20-10-2009 12:38

Kaya: Başörtüsü yorgunluğu yaşanıyor

`Alt edilemediğinde zulmün uzun süreçte kendini kanıksatma gibi bir özelliği vardır. Maalesef başörtüsü yasağı uygulamasının halkta bir bıkkınlığa, hatta kısmen çözülmeye yol açtığı görülmekte. Geniş kesimlerde bir tür “başörtüsü yorgunluğu” yaşanmakta. Bu olgunun belirginlik kazanmasında düzenin despotik tutumu yanında, İslami camianın uzun süreçli ve ilkeli bir muhalif geleneğe yaslanmamasının da etkisi oldu.`

Kaya: Başörtüsü yorgunluğu yaşanıyor

Av. Hülya Şekerci, 10 yıllık bir hizmetin ardından Özgür-Der başkanlığını Rıdvan Kaya’ya bıraktı. Yeni genel başkanla derneği ve Türkiye’nin hallerini konuştuk.

1999’dan beri bu görevi yürüten Hülya Şekerci’den genel başkanlığı devraldınız. Bu değişikliğin sebebi nedir ve sizin döneminizde ne gibi farklar olacak?

Öncelikle şunu belirtmekte yarar görüyorum: Hülya Şekerci’nin görevini başarıyla yürüttüğünü sanırım sadece Özgür-Der camiası değil, Özgür-Der’in etkinliklerine, çabalarına şahit olan herkes kabul eder. Gerçekten de kadının İslami mücadelede yerinin olup olmadığının tartışılageldiği bir vasatta bu bacımızın ortaya koyduğu güzel örneklikle Türkiyeli Müslümanların mücadele geleneğine önemli bir katkı yaptığını düşünüyor ve bundan gurur duyuyoruz.

Hülya Hanım Özgür-Der’in kurulduğu 1999 yılından beri başkanlığını yürüttü. 10 yıl, bu tür bir görev için az değil. Türkiye’de mücadele eden bir kuruluşu temsil etmek, zorlu ve yorucu bir süreç demektir ve doğal olarak dinlenmeyi gerektirir. İlaveten, yakın zamanda dünyaya gelen bebeği de Hülya Hanım’ın Özgür-Der’deki görevinden bir adım geri çekilmesini zorunlu kılmıştır. Elbette kendisi yönetim kurulu üyesi olarak bundan sonra da aktif biçimde Özgür-Der’in faaliyetlerine katkıda bulunmaya devam edecektir.

Türkiye’de düşünce ve eğitim özgürlükleri ne durumda?

İfade özgürlüğü alanında son yıllarda önemli gelişmeler yaşanmakla birlikte adaletin değil, düzenin muhafızlığını ilke edinmiş yargı zihniyetinin tahammülsüzlüğü düşünce özgürlüğünü sınırlandırmaya devam ediyor. Ayrıca Mustafa Kemal’den başlayarak, ordunun, devletin ve daha bir dizi kavramın tabulaştırıldığı bir ülkede düşünce özgürlüğünün egemenlerin insafına terk edilmiş olduğu gerçeği de ortada.

Eğitim, hak gasplarının en yoğun yaşandığı alanlardan birini teşkil etmekte. Gerek 8 yıllık zorunlu eğitim, gerekse de sonraki süreçlerde milyonlarca zihin, resmi ideolojik doktrini esas alan anlayış ve uygulamalarla mütemadiyen kirletilmektedir. Sadece giyime değil, zihne de yansıtılan üniformalı bir eğitim anlayışının neticesinde “okul” kışlalaştırılmış, öğrenciler askerleştirilmiştir.

Bu özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılması için ne gibi çözüm önerileriniz var?

Öncelikle kutsallaştırılan, tabulaştırılan resmi ideolojinin toplumsal temelde sorgulanması ve anayasadan başlayarak hukuk mevzuatının bağnazlıktan arındırılması şarttır. Kemalist ideolojiyi “değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilmez” düstur olarak vaz eden, halkın iradesini hiçe sayan despotik anlayış her düzeyde terk edilmeden ne düşünce, ne eğitim özgürlüğü alanında köklü bir gelişme yaşanabilir.

Bununla birlikte acilen atılması gereken adımlar sadedinde şunları söyleyebiliriz: Başta 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu olmak üzere düşünceyi kısıtlayan, ideolojik yargı kurumunun keyfi kararlarına mesnet teşkil eden yasalar kaldırılmalıdır. Ayrıca TCK’da mayın işlevi gören yasa maddelerinin orasını burasını düzeltme çabalarıyla uğraşmak yerine bütünüyle kaldırmak kesin çözüm olacaktır.

Aynı şekilde yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi ve haksızlıkların son bulması açısından Özgür-Der somut ve acil bir adım olarak genel affın gerekliliğini savunmaktadır. Olağandışı süreçlerin ortaya çıkardığı hukuksuzluklarla hesaplaşmak için ayrım gözetmeyen bir genel affa ihtiyaç duyulduğunu düşünüyor; genel affın aynı zamanda Kürt sorununun çözümüne yönelik çabalara önemli bir katkı sağlayacağına inanıyoruz.

Eğitim alanında ise elbette başta başörtüsü yasağı olmak üzere tüm inanç yasaklarına son verilmesini; and, marş ve benzeri laik ayinlerin terk edilmesini; eğitimde kışla düzenini yansıtan Milli Güvenlik derslerinin kaldırılmasını ilk elde yapılması gereken düzenlemeler olarak görüyoruz.   

Başörtüsü yasağı sürüyor ancak yasak karşısındaki toplumsal muhalefetin gittikçe zayıfladığı görülüyor. Yoksa Müslümanlar yasağı yavaş yavaş kabulleniyor mu?

Alt edilemediğinde zulmün uzun süreçte kendini kanıksatma gibi bir özelliği vardır. Maalesef başörtüsü yasağı uygulamasının halkta bir bıkkınlığa, hatta kısmen çözülmeye yol açtığı görülmekte. Geniş kesimlerde bir tür “başörtüsü yorgunluğu” yaşanmakta. Bu olgunun belirginlik kazanmasında düzenin despotik tutumu yanında, İslami camianın uzun süreçli ve ilkeli bir muhalif geleneğe yaslanmamasının da etkisi oldu.

Buna karşın tüm bu dayatma ve içselleştirme sürecine rağmen İslami hassasiyetini koruyan kesimler başörtüsü sorununu gündemde tutmaya, unutturmamaya yönelik etkinlikleriyle, eylemleriyle toplumun vicdanı olmayı sürdürüyorlar. Nitekim aradan geçen bunca yıla ve her düzeyde yoğun biçimde uygulanmasına rağmen egemenlerin başörtüsüne özgürlük talebini gündemden çıkarmayı başaramaması, başörtüsü sorununun bugün hâlâ ülkenin en köklü sorunlarından biri olarak zalimlerin karşısına dikilmesi, İslami kimliğe yönelik baskı ve sindirme politikalarının uzun dönemde başarısızlığa mahkûm olduğunun da bir göstergesi sayılmalıdır.

Yasakçı zihniyet gücünü nereden alıyor? Ergenekon süreciyle bu yasakçı zihniyetin tasfiye edildiği fikrine katılıyor musunuz?

Ergenekon süreciyle birlikte darbeci, dayatmacı zihniyet ağır bir darbe almakla beraber, sistem içinde etkinliğini sürdürmektedir. Gücünü ise, öncelikle anayasadan başlayıp tüm mevzuata uzanan resmi ideolojik formasyondan, ayrıca resmi ideoloji muhafızlığına soyunmuş askeri ve sivil bürokratik yapılanmadan almaktadır. Başta medya olmak üzere toplumu yönlendirme araçlarına hâkimiyeti de beraberinde getiren sermaye gücü ile sacayağı tamamlanmaktadır.

Yaptığı resmî törenleri boykot çağrısından ötürü Özgür-Der’e kapatma istemiyle bir dava açıldı. Bu çağrınızdan ve davanın durumundan söz eder misiniz?

Resmi ideolojik körlük Türkiye’yi bir törenler ülkesine dönüştürmüştür. Resmi törenler ise sistematik kirletme, yabancılaştırma faaliyetinin tam odağında yer alan etkinlikler olarak öne çıkmakta.

Kimliğimize, inancımıza, düşüncelerimize yönelik saldırgan tutum, resmi törenlerin en belirgin vasfı olarak öne çıkmakta. Daha 6-7 yaşlarından itibaren evlatlarımızı her sabah askerî tören düzeni içinde hizaya sokan, mahiyetini bilmedikleri bir yerlere varlıklarını armağan ettirmeye zorlayan bu anlayış, ırkçı-şoven bir ajitasyonla Türk ulusal kimliğine aidiyeti dayatıyor. Sistematik bir tarzda İslami kimliğimizi, değerlerimizi, tarihimizi karalayan bu anlayış, bir yandan da en haklı taleplerimizi dahi adeta bir tehdit öğesi olarak sunmak suretiyle ülke çapında bir korku atmosferi oluşturmaya çalışıyor.

Bu zulme ve dayatmaya karşı çıkışımız ve topluma ve en başta da İslami kimlik sahibi olma iddiasındaki insanlara yönelik duyarlılık çağrımız bilindiği üzere kapatma davasıyla karşılandı. İçişleri Bakanlığına bağlı İstanbul Valiliğinin suç duyurusu üzerine derneğimiz hakkında açılan kapatma davası devam ediyor. 4 Kasım tarihinde yapılacak duruşmada karar çıkması muhtemel. Biz, derneğimiz hakkında kapatma yönünde bir karar beklemiyoruz. Böylesi bir gelişme sadece hukukun değil, mevcut yasal zeminin dahi hiçe sayılması anlamına gelir. Mamafih kapatma kararı verilecek olsa da çok büyük bir sürpriz olmaz. Bu olsa olsa düzenin hukuksuzlukta sınır tanımadığının yeni bir göstergesi olur. Bu da bizim açımızdan daha fazla mücadele sorumluluğu anlamına gelir.

Rıdvan Kaya Kimdir?

Rıdvan Kaya: 1964 İstanbul doğumlu. Haksöz dergisinde yazı ve çevirileri yayınlanmakta. Yayınlanmış kitapları: “Kesintisiz Darbe Düzeni ve İslami Direniş Sorumluluğu”, “Mücadele ve Muhasebe”, “Değişim Sürecinde AK Parti ve Müslümanlar”

(Röportaj: Salih Bağlam / Özgün Duruş Gazetesi)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !