27-01-2020 10:49

Ey Konya! Merhum müfessir Ali Küçük’e biraz vefa

Yıllarca köklü bir dergide yazılar yazdı. Ali Küçük öldüğünde dergi 36. yılına ulaşmıştı, vefat ettiği Kasım ayından sonraki sayılara göz attım. Acaba yıllarca yazdığı dergide Ali Küçük`ün hayatını, eserlerini, çalışmalarını anlatan kapsamlı bir yazı yazılmış mıydı? Maalesef hayır. Oysa derginin yazarlarıyla ve yöneticileriyle yıllara dayanan arkadaşlıkları vardı.

Ey Konya! Merhum müfessir Ali Küçük’e biraz vefa

Dünya Bizim/İsmail Demirbaş

1989 yılıydı. Konya'nın küçük bir ilçesinde İmam Hatip Lisesi’nin orta kısmında okuyordum. Derslerini hayranlıkla dinlediğimiz Halit Cığal Hoca bir gün evine davet etti. Taşradan gelmiş 15 yaşında bir çocuk olarak ilk defa bir hocamızın evini görecektim. Okuldan bir grup arkadaşımızla Halit Hoca’nın evine vardığımızda ilk dikkatimi çeken şey kütüphanesinin büyüklüğü oldu. İlk kez bu kadar çok kitabı bir arada görüyordum.

Dergilerde Ali Sağir mahlasıyla yazdığı bazı yazılarını okuma imkânı bulduğum Ali Küçük Hoca da o gün oradaydı. Bir grup dostu ile beraber Konya'dan Halit Hoca’yı ziyarete gelmişti. Evin geniş salonu tıklım tıklım dolduğunda Ali Küçük Hoca, Buruç Suresi’nin tefsirini anlatmaya başladı.

Öyle güzel anlatıyordu ki, söylediklerini neredeyse cümle cümle ezberlemiştim. Hatta üç hafta sonra bir öğrenci evinde “size bir şey anlatayım” deyip, Buruç Suresi’ni Ali Hoca'dan dinlediğim şekliyle anlattım. Üç hafta önce hocayı

 birlikte dinlediğimiz bir arkadaşım şaşırdı. “Sen bütün anlatılanları ezberledin mi?” diye sordu.

Ali Küçük Hoca’yı dinlerken çocuk yaşıma rağmen Kur'an'ın anlaşılır, anlatılır, yaşanır bir hayat kitabı olduğunu fark etmiştim. İlerleyen zamanlarda hocalarımızın da yönlendirmeleri ile okuma alışkanlığı kazandım. Fakat tefsir okumak hep önceliğim oldu. İlk tefsir dersini dinlediğim, tefsirde ilk hocam Ali Küçük'ün derslerini daha sonraki dönemlerde de takip etmeye çalıştım.

Ali Küçük 5 Kasım 2017 tarihinde ahirete irtihal etti. Ardında binlerce öğrenci bıraktı. Besairu’l Kur'an tefsiri (12 cilt, Beka Yayınları) ve Besairu’l Ehadis (3 cilt, Beka Yayınları) kitaplarını bıraktı geriye. İnsanlara Kur'an'ı anlatmak için köylerden şehirlere, şehirlerden uzak ülkelere yolculuklar yaptı. Öğrenci evlerinde, camilerde, dükkânlarda, atölyelerde bıkmadan, yorulmadan Kur'an'ı ve Sünnet’i anlattı. Ders kasetleri elden ele dolaştı. Yerel radyolarda ve televizyonlarda yaptığı dersler dijital arşivlerdeki yerini aldı.

Ömrünün son dönemlerinde yakın dostlarından cenazesinin sünnet üzere defnedilmesini istemişti. Yine vasiyeti üzerine cenaze namazı ve defin esnasında görüntü alınmaması hatırlatıldı. (Buna rağmen görüntü alanlar vardı.) Sevenleri 6 Kasım günü Mevlana Meydanı’na akın etmişti. Öğle namazından önce Ali Küçük hocayı yakından tanıyanlardan o dönemin il müftüsü Prof. Dr. Ali Akpınar Hoca, Sultan Selim Camii’nde yaptığı konuşmada Ali Hoca ile ilgili bazı hatıraları anlatmıştı:

Ali Küçük Gaziantep'e konferans vermeye gitmiş. Konferanstan sonra gece Konya'ya dönmek istemiş. Antepliler “Hocam, yarın git” diye ısrar etmişler. “Olmaz. Sabah namazından sonra camide dersim var.” demiş. “Dersi bir arkadaşınıza havale etseniz” demişler. “Ama saat 10’dan sonra başka bir dersim var. Öğle namazından sonra ve ikindi namazından sonra da derslerim var” demiş.

Cenazesi de ders niteliğindeydi

Hoca'nın hayatı bir ders olduğu gibi cenazesi de bir ders niteliğindeydi. Yakın dostu Dr. Saffet Bakırcı mikrofonu eline aldı, Ali Hoca’nın vasiyetinden yola çıkarak ‘sünnete göre cenaze işlemleri ve defin nasıl yapılır?’ konusunda uygulamalı bir ders verir gibiydi. Kabre konulurken yapılacak şeyler, okunacak dualar… Sanki zaman ve mekân aradan çekilmişti de, biz bir asr-ı saadet insanın cenazesine gelmiştik.

Cenaze namazını Konya'nın sevilen hocalarından Dr. Mehmet Bakırcı kıldırdı. Kalabalığa dönüp “Bu kardeşimizden alacağı olan var mı?” diye sorduğunda gözyaşlarımı tutamadım. “Hayır, alacağımız yok ama ona çok şey borçluyuz” 

dedim içimden.

Ali Küçük, Kur'an'ı muhatabının anlayacağı bir dille anlatma konusunda Bakırcı hocalarla birlikte yeni bir çığır açan öncü insanlardandı. Mehmet Akif'in deyimi ile asrın idrakine anlatıyordu İslam'ı. Ali Küçük ve Bakırcı hocalardan öğrendiğim en kıymetli şey şu oldu: Hazinesi Kur'an olanın anlatacağı ve yazacağı şeyler bitmezdi. Kur'an bir anlam hazinesi ve hayat kitabıydı.

Ölümünün üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra kabrini ziyarete gitmiştim. Küçük bir beton parçasının üzerine siyah sprey boya ile Ali Küçük yazılmıştı. Hayatı gibi mezarı da sadeydi. O ‘parmakla gösterilen biri’ olmak istemedi. Okudu, anladığını anlattı ve yaşadı. Hep halkın ve cemaatin içinde oldu. Cami kürsüleri, çay ocakları, sanayi atölyeleri onun ders ortamıydı. Seveni çoktu. Fakat o sevenlerinden bir cemaat oluşturup liderlik postuna oturmayı düşünmedi. Namaz kılan, camiye giden veya Kuran'ı anlamak niyetiyle dinleyen herkes onun muhatabıydı.

Allah'ı bilenler yaptıklarını ‘Allah bilsin yeter’ diyerek yaparlardı. Ali Küçük de öyle yaptı. Anlattıklarını kaç kişinin dinlediğine, yazdıklarını kaç kişinin okuduğuna bakmadı. Ali Hoca’nın rahle-i tedrisinden geçenler gittikleri yerlerde onun usulünden etkilenerek tefsir dersleri verdiler.

Yıllarca köklü bir dergide yazılar yazdı. Ali Küçük öldüğünde dergi 36. yılına ulaşmıştı, vefat ettiği Kasım ayından sonraki sayılara göz attım. Acaba yıllarca yazdığı dergide Ali Küçük'ün hayatını, eserlerini, çalışmalarını anlatan kapsamlı bir yazı yazılmış mıydı? Maalesef hayır. Oysa derginin yazarlarıyla ve yöneticileriyle yıllara dayanan arkadaşlıkları vardı.

Tanınmak, bilinmek istemedi

Ali Hoca’nın vefatından sonraki ilk sayının dosya konusu ve başyazısı “Toplumun ıslahında âlimlerin mesuliyeti” başlığını taşıyordu. Başyazıda ekranlara reyting malzemesi olan hocalar eleştiriliyordu. Güzel bir yazıydı. Fakat daha bir ay önce reytingin ve niceliğin hiçbir şekline tenezzül etmemiş örnek bir şahsiyet aramızdan ayrılmıştı. Üstelik yıllarca bu dergide önemli yazılar yazmıştı. Öncü ve örnek bir şahsiyet olarak hakkında bir köşe yazısı dahi olsa hak etmiyor muydu? Derginin o sayısının kapağına taşınan diğer bir konu, “Ruhun kanseri: Benlik ve kibir.”

Dergide aradığımı bulamamıştım. Sadece derginin yazarlarından Konya İlahiyat’ın eski dekanı Profesör Dr. Ramazan Altıntaş Hoca yerel bir gazetede “Hatibu’l Ulemâ Ali Küçük Hocamızın ardından…” başlıklı bir köşe yazısı yazmıştı. O

 yazının can alıcı noktası Ali Küçük'ün büyüklüğünü ortaya koyuyordu. Çünkü hastalığı ile baş etmeye çalışan Ali Küçük, Ramazan Altıntaş'a, “Allah'ımdan en büyük dileğim, yeniden sohbet halkalarına gitmek ve toplumdaki yangını söndürme faaliyetlerine katılmaktır” diyordu.

Ali Küçük hayattayken hiçbir zaman tanınmak ve bilinmek gibi bir derdi olmadı. Fakat (özellikle Konyalı) okur-yazar kesimin bu nevi şahsına münhasır müfessiri tanıyıp genç nesillere tanıtmak gibi bir vebali var. Onun ilminden faydalanan dostlarının ve öğrencilerinin çoğu üniversitelerde, belediyelerde, bürokraside halen aktif olarak çalışıyorlar. Yıllarca yazı yazdığı dergiler, program yaptığı radyolar ve televizyonlar en azından onun hatıralarını yaşatacak çalışmalar yapamazlar mı? Bir belgesel, bir sempozyum, bir anma… Ya da adına büyük bir kütüphane…

Maalesef ülkemizde ve camiamız da vefâ, semtimize isim oluyor ama semtlerimize uğramıyordu. Mesela bir başka dergiye 33 yıl emek veren, hatta yazı işleri müdürlüğü yapan bir yazara hiçbir ciddi gerekçe göstermeden “artık yazma” mesajı verilebiliyordu. Sonra da aynı dergide “Sâhibü’l Vefa…” başlıkları atılıyor, “Cemâlde bekâ vefâ ve hayâ iledir” başlıklı makaleler yayınlanabiliyordu. “Şekli öze özü şekle feda etme” cümlesi de kapak yazısıydı.

Ali Küçük’ün cenaze namazında sorulan “Bu kardeşinizden alacağı olan var mı?” sorusunu şimdi tersinden sormanın zamanıdır. Ali Küçük’e vefa borcu olanlar yok mu?

karşıyaka escort
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !