02-06-2008 11:25

Islahatçı Bir Alim: İbn Teymiyye

İbn Teymiyye, İslam`ın tasavvuf, panteizm (vahdet-i vücut), kelam, felsefe ve tüm batıl itikatlarla aslından uzaklaştırıldığı kanaatinde idi.

Islahatçı Bir Alim: İbn Teymiyye
Tarihin bazı dönemlerinde yetişip parlayan simalar vardır. Bu simalar akmakta olan tarih nehrinin yatağına müdahale eder, sonra da kaybolup giderler. Ancak onların tarih nehrine yaptıkları bu müdahale nehrin yatağını değiştirir. Artık nehrin başka yöne doğru aktığı görülür. Böylesine güçlü etkide bulunup yaşadığı asra damgasını vuranlar, elbette bu gücü kaba kuvvetlerinden almazlar. Bu güç, akletme melekesini doğru bilgi ile temasından neş'et eder. Bu güç itminan olmuş kalbin yalnızca Allah rızası için atmasıyla elde edilir. Bu güç sayesinde cahiliye karanlığı yerini Kur'an aydınlığına bırakır. Bu gaye ile cehd ederek Allah'ın dinini bidat ve hurafelerden temizlemeğe gayret edenlerden birisi de şüphesiz İbn Teymiyye'dır. bu çalışmamızda biz, İbn Teymiyye'yi tanıtarak onun İslam düşünce tarihindeki yerini anlatmaya gayret edeceğiz. Biyografi tarzında olan bu çalışmaya başladığımızda bazı güçlüklerle karşılaştık. Bu güçlüklerin başında İbn Teymiyye ile ilgili yazılı malzemenin yetersizliği geliyordu. (Görebildiğimiz kadarıyla İbn Teymiyye ile ilgili M. Ebu Zehra'nın İbn Teymiyye adlı kitabı dışında kapsamlı bir çalışma yapılmamıştır. Batı'da müsteşrikler tarafından yapılan çalışmalar ise henüz Türkçe'ye çevrilmediğinden faydalanamadık.) Bu çalışmada her ne kadar diğer kaynaklara başvurduysak da temel olarak M. Ebu Zehra'nın zikrettiğimiz eserini baz aldık. Kitap, İbn Teymiyye yi kapsamlı bir şekilde inceleyen eser olma niteliği yanında olmakla birlikte, beraberinde Ebu Zehra'nın konuya fıkhi çerçeveyi önceleyerek yaklaşımındaki sınırlılığı da taşımaktadır. Zira, bu özelliği ile Ebu Zehra. İbn Teymiyye'yi daha çok bir fakih gözüyle değerlendirmiştir. Bizce asıl önemli olanı ise İbn Teymiyye'nin İslam düşünce tarihi açısından değerinin ne olduğudur. Bu noktadan hareketle İbn Teymiyye 'İslam düşüncesine ne tür katkılarda bulunmuş ve İbn Teymiyye sonrası İslam düşüncesinde metodolojik (usûl) olarak hangi değişiklikler ortaya çıkmıştır?" sorularına cevap aramaya çalıştık.

İkinci karşılaştığımız zorluk biyografi yazımı konusunda nasıl bir yol (metod) takip edeceğimiz ile ilgili idi. Zira, bu konuda eksik bırakılacak bir husus hatalara sebep olabilirdi. Yaptığımız çalışmada amaçlanan kronolojik bir hayat hikayesi anlatmak değildir. Aynı zamanda biyografisi yazılan kişinin dönemi ve o dönemin özellikleri de bizim için önemli idi. Bu amaçla çalışmamızı aşağıda görüldüğü gibi üç bölümde mütelaa ettik:

1. İbn Teymiyye'nin Yaşadığı Asır

a. Kısaca hayatı,

b. Siyasi durum

c. Sosyal durum

d. Fikri (kültürel) durum, ilmi kaynaklar ve hocaları

2. İbn Teymiyye'nin metodu:

a. Kur'an'ı anlamadaki metodu

b. Sünnete bakışı

c. İbn Teymiyye'nin felsefe ve kelamla ilişkisi

d. İbn Teymiyye'de tasavvuf

e. İbn Teymiyye'nin İslam hukukuna bakışı

3. Sonuç

a. İbn Teymiyye'nin talebeleri ve eserleri

b. İbn Teymiyye'nin çağdaş İslam düşüncesindeki yeri.

1. İbn Teymiyye'nin Yaşadığı Asır

a. İbn Teymiyye'nin Kısaca Hayatı

İbn Teymiyye adıyla meşhur olan Ebul-Abbas İbn Abdu'l-Halim, Hicri VII. asrın son üçte biri ile sekizinci asrın ilk üçte biri arasında yaşamıştır.1 10 Rebiülevvel 661 / 22 Ocak 1263 tarihinde Şam yakınlarında bir şehir olan (ve bugün Ş. Urfa sınırları içinde yer alan) Harran'da doğdu. 2 İbn Teymiyye'nin yedi yaşına bastığı yıl olan 667/1269 yılında Moğollar, Harran şehrini yakıp yıktılar. Bunun üzerine babası Abdülhalim tüm aile fertleri ile Şam'a göç etti ve buraya yerleşti. İbn Teymiyye Şam'da Hanbeli mezhebinin büyük bir alimi olan babasından oldukça iyi bir tahsil gördü. 3

İbn Teymiyye bütün bu konularda eğitimini tamamladıktan sonra babasının vefatı üzerine 21 yaşında iken onun ders kürsüsüne öğretmen olarak geçer. 4 O, İslam'ın tasavvuf, panteizm (vahdet-i vücut), kelam, felsefe ve tüm batıl itikatlarla aslından uzaklaştırıldığı kanaatinde idi. İbn Teymiyye, 692/1292'den 705/1305 yılına kadar Suriye'de kaldığı yıllarda bu gaye ile Sufiler, Kelamcılar ve Meşşai filozoflara karşı kitaplar ve risaleler kaleme aldı. Tatarlar ve Nusayriler'e karşı yapılan muharebelerde şahsen yer aldı. 702/1302 yılında Şakbah harbine katıldı. Halife el-Melik el-Nasır, Muhammed İbn Kalavun ve diğer önde gelen kişileri topladı. Onları cihad yapmaya zorladı. İbn Teymiyye, 705/1305 yılında Memlûk Sultanı'nın vekili el-Melik el-Nasır'in huzurunda yapılan halka açık toplantılarda hasımları tarafından eleştirilmesi üzerine onları vazıh ve ikna edici delillerle ikna etti. O yıl Kahire'ye gitti ve Şeyh Safiyuddin el-Hindi adlı bir Hindli alimin önemli rol oynadığı bir münazaraya maruz kaldı. Münazara, İbn Teymiyye'nin iki erkek kardeşiyle birlikte dağ başında bir kalenin zindanında bir buçuk yıl hapsedilmesiyle son buldu. O, bazı sosyal ve dini uygulamalara karşı yazdığı fetvaları ve risaleleri yüzünden çeşitli yerlerde hapisle cezalandırıldı. Bu eserler çağının alimlerinin öfkesini tahrik etti. Ta ki, 726/Temmuz 1326 tarihinde Şam kalesinde hapsedilinceye kadar. İbn Teymiyye, bu hapishanede kendi görüşlerini savunan kitaplar ve risaleler telif etti. Ve rivayetlere göre burada el-Bahr el-Mu-hit adlı kırk ciltlik bir Kur'an tefsiri telif etmiştir. Bu kitaplardan bazıları düşmanlarının eline geçmiş ve insafsız bir şekilde kitapları ile, kamış ve mürekkebi elinden alınmış, buna rağmen o, (bulabildiği) kömür parçaları ile yazmaya devam etmiştir. Hapishanede, her şeyi elinden alındıktan sonra zamanını, 20 Zilkade 728 / 27 Eylül 1328 Pazartesi gününde ölene kadar, Allah'a ibadet ve Ona zikirle geçirmiştir. 5
b. İbn Teymiyye Döneminde Siyasi Durum
İbn Teymiyye'nin yaşadığı asrın kuşkusuz en büyük tehlikesi, Vll. asrın başında Çin'den hareket edip Bağdat'a kadar uzanan vahşet ve zulmün simgesi olan Moğol istilası idi. Moğollar, bugün Sırp kafirlerin Boşnak müslümanlara yaptığı zulmün benzerini belki de daha şiddetlisini akıl almaz bir şekilde İslam ülkelerinde yaptılar. İbnü'I-Esir: "Moğollarla ilgili yazılan ve anlatılanları sonra gelenlerin yadırgayıp olanları imkansız bulacaklarından şüphe etmiyorum." 6 demesi, Moğol vahşetinin ne kadar şiddetli olduğunu anlatmaya yeter sanırım. "Moğol orduları bir kaç kola ayrılmışlardı. Onların bir kolu nehri geçip Horasan'a çıktı. Bölgeyi tahrip edip bölge halkına zulüm ve işkence yaptılar. Bu kafir Moğollar, Maveraünnehir topraklarına da ayak bastılar ve orayı işgal ederek yakıp yıktılar. Sonra sırasıyla Rey, Cebel ve Azerbaycan'ı işgal edip orada yerleştiler. Gürcistan'a kadar ulaşıp orayı da aldılar. O yıllarda müslümanların diğer düşmanı Franklar da, kuzey batıdan gelerek Mısır'a çıktılar. Dimyat gibi önemli şehirleri işgal edip oralara yerleştiler. Müslümanlar onları bölgeden çıkaramadıkları gibi onlara etkili de olamadılar. 7
Moğolların 657/1258 yılında "Abbasi hilafetinin merkezi olan Bağdat'a saldırmaları ve Bağdat'ı yerle bir etmeleri üzerine 'Abbasi Hilafeti' sona ermişti. Moğollar, Bağdat'tan çıkarken arkalarında bir milyon civarında katledilmiş insan, kül olmuş yüz binlerce kitap ve parlak bir medeniyetin harap olmuş izlerini bıraktılar." 8
İbn Teymiyye'nin doğumundan yarım asır önceki İslam aleminin durumu da en az Moğollar kadar önemlidir. Zira Moğollar'ın başarılarının bir sebebi de müslümanların başarısızlığı değil midir? Tarihçi H. İbrahim Hasan, o dönem İslam dünyasını şöyle resmeder: "İslam alemi bu tarihte bir çok küçük devlete bölünmüştü. Bu devletler hükümdarları birbirleriyle uğraşıp her biri diğeri aleyhine topraklarını genişletmek için çalışıyorlardı. Ne yazık ki, bu hükümdarlar, kalabalık Moğol ordularının, Harezmşahlar Devletine taarruz etmesinden önce, Moğol tehlikesini sezememişlerdi. Birbirleriyle uğraşan bu müslüman hükümdarlar herşeyi alıp götürecek, bütün şehirleri tahrip edecek olan Moğollar'a karşı onların güçlenmesinden önce İslami bir ittifak kurmayı hiç düşünmediler. 9
Görüldüğü gibi VII. asrın ikinci büyük tehlikesi İslam dünyasında yaşanan iç çekişmelerdir. Bu çekişmeler, öylesine kin ve nefret doğurmuştur ki, tarihçilerin büyük çoğunluğunun iddialarına göre Abbasi Halifesi Mu'tasım'ın Şii veziri el-Alkami, intikam hırsıyla Moğollarla anlaşmış ve onların Bağdat'a girmeleri için içeriden yardım etmiştir. M. Ebu Zehra bu görüşün ısrarlı savunucuları arasındadır. 10 Hatta Bağdat'ın işgali esnasında bir çok İranlı mütefekkir ve ilim adamı (Nasıruddin et-Tusi, Şair Sadi gibi) da bizatihi Moğol hükümdarı Hülagu'nun yanında bulunuyorlardı. 11
İbn Teymiyye'nin yaşadığı asra girilirken, üçüncü bir düşman da Haçlılar idi. İbn Teymiyye, Haçlı savaşlarından bir asır sonra yaşamıştı. Ancak Haçlı savaşları sonrasında İslam ülkelerinde yerleşmiş olan Zımmi Hıristiyanlar mevcuttu ki, onlar atalarının haçlı ruhunu taşıyorlardı. Kudüs'ü tekrar Selahaddin Eyyubi'nin torunlarından geri almayı düşlüyorlar ve bu hislerle dolup taşıyorlardı. 12
İşte İbn Teymiyye, böylesi bir siyasi atmosferin hakim olduğu bu asırda, görünürde müslümanlığı seçmelerine rağmen, Moğollarla savaşılması gerektiği fetvasını vermiştir. 13 Ve yine o, Hıristiyan ve Yahudilerin müslumanlardan ayırdedilmesi için farklı elbise giymeleri gerektiğini öne sürmüştür. 14 Ayrıca İbn Teymiyye, İslam'ın maslahatı ve batıl düşüncelerin sökülüp atılması için kılıç kuşanıp, el-Alkami vb. hain ve sapık Nusayri ve batini fırkalarla savaşmaktan da çekinmemiştir. İbn Teymiyye, Moğollarla savaştığı gibi İslam dışı bu fırkalarla da savaşmıştır. 15
İbn Teymiyye'nin yaşadığı asırdaki sultaya karşı tutumuna gelince; onun döneminde özellikle Mısır ve Suriye'de İslam aleminin siyasi rengi Memlukluların rengi idi. Lakin Suriye'de ve Mısır'da güçlü ve istikrarlı siyasi bir idare yoktu. Suriye'de Atabeylerle hanedan mensupları, Mısır'da sultanlarla saltanat naibleri arasında ihtilaf eksik olmuyordu.16 Memluklu yönetimi, saltanata dayalı, babadan oğula tevarüs eden bir sistemdi. İslam'ın temel ilkesi olan 'şura' prensibi işlemiyordu. Halife dini işlerle ilgilenen, idari işlere karışmayan bir sembol durumunda idi. Ve Memluklu hükümdarının emri altında idi. Bu şartlar altında İbn Teymiyye Memluklulara uyuyor, onlarla birlikte savaşıyordu. Onların otoritesi gevşediğinde ya halkı onlara uymaya teşvik ediyor, ya da susuyordu. 17 İbn Teymiyye'nin bu tavrının arka planında iki neden bulunmaktadır: Birincisi, o günkü konjonktürel şartlarda Memlukluları, İslam devletinin tek hamisi olarak görmesi. İkincisi ise, Ahmed bin Hanbel'in fasık fakat kuvvetli komutanı İslam'ın maslahatına binaen mümin fakat zayıf komutana tercih eden fetvasıdır. 18
Bütün bunların neticesinde İbn Teymiyye, Memlukların bazı kötülüklerine göz yummuştur. İbn Teymiyye'nin siyasi tavır olarak mevcut iktidarın yanında yer alması ve onlarla ilişkilerini iyi tutması sonucunda Memluklar zamanında gerek Sultan Zahir, gerekse Sultan Nasır ile olan ilişkileri sevgi ve muhabbet düzleminde olmuştur.
c. İbn Teymiyye Döneminde Sosyal Durum
İbn Teymiyye döneminde toplumsal yapı şöyleydi: Göçmenler (Moğol), Memluklular ve sultanın akrabaları imtiyazlı tabakayı teşkil ediyorlardı. Bu sınıftan sonra en kıymetli grup din alimleri grubu idi. Dini nüfuzdan dolayı alimler özel bir mevki işgal ediyorlardı. Din işlerinde yalnız onlara itaat edilirdi. Alimlerin otoritesine kimse karşı çıkmıyordu. Ancak sultana veya onun vergilerine karşı çıktıklarında onların bu otoritelerine itiraz edilebilirdi. 19
Memluklular, Sünni İslam düşüncesinin tarih boyu taşıdığı karakteristik özelliği taşıyorlardı. Ulema geçimini devletin ödediği maaşla sağlıyordu. Ulemanın bu durumu onları statükonun muhafazasına yönelten başlıca nedenler arasında geliyordu. Böylece sultanlar ulemadan istedikleri fetvayı kolaylıkla alabiliyorlardı. Bu durum da adil olmayan keyfi uygulamalara ve beraberinde sosyal dengesizliklere sebebiyet veriyordu. Ulema arasında sosyal bozulmaya karşı bir kaç kişi dışında ses yükselten olmuyordu. Sultanların ulemayı da yedeklerine alarak devam ettirdikleri yönetimleri (halktan ağır vergiler almak ve gayri İslami uygulamalar) ciddi bir muhalefetle karşılaşmaksızın sürüp gidiyordu. Halkın çoğunluğu sanatkar, tüccar, çiftçi gibi meslek gruplarında çalışıyorlardı. Zengin tüccarlar ise sultanların özel adamları olmuş ve elçilik görevlerini üstlenmişlerdi. Halk içerisinde emeğinin karşılığını alamayan ve kanunlar karşısında aynı mahkemede yargılanma hakkı olmayan kesim ise, çiftçilerdi. Bu kesim halkın çoğunluğunu oluşturuyordu. İbn Teymiyye bu durumu görüyor ve halka acıyordu. O, bu amaçla Sultan Muhammed Kalkavun'a sunduğu söylenen ufak hacimli ama İslam kültüründe büyük değer taşıyan es-Siyasetü'ş-Şeriyye adlı eserini kaleme almıştır. 20 Bu eser, devlet yöneticilerinin özellikleri, fert-cemiyet veya fert ve devlet arasındaki ilişkileri konu edinir. İbn Teymiyye, bu eseri yazmakla, aynı zamanda nasihat verici bir amaç da gütmüştür.21 Önceki bölümde de zikrettiğimiz üzere İbn Teymiyye, yaşadığı asırdaki yönetime ve yöneticilere karşı devrimci bir tavır takınmamıştır. Siyasetü'ş-Şer'iyye adlı eserinde de görüldüğü üzere o, ıslahatçı tavra ters düşmesine rağmen uzlaşma zemininde sistemi ıslah yoluna çekmek için mücadele etmiştir.
d. İbn Teymiyye Döneminde Fikri (Kültürel) Durum
Pakistanlı alim Mevdudi, İbn Teymiyye'nin yaşadığı asır hakkında İslam'da İhya Hareketleri adlı kitabında şöyle der: "Kitleler halinde İslam'ı kabul eden insanlar Önceki cahiliye inançlarını olduğu gibi İslam'a taşımışlar, İslam adı altında rahatlıkla aynı düşünce ve yaşantılarını sürdürme imkanı bulmuşlardır. İslam düşüncesinin içtihada karşı çıkışla birlikte donuklaşması, taklidin en çok başvurulan vasıta olması, bir yığın cahiliye unsuru için daha da uygun bir ortam sağlamıştı. İçtihada kesinlikle karşı çıkılıyor, bu karşı çıkışın sebebi olarak da İslami uygulamaların cahili anlayışların karışmasına engel olma kaygısı gösteriliyordu. 22
Fikri donukluğun yaşandığı bu dönemde Tasavvuf cahil kimselerin elinde kazanç teknesi olmuş ve halk arasında bid'at ve hurafeler yaygınlık kazanmıştı. M. Ebu Zehra bu konuyla ilgili olarak da şunları söyler: "Filozof gibi görünen tasavvufçuların İrşad ve öğretimdeki metodları şeyhin kendi heva ve hevesine uygun yaptığı şahsi tecrübeye dayanıyordu. Ondan sonra şeyhleri mukaddes saymak, onlara körü körüne inanmak, hayatta onlara tabi olmak, ölümlerden sonra mezarlarını ziyaret etmek suretiyle onlara saygı göstermek gibi inançlar ortaya çıktı. 23
Bu asırda camiler ve medreseler, alimlerin ders yerleriydi. Hicri V. asırdan itibaren hükümdarlar ve emirler, nüfuzlarını yaymak veya dinlerine hizmet etmek için medreseler yapmaya başladılar. Daha önce talebeler, ilim için diyar diyar dolaşırken medreselerin açılmasıyla ilim talebenin ayağına gelmişti. Mesela, Nizamü'l-Mülk ve Nureddin Zengi'nin inşa ettirdiği medreseler bunlar arasındadır. Ancak, medreselerin açılması fikir haylatına canlılık kazandırması gerekirken, taassup ve taklid hastalığı daha da müzminleşti. 24 İbn Teymiyye'nin yaşadığı dönemde geçmişten intikal eden büyük bir kültürel miras mevcuttu. İbn Teymiyye'nin beslendiği kaynaklar bu mirasa dayanıyordu. Özellikle tedvin edilmiş ansiklopedik nitelikteki eserler, onun birinci dereceden kaynaklarıdır. İbn Teymiyye'nin faydalandığı ilmi kaynakların başında Camiu's-Sahih ve Sünen gibi hadisleri ihtiva eden eserler başta gelir. Ayrıca, İslam hukuku sahasında da sünen kitapları tedvin edilmişti. Mesela, İbn Hazm'ın Muhalla'sı, İmam Şafii'nin Ümm'ü, Nevevi'nin Şerhü'l-Mecmu'u bunlar arasındadır. Tefsir sahasında yer alan eserler ise şunlardır: Taberi Tefsiri, Razi'nin Mefatihu'l Gayb adlı eseri. Tarih sahasında da Tarihu't-Taberi, Tarihu Abdu'l Hakem, bu ansiklopedik eserler arasında büyük öneme sahiptir. Ansiklopedik eserlerin mevcudiyeti ve bu eserlerin medreselerde okutulması İbn Teymiyye'nin yetişmesinde önemli rol oynamıştır. Bu sayede yaşadığı dönemde etkinlik oluşturacak alimlerin sayısı artmıştı.
Onun iki yüzden fazla hocadan ilim tahsil ettiği söylenir. Bunların başında ölümüne dek ilim tahsil ettiği babası gelir. İbn Teymiyye yalnız dinleme yoluyla edinilebilecek ilimleri hocalardan öğrenmiştir. Bu ilim de hadis ilmidir. O, rivayetini kendisinden ders aldığı hocaya isnad etmek için bu ilmi sema yoluyla öğrenmiştir. Bundan önce de öncelikle öğrenilmesi gereken ilimleri alanında ihtisas yapmış ve derinleşmiş hocalardan öğrenmiştir. Arapça, mantık, tefsir, Hanbeli fıkhı gibi ilimlerin herbirini sahasının mütahassıslarından öğrendi. Ayrıca, değişik ülkelerden Şam'a gelen heyetlerden ve İslam alimlerinden de istifade etmiştir. İbn Teymiyye, temel ilimleri tahsil edip kendisi için bir birikim oluşturduktan sonra, bizzat kitapları kendisi incelemeye başlamıştır.25 Yukarıda saydığımız ansiklopedik eserler İbn Teymiyye için hayatı boyunca başvuru kaynakları olmuştur.
2. İbn Teymiyye'nin Metodu
a) Kur'an'ı Anlamadaki Metodu
İbn Teymiyye'ye göre, Kur'an anlaşılır bir kitaptır. Kur'an'daki birçok ayete göre, Kur'an anlaşılmak üzere apaçık bir kitap olarak nazil olmuştur. Kur'an'ın anlaşılmasıyla ilgili olarak İbn Teymiyye şöyle der: "Ümmetin Kur'an'ı anlamaya olan ihtiyacı pek fazladır. Zira O (Kur'an), Allah'ın kopmak bilmeyen İpidir. Zikr-i Hakimdir ve Sırat-ı Müstakimdir. Öyle bir yol ki, heva ve hevesler karışmaz, diller batıl ile şaşırmaz. Çok çok tekrar edilmesine rağmen okunmakta birlikte hiç bir zaman tazeliğini kaybetmez. O'nun hayret uyandıran gerçekleri de hiç bir zaman son bulmaz. O'nun hükümleriyle hareket eden adalet yapmış olur. Kim Ona çağırırsa dosdoğru yola iletilmiş olur. Zorba ve zalimlerden kim de Onu bırakırsa Allah onun iki yakasını bir araya getirmeyip perişan eder. 26
İbn Teymiyye, Kur'an'ın Arapça bir kitap olarak nazil olmasını da şöyle açıklar: " Kur'an'da 'Hakikat biz onu akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur'an olarak indirdik. ' (12/2) Bu sunulan mealin asıl metni (ya'kılun) ifadesiyle son bulmaktadır. Bir kelamın akledilmesi, ancak o sözün manasını anlamakla mümkündür, Hem şurası bilinen bir gerçektir ki, her sözün asıl amacı lafzın değil, mananın kavranmasıdır. Yoksa kupkuru bir lafız bir değer ifade etmez. 27
Kur'an'ın anlaşılmasında bir diğer kolaylık da, ayetlerin nüzul ortamının bilinmesidir. İbn Teymiyye de, "ayetlerin nüzul sebebi bilinirse ayetin anlaşılması daha kolaydır. Bir şeyin sebebinin bilinmesi, gerçekten bu sebepten meydana gelen şeyin (müsebbep) bilinmesini sağlar' diyor.28 Ona göre nüzul sebebi olarak bir ayet hakkında iki hadise aktarılırsa ve her ikisinin de doğrulanması imkanı varsa bu takdirde ayet bir çok sebeplerin akabinde nazil olmuş olabilir. Bir defasında bir sebep için, bir diğerinde de başka bir sebep için İnmiş olabilir.
İbn Teymiyye'nin nüzul sebebi ile ilgili bu yaklaşımı genel olarak hadislere bakışıyla alakalıdır. Nüzul sebepleri genellikle rivayetler şeklinde gelmektedir. İbn Teymiyye de bu rivayetleri/hadisleri Kur'an'ın sarihi olarak algılar. Rivayetleri bu şekilde değerlendirmesi nüzul sebebi ile ilgili gelen haberleri mutlaklaştırmasına neden olmuştur. Oysa yukarıda da belirttiği gibi bir ayetin nüzul sebebi olarak başka başka rivayet­ler karşımıza çıkabilmektedir. Bilindiği gibi nüzul sebepleri arasında zıtlıklar da bulunabilmektedir. Kur'an'ın anlaşılmasında, ayetlerin indiği siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal yapı önemli ise de ayetlerin nüzulünü bunlarla sınırlandırmak/daraltmak o derece hatalıdır.29
İbn Teymiyye, Kur'an'ın doğru tefsir edilme yollarını da beş kısımda mütalaa eder:
1- Kur'an'ın Kur'an'la tefsiri:
Kur'an'da bir yerde anlamı kapalı (mücmel) olarak beyan olunan bir ayet, bir başka yerde muhtasar (kısaltılmış) bir şekilde tefsir edilir.
2- Kur'an'ın sünnetle tefsiri:
Kur'an'ın Kur'an'la tefsiri konusunda güçlükle karşılaşılırsa ikinci başvurulacak yol, Rasülullah'ın sünnetidir. Ona göre sünnet Kur'an'ı şerheder. İbn Teymiyye, bu hususta şu ayetleri delil olarak sunar: Bu kitabı sana ancak hakkında ihtilaf ettikleri şeyde açıkça anlatman için ve iman edecek herhangi bir kavme hidayet ve rahmet olarak gönderdik. (16/64, ayrıca bkz. 16/44, 4/15) Rasülullah bir hadislerinde şöyle buyuruyorlar: "Dikkat edin, bana Kur'an ve onunla birlikte onun bir misli de verildi." Rasülullah efendimiz (s.a.v.) Muaz b. Cebel'i, Yemen'e gönderdiğinde ona şöyle demiştir: "Ne ile hükmedersin?" O da "Allah'ın kitabıyla" diye cevap vermiştir. Bu defa eğer aradığını orada bulamazsan" diye sorunca Allah'ın Rasulü'nün sünneti ile demiştir. "Ya orada da bulamazsan" diye sorunca kendi reyimle ictihad ederim diye cevap vermiştir.30
3- Sahabe sözüyle Kur'an tefsiri:
Şayet Kur'an'da olsun, sünnette olsun Kur'an'ın tefsirini bulamazsan bu takdirde sahabe kavillerine (sözlerine) müracatta bulunursun. Zira, onlar Kur'an'ı müşahede ettikleri gibi bununla ilgili halleri ve durumları da müşahede etmişlerdir.31 Ayrıca o, sahabe tefsiri konusunda önce Hulafa-i Raşidin, sonra da Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas vb. sahabeleri zikrederek tasnif yoluna gitmiştir.
4- Tabiun ve Etbau Tabiun sözlerine dayanarak Kur'an Tefsiri:
İbn Teymiyye, sahabe kavillerinde de Kur'an tefsiri ile ilgili herhangi bir şey bulunamazsa bu takdirde tabiun kavillerine müracat edilmesi gerektiğini savunur. O, Kur'an tefsiri ve manalarının anlaşılması konusunun bütünüyle sahabeden, öğrencileri olan tabiuna intikal ettiğini düşünür, Mücahid, Said bin Cübeyr, İbn Abbas'ın mevlası İkrime, Ata b. Ebi Reban, Hasan Basri, Said b. Müseyyeb, Ebul Aliye. Katade, Dahhak b. Müzahim ile tabiundan daha birçokları ve bunlardan önde gelen tebe-i tabiun tefsirleri örnek olarak sayılabilir.32
5- Kur'an'ın rey ile tefsiri:
İbn Teymiyye, Kur'an'ın 'rey'e dayanmak suretiyle tefsir edilmesini haram olarak nitelendirir.33 O, bu görüşünü şu delillere isnad ederek izah eder; Rasülullah Şöyle buyurdu: "Kim kendi görüşüne dayanarak Kur'an hakkında konuşursa (tefsir yaparsa) ve (yaptığı tefsirde de) isabet etse de kesinlikle hata etmiştir." Seleften Hz. Ebu Bekir de kendisine "ve fakiheten ve ebba" ayeti sorulduğunda şöyle demiştir: "Eğer ben bilmediğim halde Allah'ın kitabı hakkında konuşursam hangi sema beni gölgesinde barındırır ve hangi yeryüzü beni üzerinde taşır?" Başka bir rivayette de "Biz, Said b. Müseyyeb'e helal ve haram hakkında sorardık. O, insanların en bilgilisi idi. Fakat ona Kur'an ayetlerinden bir ayet hakkında sorulduğunda tefsir etmez, sükut ederdi. Sanki duymamış gibi davranırdı."
Görüldüğü gibi İbn Teymiyye, tefsirde sadece rivayet tefsirlerine itimat eder. Rivayet bulunursa başka bir şeye iltifat etmez. Bu sebeple o üç tabakaya yönelir, tefsirde mücerred rey yolunu tutmayı reddeder. Bundan dolayıdır ki, İbn Teymiyye'nin talebesi olan İbn Kesir'in tefsiri, rivayet tefsirlerinin en meşhurlarındandır.
İbn Teymiyye'nin rey ile ilgili olarak belirttiği mücerred akılla Kur'an'ı tefsir etmemesi hassasiyetine katılıyoruz. Kur'an'ı salt akılla anlamaya çalışmak yanlıştır. Salt akılla Kur'an tefsiri yapmak, akla sınırsız özgürlük vermek manasında ise bu görüş doğrudur. Ancak bundan Kur'an'ı anlamada ve yorumlamada aklın hiç bir değeri yoktur, Kur'an ancak nakille anlaşılır gibi bir sonuç çıkarsa bu da yanlıştır. Bu çerçevede ibn Teymiyye'nin rey'i haram kılması onun Kur'an'ın anlaşılması gerektiği ile ilgili teziyle de çelişki arz etmiyor mu? Onun Kur'an'ın tefsir etme yollarının birincisi olarak saydığı Kur'an'ın Kur'an'la tefsiri, ayetler arasında münasebet kurma ve onları anlama, temelde akletme ile ilgilidir. Dar anlamıyla mücmel (kapalı) ayetlerin gramer olarak (kelime çözümlemesi) başka bir ayetle çözümlenmesi değildir. Her ne kadar ayetlerin arapça gramer yapısını bilmek, Kur'an'i kavramları anlamamızda önemli ise de, Kur'an'ın Kur'an'la tefsirini sadece bu alana teksif etmek doğru değildir.
İbn Teymiyye'nin rey konusundaki bu görüşü, onun selef-i salihin olarak öncelediği ulemanın ehl-i hadis ekolüne mensubiyeti ile yakından ilgilidir. Oysa İbn Teymiyye'den önce Selef-i Salihinden olan ve ehl-i rey ekolü olarak bilinen meşhur simaların da olduğu bilinmektedir. Örneğin Hanefi mezhebinin imamı büyük fakih, Şehid imam Ebu Hanife bu ekolün önde gelen temsilcileri arasındadır.
Ahmed b. Hanbel'le birbirine yakın bir dönemde yaşayan Ebu Hanife'nin takip ettiği usul, Ahmed b. Hanbel'den bazı karakteristik özellikleriyle ayrılmaktadır. Ebu Hanife takip ettiği usûl hakkında şöyle der: Eğer Allah'ın kitabında bir hüküm bulursam onu alırım. Allah'ın kitabında bulamazsam Rasülullah'ın sünnetindeki hükümlerle amel ederim. Allah'ın kitabı ve Rasülünün sünnetinde de bir hüküm bulamazsam o takdirde Ashabın sözünü alırım. Ashab ihtilaf ederse, onlar içinde dilediğimin sözünü alır, dilediğiminkini terk ederim. Ancak onların sözünden dışarıya çıkmam. İş İbrahim en-Nehai, Sabi, Hasan İbn Şirin ve Said bin Müseyyeb gibi alimlere varınca -îctihad yetkisine sahip birçok kişinin ismini zikrettikten sonra- onlar gibi ictihadda bulunmak benim de hakkımdır.34  Hatta, Ebu Hanife'nin bu metodu "humu'r-rical nahnu'r-rical" (yani, onlar da İnsan, biz de insanız) sözünde formüle edilmiştir. Rey ekolünün öncülerinden Ebu Hanife'nin zikrettiğimiz metodunun, İbn Teymiyye'nin yukarıda alıntıladığımız tefsir metodundan ayrıldığını görüyoruz. Zira, Ebu Hanife metodoloji olarak, Kur'an ve sahih sünneti temel alan bir fakihti. O, sünnet konusunda da, İbn Teymiyye'nin selef olarak gördüğü ulemadan ayrılmaktadır. (Bu hususu sünnet konusunda tekrar işleyeceğiz.) Ebu Hanife, İbn Teymiyye'nin, tabiunun ve tabe-i tabiunun kavillerine göre tefsir etme anlayışını da esas almamıştır.
Ebu Hanife, onların da kendisi gibi birer insan olduğunu ve onların söyledikleri sözlerin kaynağına kendisinin de vakıf olduğunu düşünerek bu görüşe sahip olmuştur. Böylece Ebu Hanife, Kur'an'ın, Kur'an'ın kendisi ve Rasül(s)'ün sahih sünnetine göre anlaşılacağı hükmüne varmıştır. Ayrıca o, İbn Teymiyye'nin Kur'an tefsirinde sahabeden sonra üçüncü sırada zikrettiği tabi'in isimlerini aynen zikrederek yukarıda ifade ettiğimiz "onlar da insan biz de insanız" görüşünü ortaya koyar. Ve ölçü olarak bunu benimserken bu delilleri kendi rey/görüşü akletme melekesi) ile izah etme yolunu tutar. Biz de Ebu Hanife'nin bu kanaatlerine iştirak ediyor ve diyoruz ki. İbn Teymiyye rey ile Kur'an tefsirini haram kabul etmiştir. Ancak, yukarıda delil getirdiği meşhur Muaz hadisi onun bu görüşü ile çelişir. Zira, İbn Teymiyye'nin sıhhatini tasdik ettiği bu hadiste, Muaz, Rasülün sünnetinde bir hüküm bulamadığında kendi re'yi ile amel edeceğini belirtmiştir.35
b) Sünnete Bakışı
İbn Teymiye, "Dikkat edin, bana Kur'an ve beraberinde onun misli de verildi." hadisini delil göstererek şöyle der: Sünnet aynen Kur'an gibi vahy edilerek, inzal olmuştur. Ancak bir farkla ki, Kur'an tilavet olunur (namazda okunur) hadis ise tilavet olunmaz.(namazda okunmaz.) 36
O, sahabenin tümünden gelen hadislerin mutlak manada doğru olduğunu ve bunların Buhari ve Müslim'de yer aldığını kabul eder. Ümmetin hata üzere birleşmeyeceği hadisini de bu görüşüne delil olarak gösterir.12 Ayrıca o, hadisler rivayet edilirken hata olabileceğini ancak Zühri ve Sevri gibi muhaddislerin naklettikleri hadislerin buna delil olmadığını söyler. Zira bu kişiler hafızalarının kuvvetli olması nedeniyle hata etmezler.37
İbn Teymiyye'nin hadisleri bu şekilde değerlendirmesi doğal olarak onu her olay ile ilgili bir hadis aramaya sevk etmiştir. Hatta, o bizzat kendisinin de İsrailiyyat kültüründen hadis rivayet ettiklerini kabul ettiği Kabu'l Ahbar, Vehb b. Münebbih ve bazı tabiun hakkında şöyle der: Bunlar kitap ehlinden yani Yahudi ve Hristiyanlardan nakil yapanlardır. Bunları ne doğrulamak ne de yalanlamak caizdir.38 İbn Teymiyye bu görüşünü açıklarken de bu mealde Rasülullah'a nisbet edilen bir hadisi delil gösterir. Oysa Yahudi kültürünü İslama sokmaya çalışan ve bunda başarılı da olan Kab ve Vehb gibi müfsidler bugün herkesin üzerinde ittifak ettiği Yahudi alimleridir. İbn Teymiyye, bu gerçeği bilmesine rağmen bu konuda peygambere isnad edilen bir rivayet gördüğünden kararsız bir tutum izlemiştir.
Hadis usûlünde önemli olan Ahad haberle ilgili olarak da İbn Teymiyye şöyle der: İlim ehlinin çoğunluğu (cumhur) ve ümmet, haber-i vahidi kabul edip doğrularsa veya onunla amel ederlerse artık bu haber bilgi gerektirir, kesinlik kazanır. Nitekim bu kaide, Usul-ü Fıkıh bilginlerinden Ebu Hanife'nin, Malik'in, Şafi'nin ve Ahmed b. Hanbel'in ashabının yani hepsinin kabul ettikleri bir temeldir. 39
Ahad haber konusunda fakihler, muhadddisler ve kelamcılar arasında farklı görüşler mevcuttur. İbn Teymiyye'nin haber-i vahidi kabul ettiğini söylediği alimler arasında da farlı görüşler mevcuttur. Ehli Rey ekolünün öncülerinden Ebu Hanife, haber-i vahidin kesin bilgi ifade etmediği görüşündedir.40 Ebu Hanife, haber-i vahid olan hadisleri metin açısından tenkit etmesi ve bir kısmını reddetmesi nedeniyle Ehl-i Hadis mektebinin amansız saldırılarına uğramıştır. Hadise karşı Ebu Hanife'den daha cüretli birisini görmedik diyen nakilciler, onun iki yüz hadise muhalif fetvalar verdiğinden bahsetmişlerdir. 41 Ehl-i hadis ekolünün Ebu Hanife'ye yönelttiği bazı eleştiriler şunlardır:
* İmam Ahmed'in: "Allah bu zatı hadis için yaratmıştır."diyerek hadis ilmindeki ehliyetini takdir ettiği meşhur muhaddislerden Ahmet b. Mehdi: "Ebu Hanife, ilim nedir, bilmezdi. Dalalete düşürdüğü insanların vebali yarın kıyamet günü sırtına sarılacaktır. Hak bile olsa müslümanların tutundukları dini bağlan, teker teker söküp atan Ebu Hanife'nin rey'ini ve görüşlerini kabul etmeyiniz.42
* Evzai: "...onu itham etmemizin sebebi, kendisine hadis getirildiği halde, onu bırakıp başka türlü hüküm vermesidir.43
* İbn Teymiyye'nin kaynakları arasında önemli bir yere sahip olan İmam Buhari, Ehl-i Reyin reisi olan Ebu Hanife'yi zayıf bir hadis ravisi olarak görüyor, kendisini metruk sayıyor. Ve "halktan biridir" diyordu. Ne Buhari, ne de Müslim'de Ebu Hanife'den tek bir hadis rivayet edilmemiş olması bile ehl-i hadis ile ehl-i rey arasındaki geçimsizliğin ve uyuşmazlığın derecesi hakkında bize fikir verebilir.44
* Hadis ve Hicaz fıkıh hareketinin başında bulunan İmam Malik şöyle demiştir: Ebu Hanife fitnesi, iblis fitnesinden daha zararlıdır.45
* İmam Ahmet: "Ebu Hanife'nin re'yi de hadisi de zayıftır."46
* Süfyan es-Sevri, Ebu Hanife'nin vefat haberini alınca, derin bir memnuniyet duymuş ve: "Elhamdülillah, Allah'a şükürler olsun. Birçok insanın belaya düşmesine sebep olan kişiden bizi afiyette kıldı."47
Hadisleri mutlak nass olarak gören İbn Teymiyye ve yukarıda bahsettiğimiz ehl-i rey ekolünün öncülerinden Ebu Hanife arasındaki fark şudur: Ebu Hanife sünnet ve hadisi birbirinden ayırır ve her hadisi sünnet olarak telakki etmez. Oysa İbn Teymiyye ve ehl-i hadis bir konu hakkında sağlam senede sahip bir hadis bulduklarında bunu mutlak nass yani sünnet olarak telakki eder ve o hadisle amel etme cihetine giderler. Ebu Hanife ise hadisleri sadece isnad zinciri açısından ele almaz. Aynı zamanda hadislerin metinlerini de göz önünde bulundurur. Böylece o, metnin Kur'an'ın muhkem naslarına karşı çelişkide olup olmadığına daha çok önem verir. Bu noktada o, sahabeden Peygamberimizin eşi Hz. Aişe'nin yolunu izler. Bundan dolayıdır ki, Ebu Hanife kendisine sunulan iki yüz hadisi kabul etmemiş veya onların hilafına kendi re'yi ile hüküm vermiştir.48 Bu özelliği ile o; Ebu Hureyre'yi, yanlış ve eksik rivayet ettiği için tenkid ve zemmeden Hz. Aişe ile ortak görüşe sahiptir.
Kanaatimizce İbn Teymiyye ve ehl-i hadisin sünnet konusundaki yaklaşımı İslam düşüncesinin re'y yani akletme konusundaki özgür ve esnek bakış açısını daraltmıştır. Daha sonra Selefiyye hareketi adını alacak bu ekol, çok sert ve kesin bir dille kendi saflarında yer almayan müslümanları 'tekfir' etme cihetine kadar gitmişlerdir. Peygamber (s)'in sünneti olarak gördükleri zayıf, sahih, garip vb. birçok hadisi dinde uyulması zorunlu kurallar bütünü olarak görmüşler ve hemen her konuda helal, haram, bid'at gibi terimlerle Allah'ın hududuna müdahale etmişlerdir.
Şurası unutulmamalıdır ki, vakıa olarak Kur'an'ı belirleyen sünnet, hadis ve yahut icma ve kıyas değildir. Bizatihi belirleyici konumda olan, sünneti belirleyen ve yönlendiren Kur'an'dır. Din ile ilgili bütün belirlemelerin kaynağı, Rabbimizin Hz. Muhammed'e vahyettiği ve günümüze mütevatir bir yolla gelen, korunmuş olan Kur'an'dır.49

c. İbn Teymiyye'nin Felsefe ve Kelamla İlişkisi

Kelam

İbn Teymiyye'yi en çok meşgul eden itikadi ve fikri meselelerdir. Çağına kadar selefiler ve hadis ehli mevcut olmakla beraber, sünni itikadını geniş ölçüde Eş'ari Kelamı ve tasavvuf temsil ediyordu. İbn Teymiyye, kelama şiddetle karşı çıkmış ve ısrarla bunun yanlış bir yol olduğunu savunmuştur. Öncelikle Gazali, Eş'ari ve Razi'nin skolastik kelamını reddetmiştir.50 Zira Eş'arilik, Kur'an yardımıyla hareket, sükun, cisim, araz, içtima, iftirak vb. teorilerini tasdik etmiş ve bütün dini emirler amel ya da imanla ilişkili olsun akli delillere dayandırılmıştır.51 İbn Teymiyye'ye göre ise bu fikirler Helen kökenli olup, Kur'an ve sünnete aykırıdır. Ayrıca o, her şeyin bir illeti ve sebebi mevcuttur diyerek hikmet ve sebep fikrini kabul etmeyen Eş'ariliğin bir esasına karşı daha hücuma geçmiş, bunu yaparken de zaman zaman mu'tezileye yaklaşmıştır.52
Cevher, araz vb. felsefi konularla ilgilenen Gazali de İbn Teymiyye'nin eleştirilerine muhatap olmuştur. Nitekim Ebu Bekir b. Arabi, Gazali'ye muhalefet etmiş ve : "Hocamız Gazali, felsefenin içine daldı. Sonra çıkmak istedi ama buna gücü yetmedi." demiştir. İbn Teymiyye, İslami akideleri alt üst eden kelam ilminin arkasında Meşşai felsefesini ve Aristo mantığını gördüğünden işi kökten halletmek için onlara karşı çıkmış ve mantığı reddetmiştir.53
Yine o, felsefeyi kelamın içine sokan ve bu metodla bir tefsir kaleme alan Razi'yi de tenkit etmiştir. Zira Razi, akli delilleri kesin, nakli delilleri ise tamamıyla zanni sayıp felsefeye azami derecede yaklaşmıştır. İbn Teymiyye, Razi'nin 'miraç' hadisesini tefsir ederken adım adım İbn Sina'yı takip ettiğini, hadisi şerhederken şeytan ruhlu kıssacı vaizlerin ve zındıkların uydurma sözlerini esas aldığını söyler.54
Böylece İbn Teymiyye, sünni kelamını hem esastan, hem usûl yönünden reddetmiş, bunu yaparken de özellikle İbn Rüşd'den faydalanmıştır.55 Kelam hakkında o, şöyle der: "Hakikatte kelam ve kelamcılar, ne İslama hizmet etmişler, ne de filozofların belini kırabilmişlerdir.56
Kelamın ana meselelerinden olan akıl-nakil ilişkisi İbn Teymiyye'nin hayatının büyük kısmını meşgul etmiştir. İbn Teymiyye: "Akıl evvel, nakil sonradır.", "akıl matbu, nas ona tabidir." iddialarını reddeder. Nasla akıl arasında tam bir uygunluğun bulunduğunu ispata çalışır. Bu amaçla kaleme aldığı Beyan-u Muvafakat-ı sarihil makul li sahihi'l mankul (Mısır 1321/ 1903 Minhacü's-Sünne kenarında) adlı eserinde şöyle der: "Her fırka, nebilerin Allah'tan getirdikleri vahiyler konusunda kendileri için birer kanun ve kaide ortaya koymuşlar, inandıkları ve itimat ettikleri ve aklın mahsûlü olan prensipleri esas kabul ederek, nebilerin getirdikleri vahiyleri bu kaide ve kanunlara tabi kılmışlar, bu prensiplere uygun olan nakilleri kabul etmişler, buna muhalif olan nakillere ise tabi olmamışlardır. Bu davranış, Hristiyanların kendilerine emanet edilene dayanarak iman akideleri meydana getirmelerine, sonra da Tevrat ve İncil'in naslarını (sonradan meydana getirdikleri) o akidelere göre anlamalarına ve açıklamalarına benzer. Fakat Hristiyanların, bu emanetleri nebilerin sözlerinin veya onlardan kendilerine ulaşan rivayetlerin anlaşılmasına dayanmaktadır. Onlar ya anlamada ya da raviyi tasdik etmede yanılmışlardır. Ya metni anlamada ya da senette hata etmişlerdir.
Akıllarına ve akli istidlallerine dayanarak dini konularda birtakım kanun ve kaideler koyan berikiler, Rey ve Akıl konusunda hata etmişlerdir. Kelamcıların çoğunun te'vil konusunda tuttukları yol, felsefe ve Yahudi kelamcılarına yakındır.57
Buradan da anlaşılacağı üzere akıl ile nakil arasında taarruz göze çarpıyorsa ya akıl, ya da nakil sarih değildir. Bu duruma göre İbn Teymiyye, selef akidesinin -tabiri caizse- felsefesini yapmış ve akıl ile naklin uyumunu göstermeye çalışmıştır.58
İbn Teymiyye'ye göre akıl-nakil ilişkisinin somut tezahürü olan Allah'ın sıfatları konusunda, Kur'an ve Rasülün hadislerinde belirttiği çizginin dışına çıkılmamalıdır. Allah, Kur'an'da kendisini nasıl tavsif etti ise, akıl aynen ona iman etmeli, te'vil yoluna sapmamalıdır. Ayetler, zahirlerine göre, selefin anladığı gibi anlaşılmalıdır. Zira, biz onların hakikatlerini bilemeyiz. Ancak bu isim ve sıfatlar her ne kadar insanların bildikleri ile aynı ise de bunlardan Allah'a isnad olunanlar, insanlarınkinden farklıdır. İbn Teymiyye, bu görüşleriyle Mu'tezile ve Eş'arilere de muhalefet etmiştir. İbn Teymiyye, teşbih ve tecsim ile ilgili yukarıdaki sözlerine rağmen teşbih ve tecsim suçlamasına muhatap olmaktan kurtulamamıştır. Ebu Zehra, İbn Teymiyye'nin Allah'a üstte olma vasfını iddia ettiğini, bunu da Akidetü'l-Hameviyye adlı eserinde savunduğunu söyler. Ve onun gökte olmasını kabul etme ile cisim olma ve sonradan olanlara benzemekten mutlak olarak münezzeh olduğuna inanmak nasıl bağdaşır? diye sorar. 59
'İslam Düşüncesi Tarihi' kitabının İbn Teymiyye maddesinin yazarı Siracü'l-Hak ise, İbn Teymiyye ile ilgili bu tür şüphelerin yersiz ve yanlış olduğunu ileri sürer. Siracü'l-Hak bu görüşü savunurken onun el-Akidetü'l-Tedmuriyye adlı eserinde : "Kim Allah'ı insan bedenine benzer şekilde ya da yaratılmış bir şeyin ona benzediğini düşünürse, Allah hakkında yalan söylemiş olur. " sözlerine isnad eder. Zira İbn Teymiyye'nin bu sözleriyle yukarıdaki teşbih ve tecsim ile ilgili geçen sözleri çelişir. O, Cehmiyye ve Mu'tezile'nin Allah'ın sıfatları anlayışını çürütürken Kur'an'da, arapların anlamaları için Allah'ın eli, yüzü, vb. şeklindeki ifadeleri Allah'tan ihraç eden görüşlerine amansızca karşı çıkmış ve bu ifadelerin yerine mecazi yorumları yerleştirmeye çalışmıştır.60
Allah'ın sıfatları ile ilgili ayetler müteşabih ayetler olarak isimlendirilir, İbn Teymiyye'nin bu konudaki görüşü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi müteşabih olan ayetleri te'vil etmeden olduğu gibi iman etmek şeklindedir. Ancak Kur'an'da kitabın anası olarak zikredilen muhkem ayetlerin olduğu da malumumuz, İbn Teymiyye'nin bu noktada müteşabih ayetleri nötr bir şekilde değerlendirmesi kanaatimizce yanlıştır. Bu nedenledir ki o tecsîm ve teşbihle itham edilmiştir. Zira onun müteşabih ayetlerin te'vilini yasaklayan bu tavrı tecsim ve teşbihe de kapı aralamıştır. Oysa Kur'an bütünlüğünde müteşabih olarak nitelendirilen bu ayetler muhkem ayetlerin ışığında değerlendirilmeli ve bu konuda ayetler arası münasebet kurulmalıdır. Hem bu metod salt akıl yoluyla yanlış te'villerin yapılmasını da engelleyecektir. İbn Teymiyye keyfiyetini hiç bir şekilde bilemeyiz dediği yed (el), vech (yüz), gibi terimler başka bir ayette Allah'ın yaratıklarının hiç birine benzemediği hükmüyle izah edilir. Müteşabih dediğimiz el, yüz vb, ayetleri bu muhkem ayet ışığında değerlendirdiğimizde görürüz ki Allah'ın bu tür isimleri maddi olan alemde duyu organlarımızla algılayacağımız sınırın dışındadır. Yani bu alan şuhud (görünen) alemde değil de temelde gayb alemine ait bir sahada cereyan eder. Bu da bizim gaybe iman etmemiz noktasındaki Kur'ani gerçekle tam bir mutabakat arzeder. Böylece te'vil (salt akıl) yerine Kur'an'ın kendi bütünlüğü içinde şunu söyleyebiliriz: Allah'ın bu tür isimleri ve sıfatları insanınkine benzemez. Bu tür ifadeler Kur'an'ın kendini daha rahat anlatmasında kullandığı mecazi bir üsluptur. Nitekim Ebu Zehra da bu noktada İbn Teymiyye'yi eleştirir ve bu ayetlerin mecazi manalarının esas alınarak te'vilinin daha uygun olduğunu savunur.61
İbn Teymiyye'nin tarihi kökeni kesin belli olmayan ve günümüze kadar süregelen Kur'an'ın yaratılması (Halku'l Kur'an) meselesiyle ilgili görüşleri de kısaca şöyledir: "Kur'an yaratılmamıştır. Ancak kadim de değildir. Selefi olan Ahmed b. Hanbel'in görüşünü benimsemiş olan İbn Teymiyye, O'ndan farklı olarak Kur'an'ın yaratılmış olduğunu kabul etmekle birlikte onun kadim olmadığını da vurgular. Çünkü Ahmed b. Hanbel Kur'an'ın mahluk olmadığı görüşünü savunurken onun kadim olduğunu kabul ettiği de iddia edilerek şiddetli eleştirilere maruz kalmıştır. Zira Kur'an'ın kadim olduğunu kabul etmek filozofların alemin kıdemi fikrini kabul etmek ile paralellik arzeder. İbn Teymiyye bu eksikliği görmüş ve Kur'an'ın mahluk olmamasının onun kadim olması anlamına gelmeyeceğini ve Ahmed b. Hanbel'in de iddia edildiği gibi bu tür görüşlere sahip olmadığını söyler. Bu durumda İbn Teymiyye Halk'ul Kur'an meselesinde bir kaç nokta dışında aslında Mutezile'nin görüşüne yakınlaşmıştır. Mutezile de Kur'an'ın kadim olmadığını yani hadis olduğunu bu sebeple de Allah'ın kelam afatının olmayacağını savunur. Dolayısıyla iki görüş arasındaki fark sadece Kur'an'a yaratılmış denilip denilemeyeceği konusundadır.62
Ayrıca ibn Teymiyye kelamın önemli meselelerinden olan kader konusunda Eş'arilerin kader anlayışlarına şiddetle karşı çıkar ve onların bu görüşlerini Cebriyye'nin görüşleriyle eşdeğer görür. O insan iradesinin hür olduğunu ve sorumluluk taşıdığını savunur. Bu suretle müslümanları harekete ve faaliyete geçirmeyi düşünür. Çünkü O'na göre insan iradesinin tesirini ve sorumluluk esasını kabul etmeyen Eş'ariliğin verdiği sonuç, atalet ve çöküntüden başka bir şey değildir.63
Buradan hareketle O, Eş'arilerin kesb nazariyesinin de yanlış olduğunu söyler. O'na göre, kesb nazariyesi insanın sorumluluklarını elinden alır. Bu ise, insanın ceza ve mükafat noktasında hesaba çekilmesi için yeterli değildir.
Görüldüğü gibi İbn Teymiyye gerek Kur'an'ın yaratılmışlığı (halk'ul Kur'an), gerek kader, gerekse kesb nazariyeleri konusunda Mu'tezile kelam ekolü ile hemen hemen aynı kanaatleri paylaşır. Ayrıca İbn Teymiyye Kaderiyye ile ilgili rivayet edilen "Kaderiyye bu ümmetin mecusileridir" naklini Kaderiyye'yi itham etmek için uydurulmuş bir nakil olarak görür. Ve o genel olarak Kaderiyye Mu'tezile ve Şia ile ilgili olarak şunları söyler:
"Allah'a ve Rasülüne iman eden herkes emir, nehiy, va'd ve vaid'i kabul eden Mumetile, Şia ve Kaderiyye'nin mümin ile kafiri, itaatkar ile günahkarı, hak peygamber ile yalancı peygamberi ve Allah'ın dostları ile selefin zemmettiği düşmanlarını bir tutanlardan daha iyi olduklarını görür. 64
Felsefe
İbn Teymiyye'nin felsefe ve filozoflar hakkındaki görüşleri mütalaa edildiğinde onun kendisinden önce yaşamış İslam filozoflarının bıraktığı mirasa vakıf olduğu görülür.
İbn Teymiyye kelam sahasında olduğu gibi felsefe sahasında da filozofları sert bir dille tenkit etmiştir. İbn Teymiyye iman üzerine adlı eserinde felsefenin yanılgısı başlığı altında şunları söyler: "Felsefecilere gelince, onların durumu Yahudiler ile Hıristiyanların durumundan daha da beterdir. Sebebine gelince, onlar saadeti sadece gerçeği bilme fikrine bağladılar; insanın varlık alemi ile akıl prensipleri ile uyum içinde bilgi sahibi olmasını mutlu olması için yeterli gördüler. Allah'ın zatı, isimleri, sıfatları, melekleri, kitapları, peygamberleri, yaratıkları ve emirleri hakkında çok zayıf bilgilerle yetindiler, ayrıca onların görüşlerinde şirk vardır. Çünkü onlar bütün alemi yaratan bir başka ilahın varlığına inanırlar. Onların bu görüşleri hristiyanların 'Mesih (İsa) Allah'ın oğludur' şeklindeki sözlerinden daha sapıktır. Kimisi de Ebu Zekeriyya Razi ve benzerleri gibi peygamberliği kökünden inkar eder ve bununla birlikte evrenin hadis (sonradan yaratılmış) olduğunu söyler. Bunlar beş unsurun kadim (varlığın öncesiz) olduğunu söyleyerek bu alanda en bozuk ve en saçma görüşü benimsemişlerdir.
İbn Teymiyye'nin bu görüşleri Gazzali'nin Tehafütü'l Felasife ve el-Munkız mine'd dalal adlı eserlerinde filozoflara yönelttiği tenkidlerle benzerlik arzeder. Ancak onu Gazzali'den ayıran temel özellik İbn Teymiyye'nin mantığı ve bunun neticesinde de kıyası reddetmiş olmasıdır. İmam Gazzali Mustasfa adlı eserinin girişinde "mantık bilmeyenin ilmine itibar edilmez" diyerek bu görüşünü formüle etmiştir.
Gazzali'nin felsefeyi incelerken sahip olduğu bu görüş daha önce de zikrettiğimiz gibi onunla ilgili şu sözü meşhurlaştırmıştır. "Hocamız Gazali felsefe felsefeye daldı, çıkmak istedi ama çıkamadı." Sonraları kurumsal sahada medreselere yansıyan Gazzali'nin Aristotelesçi mantık anlayışı eğitim sahasında düşüncenin donuklaşmasını da beraberinde getirmiştir. 65
Gazzali'nin mantığa dair bu görüşleri İbn Teymiyye'nin yaşadığı dönemde kökleşmişti. Buna karşılık İbn Teymiyye felsefeyi yıkmak için felsefeyle meşgul olmuştur. Bu meyanda İbn Teymiyye'nin felsefeye yönelttiği en önemli ve ciddi eleştiri mantık konusunda olmuştur. İbn Teymiyye'nin mantığı reddetme konusundaki ısrarının sebebi; Kur'an şuurunu, Kur'an'ın muhakeme tarzını, mantığını ve üslubunu bütün dini meselelere hakim kılmak, filozofların ve kelamcıların fikir ve delillerini bütün dini meselelere hakim kılmak, filozofların ve kelamcıların fikir ve delillerini bunun mahkumu haline getirmek, her şeyi nassla ölçmek, nasslara uygun düşen görüşleri kabul, zıd düşünceleri reddetmektir.66
İbn Teymiyye'nin mantığa dair görüşlerini Siracu'l-Hak, İslam Düşüncesi Tarihi adlı eserde şöyle anlatır: "İbn Teymiyye, Aristo mantığını reddetmek amacıyla dört hususta bu temel tezleri çürütmeye girişti. Bu dört husus Kitabü'r-Red ale'l-Mantıkiyyî'nin dört ana bölümünü oluşturur:
1.Kavramlar tanım (hadd)ın yardımı olmadan geçerli olmaz.
2.Tanım kavramların bilgisini verir.
3.Yargılar kıyasın yardımı olmadan geçerli olmaz.
4.Kıyas ya da akıl yürütme, yargının bilgisini verir."67
Bu dört maddeyi uzun uzun eleştirir. Ayrıca İbn Teymiyye, Aristo'nun ilahiyat ilminden bihaber olduğu görüşünü savunur. Ve İbn Sina'yı İslam Şeriatını kendi kaprislerine ve batıl muhakemelerine göre tefsir ettiğinden Batinileri de sapık görüşleriyle bu ilmin safiyetini bozduğundan dolayı suçlar. İbn Teymiyye'ye göre onlardan bazıları Rasulullah'ın en büyük feylesof olduğunu iddia etmiş, bazıları da işi feylesofların peygamberlerden daha üstün olduklarını söylemeye kadar vardırmışlardır.68
d. İbn Teymiyye'de Tasavvuf
İbn Teymiyye'nin yaşadığı asır tasavvufun kurumsallaştığı ve birçok tasavvufi ekolün toplumsal hayatta yaygınlık kazandığı bir dönemdir. İşte böyle bir ortamda İbn Teymiyye özellikle Hallaç tarzı tasavvufu 'hululcu' diye, İbn Arabi tarzı tasavvufu da 'ittihadçı' diye vasıflandırarak reddetmiş, ricalü'l gaybe, şeyhlerden imdat istemeye karşı çıkmıştır. Birtakım adab, erkan ve ıstılahlara dayanan tarikat ve tekke tasavvufunu hiçbir şekilde kabul etmemiştir.
İbn Teymiyye nazarında vahdet-i vücud küfür, onu tesis eden İbn Arabi de kafirdir. Nitekim Hallaç zındık ve mülhiddir. Yaptığı iş şarlatanlık ve hokkabazlıktır. İbn Teymiyye, Şam'da Rıfailer'le Mısır'da vahdet-i vücutçular ve Ataullah İskenderi taraftarlarıyla da çatışmıştır.
İbn Teymiyye'nin mutasavvıflarla böylesine sert bir biçimde çatışmasının temelinde tevhid akidesine bağlılık konusundaki hassasiyeti bulunur. Ona göre tevhid rububiyyet ve uluhiyyet olmak üzere ikiye ayrılır. Rububiyyet tevhidi İslam öncesi Arapların da kabul ettiği tevhid inancıdır. Oysa İslam'ın özeliği uluhiyyet tevhididir. Buna göre, sadece ve sadece Allah'a ibadet, sırf ondan yardım isteme esastır. Putlara tapan ve onları kendileriyle Allah arasında aracı (vesile-şefaatçı) sayan cahiliyye arapları bu tevhidi kabul etmediklerinden müşrik ve kafir sayılmışlardı. Bu açıdan bakılınca yatır ve türbeleri ziyaret edip buralarda namaz kılma, adaklar adama, kurbanlar kesme ve mezarlarda gömülü bulunan ermişlerden yardım dileme ve meded umma uluhiyyet tevhidine zıd düşer.
Bidatlere şiddetle karşı olan İbn Teymiyye, evliyanın takdisine ve türbelere yapılan ziyaretlere hücum etmiştir. Hatta yalnızca peygamberin kabrini ziyaret için yapılan seyahati bile günah saymıştır. Bu görüşü ile o sufiler kadar kadı ve müftileri de öfkelendirmiştir. İbn Teymiyye, Peygamber'in (s) kendi kabrinin ziyareti ile ilgili olarak nakledilen hadislerin mezarcılar, yatırcılar, türbeciler ve rafıziler tarafından uydurulduğu kanaatindedir.
İbn Teymiyye ve okulu, sufilerin ibadet derecesine vardırdıkları mezar ziyaretlerini ve veliler karşısındaki aşırı tutumlarını reddetmekle beraber onların dini tecrübeye dayanan metodlarını kabul etmekteydi.69
Fazlurahman'ın İbn Teymiyye'nin tasavvufa bakışı ile ilgili ifade ettiği bu görüş doğrudur. Çünkü İbn Teymiyye tasavvufun tamamını reddetmiyordu. O sadece İbn Arabi ve Hallaç gibi vahdet-i vücudçu ve hululcu sufileri eleştiriyordu. Bununla beraber ilk dönem mutasavvıfların görüşlerinden de faydalanıyordu. Zira ilk dönem sufıler İbn Arabi ve Hallac'da olduğu gibi panteist anlayışlara sahip değillerdi. Bundan dolayıdır ki ilk mutasavvıflar Kur'an'a ve sünnete daha sadık kalmışlar tevhid akidesini de bozmamışlardı. Oysa vahdet-i vücudçu (panteist) sufiler Kur'an ve sünnetin sınırlarını aşmışlardı. Öyle ki onlar nübüvvet konusunda "velilerin sonuncusu peygamberlerin sonuncusundan daha büyüktür." gibi sözler sarfederek, kendi sözlerinin vahiy mahsulü veya sezgi ile elde edilen ilahi kaynaklı bilgi olduğunu da iddia etmişlerdir.70
Yaygın kanaat olarak İbn Teymiyye'nin çok katı bir tasavvuf düşmanı olduğu ile ilgili tezler günümüzde yeni çalışmalar ile tekrar sorgulanmaya başlanmıştır.
İbn Teymiyye'nin aslında zannedildiği gibi tasavvuf düşmanı olmadığı tezini işleyen ve bu amaçla kaleme alınan İbn Teymiyye'de Tasavvuf adlı eserin yazarı Tıblavi Mahmud Sa'd bu konuda şöyle diyor: "Bilimsel ve kültürel hayatımızda azımsanmayacak kadar yer tutan İbn Teymiyye'nin eserleri arasında selefi-sufi kültürü içeren bir hayli eser vardır. O, hadis kitapları, Kur'an ilimleri, başka İslami eserlerin yanı sıra, İslami kültürünü geliştirirken sufi şeylerin kitaplarından da faydalanmıştır. Geride bıraktığı eserlerin büyük bir kısmında açık bir şekilde suluk ahlak ve tasavvufa yönelmiş olması, ilk sufi şeyhlerin kitaplarından faydalanmış olduğunu gösteren en büyük delildir. İşte bu durum, onun genelde bir tasavvuf düşmanı olduğu şeklindeki yaygın görüşü kökünden yıkar." 71
Tıblavi, yazdığı bu eserle önyargılı bir yaklaşımla İbn Teymiyye'yi mutasavvıf bir alim gibi gösterme çabasını da olsa da İbn Teymiyye'nin tasavvufu reddetmediğini, tasavvufu ıslah etme çabasının içinde olduğunu görüyoruz. Ancak İbn Teymiyye'nin eserlerine bakıldığında tasavvuf aleyhine olan görüşleri tasavvuf lehine olan görüşlerinden daha ağır basmaktadır. Bu da tasavvufun ilk sufi hareketlerden sonra dinin özünde meydana getirdiği tahrifatın neticesi olsa gerek.
e. İslam Hukukuna Bakışı
İbn Teymiyye İslam hukukunda Hanbeli mezhebinin usulüne tabidir. Her ne kadar dört mezhep dışında bazı görüşlere ulaşmış ve bu gibi meselelerde tamamen başlıbaşına kalmış ise de asıl hareket noktası Hanbeli mezhebi olmuştur. Zira o, Ahmed b. Hanbel'in mezhebini sünnete en yakın mezhep olarak görüyor ve Hanbeliliği gariplikten uzak buluyordu. Ayrıca Ahmed b. Hanbel'in kıyasla hükmetmekten kaçınması da onun Hanbeliliğe olan ilgisini arttıran amiller arasındadır.
Birinci bölümde İbn Teymiyye'nin beslendiği kaynakları sayarken belirttiğimiz üzere, o diğer mezheplerin usul ve fıkıh kitalarına da aşina idi. Bu sebeple İbn Teymiyye Hanbeli mezhebini esas kabul etmekle beraber vaz ettiği üç prensip vardır ki bunlardan her biri onun mezhep taassubuna meyletmediğini, aksine bunun kendisinde bulunan selefilik eğiliminin tabii bir neticesi olduğunu görürüz.
Bu üç prensip şunlardır:
1.Kendisi dört imamı fıkhı mevkileri açısından en üstün takdirle karşılar.
2.Tahkik erbabı fakihe, doğruyu bir başkasında bulduğu zaman belli bir mezhebe yapışmamasını tavsiye eder.
3.Mezhebine muhalif bir hadis gördüğü zaman, hadisle amel ederek bütün mezhepleri terk eder.
Bu üç prensip de göstermektedir ki İbn Teymiyye müçtehid bir fakihdir.72
Bu prensiplerden hareketle İbn Teymiyye'nin yapmış olduğu fıkhi araştırma ve incelemeler dört kısma ayrılır:73
1.Ahmed b. Hanbel'in mezhebine kayıtlı olarak verdiği fetvalar.
2.Muhtelif fıkıh mezhepleri arasında mukayese sureti ile yaptığı incelemeler.
3.Ehl-i Sünnete bağlı kalmaksızın ama onların dışına çıkmaksızın yaptığı tercihler.
4.Ehl-i Sünnet mezhepleri kayıtlarından sıyrılmasına ve tamamen onlara muhalefet etmesine neden olan bazı meselelerdeki içtihadlar.
İbn Teymiyye hiç bir mezhebe bağlı kalmaksızın yaptığı içtihadlarda da şu üç hususa dikkat ederdi:
a) Esere yakınlık. İbn Teymiyye garip fıkhi görüşleri tercih etmemeye son derece özen, kaynağı ile sağlam bir bağlantısı olan görüşleri tercihe son derece hırs gösterirdi.
b) İnsanların İhtiyaçlarına, alışkanlıklarına onların maslahatlarının teminine aralarında adaletin gerçekleşmesine itina (yakınlık) İbn Teymiyye hükümle şer'i kaynağı kitap ve sünnet arasında bağlantıyı tam bir güvenle ortaya koyduktan sonra, seçim yapması gerektiğinde hakkaniyet asra (çağa) uyguluk ve insanların ihtiyaçlarına cevap verme prensiplerine itibar eder, bunlara uygun olan görüşü tercih ederdi.
c) Şeriatın ruhunu gözetmesi: Yani seri hükümlerin konulmasında gözetilen gayenin gerçekleştirilmesine büyük çaba harcamıştır.74
İbn Teymiyye birçok hallerde başlıca fakihlerin fikirlerinden ayrılmıştır. Misal olarak aşağıdakiler zikredilebilir:75
1-Talak Meselesi: İbn Teymiyye haram ve sünnet olmak üzere iki tür talak kabul eder. Ona göre sünnete uygun talak geçerlidir. Kocanın yemin ederek şu işi yapacağım veya yapmayacağım şeklinde şart koşarak talakta bulunması yeterli değildir. Zira bu ifade talak değil yemindir. Yine o, hülleyi de caiz görmez.
2- Kadının adet zamanında yapılan talaklar hükümsüzdür.
3- Allah tarafından emredilmiş olmayan vergiler makbuldür.
4- İcma'a mugayir bir fikri açıkça söylemek dinsizlik sayılmadığı gibi, küfür de değildir.
İbn Teymiyye'nin bu türden diğer mezheplere muhalefet ederek verdiği birçok fetvayı zikretmek mümkündür. Ancak yazının çerçevesini aşacağından bu kadar yeter. İbn Teymiyye'nin bir hayli tartışmalı olan üç lafzı ile verilen üç talak ve talik-i talak konularındaki görüşlerinin Şia'nın görüşleri ile her ne kadar tam birlik arzetmese de uyum ve yaklaşım içinde olduğunu görüyoruz. Bu da bize onun İmamiyye Şiası'nın fıkhını da derinlemesine etüd ettiğini gösterir.76
İbn Teymiyye'nin hukuka dair görüşleri gözönüne alındığında klasik fıkh terminolojisinde geçen mutlak müctehidlik vasfına sahip olmamakla beraber müctehid fi'l Mezheb (mezhebinde müctehid) olduğu görülür.
3. Sonuç
a. Talebeleri ve Eserleri
İbn Teymiyye yaşadığı süre içinde Mısır'da Kahire, İskenderiye, Suriye'de Şam gibi birçok beldede ilmi hitabet ve tartışmada bulunmuştur. Böylece onun her uğradığı beldede talebeleri olmuştur. Ancak onun talebeleri iki kısma ayrılıyordu. Çünkü onun dersleri de iki kısma ayrılıyordu. Birincisi genele açık halkın aydınlanması amacıyla verdiği dersler. İkincisi ise İbn Teymiyye'nin üstün zekalı sayılan ve kendisinden sonra ilminde onun varisi olabilecek, onun fikri mirasını üstlenebilecek ve bu hususta onun halifeleri olabilecek öğrencileridir. Ki onlara bütün fikirlerini ve metodlarını öğretiyordu. Bu talebeleri sulardır: İbn Kayyım el-Cevziyye, el-Bezzar, Ömer b. Ali, İbn Abdulhadi İbn Kesir, ez-Zehebi.
İbn Teymiyye'nin 500 civarında eser bıraktığı rivayet edilir. Ancak bu eserlerin hepsi bugüne ulaşmamıştır. İslam Ansiklopedisi'nde bugün mevcut olan altmış dört eseri zikredilir. Bunlardan bir kısmı şöyledir.77
Mearicu'l-Vusul, Tibyan fi nüzul el-Kur'an, el-Munazara fi'l akida el-Vasitiva, el-Akida el-hamasiya el-kubra, el-İklil fi'l-mutaşabih ve'l-te'vil, fi'l-kaza ve 'l-kadar, Tefsir el-mu'avviza-tayn,fi ma'na 'l-kıyas, (bu küçük kitaplar, mecmuat el-rasa'il el-kubra isimli bir mecmuada toplanmıştır), el-Furkan beyti evliya el-rahman ve-evliya el-şey tan, Kitab el-tavassul ve 'l-vasila, el-Cavab el-sahih liman baddala din al-Masih, Tafsir surat al-nur, Tahcil ahi al-İncil, el-Masalat al-nuşayriya, el-Akida el-tadmuriya, Kitab al-radd ala 'l-nasara, al-Kalam ala hakikat al-İslam va 'l-iman, fi usul al-fıkh, al-fark al-mubin bayn al-talak va 'l-yamin, Cavami al-kalim al-tayyib, ziyarat al-kubur va 'l-istincad bi'l-makbur.
b. Çağdaş İslam Düşüncesinde İbn Teymiyye
İbn Teymiyye'yi yaşadığı dönemdeki konjonktürel şartlarda değerlendirdiğimizde onun İslam dışı unsurlara karşı aktif bir mücadele ile ıslahat çabalarında bulunduğunu söyleyebiliriz. O felsefe, kelam, tasavvuf, hristiyanlık, yahudilik, Nusayrilik ve benzeri akımlarla İslam'ın özüne sokulmaya çalışılan cahİliyye ve şirk anlayışlarına karşı mücadele vermiştir. Zira İbn Teymiyye'nin yaşadığı dönemde İslam ümmetinin toplumsal, siyasi, kültürel, ekonomik gücü zayıflamış ve İslam dünyası fiili bir çöküşün eşiğine gelmişti. İbn Teymiyye bu çöküşü fark etmiş ümmetin bu halden kurtulması için gerek fiili olarak cihad etmek suretiyle, gerekse fikri sahada İslam'ı aslına irca etmeye çalışarak ömrünü bu uğura vakfetmiştir. O, çöküşün temelinde İslam'ın aslından (Kur'an ve Sünnet) uzaklaşmayı birincil etken olarak görmüş ve daha çok bu alanda entellektüel bir çaba sarfetmiştir.
Ne var ki, İbn Teymiyye'nin İslam'ı asli kaynak olarak Kur'an ve Sünnet'e irca teşebbüsü yararlı şeyler ihtiva etmiş olsa da yine de bazı ciddi kısıtlamalar içeriyordu ki, bunlar takipçileri arasında açık bir biçimde ortaya çıktı. Aslında bunlar, ilke olarak aklın kullanımını sınırlaması ve İslam'ın anlaşılmasında bütün dikkatlerin neredeyse tamamen Hadis üzerine kaydırılması düşüncesinden kaynaklanmıştır. O hadisle sadece Hz. Peygamber'in sünnetini kasdetmiyor, İlk kuşak müslümanların tatbikatını da kastediyordu. Bunun için bozulan din kültürünü tashih amacıyla yeniden Kur'an ve sünnete çağrı yapılsa da, aslında bu sünnete dönme çağrısı, ilk müslüman kuşakların kabullerini formülleştirme çağrısını oluşturuyordu.78
İbn Teymiyye'nin "kaynaklara dönüş" olarak isimlendireceğimiz hareketi XIX. yüzyılın sonları ile, XX. yüzyılın başlarındaki ıslahat hareketlerini etkilemiştir. Hindistan'da Şah Veliyyullah Dehlevi, Hicaz'da Vahhabi hareketinin kurucusu Muhammed b. Abdulvahhab. Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Mevdudi, Hasan en-Nedvi gibi yüzyılın önde gelen ıslahatçı düşünürleri İbn Teymiyye'nin fikirlerinden istifade etmişlerdir. Günümüzde gerek usul, gerek toplum ve siyaset görüşleri, etkileri itibarıyla farklı versiyonlarda da olsa karşılık bulmuştur.
Özellikle Hicaz'daki Muhammed b. Abdulvahhab ve Vahhabi hareketinin fikri temelleri İbn Teymiyye'nin görüşleri üzerine bina edilmiştir. İbn Teymiyye'nin fikirlerinin ateşli savunucusu olan Abdulvahhab bu sayede siyasi platformda gösterdiği başarıyla da Suudi devletini kurmuştur. İbn Teymiyye, son yıllarda ivme kazanan İslami uyanışın en çok okuduğu ve etkilendiği kişilerden biridir. Onun bugüne etkisini inceleyen Emmanuel Sivan "İslami Devrimin Öncüsü" başlıklı makalesinde, İbn Teymiyye ile ilgili şunları söyler: "Ondördüncü yüzyılda yaşamış bir alim olan İbn Teymiyye'nin eserleri günümüz Arap dünyasında (özellikle Mısır'da) en sarsıcı eserler olarak adlandırılmakta. Başkan Sedat'ın öldürülmesinden altı ay önce iktidardaki partisinin haftalık yayın organı Mayo, İbn Teymiyye'yi (aynı dönemde yaşamış tanınmış öğrencisi ile birlikte) Mısır gençliği üzerinde en yaygın ve en muzır etkiye sahip kişi(ler) olarak nitelemişti. Bu gençler şiddet ve iktidarı ele geçirme çabalarının İslam hukuku ve geleneğinde meşrulaştırılmasını ve Sünni inancı paylaşmış da olsa diğer müslümanların Allah yolunda cihadın hedefleri haline gelebileceğini O'ndan öğrenmişlerdi." 79
Sivan yüzyılımızda İbn Teymiyye'nin tekrar gündeme gelmesini de şöyle açıklar: İbn Teymiyye ve İbn Kesir'in, ayrıca İbn Kayyum el-Cevziyye ve daha az bilinen kimi şahısların da çağımızda yeniden keşfedilmeleri yirminci yüzyıl Mısır ve Hindistan'ında gerçekleşir. Bu durum basit bir tesadüf olmaktan çok, bu ülkelerin Batı hakimiyeti altına giren ilk ülkeler oluşlarıyla alakalıdır. Müslümanlar bu noktada İbn Teymiyye'nin öğretisinde bir çeşit hayat bahşeden bir çözüm buldular. Moğollar ve cahiliyye kavramının kıyaslanması yeni şartlara uygun olarak yeniden yorumlanacaktı.80
Sivan daha sonra İbn Teymiyye'nin Moğollar ve cahiliyye tezlerinden hareketle şehid Seyyid Kutub ve Mevdudi gibi çağdaş İslam siyasi düşüncesinin önde gelen düşünürlerinin bu görüşlerden nasıl etkilendiğini ortaya koymaya çalışır.
Görüldüğü gibi İbn Teymiyye bozulmanın olduğu dönemde yaşamış ve yine bozulmanın, zulmün en şiddetlisinin yaşandığı günümüzde yeniden keşfedilmiştir. Bu itibarla o ve onun gibi ıslahatçı önderler müslümanları etkilemeye daha uzun süre devam edecektir.

Dipnotlar:

1- Ebu Zehra, Muhammed, İbn Teymiyye, Hayatı, Fikirleri, Eserleri, İslamoğlu Yay., İstanbul. 1988.

2- Siracü'l-Hak,   "İbn Teymiyye", İslam Düşüncesi Tarihi, (Ed.: M. M. Şerif), C. 3, s. 19, İstanbul, 1991.

3- Ahmed İbn Teymiyye, İbn Teymiyye Külliyatı, Tevhid Yay., Cilt I, s. 20, İstanbul, 1986.

4- Mevdudi, İslam'da İhya Hareketleri, s. 86, Pınar Yay., İstanbul, 1986.

5- Siracü'l-Hak, a. g. e., s. 20-21.

6- Prof. Dr. H. İbrahim Hasan, İslam Tarihi, C. 3, s. 179, Kayıhan Yay., İstanbul, 1988.

7- A. g. e., s. 180.

8- A. g. e., s. 196.

9- A. g. e., s. 166.

10- A. g. e., s. 197-198. Ayrıca, Ebu Zehra, Muhammed, a. g. e., s. 135.

11- H, İbrahim Hasan, a. g, e., s. 162.

12- Ebu Zehra, a. g. e., s. 131.

13- A. g. e.,s. 138.

14- A. g. e., s. 136.

15- A. g. e, s. 105.

16- İbn Teymiyye, a. g. e., s. 17.

17- Ebu Zehra, a. g. e., s. 141.

18- Ahmed İbn Teymiyye, Es-Siyasetü'ş-Şer'iyye, s. 46, Dergah Yay., İstanbul. 1985.

19- Ebu Zehra, a. g. e., s. 150.

20- İbn Teymiyye, Es-Siyasetü'ş-Şer'iyye s. 20.

21- A. g. e.,s. 23.

22- Mevdudi, a. g. e., s. 91.

23- Ebu Zehra, a. g. e., s. 153.

24- A. g. e., s. 156.

25- Ebu Zehra, a. g. e., s. 115.

26-İbn Teymiyye, Tefsir Üzerine, s. 24, Pınar Yay., İst/1985.

27-A. g. e., s. 29.

28-A. g. e., s. 49

29-Yılmaz Çakır, "Kur'an'ın Anlaşılmasında Nüzul Ortamı", Hak Söz., Sayı: 18, s. 24.

30-İbn Teymiyye, a. g.e., s. 119-120.

31-A. g.e., s. 122.

32-A. g.e., s. 135.

33-A. g.e., s. 136

34-Yunus V. Yavuz, İctihad Felsefesi, s. 86, İşaret Yay., İstanbul/1993.

35- İbn Teymiyye, a. g. e., s. 122.

36- A. g.e., s. 121.

37- A. g.e., s. 77.

38- A. g.e., s. 75.

39-A. g. e., s. 64.

40-A. g.e., s. 78.

41-Yunus V. Yavuz, a. g. e., s. 135.

42-Süleyman Uludağ, İslam Düşüncesinin Özellikleri, s. 98, Dergah Yay., İst./1979.

43-A. g.e., s. 57.

44-İbn Kuteybe, Hadis Müdafaası, s. 125, Kayihan Yay., İst./1989, 2. Baskı.

45-Uludağ, a. g. e., s. 58.

46-A. g.e., s. 99.

47-A. g.e., s. 99.

48-A. g.e., s. 99.

49-A. g.e., s. 98.

50-Hamza Türkmen, "Hz. Muhammed'in Sünnetini Doğru Anlayabiliyor muyuz?" HakSöz, Sayı: 20, s. 5.

51- De Lacy O'leray, İslam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri. A. Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları.

52-Siracu'l Hak, a. g. e., s. 22.

53- İbn Teymiyye Külliyatı, a. g. e., s. 39.

54-A. g.e., s. 40.

55-Uludağ, a. g. e., s. 60.

56-Külliyat, a. g. e., s. 39.

57-Bekir Topaloğlu, Kelam ilmi Giriş, s.90, Damla Yay., 4. Baskı, s. 59-60.

58-Uludağ, a. g.e., s. 83.

59-Bekir Topaloğlu, a. g. e,, s. 83. Ayrıca Fazlurrahman, İslam, 2. Baskı, Selçuk Yay., s. 156.

60-Muhammed Ebu Zehra, a. g. e., s. 251.

61-Siracu'l Hak, a, g.e., s. 26.

62-Zehra, a. g. e., s. 271.

63-A. g.e., s. 275.

64-Külliyat, a. g. e., s. 39.

65-Zehra, a. g. e., s. 281.

66-"Bekir Karlığa İle Röportaj", Hak Söz, Sayı: 17.

67-Külliyat, a. g.e.,1, s. 40.

68-Külliyat, a. g.e.,, s. 40.

69-A. g.e., s. 314.

70-Fazlurrahman, İslam, s. 205, 2. Baskı, Selçuk Yay.

71-İbn Teymiyye, İman Üzerine, s. 192.

72-Mahmud Said Tıblavi, İbn Teymiyye'de Tasavvuf, s. 7, İnsan Yay., İst/1979.

73-Muhammed Ebu Zehra, a. g. e., s. 238.

74-A. g.e., s. 331.

75-A. g.e., s. 341.

76-A. g.e., s. 380.

77-İslam Ansiklopedisi, Cilt 6, s. 827, MEB Yay.; ayrıca Külliyat, Cilt 1, s. 48-49.

78-Zehra, a. g. e., s. 328.

79-İslam Ansiklopedisi, s. 828.

80-İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, Cilt 4, s. 177, 7. Bölüm, "İslam'da İhya ve Islahat Hareketleri", Hikmet Yayınları.

81-Emmanuel Sivan, Dünya ve İslam, Kış 1991, s. 67. Sayı: 5

82- Sivan, a. g. e., s. Sayı: 5

(Yusuf Aydın / Haksöz Dergisi 25-26. sayılar)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !