Mevdûdî yeniden ama nasıl?
Düşün Yayıncılık, Mevdûdî’nin üç kitabını yayımladı: Hicab, Kurana Göre Dört Terim ve Gelin Müslüman Olalım. Kitapların kapağındaki “tüm eserleri” şeklindeki ifade, bundan sonra Mevdûdî’nin eserlerinin bu yayınevi tarafından yayımlanacağının bir işareti olarak görülebilir. Fakat bahsettiğimiz tercüme girişiminin zanaat kısmında bir takım ciddi sorunların bulunduğu da göz ardı edilemez.
Asım Öz/Dünya Bülteni
Ebu’l Â’lâ Mevdûdî, 1960’lı yılların özellikle ikinci yarısından itibaren kitaplarını Türkçede okuyabildiğimiz, “İslâm’ın bütün bir hayat sistemi” olduğunu dile getiren müelliflerden biridir. O yıllarda, başta Hilâl Yayınları olmak üzere genellikle anadili Arapça olan veya Yüksek İslâm Enstitüsünde okuyanların “zorunlu” olarak yapmış olduğu tercümeler ön plandaydı. Ardından, İngilizce ve Urduca dillerinden yapılan değişik tercümeler geldi.
Türkiye’de bu tarz tercümelerin yoğun olduğu 1960-85 yılları için zorunluluktan söz etmemiz yanlış olmasa gerek. Bu yıllarda genelde dünya, özelde ise İslâm âlemi yoğun bir şekilde solun değişik bölüntülerinin yaygın tesiri altındaydı. Sola karşı İslâmî bir söylem üretme gayesi önemliydi, fakat bunun niteliği konusunda ciddi sorunlar da yok değildi. İslâmcıların, sömürü, eşitsizlik, adalet yanında bazı İslâmî kavramları gözden geçirerek yeniden anlamlandırmaları ancak bu tercümeler sayesinde mümkün olabildi. Bununla da kalınmadı, bugün İslâmcılık olarak anılan ve değişik veçheleri tartışılan akım gün yüzüne çıkmış oldu.
Ne var ki, bahsettiğimiz hareketli yılların ardından yaşanan ricat tavrının belirginleştiği yıllarda ise tersi bir gelişme vuku bulacak ve adı ilk unutulmak istenen “kaygı uyandıran” isimler arasında yer alacaktı Mevdûdî. Özellikle bir zamanlar baş ucu kitaplar arasında yer alan Kur’an’a Göre Dört Terim adlı eseri bu unutma isteğinde oldukça tesirli olacaktı. Bu tutumdan neşet eden tavırlar ise, İslâmcılığın fikrî dağılmasını tarihsel perspektif ve süreklilik duygusunun kaybını beraberinde getirecekti. Buna karşın, yıllar sonra bile zaman zaman değişik yazarlar, Mevdûdî’ye göndermede bulunacak, onun eserlerinden alıntılar yapacak, onun Türkiye’deki İslâmcılar üzerindeki etkilerinden söz edecekti haklı olarak. Yine bu yılların öncesinde ve sonrasında Mevdûdî hakkında kaleme alınan kimi yazılar ve kitaplar da yayımlandı birbiri ardınca. Yeri gelmişken Mevdûdî okumalarında “yardımcı kitap” işlevi görebilecek olan S. Veli Rıza Nasr’ın Mevdudi ve İslami İhyanın Teşekkülü, doğumunun yüzüncü yılı anısına yapılan sempozyumun Abdülhamit Birışık tarafından yayına hazırlanmasıyla oluşan Mevdudi Hayatı, Görüşleri ve Eserleri ile Rıdvan Kaya’nın Mücadele ve Muhasebe kitaplarını bu çerçevede hatırlatmak isterim. Bunların bir kısmı, onu tarihselleştirerek okumayı önerdiğinden var olan yerleşik yazar imgesini, önemli ölçüde aşındıracaktı aslına bakılırsa. Elbette şunu da ortaya koydu bu metinler: Bazı yazarların fikrî serencamını tam manasıyla kavramak için, kitaplarını yazdıkları tarih sırasına göre dizip öyle okumak gerekir.
“Tüm Eserleri” Sadece Bir Yayınevinde
Gelgelelim bütün bu tartışmalar genel okur kitlesi üzerinde pek tesirli olmadı. Mevdûdî’nin öteden beri neşredilen kitapları yanında diğer kitapları da kazandırıldı dilimize. Kızının gözüyle çizilen Mevdûdi portresini de unutmamak lazım. Tanışıklığımız daha da artmış oldu bu sayede. Hatta ufarak da olsa çeşitli etkinlikler tertiplendi onun yâd etmek adına. Buna karşın, tercüme sorunları alttan alta varlığını korumaya devam etti hep. Neredeyse 1960 sonrası Pakistan’ındaki Kuran ve Sünnet tartışmaları açısından “klasik” bir metin kabul edilebilecek olan Sünnetin Anayasal Niteliği kitabının N. Ahmet Asrar tercümesi başlı başına akademik bir tartışma konusu oldu. Sonunda başka bir tercüme ile bu tartışma eskisinden bir miktar farklılaştı. Ama tercüme ve yayın problemleri bir türlü bitmek bilmedi.
Mevdûdî’nin, irili ufaklı kitaplarını basan büyük küçük yayınevleri, son yıllarda telif yasası gereğince önceden yayımlayabildikleri eserleri neşredemez duruma geldi. Bu konu, yayıncılar arasında hayli konuşulup tartışılmıştı. Bu arada Düşün Yayıncılık, Mevdûdî’nin üç kitabını yayımladı: Hicab, Kurana Göre Dört Terim ve Gelin Müslüman Olalım. Kitapların kapağının ön yüzünde yer alan “tüm eserleri” şeklindeki ifade, bundan sonra Mevdûdî’nin eserlerinin bu yayınevi tarafından yayımlanacağının bir işareti olarak ele görülebilir. Fakat bahsettiğimiz tercüme girişiminin zanaat kısmında bir takım ciddi sorunların bulunduğu da göz ardı edilemez. Başlangıç yıllarından bu yana Hilâl, İnkılâb, Pınar, İnsan, Özgün, Nûn, Beyan, Dünya, Bengisu, Çıra gibi çeşitli yayınevlerinin kataloglarına dağılmış olan Mevdûdî’nin kitaplarının, “Tüm Eserleri” başlığı altında bir yayınevinde toplanıp toplanamayacağını önümüzdeki yıllarda daha rahat bir şekilde görebileceğiz. Bugün okurun elinin altında Mevdûdi’nin belli başlı bütün eserleri var. Hatta geçtiğimiz yıl (2013) onun ekonomi ile ilgili yazılarının Hurşit Ahmet tarafından yapılan kapsamlı bir derlemesi Çıra Yayınlarınca İslam Ekonomisinin Temel İlkeleri adıyla yayımlandı. Ne var ki, İslâmcılığın küresel figürleri arasında ilk sıralarda yer alan bu yazarın eserlerinin tercümesi hususunda gereken ilgi ve dikkatin gösterildiğini söylemek pek mümkün değildir.
Düşün Yayıncılığın “Tüm Eserleri” vurgusuyla neşrettiği üç kitap içinden, ilki değil son ikisi dikkatimi çektiği için merak edip hemen aldım. Böylelikle epeydir büyük bir merak ve ilgiyle izini sürdüğüm “tercüme siyaseti”nin değişik veçhelerine dair birtakım hususları kavrayabilecektim.
Nedense, önce Gelin Müslüman Olalım kitabını inceleme ihtiyacı hissettim. Zira kitap gözüme oldukça ince görünmüştü önceki tercümelere nazaran. Düşün Yayıncılık tarafından neşredilen kitap 120 sayfaydı. Ardından Pınar Yayınlarından aynı adla çıkan kitaba baktım, aradaki fark göz ardı edilebilecek gibi değildi. Zira iki kitap arasındaki sayfa farkı, tamı tamına 120 sayfaydı, yani önceki tercüme 240 sayfaydı. Acaba bu 120 sayfalık farka sebep olan şey nedir, diye düşünürken her iki kitabın içeriklerinin de yüzde yüz farklı olduğunu görmem şaşkınlığımı bir kat daha arttırdı. Arka kapak da dahil olmak üzere kitabın herhangi bir yerinde ufak da olsa bir açıklama yer almıyordu bu konuda. Düşün Yayıncılıktan çıkan kitapta yer alan yazılar batı medeniyetinin ve düşüncesinin eleştirisi, demokrasi, kapitalizm ve sosyalizme dair eleştiriler yanında Müslümanların çöküş sebepleri ile İslâm inkılâbına ilişkin konuları işlemekteydi. Üstelik başka bir adla da yayımlanmıştı muhtemelen Türkçede. Pınar Yayınlarından aynı adla yayımlanan fakat içeriği yüzde yüz farklı olan kitapta ise iman, İslâm, namaz, oruç, zekât, hac ve cihat konularına ilişkin vaazlar yer almaktaydı. Eserin Urducadan yapılan tercümesinin başka bir adla da neşredildiğini hatırlatarak kitabın başında yer alan biri uzun diğeri kısa iki yazıdan bahsetmek uygun olacaktır. İlkyazının, kitabı hem tanıtan hem de İngilizceye farklı bir adla tercümesini anlatan Hürrem Murad imzalı oldukça uzun ve öğretici bir yazı olduğu söylenebilir. Bu yazıdan, orijinal adı Kütübat olan kitabın İngilizceye hangi sebeple Gelin Müslüman Olalım olarak tercüme edildiğini de öğrenmek mümkün:
“Kitaba verdiğimiz yeni isim “Gelin Müslüman Olalım”. Kitabın içeriğine en uygun başlığın böyle doğrudan doğruya yapılmış bir çağrı olacağını düşündük. Bu başlık kitabın asıl amacını yansıtıyor. Çünkü kitabın amacı Müslümanları İslâm’a ve Allah’ın kendilerinden istediği şekilde Müslüman olmaya çağırmaktır. Ara başlıkların ise konunun içeriğini ve ruhunu en iyi şekilde yansıttığını düşünüyorum.”
Kitabın ilk baskısı için kaleme alınan ikinci yazı ise, kitabın yazarı Mevdûdî’ye ait. 1940 tarihli bu yazı, kitapta yer alan metinlerin oluşum süreci hakkında bizzat yazarınca yapılmış son derece önemli hatırlatmaları ihtiva etmektedir:
“Pencap’ın doğusunda, Pathankot yakınlarındaki Darü’l İslâm’a 1938 yılında (Hicrî 1357) ilk geldiğimde Cuma namazları kıldırmaya ve çevredeki köylülere İslâm’ı açıklamaya başladım. Bu kitap o zaman hazırladığım cemaat söylevlerini kapsamaktadır. Hitabettiğim insanlar çiftçiler, ana dilleri Urduca olmayan Pencaplılardı. Bu yüzden sıradan insanlar tarafından anlaşılabilecek bir dil ve ifade seçmek zorundaydım. Böylece İslâm’ı geniş kitlelere öğretmede inşallah faydalı olacak bu kitap ortaya çıktı.”
Düşün Yayıncılık’ın, Gelin Müslüman Olalım adıyla yayımladığı kitabın girişinde yer alan Mevdûdî biyografisi haricinde herhangi bir açıklamanın yapılmamış olması şüphe uyandırıcıdır. Dolayısıyla okurların, neşredilen yeni kitap hakkında kayda değer bir malumat elde etmeleri mümkün olmadığı gibi, aynı adla yayımlanan önceki kitapla adı dışında herhangi bir benzerliğin olmamasından ötürü oldukça zor durumda kalacakları ihtimal dahilindedir. Esasında bu öteden beri İslâm dünyasından yapılan tercüme eserlerde sıklıkla karşımıza çıkan bir durumdur. Mevdûdî gibi belli hareketler üzerinde tesirli olan yazarlar, okurlar için her zaman cezp edici olmuştu. İsimler etrafında oluşan sembolik değer, kimi zaman yayıncılar tarafından tabir caizse “istismar” edilmişti. Bu yüzden adı ile içeriği birbirine uymayan kitapların hatta aynı kitabın farklı yayınevlerince farklı bir adla neşredilerek okurlara sunulduğuna şahit olundu. 1980’li yıllarda vaka-i adiyeden olan bu tip yayın tercihlerinin günümüzde de varlığı koruyor oluşu doğrusu üzücüdür.
Birtakım Tasarruflar
Gelelim Kur’an’a Göre Dört Terim kitabına. Mevdûdî’nin hacim bakımından küçük, fakat tesir açısından büyük olan bu eseri, nereden bakılırsa bakılsın İslâmcığın “kanonik metinleri” arasında yer alır. Öyle ki Seyyid Kutub’un, kaleme aldığı tefsiri bu eseri okuduktan sonra baştan sona gözden geçirdiği söylenir. Başka bir alim Ebu’l Hasen Ali en- Nedvî ise bu eserin siyasal içeriğini eleştiren bir risale kaleme alır. Mevdûdî’nin çok tartışılan ve görüşlerini anlamak bakımından mutlaka müracaat edilmesi gereken temel eserleri arasında yer alan bu kitabın, daha evvel birkaç tercümesi değişik yayınevlerince neşredilmişti. Beyan, Yeni Zamanlar ve Özgün yayınları aklıma ilk gelenler. Yeni tercümenin öncekilerden farkını, varsa yeniliklerini anlamak için karşılaştırmalı bir okumanın yapılması yararlı olabilecektir.
Görebildiğim kadarıyla bu tür eserler tercüme edilirken, müellifin eserinde zikrettiği ayetler kimi zaman farklılaşabiliyor. Sözgelimi Beyan Yayınları arasında çıkan Kur’an’a Göre Dört Terim kitabının 17 ve 18. sayfaları ile Düşün Yayıncılıktan çıkan tercümenin 17. sayfasında yer alan ayetler birbirinden birkaç noktada farklı. İlkinde Hûd suresinin 101. Ayetinden sonra Nahl suresinin yirminci ve yirmi ikinci ayetleri zikredilmesine karşın ikinci tercümede Hûd suresinin ilgili ayetine yer verilmeden doğrudan Nahl suresinin yirminci ve yirmi birinci ayetlerine geçildiği görülmektedir. Benzer bir tasarruf Enam suresinin sekseninci ayeti yerine seksen birinci ayetin; yüz otuz yedinci ayeti yerine yüz otuz sekizinci ayetin zikredildiği sayfalarda da göze çarpmaktadır. Buna benzer pek çok tasarrufun olduğunu söyleyerek şimdilik bunlarla yetinelim. Şayet başka bir şey söz konusu değilse, herhalde bunun temel sebebi ciddiyetsizlik ve sorumsuzluk olsa gerek. Bahsettiğimiz son tercümenin gerekçesi açıklanmadığı gibi, tercümenin hangi dilden, hangi nüsha esas alınarak yapıldığına ilişkin bilgilere de yer verilmemiş olması önemli bir eksikliktir. Oysa bu tarz kitapların her zaman önemli sayılabilecek yeni okurlarının varlığı söz konusudur Kitabın künye bilgilerinden anlaşıldığına göre kitabın bu tercümesi şimdiye kadar iki baskı yapmış olması da bunu doğrulayan bir işaret olarak görülebilir. Burada şu hususa özellikle dikkat çekme gereği duyuyorum: Artık bu tür eserler okurlara yeniden sunulacaksa yayıncılığın asgari şartlarına uyulmalıdır, yoksa önceki yılların eksik gediklerini tamamlamak; vahim hatalarını terk edebilmek mümkün olmayacaktır.
Galiba, acemice çatılmış tercümelerden ve kitap adlarından kurtulunmadığı sürece yeniden yayınların pek anlamı olmayacak. Düşün Yayıncılıktan çıkan Mevdûdî tercümelerinin ikisinin bende böyle hazin bir intiba bıraktığını söylersem yanlış bir ifadede bulunmamış olurum herhâlde.