Osman Furkan: Fıtratın bozulmaması için vahiy ve fıtrat buluşturulmalıdır (VİDEO-HABER)
İlmî ve Kültürel Araştırmalar Vakfı-İLKAV, bir Eğitim Konferansını daha online olarak youtube sayfasından gerçekleştirdi. Konferansın bu haftaki misafiri “Türkiye’de Dînî ve Kültürel Yozlaşmalar” başlıklı sunumuyla Osman Furkan hoca oldu.
Yozlaşmanın ne demek olduğunun açıklanmasıyla başlayan konferansta şu konulara temas edildi:
-Tarihte fırkalaşmanın meydana getirdiği yozlaşmalar konunun temelini oluşturmuştur.
-Günümüzde İslâm Dünyası her alanda perişanlık yaşamaktadır; siyâsî, ekonomik, sanayi, teknoloji, hukûkî düzenlemeler, kültürel şartlar açısından ve hemen hemen diğer her alanda gelişmiş ülkelerin oldukça gerisinde kalmıştır.
-İslâm coğrafyasının yöneticileri, işsiz, umutsuz ve çaresiz on binlerce kadın, erkek ve çocuğun maddi ve manevi sefalet içinde, ucunda ölüm olduğunu bilerek Batıya gitmek için ülkelerini terk etmelerini engellemek ve onların sorunlarını çözmek hususunda kıllarını bile kımıldatmıyorlar.
-Allah’a karşı duyarlılık zayıflamış ve buna bağlı olarak da toplumsal görüntü önemsenmemektedir. Bu anlamda İslâm’ın ilk zamanlarında ahlakî fillerin inşâında temel motivasyon kaynağı, “Allah’ı görüyormuşçasına…” veya "Allah’la, her an ve zamanda birlikte olma" dikkati ve sorumluluk bilinciyle hayatı yaşamaktı.
Bu paradigma zamanla kırılır ve günümüzde bunun yerini, “Devlet, cemaat, maddî çıkar, İnsanlar/toplum görüyormuşçasına” şeklinde nitelenebilecek bambaşka bir mantalite alır.
-“Her medeniyet, bir ahlâk anlayışına” dayanır ve İslâm medeniyetindeki zayıflamayı da, ahlâkî alanda görülen yozlaşma olgusuna atfetmek yanlış bir değerlendirme olmayacaktır. Bundan dolayı günümüzde dindarlık ahlâk üretmiyor; buna dayalı olarak da din ile ahlak ayrı bağlamlarda ele alınmaya başlanmıştır.
- Müslümanların Temel Problemleri
"Kişi-kişiler veya dönemlerin kutsanması", "Eleştirel Düşüncenin Baskılanması", "Mehdi/Mesih inancı", "Tasavvuf anlayışının etkisi", "Mezhepleşmenin etkileri", "Din Eğitiminin Taşıdığı Sorunlar", "kader anlayışı", "Hilafet ve Saltanat uygulamaları” ve “Batı emperyalizminin kuşatması altında olunması” asırların birikimiyle Müslümanları adeta esaret altına almış ve etkinliklerini hâlâ sürdürmektedir. Asırların bu birikimi “sürü ahlâkı"nın oluşmasına sebep olmuş, hep kurtarıcı bekleyerek sebeplere tevessül edilmemiştir. Bu açıdan Müslümanların en önemli çıkmazlarından birinin din algıları ve dinî yaşayış biçimleri olduğunu söyleyebiliriz.
- Dinin cahiliyye diyerek inananlarını uyardığı yönelişler (ırkçılık, kabilecilik, atalarını sorgulamadan takip etmek, sultanların/iktidarların dinine tabi olmak), dinî geleneklere dönüştürülmüş vaziyette. Anılan geleneklere yaslanan insanlar; akletmeyi, tefekkür etmeyi, istişare etmeyi terk ederek, kendini kuşatan haksızlık ve hukuksuzlukları eleştirmeden kabul etmeyi dinleştirerek kendilerince bir yaşam oluşturmaktadır.
-Günümüz insanı yaşamını Allah'ı unutarak sürdürmektedir; farkında değil ama aslında kendini, insanî sorumluluğunu unutmaktadır. Vicdanî duyarlılığını, merhamet ve şefkat üzere yaşamayı unutmaktadır.
-Âile yapısındaki olumsuz değişimler, topluma da olumsuz olarak yansımaktadır. Anne-babanın iş yaşamlarında tam zamanlı çalışmaları veya âile büyükleriyle birlikte bulunmamaları, ya da kreş veya benzeri kurumlarda büyütülmeleri, ana-babanın boşanmış olmalarından kaynaklanan âile içi iletişim eksikliği, ailenin eğitim ve kültürel konumu, çocukların âilede öğrenmesi gereken insanî ve ahlâki değerleri tam olarak öğrenememelerine ve bu değerlerden yoksun olarak yetişmelerine neden olmaktadır.
Medya, ülkemizde aile yaşamının önemli bir parçası haline gelmiş durumdadır. ( tv. izleme oranları: kırsal kesimde ve şehirlerin varoşlarında günde on saatin üzerinde, şehir merkezlerinde dört ila sekiz saat arasında) Televizyon, internet, müzik, gazete ve dergiler gibi medya araçları bireysel ve toplumsal yapımızda hacimli bir yer işgal etmektedir.
Medya aracılığı ile yürütülen küresel algı operasyonları; öncelikle kapitalist bir mantalite ile işletildiği için insanları tüketime odaklamaktadır. İkincisi, seküler ve ahlâk dışı unsurları sürekli gündem yaparak doğallaşmasını sağlamakta ve kültürel kodları izole etmektedir.
-Özgür kadın kimliğinin öne çıkarılması için özelde televizyon genelde ise sinema, müzik gibi tek kutuplu aktarım araçları, özellikle kültürel dokumuzla uyuşmayan kavramları yaymakta, babasız anne-kız figürü, yalnız ve güçlü kadın vurgusu yapmakta, flört ve aldatma gibi milletimizin değerleriyle ters düşen ilişkileri özendirmekte ve müstehcenliği hızla yaymaktadır.
-Tarihselcilerin Kur’an’ın hayata taşınması ve uygulanma örnekliği olan Sünneti devre dışı bırakmak istemeleri kendi tasavvurlarını oluşturmak istemelerinden kaynaklanmaktadır. Oysa ilâhî kontrol ve denetim altında oluşmuş olan Rasulullah’ın vahye şahidlik etmesi, yani Sünnet, en doğru telakkiyi temsil etmektedir. Nasıl rivayetleri ve modern tasavvurları Kur’an’a arz etmek üzerimize vacip ise, Allah’ın diniyle ilgili yorumlarımızı da “Sahih Sünnet”e arz etmek zorundayız. Ancak bu şekilde göreceliğin tuzaklarına düşmekten kurtulabiliriz.
-İnsanlar arasında ilahí hitabı anlamak, dini bildirimin inceliklerine nüfuz etmek için cehd ve gayret gösterenler, elbette ilim ve kavrayışta diğerlerine göre bir adım önde olacaktır. Bu da Allah'ın seçtiği bazı kullarına lutfettiği özel yetki ve imtiyaz değil, yani ‘vehbî değil, çalışan ve gayret gösterenin kendi emeğiyle ulaşacağı ‘kesbî" bir durumdur.
-İslâm olmak, her şeyden önce insan olmaktır. İslâm, medeniyet dinidir; kabalık, saygısızlık, nezaketsizlik, şiddet ve barbarlık dini değil. Bugün çoğu Müslüman’ın bu gerçekten uzak olması, İslam adına ölçü değildir. İslâm olmak, gerçek anlamda nezaket ve tevazu sahibi olmak, her türlü kibirlenmeden ve sahtelikten uzak bir şekilde içtenlikle Allah'a teslim olmak demektir.
-“Eğer inandığımız gibi yaşamazsak, yaşadığımız gibi inanmaya başlarız.” Yaşadığı gibi inanmaya başlayanlar, özne değil nesne olanlardır. Nesne olanın hiçbir yaptırım gücü ve iradesi olamaz. Bu tip insanların gölgeden hiçbir farkı yoktur. Gölge, sahibini takip etmek, bütün tutum ve tavırlarına uymak zorundadır. Gölgenin sahibine itirazı söz konusu olamaz. Zira o nesnedir.
Oysa insan, özne olmalı. Soran, sorgulayan, soruşturan, analiz eden, yeri geldiğinde itiraz eden bir karaktere sahip olmalı. Günümüz dünyasında, özne olmamızın gereği olarak, bize dayatılan hayata uymamalı, aksine hayatımızı hakkın ölçülerine uygun tarzda inşa ederek hayatımızı yaşamalıyız. O zaman biz, “Başkası” değil, bizatihi “Biz” oluruz. Beşerî sistemlerin bize dayattığı hayata karşı direnerek, kökü ezelde, dalı ebedde, Çağlar üstü Mutlak Nizam İslâm’ın o merhamet kanatları altında hayatı inşâ etmek, mutlu olmanın gerek ve yeter şartıdır.
Konferansın videosu aşağıda istifadenize sunulmuştur.