03-01-2009 00:50

Atasoy Müftüoğlu

Evet, maalesef 28 şubat ırmağından kana kana içenler nehrin karşısına geçecek gücü yitirdiklerinden rejime sığınmak zorunda kaldılar. Sen ve senin gibi çok az kimsenin bu nehirden içmeden geçmiş olması sana `aziz İslam ailesinin ` ağabeyi deme hakkını bana vermektedir. Ağabey, `iyi ki varsın`.

Atasoy Müftüoğlu

Düşünce adamı Atasoy Müftüğoğlu'nu konu edinen, onun Müslümanlar için taşıdığı değere vurgu yapan ve aynı zamanda da yapıcı bir eleştiriye tabi tutmaktan geri durmayan bir yazıyı "Şahit Olanlar" bölümümüzde dikkatlerinize sunuyoruz:

“Aziz İslam Ailesi”nin Ağabeyi Atasoy Müftüoğlu

İnsan, değer verdiği şeyle aslında kendi değerini belirlemiş olur. Diğer bir deyimle insanın değeri, değer verdiği şeylerin değeri kadardır. Seni değerlendirmek isteyenler, hakkı söylemek istiyorlarsa senin nelere değer verdiğine bakmalıdırlar. Sen, izzetli olmaya, şerefli yaşamaya, hakka tabi olmaya, Kur'an'ı ahlak edinmeye, ödünsüz olmaya, ilkeli olmaya, mütevazılığe değer veriyorsun. İslamı, dünyadan ve içindeki her şeyden daha değerli gördüğün için; dünya hayatının aslında bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey olmadığını bildiğin için ona iltifat etmiyorsun.

Ağabey! Otuz yıldan fazladır seni tanıyor ve izliyorum. Senin mensubu olduğun "Aziz İslam"a olan bağlılığına, davana olan sadakatine, Kur'an'ı ahlak edinmede gösterdiğin özene ve her şeyden önemlisi inancını canın da dahil hiçbir şeyle pazarlık konusu etmeyişindeki tutarlılığına tanıklık etmek; benim için, bir ağabeyin kardeşine vereceği en büyük ikramdır. Ağabey, Ne zaman adın anılsa, ne zaman seni ansam, ne zaman kardeşliğe dair bir konu olsa bende "sadakati, tutarlılığı, teslimiyeti, güzel ahlakı, ilkeli olmayı ve "aziz İslam kardeşliği"ni çağrıştırıyorsun. Seni her gördüğümde kendimdeki eksikleri görüyorum.

Bunları salt seni övmek için yazmıyorum. Zaten bu bir Müslüman'a yakışmaz da. Bir hakkı teslim etmekten başka derdim yok. Seni yalnızca Allah için seviyorum. Seni sevmem şahsınla alakalı bir duygu değil, senin muvahid bir kul oluşundandır. İslamı sevdiğim için seni seviyorum. Aramızdaki sevgi bağı imanımızdır. Seni bana sevdiren, senin İslam'a olan teslimiyetinden başka bir şey değil. Ne zaman İslam veya Müslüman sözünü etsen başına özenle "aziz" sözünü ilave ediyorsun. Bu sende sadece "sözde" kalan bir şey değil, "özde" de yaşamaya verdiğin önemi seni tanıyanlar çok iyi bilmektedirler. İslam'ın ve Müslümanların azizliğini korumak için, onlara zarar verecek her türlü çıkar ilişkisinden uzak duruşun bunun en iyi kanıtıdır. Dünyalık hiçbir şeye iltifat etmeyişin de bundan değil midir?

İnsanlık tarihi önderlik ettikleri toplumlara ihanet eden "ağabeylerin" sayısız örnekleri ile doludur. Girdiği yolu sonuna kadar sürdüren çok az insan vardır. Siyasi, kavmi, coğrafi, mal, mevki, makam ve şöhret gibi nedenler bu ağabeylerin büyük bir çoğunu davasından saptırmıştır. Diğer yandan zulme direnmeye ve zorluğa dayanmaya sabredemeyenler, yorgunluk, yılgınlık ve bıkkınlığa düşerek davasını terk edenler de bu ihanetin bir parçası olmuşlardır. Esas ihaneti ise, davasının sağladığı güçle elde ettiği malı, şöhreti v.b. imkanları korumak isteyenler yapmaktadırlar. Bunlar, sahip oldukları imkanları korumak için davasından dönmekle yetinmeyip, bu dönekliklerini meşrulaştırmak için görüş ve düşüncelerini de değiştirmektedirler. Görüş ve düşünce değişikliklerinin büyük bir çoğunluğunun gerçek nedeni budur. Özellikle İslam adına konuşan ve yazan, Müslüman aydın ve entelektüel geçinen birçok kimsenin bugün saf değiştirmiş olmasının gerçek nedeni de budur.

Yazar, düşünür, entelektüel ve aydın olarak dün Müslümanlarca önder kabul edilen kimselerin, bugün düşüncelerini değiştirmiş olmalarının gerçek nedeni, kendilerince doğru bilgiye ulaşmış olmaları değil, durumlarını meşrulaştırmak içindir. Dün "küfür" olarak nitelenen laiklik, demokrasi ve benzer birçok şey, bugün kabul görmesi veya dün İslamı seslendirirken, İslam devletinden, İslam'ı hayata hakim kılmaktan söz edenlerin bugün söylemlerinde buna yer vermeyişlerinin gerçek nedeni kendi durumlarını meşrulaştırmaktan başka bir şey değildir. Diğer bir deyimle bu aslında: "inandığı gibi yaşamayanların yaşadıkları gibi inanmaya başlamış olmalarıdır.

İnsanız ve bizim dışımızdaki her şeyden etkileniriz. Bizi etkileyen şeylerin başında da canımız, yaşama arzumuz, eşimiz, çocuklarımız, anne ve babamız, mal mülk, mevki, makam, işsizlik, açlık ve yokluk korkusu v.b şeyler gelmektedir. Müslüman, kendisini etkileyerek zayıf düşürecek bu şeylere karşı ancak İslam'a teslim olmakla koruyabilir. İslam'a teslim olmanın, İslam'a sığınmanın dışında insanı bunların fitnesinden koruyabilecek bir araç yoktur. Kur'an'ın, insanı etkileyerek sapmasına neden olacak şeylere fitne demesinin nedeni budur. Bunun çaresi teslim olmaktır. İşte, gereğince ve yeterince teslimiyet göstermeyenler, bu fitnelerin etkisinde kalarak sapkınlaşırlar. Bir Müslüman için gerçek başarı ne ekonomik güç ne de sayısal çoğunluktur. Gerçek başarı bu fitneye karşı İslam'a bağlı kalmaktır. İmtihanı kazanmak budur.

Ağabey, senin bu teslimiyeti gösterenlerden olduğuna şahitlik edenlerle beraber ben de şahitlik ediyorum.

Ağabey, senin de çok iyi bildiğin gibi daha dün, adına 28 şubat dedikleri güne kadar kendisini siyasi önder, düşünür, bilgin, üstat ve aydın gören nice kahramanlar(!) o günden sonra nasıl dönekleştiler, suspus oldular, girecek delik aramaya başladılar; rejime günah çıkarma yarışına girdiler. Ben buna, tıpkı Talut'un ordusunun ırmakla sınanması gibi 28 şubat ırmağı diyorum. Bu kıymetli(!) şahsiyetlerin çok azı hariç, 28 şubat ırmağından geçerlerken tıpkı Talut'un ordusundakiler gibi imtihanı kaybettiler: "Tâlut askerleriyle yola çıkınca onlara: "Allah sizi bir nehirle imtihan edecek. Kim ondan bir avuç kadar tatmakla yetinirse o bendendir, kim de ondan doyasıya içerse benden değildir" dedi. Çok azı hariç ondan doyasıya içtiler. O ve inanlar nehri geçince: " Bu gün Câlût'a ve askerlerine karşı savaşacak gücümüz kalmadı" dediler. Allah'a kavuşacaklarına inanlar ise: " Nice az topluluklar, Allah'ın izni ile nice çok topluluklara galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir" dediler. (2/249); Onlar, Câlût ve askerleriyle karşı karşıya geldikleri zaman: " Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve ayaklarımızı sabit kıl, kâfir kavme karşı bize yardım et" dediler. (2/250); Allah'ın yardımıyla onları yenilgiye uğrattılar. Davud, Câlût'u öldürdü. Allah, O'na güç ve hikmet verdi. O'na dilediğinden öğretti. Eğer Allah insanların bir kısmını bir kısmıyla savmasaydı yeryüzü bozguna uğrardı. Ancak Allah bütün âlemlere karşı sınırsız lûtuf sahibidir." (2/251) Evet, maalesef 28 şubat ırmağından kana kana içenler nehrin karşısına geçecek gücü yitirdiklerinden rejime sığınmak zorunda kaldılar. Sen ve senin gibi çok az kimsenin bu nehirden içmeden geçmiş olması sana "aziz İslam ailesinin " ağabeyi deme hakkını bana vermektedir. Ağabey, "iyi ki varsın".

Sen insanları hiçbir zaman kendine çağırmadın. Kendini hiçbir zaman merkeze koymadın. Sen yalnızca Kur'an'ın ve İslam'ın sesi oldun. İnsanları partisine, mezhebine, cemaatine çağıranları; şirke çağırı yapmakla uyardın. Halkın levminden korkarak susmadın veya dilini eğip bükmedin. Sadece sapkın düşünce sahibi Müslümanlara! karşı değil aynı zamanda din üzerinde oyun kurarak, onu ruhbanlaştırarak ve sistemin bir parçası haline getirmek isteyenlere karşı da hayatını ortaya koyarak mücadele ettin.

Gelenekten beslenen, bidat ve hurafelerle yoğrulmuş, kişiselleştirilmiş, mezhepleştirilmiş bir İslam yerine Kur'an'dan beslenen ve sahih sünnetle şekillenmiş bir İslam anlayışını diğer bir deyimle Kur'an İslamını, tevhidi nebevi İslam'ı ortaya koyarak hakka şahitlik ettin.

İslam'ı bugün, bu günün insanına ve bugünün diliyle aktarmak, siyaseten dünyayı ve dünya sistemlerini tanımak, çağdaş görüş ve düşünceleri bilmek; bu bilgi ve bilinçle; İslami duyarlılık ve kişilikle pekiştirilmiş bir şahsiyet olarak insanlara İslam'ı sunmada örneklik teşkil etmektesin. Söylediğini yapan, yapmadığını söylemeyen bir örneklikle inancını temsil etme erdemliliğini göstermek her müslümanda olması gereken bir özelliktir ve sen bu özelliğe fazlasıyla sahipsin.

Ağabey, bana göre sahip olduğun zihniyet ve anlayış, kısmen siyasi kavramları ve mistizmi saymazsak sahih bir İslami anlayışla tamamen örtüşmektedir. Siyasi yaklaşımında kavramsal çerçevede İslamla bağlantılarda yeterince dikkat etmediğin kanaatindeyim. Geleneğe ve onu besleyen değerlere karşı gösterdiğin netlik, tasavvuf konusunda kaybolmaktadır. Bugünkü biçimiyle onaylamadığın tasavvufu kısmen faydaları olan bir kurum olarak tanımlamaktasın. Oysa bir şeyin sahihliği yararları ve zararları tasnif edilerek tespit edilemez. Doğduğu ve dayandığı yere göre tanımlandığında, tasavvufun tamamen ayrı bir din olduğu, İslamla hiçbir şekilde birlikte anılamayacağı, özü itibariyle şirkten başka bir şey olmadığı inancı ve anlayışı senin İslami anlayışına daha uygun düşmektedir. Tasavvuf konusundaki değerlendirmelerin bizzat İslami anlayışınla çelişmektedir.

Egemen sistem, İslami özgün amacından ve anlamından soyutlayarak, onu bir tür kişisel tatmin, geleneğe ve göreneğe indirgenmiş bir anlayış olarak insanlara din diye benimsetmeye çalışan akımları desteklemekte ve onları çeşitli kanallardan beslemektedir. Geleneği, bidat ve hurafeyi İslam adına din edinen bu unsurlar, sahih İslam anlayışına sahip olanları İslam'ın düşmanları olarak görmekte ve onları fitne çıkarmak, mezhepsiz olmak, sünneti inkar etmek hatta kafir olmakla itham temektedirler. Ağabey, sen de bu kimseler için sünneti inkar eden, mezhepsiz hatta kafir bir kimsesin. Diğer yandan demokrat, laik, modernist Müslümanlar(!) için de istenmeyen bir kimsesin. Zira senin ilkeli duruşun onları açığa düşürmekte ve ele vermektedir. Bu da onları rahatsız etmektedir. Hırsızlık yapanın suçunu bastırmak için arkadaşını da hırsızlık etme teşvik etmesi gibi.

Ağabey, Son sözü sana bırakarak yazımı bitirmek istiyorum: "Bugün İslam toplumlarında ilkesel, kavramsal, kurumsal çerçevesi bulunmayan bir dini söylem kullanılıyor. Bu nedenledir ki, dini hayat vahyin, nasların ve aklın dışında şekilleniyor. İlkesel kavramsal ve kurumsal çerçevesi ihmal edilmiş; zayıflatılmış, unutulmuş ve unutturulmuş bir din anlayışı İslami olmaktan çok, kurulu düzenin amaçları doğrultusunda, kurulu düzene hizmet eden bir gelenek olarak somutlaşıyor. İlkesel tutarlılığı, bütünlüğü derinliği ve ufku olmayan bir dini kültür, kuşkusuz gündelik hayatın bütününü kuşatamıyor, ancak hayatın kimi parçalarında yaşatılabiliyor."( İlahi Şiarları Özgürleştirmek, sayfa 44 )"İlahi şiarları emanet almak, onları gereği gibi, bu şiarların ruhuna nüfuz ederek, gerçek imanla uyarak teslim etmek demektir. Allah(cc) gereği gibi teslim olanlar, hiçbir beşeri irade tarafından teslim alınamazlar. Kur'an'ı Kerim İlahî şiarların kimilerini gizleyen, kimilerini açıklamayan, kimilerini koşullar böyle istiyor diye değiştirenleri şiddetli bir azapla tehdit etmektedir." (İlahi Şiarları Özgürleştirmek , s.55 )

(Erhan Aktaş / İktibas - 356. sayı)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !