Okey`de taş çalmak caiz mi hocam?
Bizim toplumumuzda insanların dinlerine ait bilgileri Tv’lerden öğrenmeye başladığından beri Tv hocaları diye bir kavram girdi hayatımıza. Neredeyse her kanalın kendine özgü bir Hoca’sı vardı ve bu hocalar televizyon ekranlarından kendilerince din anlatmaya çalışıyorlardı. Elbette Hoca ile yayın yapılan kanalın siyasi bakışı arasında da bir uyum olması gerekiyordu, onun için her kanal kendisine yakın olan veya kendisinden yana olacak bir hoca bulmakta pekde zorlanmıyordu.
Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a (cc) aittir.
Bizim toplumumuzda insanların dinlerine ait bilgileri Tv’lerden öğrenmeye başladığından beri Tv hocaları diye bir kavram girdi hayatımıza. Neredeyse her kanalın kendine özgü bir Hoca’sı vardı ve bu hocalar televizyon ekranlarından kendilerince din anlatmaya çalışıyorlardı. Elbette Hoca ile yayın yapılan kanalın siyasi bakışı arasında da bir uyum olması gerekiyordu, onun için her kanal kendisine yakın olan veya kendisinden yana olacak bir hoca bulmakta pekde zorlanmıyordu.
Yani sonuçta aslında hocalar tv’lerde kendi anladıkları dinden ziyade yayın yapılan kanalın istediği dini, istenildiği kadar ve istenen uslupta anlatıyordu. Mesela o kanal gelenekçi ise, gelenekçi hoca, Atatürk’ü sevmiyorsa sevmeyen bir hoca, o dönemin iktarına muhalif ise muhalif bir hoca, modernist ise modernist bir hoca bulmakta hiç kimse zorlanmıyordu, sonuçta memlekette hocadan bol birşey yoktu.
Bu çalışmaların içerisinde elbette topluma islam’ı sevdirmeye çalışan, hassasiyet oluşmasını isteyen ve samimi bir şekilde dini anlatmak isteyen hocalarda yok değildi ama bunlarda sayı olarak hem az, hemde Kur’an merkezli Tevhidi bir din anlayışından uzaktılar. Hal böyle olunca hem tv ve sosyal medyanın çoğalması ve hayatımıza hükmetmesi hemde hoca enflasyonu artınca Tv’lerde anlatılan din anlayışının seviyeside günden güne düşmüş oldu.
Belki bunu sadece hocalara bağlamak yanlış olurdu sonuçta bu bir alışverişti ve arzı doğuran talep hem yetersiz hemde seviyesizdi. Bu durum öyle bir hal aldı ki; özellikle her cuma veya her ramazan ayında yapılan programlarda sorulan sorularda meselenin vehametini ortaya koyuyordu.
Özellikle son yıllarda birazda muhafazakar hükümetlerin yönetimde olması talebi biraz daha arttırınca bu gevşeklik ayyuka çıktı diyebiliriz. O kadar ele ayağa düştü ki; kadın proğramlarında din anlatılır hale geldik.
– Sakız çiğnemek orucu bozar mı ?
– Oruçlu iken yüzmek haram mı ?
– İnnernetten oyun indirmek günah mı ?
Bu ve buna benzer daha birçok soruyu muhtemelen sizde bir yerlerde duymuş, görmüş veya okumuşsunuzdur ve muhtemelen daha da çok duyacaksınız, hatta zaman geçtikçe sorularda düşen seviyeyi hayretle izleyecek,hayıflanacağız. Peki seviyesi düşen tek şey sorulardaki kalitemi ? Yoksa bizzat hayatımızda DİN’e ayırdığımız yer mi ?
Hadi normal günlerde anladık, peki ya ramazan aylarına ne demeli ? Maneviyat ile en fazla bağ kurmamız gereken bir dönemde seviyeyi bu kadar düşürmeyi neye bağlayacağız. Talebin kalitesine göre mi?
Bir üretici firma gündelik hayatta kullanılan bir ürün üretse, mesela diyelim ki diş fırcası üretiyor bu firma. Orta kalitede ve 3 liraya bir ürün üreten firmaya bir müşteri gelse ve sen bana 1 liraya üret ama kalitesiz olsun hiç önemli değil diye talepte bulunsa ve üretici firma da bu talebe uysa, ne kadar ahlaki olur sizce ?
İşte günümüz toplumunun din anlayışı buradaki talebe benziyor. Yani bana dinden bahset diyor ama çokta pahalı olmasın diyor, yani Dinden vazgeçmem diyor, ama bunun içinde çok fazla bedel ödeyemem diyor.
Faiz’den vazgeçemem diyor,
Dolar-euro olmazsa bu işler olmaz diyor,
ama sen yinede azıcık dinden bahset diyor, bahset ama çok pahalı olmasın bedelini ödeyemem diyor.
Demokrasiden vazgeçemem diyor,
Cihad benim mahalleye uğramasın diyor,
Başımı belaya koyma diyor, hazır baş demişken başörtüsü zaten Kur’an’da yok ki diyor, oruç desen miğrenim var diyor, namaz ise duadır diyor, ama sen yinede azıcık dinden bahset, bahset ama çok pahalı olmasın bedelini ödeyemem diyor.
İşte ucuz ve kalitesiz ürün talep etmek gibi birşey bu. Peki bu talebi karşılıksız bırakmamak, yani nabza göre şerbet vermek, toplumu ıslah etmek ve tedrici olmak adına yaşanan bunca haramı, bunca başkaldırıyı, Allah’a şirk koşmayı, ondan başkasına kulluk etmeyi, dini Allah’a has kılmak yerine hevaya has kılmayı gözardı ederek anlatılan din Allah’ın dini olur mu? Kur’an’dan ve efendimizin sünnetinden bağımsız anlatılan din Allah’ın murat ettiği din olur mu?
Nefis elbette kolaya kaçar, kaçamak sever, sorumluluktan kaçmayı sever, bedel ödemek istemez, yapabileceğinin en azını yaparak alabileceğinin en fazlasını almak ister ama, Kur’an bize bunu vaad etmez. Şeytan’ın bizi Allah’ın affı ile aldatmamasını söyler, kim zerre kadar kötülük yapmışsa karşılığını göreceğini söyler, ve hesap günü kimseye adaletsizlik edilmeyeceğini açık seçik beyan eder.
Evet belki çağımız zor bir çağ, her taraftan ateşe çağrıldığımız bir çağ, ayakların sabit kalmasının zor olduğu bir dönem, ancak şartlar ne kadar ağır olursa olsun, Allah’a hakkı ile kul olmayı Allah’ın kolaylaştıracağına dair vaadi olduğunu da unutmamak lazım.
İşte bu şartlar altında toplumun din talebinin hangi seviyede olduğuna bakmadan, dini eğip bükmeden ve Allah’ın ahkamını ve İslam dininin kırmızı çizgilerini, olmazsa olmazlarını seviyeyi düşürerek anlatmanın kimseye bir hayır getirmeceğini anlamak lazım. Allah Resülü (sav) bir hadisinde :
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın ve müjdeleyin.”
“…Isındırın, nefret ettirmeyin…” buyrulmuştur. [Buhârî, İlm 12, Edeb 80; Müslim, Cihad 6, 7, (1732-1733
Bu hadis bize taviz verin demiyor, hakkı usulü ile anlatın diyor. Peki biz ne yapıyoruz, bizden isteneni, istenen usulde anlatıyoruz. Bakın bir Prof ünvanlı tefsir Hocası, bir Tv programında dinden bahsediyor, iki saat boyunca konuşuyor. Bu Hoca 20 ciltlik tefsir yazmış, karşısında başı açık ve İslam hukukuna göre uygun olmayan bir tarzda giyinmiş bir hanımefendi var ve bu durum çok normalmiş gibi davranılıyor. Oysa kitabı anlatanlar için bakın nasıl bir uyarı var yüce kitabımızda :
Allah’ın indirdiği kitabın bir bölümünü gizleyenler ve onu az bir karşılık için satanlar yok mu, onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Allah kıyamet gününde onlarla konuşmayacak, onları arındırmayacak! Onlar için elem verici bir azap vardır. Onlar, doğru yol karşılığında sapkınlığı, mağfiret karşılığında azabı satın almış kimselerdir. Ateşe ne kadar da dayanıklılarmış! (Bakara: 174-175)
Üstelik bizim için gündem olan tek şey bu hocaların ekranlara çıktığında kimin ne kadar para aldığıdından öteye geçmiyor. Kimse anlatılan dine ve bu dinin Kur’an ve Sünnete uygun olup olmadığını umursamıyor bile. Efendimiz zamanında ehli kitap alimlerine yapılan bir uyarı var Kur’anda! Bu uyarı sadece o zamanın Yahudi alimleri için mi geçerli ? Bugünde kitapta olan bir hususu değişik sebeblerle gizleyen, pas geçen veya görmezden gelen alimlerin durumunu bu ayete göre sorgulamak gerekmez mi?
Yanınızda olan (Tevrat)ı, doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur’an’a) iman edin; onu inkar edenlerin ilki siz olmayın ve ayetlerimizi az bir değer karşılığında değişmeyin. Ve yalnızca Benden korkun. Hakkı batıl ile örtmeyin ve hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) siz (gerçeği) biliyorsunuz. (Bakara, 41-42)
İşte genel olarak takındığımız tavır bu olunca, yani iyiliği emretmeyi ve kötülükten men etmeyi hayatımızdan çıkarınca geriye işte böyle adete din ile alay edercesine mesnetsiz gündemler oluşuyor. Sapanlar ile saptıranların aynı ateşe gireceklerini unutmamak lazım.
Bu arada sorumuzun cevabını da yazalım!
Kumar oynamak haramdır,
taş çalsan da
çalmasan da…