sonra Otto Pretzl’le devam eden, bugün de Angelika Neuwirth isimli 73 yaşındaki bir bayan  ile devam eden bir proje var. Bu proje nasıl başladı, şimdi nereye geldi, size onu anlatacağım.

Batılılar kendi kitaplarıyla ilgili, yüzyıllar boyunca farklılıkları tespit edip versiyonlu, edisyonlu Kitab-ı Mukaddes bastılar. Biliyorsunuz Ortaçağ’da matbaa yok, bir tane nüsha Endonezya’ya gitmiş, birisi Hindistan’a gitmiş, birisi Roma’ya gitmiş. Ortaçağ’da insanların birbirleriyle teması çok sınırlı. Yüzyıllar boyunca hep, oraya giden nüshalardan çoğaltılmış binlerce nüsha, manuscript. Ve bir sürü versiyon oluşmuş, farklılık. Onlar ne dediler? İncil’in ve Tevrat’ın bu farklılıklarını da içeren baskılarını yapmamız lazım dediler modern zamanda ve yaptılar. İrili ufaklı 5 bin farktan bahsediliyor Kitab-ı Mukaddes’le ilgili. Kendileri söylüyorlar. Bu onlara göre sorun değil, çünkü onlar vahye bizim inandığımız gibi bir inanmıyorlar. Kur’an’ın karşılığı Hıristiyanlıkta Hazreti İsa’dır, İnciller değil. Yani bu, onlara göre garip bir şey değil ama bunu yaptılar.

Bu bittikten sonra, Müslümanların kitabıyla da ilgili yapalım dediler, çünkü aynı mantıkla yürümesi lazım. Yani matbaa öncesi, 1400 senelik bir kültür var, işte Mushaf’ın bir tanesi Endonezya’da, bir tanesi şurada burada, tabii ki bir sürü farklılık olmalı, Batı tasavvuru açısından. Ne yapalım? Mümkün olduğunca bunları bir araya getirelim ve bir database, bir bilgi yığını oluşturalım. Ve çok büyük o, benim bildiğim, yani eski Kur’an’larla ilgili şu anda mevcut,dünyadaki en büyük dokümantasyon merkezi diyelim. Potsdam’da Berlin’in yanında. Ben bir çalıştaylarına katıldım, konuştum.

Böyle başlandı, Corpus Coranicum bakın 100 senelik bir proje. Bunu ben sordum Neuwirth’e. Bunu tanıtan Almanca ya da İngilizce bir şey niye yazmadınız? Gidin bir tane Batıda Corpus Coranicum’la ilgili bir şey bulamayacaksınız. Ben Alman akademisyenlerini biliyorum, yani yarım sayfa değerli bir şey buldukları zaman ona 10 sayfa review yazarlar. Batıdaki ihtisas dergilerinin makale bölümü, değerlendirme bölümünden zaman zaman küçüktür. Yani 3 makale olur ama öbür taraf kalındır, review bölümlerinde o sene o alanda ne çıkıtıysa o değerlendirilir. “Niye değerlendirmiyorsunuz, yani 100 senelik emeğinizi neden insanlara duyurmuyorsunuz?” Kimsenin haberi yok sonuçlarından.

Ben söyleyeyim mi size? Neden? Çünkü edisyonlu Kur’an basacak veri yok. İrili ufaklı 50 bine yakın manuscript, malzeme… topluyorsunuz, yani hicri birinci asrın son çeyreğinden, ikinci asrın bilmem neresinden, yüzlerce nüsha topluyorsunuz.

“İslam dünyası neden kendisinin ne kadar güçlü olduğunun farkında değil”?. Onunla ilgili bir şey söyleyeyim: Toplanmış olan bu el yazmalarında yüzlerce hata var. Ona rağmen niye yayınlayamıyorlar? Yüzlerce hata var toplanan el yazması mushaflarda. Elimizde Hazreti Osman dönemine ait bir tam Mushaf yok.  Şu anda şunu söyleyeyim size: Topkapı nüshası dedikleri nüsha Hazreti Osman’a ait filan değil. Onun karbon-14 testiyle yapılmış tetkikleri ortada, Hicri birinci asrın son çeyreğine ait. Şu anda elimizdeki en eski Kur’an sayfaları Birmingham’da, Hazreti Osman dönemine ait Kehf suresinden ve Taha suresinden bir miktar ayeti ihtiva ediyor, tamamı yok. Tam nüshalar en erken birinci asrın son çeyreğinden itibaren elimizde, ondan öncesine ait, yani Hazreti Ebubekir döneminde ya da Hazreti Osman döneminde çoğaltılan nüshalardan elimizde bir şey yok, sadece o işte Birmingham’daki var.

Jay Smith – Shabir Ally tartışması

El yazmalarında yüzlerce  yanlış var ve bu yanlışlar, YouTube’da mesela Jay Smith tarafından istismar ediliyor. Shabir Ally’yle tartışması var Kanada’da. Jay Smith, “benim amacım -kendisi İslam tarihi doktoru- hayatım boyunca Kur’an’a yıpratmak” diyor, “ben apologist evangeliğim”diyor, “böyle bir sınıf oluşturmak istiyorum” diyor. Devamlı tartışmalarda onun ismini buluyorsunuz.

Shabir Ally ile “Kur’an mı Allah’ın kitabı İncil mi?”, tartışması yapıyorlar.

Jay Smith, Shabir Ally’e diyor ki, “Kur’an’a güvenemeyiz, 26 versiyonu var Kur’an’ın”, “değişik 26Kur’an var”

Şimdi ben bunu master öğrencileriyle tartıştım, dedim ki siz Shabir Ally olsanız ne yaparsınız? Shabir Ally ne yapıyor biliyor musunuz? Bunlara cevap vermeyi bir kenara bırakıyor, matematik mucizeyle Kur’an’ı anlatmaya çalışıyor. Çünkü haberi yok çalışmalardan, Corpus Coranicum’dan yok,  işte Tayyar Altıkulaç’ın çalışmalarından haberi yok. Ne kadar güçlü olduğunun farkında değil. Öğrencilere dedim ne yaparsınız?

Yapacağı şey şu: Yerinden kalkacak, “give me one” diyecek, bir tanesini ver. Niye basamadın? Dünyanın en zengin kilisesi sensin Evanjelik kilise. Madem 26 tane Kur’an var, bir tanesini niye basmadın, paran mı yok? Para vereyim sana bas. Peki Shabir Ally neyi bilmiyor?… Arap dünyası da bilmesi gerekenleri bilmiyor.

Nuewirth’e dedim ki, “sizin bu çalışmanın sonuçları doğrudan bizi destekliyor ve oryantalizmi öldürüyor”, yani “Kur’an güvenilmez diyen çizgi”yi öldürüyor. Doğru dedi, biz onu kastetmedik ama, sonuç o dedi. Rippin’a da söyledim bunu. Dedim ki, sizin dediğiniz şeyler, yani Kur’an şüphelidir, güvenilmez dediğiniz şeyleri Corpus Coranicum’un sonuçları öldürüyor dedim. Evet dedi. Ama İslam dünyasının haberi yok.

El yazmalarındaki hatalar sistematik bir tahrifatın ürünü olmayan; tekrar etmeyen hatalardır.

Peki, şimdi tekrar söylüyorum, binlerce el yazmasında yanlışlar var, ne bu? Jay Smith bunu istismar ediyor zaten. Şunu demek istiyor: Hani Tevrat’ta, İncil’de farklılıklar vardı ya, sizin de bizden farkınız yok demeye getiriyor.

Kur’an  el yazmalarının tamamındaki hatalar şöyle: Ortaçağ’ı düşünün, bir meslek var, istinsah mesleği. Katipler var, bununla para kazanıyorlar. Ben size geliyorum, para veriyorum diyorum ki, iki sene uğraş şu Kur’an’ın aynısından bana bir tane yaz getir. Siz alıyorsunuz bunu, 2 sene yazmakla uğraşıyorsunuz. Siz âlim filan da değilsiniz, para karşılığı geçiminizi sağlayan bir yazarsınız, katipsiniz. Öbür nüshayı buraya koyuyorum, oradan buraya kaydediyorum, aynısını buraya yazmaya çalışıyorum. Bunun gecesi var gündüzü var, hanımıyla kavga ediyor, çocukları hastalanıyor, mum ışığında gece çalışıyor. Ne oluyor bakın? Mesela Kehf suresini yazıyorum diyelim ki, “elhamdulillahi’lllezi enzele ala abdihi’l-kitabe” (Kehf 1) yazarken mum sönüyor, “abdihi’l-kitabe” yazacağıma, “kablihi’l-kitabe” yazıyorum yanlış ama devam ediyor gidiyorum. Bu şekilde yüzlerce hata var.

Peki, ne oluyor? Burada fark ne? İşte bu inceliği ancak dünyadan haberdar olduğunda anlarsın. Fark ne? Kitab-ı Mukaddes’teki farklılıklarla Kur’an el yazmalarındaki yanlışlıklar arasında ne fark var?  Çok büyük bir fark var. Kur’an el yazmalarındaki yanlışlıklardan hiçbir tanesi diğerini tekrar etmez, hepsi münferit. Shabir Ally’nin bilmediği bu.

Kitab-ı Mukaddes’teki farklılıklar şöyle: Diyelim, biz şimdi Hıristiyan rahipleriz, İznik Konsülünü topluyoruz, nüshaları getiriyoruz, diyoruz ki, “ve ceale lekümül arda firaşa” bu “ve ceale” iyi gitmiyor burada, bunu “feale” yapıyoruz diyoruz, karar alıyoruz. Ondan sonra yapılan bütün nüshalar “feale” olarak yazılıyor. Sistematik değişiklik yapıyoruz.

Kur’an el yazmalarına ilişkin yanlışlıklar insani bir hata olarak  ortaya çıkıyor ve bu sebeple de diğer bir nüshada tekrar etmiyor, bir sonraki nesilde hep düzeltiliyor. Çünkü hiçbir zaman mum aynı yerde sönemez! Sönse de iki farklı insan aynı yanlışı yapamaz. Bu noktadaki ‘aynılık’ daima bir işbirliğini gerektirir. Hayatın doğal akışı içerisinde bu şekilde sistematik olmayan yığınlarca hata oluyor.

Elimizdeki Kur’an ile Hz. Peygamberin(S.A.V) Kur’an’ı aynı

Potsdam’da çalıştayda, Michael var, Neuwirth’in vekili, o sonuçları söyledi, dedi ki, “Çok büyük oranda Muhammed’in Kur’an’ı sizin Kur’an’ınızla aynı” dedi, “bunun sonucu böyle çıkıyor”. Ve o projede bir Müslüman çalışmıyordu. İşte bu kadar güçlü ama farkında değil Shabir Ally. YouTube’da izlerken deliriyorum ya. Bir de Kanada’da doktora yapmış, haberi yok. Müslüman dünyası bu! Müslüman dünyası tıpla uğraşıyor, Kur’an’da bir şey bulacak da oradan… Ne kadar güçlü olduğunun farkında değil, böyle bir kitap yok. Yani tarihten gelen, matbaa öncesinden gelen versiyonu olmayan kitap yok. Mikail’e dedim ki, siz o zaman Kur’an’ı şöyle tarif etmek zorundasınız: “Versiyonu olmayan bir dünya klasiğidir -çünkü iyi bir protestan Mikail- böyle tarif edeceksiniz, yani versiyonu olmayan bir dünya klasiğidir. Ama dedim ki, ben sadece tefsirci değilim, bir de inanıyorum. O zaman ben şöyle yaparım, buna bir şey eklerim, tehaddi devam ediyor derim dedim.

 Yani bir benzerini hiçbir zaman yazamayacaksınız. Buyurun, en ciddi çalışmanın sonucudur, üstelik çalışanlar da Müslümanlar değil. Ama kimsenin haberi yok, Türkiye’deki ilahiyat profesörlerinin haberi yok, hepsi oryantalizme küfrediyor. Hangi oryantalizm? 

Bugün Corpus Coranicum projesinin amacını sorduğunuz zaman size ne diyorlar biliyor musunuz? Amacımız şu diyorlar: Biz vahiy ortamını, Kur’an’ın çıktığı ortamın dilini tespit etmeye çalışıyoruz, dilini. O dönem Arapçası ne? Edisyonlu Kur’an yazma fikri falan bitti o iş, veri yok, gülerler size. Yani Jay Smith bal gibi biliyor, katip hatası üzerinden versiyon basılır mı? Gülerler size. Siz, matbaa icat edilmiş, sene 2019, bugün bile sıfır hatalı kitap basamıyorsunuz, “en” yerine “em” basıyorsunuz. Ama bir sonraki baskıda ne oluyor? Düzeltiliyor. Bugün bile yapamıyorsunuz. Ama Shabir Ally’nin haberi yok, o matematik mucizesiyle uğraşıyor.

Bir Müslüman, Hıristiyanlığı veya Yahudiliği inceleyip de din değiştirmez

Size kendi alanımla ilgili bir şey söyleyeyim ve en azından ümit vererek bitirelim, bize rağmen güçlüyüz biz, bizle filan değil. Mesela Türkiye’de ya da Rusya’da ya da Arap ülkelerinde ya da Batıda herhangi bir şeriat fakültesinde veya teoloji fakültesinde veya ilahiyat fakültesinde bir Müslüman akademisyenin Hıristiyanlığı veya Yahudiliği inceleyip de, yani Müslümanlıktan Hıristiyanlığa ya da Yahudiliğe geçtiğine dair bir tane bile örnek yok, yok öyle bir şey. Olmaz zaten. Yani bir Sünni’nin Şii olacağına inanmadığım kadar buna da inanıyorum. Olmaz öyle bir şey, yani eşyanın tabiatına aykırı.

Ancak ben size tanıdığım bir sürü insanı gösterebilirim. Mesela Joseph Lumbert, tefsir Profesörü Amerikalı, Müslüman oldu. Alanı buydu, Müslüman oldu adam. Scott Lucas, tefsir Profesörü, Müslüman oldu. Neal Robinson saf İngiliz’dir, Türkçeye de çevrildi eseri, Müslüman. Ama isimlerini değiştirmediler, bunlar âlim. Bunlar halk gibi değil, mesela bir Alman Müslüman olunca ilk defa ismini değiştiriyor, bunlar öyle değil. İsmi değiştirmek gerekmiyor ki dinen. Bunlar benden iyi biliyor Kur’an’ı. Bir sürü böyle akademisyen var Müslüman olan. Benim bizatihi görüştüğüm, temas halinde olduğum insanlar var. Jonathan Brown hadis Profesörü, Müslüman, benden iyi yaşıyor dinini.

Ebu Cehil çok iyi anladı Kur’an’ı

Ben öğrencilere şunu soruyorum: Söyler misiniz bana, size de sorayım, Kur’an-ı Kerim’i Ebu Cehil mi daha iyi anladı, Mehmet Akif Koç mu?

Ebu Cehil, o kadar iyi anladı ki ilk itirazı o yaptı. Son Müslüman olanlardan bile iyi anladı. Yani düzenin değişeceğini hemen fark etti adam, çünkü entelektüeli toplumun. Anlamamakla ilgili değil inkarı. İnkarı başka bir şey. Vahiy ilmin konusu olmuyor zaten. Vahye inanılır ya da inanılmaz. Ama adamın anlamasını sorguluyorum, çünkü ilk muhatap o. Kur’an ona hakaret ediyor, nasıl anlamayacak yani? Çıldırıyor zaten. 

Kur’an’ın ilk nehyi nedir? Kur’an ilk defa neden nehy etti?

Kalem suresine bakın, “veddu lev tudhinu fe yudhinun”, (Kalem 9) yağcılık yapma. Kur’an’ın ilk nehyi yağcılık yapma.

Ama bir tane insan, içlerinden birisi. Bu ne? Şair değil, bir şey değil, o değil, bu değil. Çok mantıksız bir şey normal şartlarda. Düşünebiliyor musunuz, bir hitap toplumu ikiye ayırıyor. Hitap, sadece hitap. Yazılı bir şey de yok. Evlere ateş düşüyor, baba bir şey diyor, oğlu onun tersini söylüyor, annesi bir şey, kızı başka bir şey. Yani bir de Araplarda biliyorsunuz akrabalık ilişkileri çok güçlü ve önemli. Toplum alt-üst oluyor ve bu doz artıyor böyle. En başında bu işi söndürebileceklerini düşünürken, bilmedikleri bir biçimde bu iş daha fazla şiddetleniyor. Toplum çatışmaya doğru giderken aniden bir şey oluyor. Herkes sorun nasıl çözülür bunu beklerken, Hazreti Peygamberin de hiç beklemediği, sahabenin de beklemediği, müşriklerin de beklemediği bir teklifte bulunuyor Kur’an. Diyor ki müşriklere, sizin derdiniz ne? Sizin derdiniz, bu hitabın kaynağının Muhammed olduğunu söylüyorsunuz Allah değil de. Tartışma konusu bu. Müşriklerle inananlar arasında tek tartışma bu, o dönemde. Kaynak konusu. Hazreti Ebubekir’le Ebu Cehil’i birbirinden ayıran söylemdeki (onları) rahatsız edici şeyleri bıraktığın zaman, hoşlarına giden de bir metin bu, şiir gibi. Diyorlar ki bunu sen uydurdun. Sahir diyorlar, kahin diyorlar, sen uydurdun diyorlar, bunu kabul et bitsin bu iş! Allah da diyor ki, ya sizin bütün iddianız bu değil mi? Bu. Peki, Muhammed kim diyorsunuz? Yetimin biri. Daha evvel şiir yazdı mı? Yazmadı. Bu vahiy diyor Allah, şu ana kadar ki vahyedilenler bu. Siz de diyor, çok kolay, toplumun böyle çatışmasına, birbirinize girmeye, bağırmaya, çağırmaya gerek yok, yanına benzerini koyun bitsin diyor. Şaşırıyorlar. Herkes şaşırıyor. Peki müşriklerin tavrı ne oluyor? Duymazdan geliyorlar. İşlerine devam ediyorlar. Hiç tepki yok yani, bir teşebbüs de yok değerlendirme de yok. Normalde ne olması lazım? Muhammed dedi ki, böyle bir şey, hemen toplanalım şu Kabe’de biraraya gelelim, ne yapacağız konuşalım. Değil mi? Yok, hiçbir şey yok, duymazdan geliyorlar.

Şimdi aradan bir süre geçiyor, dozu yükseliyor çatışmanın, sürekli yükseliyor. Ben şimdi çocuklara anlatırken fakültede öyle anlatıyorum, burada da öyle anlatacağım şimdi zihninizde kalsın diye.

Altı tane ayet var tehaddi ayeti. Bir süre daha geçtikten sonra Cenabı Hakk, şişt diyor duymadınız galiba. Bu işi bitirmek çok kolay diyor, çatışmanıza gerek yok. Bak diyor bu benim Hitap, sizin Muhammed’e istinat ettiğiniz Hitap. Bırakın tamamını, 10 tane getirin bitsin diyor, benzeri 10 sure. Hûd suresinde açık. Rivayetleri de var. Peki, müşriklerin tepkisi ne? Duymazdan geliyorlar. Halbuki dört gözle bekledikleri bir şey. Yani o kadar üzülüyorlar ki, toplum çatırdıyor. Arap yarımadasının en güzide yeri, ticaretin merkezi, herkesin saygı duyduğu bir yer. Düşünün, Yemen’den tapmak için oraya geliniyor, kaç ay sürüyor, adamın putu Kabe’de, Yemen’den gelip tapacak gidecek, çok kıymetli bir yer. Bir süre daha geçiyor, artık fiziki çatışmaya iş gittiği zaman Allah son defa diyor ki, şişt diyor, ya duymadınız galiba, bu çok kolay diyor, çok kolay. Hadi tamamını bırak, bir sure koyun bitsin diyor.  

Tarihi vakıa bu, biz iman açısından bakmıyoruz olaya, tarihen böyle bir şey oldu. Normal şartlarda bunu izah edemezsiniz. Kur’an’ı okuduğunuz zaman hiç de benzeri yazılamayacakmış gibi gelmiyor öyle değil mi? Sanki yazabilirmişiz gibi geliyor, bazı cümleleri dümdüz. Niye olmuyor? Hazreti Musa’nın asasını nasıl izah edemiyorsak, Hazreti İsa’nın da bir yere dokunduğunda hastayı iyi ettiğini nasıl izah edemiyorsak, bu da onun gibi izah edilemeyen bir şey. Normalde olmaz görünüyor, oluyor, onun için mucize zaten. Akılla mucizeleri izah etmeye filan çalışanlar çok komik geliyor bana. İşte bilmem modern bilim gelişmiş de, Hazreti Yusuf’un gömleğini gözüne atmışlar da iyileşmiş de falan… Ne demek mucize? Mucize ilmin konusu değil, mucizeye ya inanılır ya inkar edilir. Bu izah edilebilen bir şey değil. Ondan sonra Allah ne diyor? Cinler, insanlar, kim gelirse gelsin, yaptırmayacağım benzerini diyor. Hadi yap, buyurun yapın. Basın hadi. Jay Smith niye bir tane versiyon yazmıyor? Bassın hadi. Komik duruma düşer. Katip hatasından versiyon yazarsa kendi ilmi kariyeriyle ilgili sorun çıkar da onun için yapmıyor, insanlar güler ona.

İngilizlerin aklına gelen şeytanın aklına gelmez

Ne oldu biliyor musunuz? En son onu söyleyeyim, Birmingham’daki nüshayla ilgili BBC’de yayın çıktı 3 sene önce. Duydunuz mu? Bu İngilizlerin aklına gelen var ya şeytanın aklına gelmez, şimdi göreceksiniz bunu. Yaklaşık 200-300 senelik oryantalistik iddialarda böyle bir iddia çıkmadı. Hep şu tartışıldı: Hz. Muhammed kimden aldı Kur’an’ı? Yahudi kökenli oryantalistler Tevrat’tan, İncil kökenliler İncil’den, vesaire vesaire. BBC’deki haber şöyle: Birmingham’da bir nüsha var, Hz. Muhammed doğmadan 40 sene öncesine ait bu. İşte onun için diyorum şeytanın aklına gelmez İngiliz’in aklına gelen. Peki olay ne?

BBC’de çıktı bu, YouTube’da var bakın. Bununla ilgili İngiltere’de toplantı yapıldı, bizden de Necmettin Gökkır hoca -İstanbul İlahiyat’tan- gitti o da anlattı, sonra yayınlandı da sonuçları. 

Şimdi, ilmin geldiği son noktada, bir kağıdın yaşını bulmak için Karbon-14 diye bir test var, Karbon 14 testi. Karbon-14 testiyle, Birmingham’daki, üzerinde Taha suresinin ve Kehf suresinin yazılı olduğu varaklar tetkik edilmiş, Hazreti Peygamber’den 40 sene öncesine ait olduğu tescil edilmiş, doğru.

Bakın şimdi yine akademik dünyadan uzak olunca, sizle ilgili demiyorum, bunu mesela hocalarla konuştuk, o yazıyı okutunca güle güle öldüler. Olayı nasıl saptırabiliyor, bal gibi biliyor BBC, çünkü orada doktora yapanlar var. Şimdi yazı malzemesi Ortaçağ’da nasıl bir şey biliyor musunuz? Dinle ilgili değil sadece, en kıymetli malzeme. Düşünün mesela bu kağıt bir ceylan derisi, size dedenizden miras kalıyor bu, dedenize de dedesinden, ona dedesinden, bunun üstündeki yazı anlamını yitirdiği zaman bunu atamazsınız. Yazıdan daha önemli bir şey var, o yazı malzemesi. Siz bunu siliyorsunuz, ondan sonra o gün işinize yarar şeyi yazıyorsunuz, kaydediyorsunuz. Öyle bir kere kullanılan malzeme yok Ortaçağ’da. Çünkü yazıdan daha kıymetli bu. Şimdi bizim bugün kağıt elimizde de  kıymetini bilmiyoruz. Şimdi Birmingham’daki o toplantıda -daha sonra sonuçları yazı olarak çıktı ben orada okudum- Müslüman akademisyenlerden bir tanesi muzip bir şekilde diyor ki, “Teşekkür ediyoruz” diyor, “Siz Kur’an’ın yaşını mı buldunuz, Kur’an’ın üzerine yazıldığı derinin sahibi koçun yaşını mı buldunuz?” Hiç kimse size Kur’an, Hazreti Peygamber dönemindeki kağıtlara yazıldı gibi bir iddiada bulunmuyor ki. Karbon-14 de yazının yaşını vermiyor, kağıdın yaşını veriyor, en fazla yapabileceğiniz bu. Ama bunu BBC’de tekrar yayınlamadılar, yani BBC öyle bıraktı o işi, iddiayı açık bıraktı.

Müslümanlar güçlerinin farkında değil

Özet olarak, Müslümanlar ne kadar güçlü olduğunun farkında değiller ve İslam bize rağmen dünyada en fazla gelişen din. Bize rağmen, bizim katkımız yok. Mesela Müslümanlar yeryüzünde olmasaydı belki daha da hızlı olabilirdi. Çünkü ben şunu rahatlıkla söyleyebilirim. 14 asırdır İslami ilimleri temsil eden insanlar hiç bu kadar zayıf olmadılar, kendimi de içine katarak söylüyorum. Bu sadece çalışmamaktan filan değil, biraz önce anlatmaya çalıştığım sebepler yüzünden de. Osmanlı’nın son döneminde bile bakın deve dişi gibi insanlar var, Cevdet Paşa var, Osmanlı yıkılıyor ama var, o var, öbürü var, yani kendilerini geliştirmek isteyen insanlar var.

Felix Körner, hiç duydunuz mu Felix Körner’i? Cizvit bir rahip. Ankara’da 6 sene kaldı, benim de arkadaşım. Alman bir profesör, Kur’an alanında doktora tezi var. 8 tane dil biliyor, görseniz çok çok sempatik biri. Gregorian’da derse girerken Felix de oradaydı, Ankara’dan gitmişti, esas merkez Vatikan. Bir ay orada derse girdim. Bana özel bir şey de değil orada derse girmek. Ankara İlahiyat’ın 20 senelik anlaşması vardı, şimdi bitti. Her sene oradan bize bir Hıristiyan rahip gelirdi bizde Hristiyanlığı anlatırdı, bizden de birisi gider Müslümanlığı Hristiyan rahiplere anlatırdı. Yani kendi dinini herkes kendi anlatsın, proje bu. Bir sürü hoca gitti, sonra ben de gittim. Ben gelirken Felix bana dedi ki, “Ya bizim aramızda kaldın, ne hissediyorsun?” Dedim ki Felix, “Doğrusunu konuşalım şimdi. Ben burada gördüğüm, fedakarlık yapabilecek 70 Cizvit rahip kadar 70 ilahiyatçıyı tanımadım Türkiye’de.” Bendeki izlenimlerini size söyleyeyim: Zaten evlenmek yok, çoluk çocuk bir şey de yok. Kimisi makine mühendisi, kimisi ilahiyatçı, kimisi profesör, bir şey yani. Şöyle birisi olabilir mi, ben gözlerimle gördüm: Alman bir makine mühendisi, en iyi bildiğim dil dedi Güney Afrika’nın üstünde bir kabile dili. 7 sene geçirmiş orada. Haksız mıyım şimdi, böyle bir ilahiyatçı var mı? Dedim ki “Bak böyle bir 70 kişi ben bilmiyorum”dedim. “Eğer sizin bu çabanızla, bu çalışmanızla dininiz İslam olsaydı var ya, bütün dünya Müslüman olmuştu. Bereket dininiz sakat, oradan yırtıyoruz” dedim, bizim çalışmamızdan falan değil. Hakikaten böyle yani. 

Bir cümleyle, niye âlim yetiştirilemiyor?

Çünkü, olmayacak bir âlim tasavvuruna sahibiz. Gerçek dünyada olabilecek ve gerekli olacak olanı prototip olarak koyup onun peşinden koşmak lazım. Bunun güzel bir örneğini Fuat Sezgin vermeye çalıştı. Allah rahmet eylesin.

Kitlesel İslamlaşma niye yok Batıda ya da dünyada?

Şimdi şöyle bir şey düşünün, ben bunu hutbede sordum, size de soruyorum. Bir İngiliz olduğunuzu varsayın, Londra’dan İslam dünyasına bakın, bana sizi çekecek bir şey söyleyin, tek bir şey. “Ya, ben de Müslüman olsaydım da şu haslet bende de olsaydı” diyeceğiniz bir vasıf söyleyin bana. Şöyle düşünmez misin: Bu insanlar, 1.8 milyar insan, hadi teknolojide geri kaldılar, Ortaçağ’da biz de geri kaldık. Hadi araba üretemiyor, uçak üretemiyor, ya bunların dininde hayır olsa bizden daha doğru konuşurlar, daha iyi ahlak sahibi olurlardı demez misin?

“Bir de, dünya niye Müslüman olmuyor” diye merak ediyor Müslümanlar, ben de “niye merak ettiğimizi merak ediyorum”. Kitlesel İslamlaşma, ahlaki öğreti İslam dünyasında temayüz etmeye başlayınca ancak olabilir. Öbürleri münferit Müslüman olam örnekleri, şu ana kadar anlattıklarımız. Yani bir adam Kur’an’a ilgi duyuyor, tesadüfen biriyle karşılaşıyor… Yoksa kitlesel olması için ahlak açısından iki ayet sadece “Ey Müslümanlar, doğru konuşmanız yetmez, dosdoğru konuşun” (Ahzab 70); diğeri de “Ey Müslümanlar, adil olmanız yetmez, adilliğinizin seviyesi sizin, ana babanızın, çocuklarınızın aleyhine de olsa adil olun” (Nisa 135), iki tanesini uygulasak yetecek. Temsil olsa, kitlesel olacak, bence olur yani. Batının ateist olmasının sebebi Hristiyanlık, çünkü mantıklı değil, saçma sapan bir şey. Yani tiyatro gibi, tiyatral bir şey yani. Batının Müslüman olmamasının sebebi Müslümanlar, Müslümanlık değil, biz.

Bir dinleyici: Hadi onların sebebi var, bizde deizm niye çoğalıyor?

Mehmet Akif Koç: Ahlak yüzünden. Ya şimdi beni konuşturmayın, bak ben lafını esirgeyen biri değilim. Size üç saat uykumu kaçıran bir şeyden bahsedeyim. Şimdi sizin de uykunuz kaçacak. Bundan önceki Alman Şansölyesi Gerhard Schröder. Dünyanın ikinci büyük ekonomisinin başındayken, Almanya’yı yönetirken; ana bir, baba bir, öz ağabeyi Almanya’da neyle geçiniyordu bilin bakalım? 8 ay iş bulamadı, işsizlik maaşıyla geçiniyordu. 8’inci ay iş buldu. Nerede buldu bilin bakalım? Kanalizasyon şirketinde. Ağabeyi 5 sene Almanya’yı yönetti, o da 5 sene kanalizasyon işçisiydi. Bu olay, Kanuni döneminde olsa -beni uyutmayacak şey o- o dönemde olsa biz hala menkıbe diye anlatırdık bunu. Adam şimdi gerçekleştiriyor ve solcu. Ve bu çok doğal karşılanıyor Almanya’da. Sen bunu bir Alman’a desen, sana “ne var ki bunda” diyecek. Adamın bir tanesi çalışmış olmuş, öbürü de lise mezunu. Bu hiçbir Müslüman ülkede olamaz şu anda, Bangladeş’te bile olamaz. Sen daha diyorsun ki niye Müslüman olmuyorlar? Adam böyle bir pozisyondan öyle bir pozisyona geçer miyim diye düşünecek.

Eğer biz temsil edebilsek var ya… Şunu görüyorsunuz İngiltere’de duran birisi olarak: Ya hep bize kaçıyorlar bunlar Müslüman ülkelerden. Salda boğuluyor, gemi bilmem batıyor, Afganistan’dan kaçak gelen göçmenler filan. Siz hiç tersini gördünüz mü? İşte bir İngiliz vapuru Afganistan’da yaşamak için veya Mısır’da yaşamak için denize açıldılar da battı filan.  

Bir dinleyici: “Ama şimdi mesela Avrupa’yı çok iyi anlatıyorsunuz, ama ahlaki erozyon da çok eksi tarafta…”

Mehmet Akif Koç: Ben kendi alanımdan söz edeyim size. Türkiye’de intihal diye bir şey var üniversitelerde, hırsızlık had boyu tezlerde, had boyu, yani size ben anlatamam. Onun tezinden alma, bunun kitabından alma. Hiç kimseye bir şey olmuyor, şikayet ediyorsunuz olmuyor. Almanya’da cezası ne biliyor musunuz, bir sayfa birinden alsanız? Oldu bu. Bir sosyolog profesöre oldu, çok kıdemli. Cezası şu: Hayat boyu bir üniversitede çaycı bile olamamak, aşağılama cezası var. Hiç kimse devreye giremez.

Ben hoşunuza gidecek çok şey söylerim. Ama bizim bir işimize yaramaz o. Onu çok dinledik, o zaten tamam. Çirkefliklerini de biliyorum.  Ama o tür değerlendirmeler bizi bir yere vardırmıyor. Biz sahte bir tatmine ulaşıyoruz. Bizim işimiz şu: Neden bu din bu haldeyken, Müslümanlar bu halde? Neden Hristiyanlar bu dine rağmen bu haldeler? Niye bize rağmen ve dine rağmen onlar daha doğru sözlü olabiliyorlar, ticaret ahlakı vesaire. Müslüman malı diye bir tasavvur yok, ne kadar aşağılayıcı bir şey ya. Alman malı diyor herkes. İşte ben böyle konuşunca bana Avrupa hayranı hafız diyorlar, eleştiriyorlar ama bu böyle, hakikat bu.

Şimdi konumuza geri dönecek olursak, Ebu Cehil’e, Ebu Leheb’e nasıl hitap ediyor Kur’an “nasıl inkar ediyorsunuz her şeyiyle sizden, dili sizden, muhatabı sizden her şeyi.Biz eğer başka bir kontekste indirseydik, başka bir dilde indirseydik o zaman diyeceklerdi ki Arap’a başka bir Kur’an mı?” Kur’an felsefi anlamda basit, mürekkep değil. Hicri üçüncü asırdan sonra mürekkep hale dönüşüyor bazı çevrelerde, ben onun sorunlu bir şey olduğunu düşünüyorum. Benim bu söylediklerim yeni bir şey değil, modernist bir şey değil. Ehli-sünnet’in başındaki çizgi bu, buraya dönseydi İslam alemi sorunları daha az olurdu. Ben size söyleyeyim IŞİD rivayetlerden nefret ediyorlar. Niye? Ayet kaynaklı hareket ediyorlar. Kur’an karşısında özgür olmak istiyor adam “faktulû-l muşrikîne” ne demek? Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, adam rivayetsiz bu ayetle amel etmek istiyor. Niye? Bu ayetin indiği sebebi nüzule baktığı zaman oradaki insanları öldüremeyeceğini biliyor.

Kur’an İslamı üzerinde ısrar edenlerin anlamadığım duruşları var. Vallahi ben sadece Kur’an’dan İslam’ı yaşayabilecek bir Müslüman görmüyorum, keşke olsa. Dini ne kadar zorlaştırdıklarının farkında değiller ya. Kur’an’a göre sen küçücük bir çeyrek altın bulunduramazsın elinde şu anda. Onu bulundurabilme salahiyetini sünnet getiriyor, 40’ta 1 veriyorsun, kalanı senin. Kur’an İslam’ı kolay bir İslam olmaz keşke yaşayabilseniz, yok öyle bir şey. Yani, dini kolaylaştıran sünnet.

İnsanlığın ortak ulaştığı şeyler var

1850’lerde Mecelle’yi niye yazmak zorunda kaldık biz? Mecelle nasıl yazıldı biliyor musunuz? Önüne Fransız Hukuku açıldı. Niye yapıldı? Yetmediği için. Kanunları da güncelleştirmek gerekiyor, iktisadı da.

Bir dinleyici: Yani Hocam, Batı’yı merkeze koymamamız lazım, yani Batı öyle bizim gıpta edeceğimiz bir şey de değil. Her şeyiyle sorgulamamız lazım ve kendimiz tekrar vahyin aydınlığında kendi ilmimizi inşa etmemiz lazım bunu her şeyi.

Mehmet Akif Koç: Bu tartıştığımız bir şey değil, şimdi ben tefsir profesörüyüm. Batı’da resmi evlilik karşıtı bir söylem var, sen şimdi varsayıyor musun yani Akif Koç, Batı’daki bu medeni hukukun değiştirilip de artık evliliğin kaldırılmasını savunabilecek biri mi? Onu söylememe gerek bile yok ki zaten. O zaten her yerde söylenen şeyler. Hafız birisi olarak, tefsir akademisyeni olarak, bir öğrenci yurdunda herkes herkesle beraber filan bunu söylememe ne gerek var, zaten bunun iğrenç bir şey olduğunu söylememe, telaffuz etmeme gerek var mı? Yok.

Peki, neyi söylüyorum? Söyleyemediğimiz canımızı acıtan şeyleri söylemeye çalışıyorum ve zihnimizden şunu atmamız gerekiyor: Fuat Hoca’dan öğrendiğim şey, medeniyet bir bütün. Batı’nın başarısını niye övüyorum biliyor musunuz? Onun başarısı Batı’nın başarısı değil. Hazreti Adem’den bugüne kadar insanın başardığı her şey de benim, başaramadığı her şey de benim. Medeniyetin dini filan yok. Fuat Sezgin Hoca, Batı hırsız dedi, sizi memnun edecek şeyler de söyledi. Her yerde söylüyordu, batılılara da söylüyordu. Batı hırsız. Niye hırsız? İslam medeniyeti Me’mun döneminde Roma’dan kitapları aldı, çevirdi, sadık bir biçimde referanslarını gösterdi; Eflatun dedi, Sokrat dedi, Aristo dedi, Muallim-i Sani dedi filan. Ondan sonra biz geriledik, Batı -çünkü medeniyet mütemadiyen gelişmesi gereken bir şey- bizden aldı, geliştirdi, bugünkü başarıya ulaştı. Fakat bizi atlayıp atalarını referans gösteriyor, Roma’yı. İslam medeniyeti yok ortada. “İşte ben 40 senedir İslam Medenieyetinin orada olduğunu ispat etmeye çalışıyorum” dedi Fuat Sezgin hoca.

Size şöyle bir şey söyleyeyim: Şu anda İslami ilimler alanında dünyada çıkmakta olan en yaşlı, en eski dergi hangisi?

Journal Asiatique Fransa’da çıkıyor 200 yaşında, en eskisi o. İkinci, ZDMG Almanya’da çıkıyor. Üçüncü, Der İslam Almanya’da. Dördüncü, Muslim World, Amerika’da çıkıyor. Bakın daha İslam dünyasına gelmedik, daha İslam dünyası filan yok. 1850’lerde başlamış ZDMG, öbürü 1823 Journal Asiatique. Biz son 300 senedir ne yapacağımız konusunda, isabet kaydedemiyoruz. Az önce bahsettiğim  anahtar meselesini hatırlayın. Sen aslında kendini yıpratıyorsun başka bir şey yapmıyorsun. Bakın şuradan niye pay biçmiyorsunuz? Ya bir Müslüman dünya var işte Londra’dan biri olarak bakın dedim, 1.8 milyar insan var, bunların ilime, bilime, sanata bir Londralı olarak bakın. Dünyaya ne katabilirim diye bir yarışları yok, en büyük meseleleri 1400 sene önce yönetici kim olmalıydı Ali mi, Ebubekir mi? Sen böyle bir dünyaya ikna olur musun? Bunlar bakın bugünü de tartışmıyorlar, 1400 sene önce kim olmalıydı? Kim olursa olsun. Geçmiş bitmiş. En büyük meselemiz bu değil mi harici bir gözle bakınca. Yani iki büyük blok var Sünni-Şii, hala kim olmalıydı?

Batı ile karşılaşmaktan korkmaya gerek yok. Daniel Madigan, şu anda Amerika’da Profesör, “Kur’an’da kitap” doktora tezi. Bizim fakültede, 97 ya da 98’de konuşuyor, ben o zaman yeni asistanım. Arkadan bir öğrenci, gariban,bizim lisans 1’den, bir parmak kaldırdı dedi ki, “ya Hocam bu kadar çok biliyorsun da niye Müslüman olmadın” dedi. İyi bir Katolik Madigan. Dedi ki, “Sana iki şey söyleyeceğim biri seni mutlu edecek, biri mutsuz edecek. Mutlu edecek şeyi söyleyeyim” dedi. “Kabul ediyorum ki her İslambilimci Batılı risk altındadır, çünkü Müslüman olan arkadaşlarım oldu” dedi. “Bu seni mutlu eder” dedi. “Mutsuz edeceğe gelince, dünyanın çoğunluğu benim gibi düşünüyor, sen azınlıktasın” dedi. Yani “izaha muhtaç olan azınlıkta olandır” dedi. “Demek ki insanlar benimkini daha mantıklı buluyorlar” dedi. Katolikler Müslümanlardan fazla ya onu demek istiyor… Biz bugünü yaşasak ve ufak hesap yapmasak, küçük hesaplar para, pul, makam… aklımızı kullansak, ibret alsak sorun çözülecek. Zihninizde hayali bir paket var: işte bütün sorunların çözümü olan bir İslam filan var zannetmeyin, o bugüne uyarlanacak. Paket bir tane çözüm var bunu getirelim çözelim öyle bir şey yok. O bir süreç ilimde, bilimde, iktisatta vesaire kafa yorulacak, emek verilecek öyle kolay değil, yani oturduğun yerden olmaz.

Keşke yeteri kadar ilahiyat fakültesi açsaydık. Bunun yanında bir tane Bilkent’e, bir tane Boğaziçi’ne, bir tane ODTÜ’ye Islamic Studies açsaydık mesela. Bir mukayese imkanı sağlardık. Niye bunu yapacağımızı da söyleyeyim: Biz aynı seviyede 100 tane açtığımız zaman mukayese imkanı olmuyor. İyi bir yerdeyiz sanıyoruz. Rekabet ortamı da doğmuyor. Halbuki günümüz bilimi rekabet ortamında yükseliyor.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !