29-04-2007 15:05

Muhtırayı Ayık Kafayla mı Yazdılar? 

Türkiye’de yaşadığımız gerçeği ile yüzleşmek zorundayız. İçki masalarından kalkan çirkin hezeyanların baş tacı edildiği, çürümenin ve süistimalin içselleştirildiği müfsit bir toplumda, darbeci, ikiyüzlü ve baskıcı bir sistemde yaşıyoruz.

Muhtırayı Ayık Kafayla mı Yazdılar? 

Muhtırayı Ayık Kafayla mı Yazdılar? 

Abdullah Sayar / Haksöz Haber

Türkiye Cumhuriyeti’nin “tek adamı” ve “ebedi şefi” Mustafa Kemal Atatürk çilingir sofraları ile meşhurdu. Akşam olduktan sonra kurulan içkili-mezeli sofralar TEKEL’de üretilen “milli” alkollü içkileri olduğu kadar en lüks Avrupa içkilerinin de envai çeşidini ağırlardı.

Her türlü devlet görevlisinin “paşanın huzuruna” davet edildiği bu çilingir sofralarında bir yandan rejimin yeni umdeleri icat edilir, “masada inkılap yapılır”; öte yandan da konukların kadeh ile olan münasebetinden “yeni rejime bağlı olup olmadığı”, “softalık” derecesi test edilirdi. Bizde “kafa çekmenin” ilericilik ile eş değer tutulmasının, çağ atlamaya gardıroplardan başlanmasının temeli de buradan gelir. Bizimkine “gardırop ve çilingir masası inkılabı” denilmesi boşuna değildir yani. Günümüzde dahi TSK içlerine “sızmış” dindar subayları ayırt etmek için kadeh sunma, eşini baloya getirmeye zorlama yöntemini bilfiil kullanmıyor mu?

Mustafa Kemal’in en yakınlarından olmuş ve kişisel tarihçisi olan Falih Rıfkı Atay “paşa”nın hayatında içkinin yerini şöyle anlatmaktadır:

“Atatürk, yalnızlığını gidermek; dostları ile sık sık bir arada olacağı ortamı yaratmak; eğlenme, dinlenme ihtiyacını gidermek (çoğunlukla ciddi konular ve ilmi tartışmalarla geçen geceler olduğu gibi bazı gecelerde de alaturka saz getirilerek eğlenilirdi; Atatürk sevdiği şarkıları söyledikçe neşelenir ve misafirlerine dönerek sık sık kadeh kaldırırdı) görev vereceği kişileri türlü yönlerden yoklamak; gerekli durumlarda da kamuoyu oluşturmak; dostlarıyla (ve bazen düşmanlarıyla da) iç politika, dış politika, iktisadi politika, dil, coğrafya vb. birçok ilmi konular, günün önemli sorunları, devrim hareketleri, her çeşit milli sorunları tartışmak için (sofranın dağılması görüşülen konunun önemine göre olup, çoğu zaman sabahlandığı gibi erken saatlerde dağıldığı da olurdu ve ayrıca Atatürk, fikir ve kanaatlerin serbestçe açıklanması için müsamahakar kalırdı, ama, dedikodu konularına hiç müsaade etmezdi), çalışma ve uyku dışındaki zamanının çoğunu akşam sofralarında geçirmeyi bir yaşam tarzı olarak benimsemişti.

(…)

“Atatürk, sağlığı için içmemesini isteyen genel sekreteri Hasan Rıza Soyak'a, "Haklısın bunları ben de bilmez değilim çocuk. Fakat ne yapayım ki içmeğe mecburum; kafam çok, ama beni rahatsız edecek kadar çok ve hızlı çalışıyor; vakit vakit onu uyuşturup biraz dinlenmek ihtiyacını duyuyorum... Zihnim bir meseleye takılıyor, onu düşüne düşüne kafam şişiyor, uykum kaçıyor... İçmediğim zamanlar uyuyamıyorum, ıstırap içinde bunalıyorum. Aynı zamanda içki bağırsaklarımı da düzenliyor..." demişti.”

Görüldüğü gibi “paşa” için içki sofrası bir siyaset arenası; alkol bir zihin parlatıcısı; içmek bir yaşam tarzı olmuştur.

İsmet Bozdağ ise M. Kemal’in içki sofraları ile ilgili şöyle yazar:

“O şu inançtaydı: İçki ve dostlukla rahatlamış insanlar, bir süre sonra fikirlerini cesaretle ortaya koyar, bildiklerini, işittiklerini kendi görüşlerine göre değerlendirirlerdi. Bu yüzden Atatürk; bir çok devlet, memleket, dünya meselelerini zaman zaman sofraya getirmiş, orada konuşulmuş hatta karara bağlamıştır. Devlet, memleket, dünya olayları Atatürk sofrasının aynasıdır. Fikirler ulusal görüşlere orada dönüşürdü. Örneğin, sofrasındaki en yakın arkadaşlarını çevresinden uzaklaştırır, bakan, başbakan değiştirir, kadrosunu kurar, kadrosunu tasfiye eder, halkı aydınlatır ve devlet adamlarını uyarırdı.”

Mustafa Kemal doğru ve isabetli kararların ayık kafa ile değil alkol ile uyuşmuş ve gevşemiş zihinlerce alınabileceği kanaatindedir. Ona göre alkol tarafından ele geçirilmiş ve şuuru bulanmış dimağlar, fikir üretmede ve fikrini cesurca savunmada daha verimli ve takdir-i şayandır.

Gerçekten de; Can Dündar da Mustafa Kemal’in en önemli kararlarını gece içki sofrasında, özellikle de alkolün etkisinin kesifleştiği sabaha karşı saatlerde aldığını belirtmektedir. Anlaşılan o ki, alkol yalnızca konukların cesaretini arttırmaz “paşa”nın cüretinin de arttırır; ayıkken uzun uzun düşünerek vereceği kararlar konusunda endini “keskin bir devrimci” gibi hissetmesini sağlar.

Alkol Masasında Memleket Kurtaranlar

Şimdi durduk yere bu tarihi bilgilerde nerden çıktı diyeceksiniz?

Doğrusu Genel Kurmay’ın gece yarısı yayınlanan bildirisinde “sarhoşluk ile bulanmış bir zihnin” ürünü olabileceği izlenimi fazlası ile okunuyor da ondan. Üslubu ve içeriği tutarsız; haddini bilmeyen destursuz bir metinle karşı karşıyayız. Dahası 28 Şubat’tan bu yana alışageldiğimizin ötesinde ciddi bir acemilik örneği bu. Bundan daha acemice olanını Vural Savaş yazabilirdi herhalde ancak.

Üslubu bir yana büyük bir küstahlık ile de yüz yüzeyiz. Bildiri bir toplantıda “Kuran’ın tilavet edilmesine” “çağdışı etkinlik” demekle kalmıyor yalnızca. Peygamberimizin anıldığı kitlesel katılımlı etkinliklere olan kinini kusuyor bir yandan. Öte yandan da başörtüsü, ibadetler, camiler gibi İslami sembollere haddini aşarak tüm küstahlığı ile sataşıyor.

Çocukların başörtüsü takmasına da “o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş” diye sataşıyor bu “muhtıramsı şey”. Burada güler misiniz, ağlar mısınız? Büyüklerin başörtüsü yasağı geçti şimdi çocukların örtünmesine de mi yasak koyuyorsunuz diye mi şaşıralım; yoksa çocukların yatma saatinin genelkurmayın ilgi alanına girmesine mi?

Yahu 10 yaşında çocuk bu, paşa maşa dinler mi? Tutturdu mu inadı yatmaz işte! Ha; çocuklar da büyükler gibi sistemin torna tesviyesinden geçmiş olsa, darbelerin çemberinde pişirilmiş olsa neyse belki söz dinler de! Artık uyumayacak çocuklarımızı yeni korkutma yöntemimiz bulundu: “Uyu bak; Genel Kurmay Başkanı geliyor! Işığı söndür bak seni Büyükanıt’a veririm haaa!”

Kuran “Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme!” (Kalem Suresi, 10-14) diye emreder müminlere. Ayette anlatılan kafirlerin tavrı şu bildiriyi hazırlayanların üslubuna tam da uymuyor mu?

Bunlar birazda sistemin sahiplerinin bizi güldüren acınası ve zelil yüzü.

Alkolün Zararları - Tepkisizliğin Zararları

Amma ve lakin;

Söz konusu hezeyanlar ister ayık bir kafanın isterse de uyuşmuş bir zihnin ürünü olsun Türkiye’de yaşadığımız gerçeği ile yüzleşmek zorundayız. İçki masalarından kalkan çirkin hezeyanların baş tacı edildiği, çürümenin ve süistimalin içselleştirildiği müfsit bir toplumda, darbeci, ikiyüzlü ve baskıcı bir sistemde yaşıyoruz. Eğer olayı bu boyutu ile ele almaz ve sistemin yapısını doğru teşhis etmez isek yapacağımız yorumlar magazinel ayrıntıların dışına çıkamaz.

Unutmayalım ki, bu Cumhuriyet; kendi cumhurbaşkanını idama mahkum eden, kendi başbakanını günlerce darağacında sallandıran, “ihtimal bazı kelleler kopacaktır”ı düstur edinen, insanları “önce asıp sonra yargılayan”, on yılda bir halkını sopayla hizaya getiren, “tabutluk” gibi dünya işkence tarihine geçen işkence metotları keşfeden, Kürt olduğu için insanlara dışkı yediren, ezanı/Allahuekber’i yasaklayan ve içki sofralarında “devrimler yapan” bir siyasal kültürün ürünüdür!

Ne var ki ülkemizde muhalif olduğunu söyleyen pek çok kişi rejimin bu çirkin yüzü ile hesaplaşmak, onu halka ifşa etmek, İslami ve insani bir alternatif göstermek yerine bilinçli bir körlük içerisine girmeyi, sistemden özür diler bir üslupla konuşmayı, zor zamanda ortama uymayı, kimliğini ipek bir şal gibi üstünden sıyırmayı vazife biliyor. Azgın tağuti güçlerden bir homurtu gelmeye dursun, “cumhuriyetin Anayasal niteliklerini aslında hepimizin savunduğu”, “Atatürk’ün bu ülkenin manevi değeri olduğu” terennüm edilmeye başlanıyor.

Oysa yapılması gereken şey yukarıda az önce andığımız Kalem Suresi’nde vurgulanan “Onlar istediler ki müdahane edesin/ yumuşak davranasın da onlar da sana taviz versinler! Sakın onlara uyma” ayetini anlamak! Eğer rejimin fasık, müfsit, zalim, gaddar, işbirlikçi gerçek yapısını unutur isek biz de alkolle “beyni uyuşmuşlar” gibi olmuş, içmeden sarhoş olmuş olmaz mıyız?

Ancak sistemi iyi tanıyan, kimliğinde tutarlı ve şahsiyetinden emince “millet göreve” demek özgüvenini gösteren irade Türkiye’deki baskıcı ve diktotaryel rejimin ne kadar köhne ve zayıf olduğunu ifşa edebilecektir. Son “muhtıra” hezeyanı da bu ülkede egemenlerin ne ölçüde acınacak durumda olduğunu göstermemiş midir? AKP’nin az da olsa kararlı bir duruşu egemenlerin acziyetini işte sere serpe ifşa etmemiş midir? İşte gazetelerden, televizyon ekranlarından taşan şu görüntüye göre; 85 yıllık oligarşi artık değneksiz ayakta duramayacak ölçüde bir ihtiyardan başka bir şey değil de nedir?

YORUMLAR
  • Abdullah Sayar   02-05-2007 16:28

    Selamlar, Sayın Recep Kar'ın Kuran'i hatırlatması için teşekkürler. Ancak yazıda görüldüğü gibi bu toplumun ilahlaştırdığı kişi ile ilgili herhangi bir hakaret ifademiz yoktur. Zira rabbimiz onların ilahlarına sövmeyi yasaklamıştır. Ancak sözü dosdoğru ve gerçeği ile söylemek de Kurani bir emirdir. Evet, üslubumuz aynen Kalem suresi gibi serttir. Sert ve nettir zira bugünlerde halkın sırtına semer vurmayı adet edeninler bunu fazlası ile hakediyorlar.

  • RECEP KAR   30-04-2007 09:21

    "Onların Allah'ın yakınından yalvarıp yakardıklarına sövmeyin ki , onlar da bilgisizce Allah'a sövmesinler..." (En'am : 108) selamlar...