13-07-2007 10:57

Selahattin Eş Çakırgil’e Açık Mektup

Bu hali ile AK Parti tecrübesi “Müslümanlara alan açan taktik bir imkan” olmaktan çıkmış, Müslümanların Türkiye’de kırk yıla yakın bir süreçte ürettikleri inkılapçı, bağımsız, Kur’ani kimliklerini bulandıran, dindar kitleleri sağcılaştıran bir unsur haline gelmiş değil midir?

Selahattin Eş Çakırgil’e Açık Mektup

Abdullah SAYAR / Haksöz Haber

Selamlar Selahattin ağabey,

Önceki günkü yazınızda seçim çerçevesinde yeniden gündeme gelen AK Parti tartışmalarını ele alıyorsunuz. AK Parti’nin gündeme getirdiği tartışmalar Müslümanların gündemini belirliyor hatta etkileyip dönüştürüyor. Bu çerçevede sizin yaptığınız analizlere katkıda bulunmak ve hattımızı belli etmek noktasında görüşlerimi aktarmak gereği duydum. Haksöz’e katkıda bulunan biri olmak, Haksöz’ün de temsil ettiği sahih İslami kimlik hattının bir emektarı, cehtdaşı olmak dışında kurumsal bir söz söylüyor değilim. Açtığınız tartışma üzerine sahih olduğunu düşündüğüm bir perspektif adına kendi fikirlerimi ifade etmek isterim.

 Bu mektupta inkılapçı çizgide omuzdaşımız olduğunuzdan şüphe etmeden “AK Parti’ye verdiğiniz desteğin” anlamını sorgulamak istiyorum. Zira sizin gibi İslami camia ve cemaatlerin saygı duyduğu, sözüne değer verilen kişilerin görüşlerinin bir nevi kamu malı olduğunu ve mücadelemize yönelen insanların kafalarında soru işaretleri bırakmaması gerektiği düşüncesindeyim. Önde arz-ı endam eden salih şahsiyetlerin yanlışlarının tashih edilmesinin, görüşlerinin geliştirilerek doğru anlaşılmasının müslüman toplumumuz açısından elzem bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Emr-i bil marufun ibadi bir sorumluluk olduğunu bilerek yazıyorum.

 Kıymetli ağabey,

 Çeşitli vesileler ile "düzen partilerinin köklü ve sahici değişiklikler yapabilmesinin" imkan dahilinde olmadığını düşündüğünüzü ifade ettiniz, ediyorsunuz. Dahası sahici ve sahih toplumsal dönüşümlerin ancak inkılapçı metot ile mümkün olabileceğini de mükerrer şekilde ifade etmektesiniz. İnkılapçı bir hattın en sahih ve hakiki kurtuluş yolu olduğunu dillendirdiğinize şahidiz.

 Bu yazınızda da "egemen rejimin koyduğu kurallar içinde kalarak verilen bu gibi siyasî mücadelelerden fazla bir şey beklemedim, bugün de beklemiyorum; ve onların hep, sınırlı düzeltmeler yapabileceklerini düşündüm" diyerek bu durumu ifade ediyorsunuz. Lakin bu sözlerinizin ardından da AK Parti’nin temsil ettiği merkeze yönelen muhafazakar harekete desteğinizi de ifade ediyorsunuz. Bu desteğinizi de Müslümanlar açısından taktik bir durum ve maslahat gereği olarak temellendiriyorsunuz. İşte bu ikilemi ele almak istiyorum.

 “Mevcud müdahaleci rejimde, büyük ekseriyetini Müslümanların oluşturduğu halkımıza hizmet sunmak imkanına en fazla sahib hareketin AK Parti olduğunu ve halkımızın uzun vâdeli maslahatı açısından ona destek verilmesinin gerektiğini düşünüyorum…” dediğinizde bu sizi takip eden ilgili Müslüman kitleler açısından bir teslimiyet tablosu ortaya çıkartır diye düşünmekteyim. Öncüler, aydınlar, mücadele adamları olarak halkımıza ehven-i şeri tavsiye etmek yerine inkılapçı bir ufuk çizmemiz gerekmiyor mu? Halka ehven-i şeri “maslahat” adına destekleme tavsiyesinde bulunmak, hele de AK Parti süreci nice devrimci alternatif olma iddiası ile ortaya çıkan Müslümanları içerisine çeker, yozlaştırır ve devrimcilikten küçük hesapların adamı olmaya yönlendirirken doğru bir hat mıdır? Bunları sorgulamak gerekir diye düşünüyorum.

 Öncüler Kitleleri Devrimci Ufka İnandırırlar

 Sizin gibi söz ehli makamına gelmiş, sevmediğim bir tabir ile "aydın" olarak öne çıkan, daha doğru bir tabirle “önde bulunan” insanların olayları böyle tarif etmesi geniş kitleler açısından yaygınlaşan kafa karışıklığını arttıran bir unsurdur. Öncülerin yahut en mütevazı tabirle tecrübeli isimlerin kitlelere ufuk açması, ideal çizmesi, orta ve uzun vadeli hedefleri göstermesi beklenir. Zira kitleler uzun dönemlere kördürler, ancak kısa dönemleri görürler. Kitleler devrime inanmazlar; lakin öncüler tarafından inandırılırlar. Kitleler elle tutabildikleri somut hedefleri, küçük hesapları görürler. Öncülerin farkı da burada ortaya çıkar; uzak erimi görmek ve o hedefe toplumları inandırmak.

 Siz ise sizi okuyanları “ehven-i şer”e yönlendiriyorsunuz. Sizin aklınızda bu ehven-i şerin ötesinde inkılapçı bir proje var olsa da muhatabınız kitlelerin mevcut AK Parti desteğinin ötesinde bir inkılapçı ufuk taşımadığını göz ününde bulundurmanız gerekmez mi? Sizin taktik bir duruş gördüğünüz şeyi muhatabınız müslüman kitleler stratejik bir dönüşüm ve ihtida sanmaz mı? Sizin taktik desteğinizi taşıyan pek çoklarının kafalarının bulanıp zamanla “Eskiden inkılap filan derdik, şimdi doğruyu bulduk, demokrat olduk” dediklerini ve geçmiş mücadelelerini inkar yarışına girdiğini acı ile izlemiyor muyuz? Böylesi erimelere karşı AKP’yi destekleyecek iseniz bile, devrimci ufkunuzun esas alternatif olduğunu, AKP ile ilgili görüşlerinizin taktik bir alan olduğunu vurgulamanız ve etraflı izah etmeniz gerekmez mi?

 Muhterem ağabey,

 Sizin de bizlere yazılarınızda sıkça öğretmeye çalıştığınız bir gerçek var. İnkılapçı olmak yalnızca bir söz değildir; bir haldir, bir akıştır. İnkılapçılık kal ehli değil hal ehli olmaktır. İnkılapçılık kitaplarda ve kuru teorilerde değil hayatın içerisinde ve tavır alışlarda belli olur. İnkılapçılık toplumsal hadiselere dönüştürme ve ıslah etme bilinci içerisinde bakma cehdidir.

 Şimdi sizin de bize anlattığınız hakikati ben size hatırlatmış olayım: Bu perspektiften bakınca inkılapçı bir müslüman ve sevdiğimiz bir ağabey olarak olayları toplumu dönüştürme perspektifi ile izah etmeniz gerekmez mi? “Bu düzenle bu kadar olur” diye anlatmak yerine inkılapçı bir mümin olarak halka “bundan başka bir siyaset mümkün, bundan başka bir dünya mümkün” demenizi bekleriz.

 Bu Düzen İçerisinde Ancak Bu Kadar mı Olur?

 “Bu düzen içinde ancak bu kadar olur” mazereti zamanla “Eh iktidarda kalmak için onlarla (Genelkurmay ile, ABD ile, İsrail ile) işbirliği yapmadan olmaz”a dönüşüyor. Yani zamanla bu durum sistem içi işleyişteki basiretsiz, omurgasız, sığınmacı duruşların mazereti haline geliyor. Kuran’ın yasakladığı bir durum olan zulüm düzeni ile “müdahane” kitleler nezdinde içselleştiriliyor. Düzen içinde bu kadar olur mantığı “oyunu kuralları ile oynamak gerektiği”ni görüyor da tarih boyunca hep “oyunlar”ın ve “oyunun kuralları”nın değiştiğini göremiyor. AK Parti’de gördüğümüz üzere köprüyü geçene kadar birilerine dayı diyenler “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner”i göremiyor.

 Kim demiş bu sistem içinde ancak bu kadar olur diye? Bal gibi de sistem içi imkanları kimliğimizi bulandırmadan kullanmak mümkündür. Özgür-Der, İHD gibi alternatifler sivil toplum içerisinde köktenci muhalefetin sesi olmayı başarabilmiştir. Rejimin meşru sınırları içerisinde olan, lakin kendi hedeflerini eritmeyen, duruşlar mümkündür. Omurgasızlığı halka bir kader olarak sunanlar ancak yoz sağ siyasetçilerdir.

 Bal gibi de siyasal arenada meşru muhalefet sürdürmek ve halkın sorunlarına alternatifler üretmek mümkündür. Böylesi bir dik duruşla iktidar olmak mümkün olmayabilir; ya da olabilir. Toplumsal dönüşümler gerçekleştirilebilir yahut da Nuh aleyhisselam gibi mehcur da kalınabilir. Zira sizin de bildiğiniz gibi Allah günleri insanlar arasında döndürmektedir. Ancak şu kadar ki parti gibi sistem içi araçları kullanarak da halka sistemin çerçevesi ötesinde bir ufuk sunabilmek, devrimci bir gelecek vaat edebilmek pek ala mümkündür.

 Eğeri oturup doğru konuşalım. Mesele şudur ki AK Parti’nin böyle bir ufku ve derdi yoktur.

 Kitleler Parmağa Bakarlar, İşaret Ettiğine Değil

 Selahattin ağabey;

 Siz AK Parti’yi desteklerken devrimci ideallerinizi koruyor, İslami kimliğinizi düzenle pazarlık unsuru yapmıyor olabilirsiniz. Siz AK Parti’yi desteklemeyi yalnızca “taktik” bir unsur olarak görüyor olabilirsiniz. Bu tavrınızı tartışırız. Peki AK Parti’yi tavsiye ettiğiniz geniş Müslüman kitlelerin AK Parti’nin “merkez siyaseti” içerisinde kimliklerini ve devrimci ufuklarını korunduğunu da söyleyebilir miyiz? Yoksa AK Parti inkılapçı idealleri inkar etmek hatta geçmişi karalamak, düzen içi mücadeleyi kutsamak, tanımı net olmasa da “İslamcılık” denilen hattı mücadeleyi terk etmek için bir eşik mi oluyor acaba? Bir bakınız; süreç içerisinde AK Parti’ye oy veren, sonra AK Parti’li olan, sonra AK Parti’nin il teşkilatlarına sığınan, derken AK Parti teşkilatı haline gelen, nihayet AK Parti’den aday olan ve AK Parti’den ihale alan Müslüman bireyler, camialar, aydınlar ve cemaatlerin; eski inkılapçı çizgilerine ve köktenci ideallerine nasıl sövdüklerini görmüyor muyuz? Bu hali ile AK Parti tecrübesi “Müslümanlara alan açan taktik bir imkan” olmaktan çıkmış, Müslümanların Türkiye’de kırk yıla yakın bir süreçte ürettikleri inkılapçı, bağımsız, Kur’ani kimliklerini bulandıran, dindar kitleleri sağcılaştıran bir unsur haline gelmiş değil midir?

 Seçim Alternatif Olabilir mi?

 Sizin örneğini verdiğiniz şekilde AK Parti’ye verilen açık çekler; Müslüman veya dindar geniş kesimlerin gündemine sandığa giderek sorunu çözdüklerini düşünmelerini getiriyor. Gün geçtikçe kitlelerde yaygınlaşan şey “devrimci direniş bilinci” değil aksine teslimiyet, duyarsızlık ve hatta vurdumduymazlık oluyor.

 Buna tek bir örnek vermek yeterli sanırız: Seçimlerin virajına girdiğimiz şu günlerde Türkiye Müslümanlarının gündeminde “başörtüsü mücadelesi”nin olmaması, AK Parti yetkililerinin bu zulme karşı tavır almayışına kimsenin itiraz dahi etmeyişi bunun en bariz göstergesi değil mi? Yoksa bu alanındaki zulüm son mu buldu, yasak kalktı mı? Yok mu acaba artık başörtüsünden dolayı hakları gasp edilen bir tek kul bile şu ülkemizde? Yoksa 28 Şubat darbecilerine karşı ülkenin dört bir yanında boy veren başörtüsü direnişi AK Parti tarafından beş yılda tümüyle gündemden düşürüldü mü? Başörtüsünü devrimci bir dönüşüm simgesi olarak algılamaya başlayan kitleler nezdinde başörtüsü kavramı gitgide “Emine Erdoğan’ın giydiği son moda bir eşarp” halini mi alıyor yoksa? İşte bu yozlaşmaya karşı inkılapçı bir dur deme ihtiyacımız yok mu? Şairin dediği gibi “durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak/ Haykırsam kollarımı makas gibi açarak” dememiz gerekmiyor mu?

 Devrim halkın gönlünde örülecek bir süreçtir. Kitleleri bu kadarı ile yetinmelerinin gerekmediğine, bundan çok daha ötesini başarabileceklerine, zalimleri devirecek güç ve iradenin kendilerinde mündemiç olduğuna inandırmaktır devrimcilik. Kitleler güce ve iktidara tapar. Tapılmaya layık olanın yalnızca Allah olduğuna; Rabbimizin Ad ve Semud ordularını yere çaldığına; nice inanmış az topluluğun galip geleceğine kitleleri inandırmaktır devrimcilik. Kitleleri “kötünün iyisi” ile oyalamak, devrimci bir alternatif örmek için teşvik etmemek vebal içeren bir durumdur.

 Amma inkılapçı metoda yönelmiş kitlelere geleceğin ufkunu çizmek de bizim görevimiz. İslam’a yönelen halkımızı yenilgi yenilgi büyüyen bir zafere inandırmak; mevzi mevzi kazanan bir mücadeleyi, direnen direne özgürleşen bir hattı anlatmak görevimiz.

 AK Parti Dönüşüyor, Dönüştürüyor

 Kıymetli ağabey;

 Olayın bir de şu yönü var. AK Parti yalnızca kitlelerin devrimci ufkunu paslandırmıyor; amma kitlelere “dinsel milliyetçilik” adını verdiği “İslamcılık”tan uzaklaşmayı ve “merkez sağ siyaseti yeniden içselleştirmeyi” de öneriyor.

 AK Parti kimliğini şekillendirdiği ilk günden itibaren duruşu ve söyleminin taktik bir duruş değil aksine stratejik ve kimliksel bir dönüşüm olduğunu açık olarak ifade etti. AK Parti için “niyet okuyanlar” ise ısrarla yaşanılan durumunda taktik bir dönüşüm olduğunu, aslında Tayyip Erdoğan ve partisinin hala geniş dindar kitlelerin kaygı ve değerlerini taşıdığını vehmettiler. Alnı secdede, eşi örtülü bir başbakan için başka bir şey düşünülebilir miydi ki? Zamanla öyle bir hal aldı ki ne yaparsa yapsın “AK Parti yaptı ise bir hikmeti vardır” diyecek noktaya geldi dindar geniş kitleler. AKP’nin kendini İslam’dan beri ilan etmesi; Amerika ve küresel emperyalizm ile muvazaalı ilişkilere girmesi; Irak İşgali’ne destek için tezkere hazırlaması; 28 Şubatla gasp edilen hakların iadesi talebini sümen altı etmesi yahut da Mehmet Ali Şahin’in alay edercesine başörtüsü mücadelesini küçümsemesi; Şener’in şarabın faydalarından bahsetmesi kanıksanır ve hatta içselleştirilir oldu. AK Parti’nin kendi sözlerinin ve eylemlerinin münafığı olduğu vehmedildi durdu. Oysa AK Partililer tüm bu sözlerinde gayet ciddi ve samimi idiler.

 Hala AK Parti’nin gizli bir gündemi olduğuna inanacak kadar naif insan varsa o da Emre Kongar’dır herhalde. Ne AK Parti’nin gizli bir İslami gündemi vardır; ne de sistemle kurduğu muvazaalı ilişkiler üzerinden dindar kitlelerin özgürlük alanını açmaya imkan ve takati.

 Oysa AK Parti daha baştan itibaren Türkiyeli Müslümanları “İslamcılıktan” kopmaya, “devrimci ve köktenci taleplerden” vazgeçmeye, düzenin merkezinde yer almaya, liberal yozlaşmayı sorgulamamaya, hatta içselleştirmeye davet ediyordu. AK Parti ilk günden bu yana yaptıkları ile de gayet tutarlıdır! AKP baştan bu yana söyledikleri ve yaptıkları ile tutarlı bir çizgiyi sürdürdü, çıkış noktasından sapmadı. Tutarsız olanlar AKP’ye sığınanlardır. Tutarsız olanlar bin bir meşakkatle ürettikleri bağımsız devrimci kimliği, Kur’ani kimliği “muhafazakar demokrasinin merkeze yolculuğu” denilen heyula adına terk edenlerdir. Tutarsız olanlar İslami cemaat olmayı AK Parti’den ihale alma kuyruğuna girmeye, vekillik maaşına tercih edenlerdir. Tutarsız olanlar güç ve iktidar ile kıblesini şaşıran ve ilkesel değil pragmatik hesaplar peşinde koşanlardır.

 Tartışma AK Parti’nin yahut AB sürecinin yahut da rejimin içsel değişiminin Müslümanlara ve muhaliflere görece özgürlük ortamı açması tartışması değildir. Tartışma AKP tarafından gündeme getirilen ve geniş dindar kitlelere dayatılan “İslamcılıktan istifa etme” gündemidir. Tartışılan şey rejime muhalif olan geniş Müslüman kesimlerin kah 28 Şubat’taki gibi zorbalıkla, kah da AK Parti iktidarındaki gibi uzlaşma ile “merkeze çekilmeleri” çabasıdır.

 Çözüm Kendi Alternatifimizi Yani “Kur’an Neslini” Üretmek

 Rabbimiz buyuruyor: “Her biriniz türlü türlü işler peşinde koşuyorsunuz. Ancak kim ki fedakarlık yapar ve Allah’ın sınırlarını gözü gibi korur… Ve kim ki en güzel olanı doğrular ise biz onu en kolay olan yola ileteceğiz” (Leyl 4-7).  Rabbimiz bu ayetlerde herkesin bir iş peşinde, bir yol tutturduğunu anlatıyor. Ancak ardından bizi kurtuluşa erdirebilecek olan Sırat-ı Müstakim’in temel ilkelerini de belirliyor. Her yol kurtuluşa götürmüyor; ancak şu ilkelerle gidilen yol hariç: 1- Canlardan ve mallardan fedakarlık yapmaya hazır olmak. 2- Allah’ın sınırlarını gözü gibi koruyacak bir muttakiliği kuşanmak.

 “İnkılabi Müslümanlar” deyin, “tevhidi Müslümanlar” deyin, “İslamcılık” deyin, “Siyasal İslam” deyin, “Kur’an İslamı” deyin, “Devrimci İslam” deyin, ne derseniz deyin Türkiyeli Müslümanlar olarak kırk yıla yaklaşan bir kazanımımız var. Kur’an’la tanışmayan nesillerin çocukları olarak, atalarımızdan sahih bir gelenek devralmamış nesiller olarak yetiştik. Atalarımızdan devralmadığımız sahih değerleri tırnaklarımızla kazıyarak edindik. Ne Kur’an’ın en temel kavramlarını bilirdik, ne de sağcılık dışında dindarlar için bir bağımsız alternatif olduğunu. Ama bugün hamdolsun coğrafyamızın dört bir yanında bağımsız İslami kimlik kurmak isteyen, tağuti düzeni aşmayı hedef edinen, toplumunu ıslaha yönelmiş nüvelerimiz var.

 Bu kazınımı korumak, inkılab yolunda bir sonraki aşamaya taşımak hepimizin görevi. Atalarımızın bize vermediği hazineyi yani Kuran neslini üretmek sorumluluğundayız. Kırk yıllık bu kazanımı inkılabın bir sonraki safhasına hazırlamak, sosyalleştirmek yani Kuran nüveleri, Kuran Nesli haline getirmek sorumluluğundayız. Bağımsız, tutarlı, Kurani bir İslami alternatifi üretmek; toplumumuza sunmak, zamanla iktidar alternatifi haline getirmek sorumluluğundayız.

 İşte ahirette kendisinden sorulacağımız hat budur!

 Taktik Değil İlkesel Bir Duruş Meselesi

 Bunlar dışında tüm alternatifler, çözüm önerileri, taktik destekler ya da stratejik dönüşümler bizi esas amacımız ve hedefimizden saptıran saptırıcılardır. Bunun dışında yapılacak her şey çelik çomak oynamaktır, esas işimizi bırakıp günübirlik gündemlerin taktik hesapları ile efsunlanmaktır. Bugün AK Parti güçlüdür; olabilir; Allah günleri insanlar arasında döndürür. Bizim inkılapçı alternatifimiz ortaya çıkmadığı, inkılapçı örgütlülüğümüz oluşmadığı sürece günlerin yüzü bir o kesime güler, bir bu kesime. Bir darbecilere bir demokratlara, bir muhafazakarlara bir sosyalistlere. Sistem de böyle yaşar gider zaten. Kah üzerimizdeki baskılar artar kah azalır. Ancak başımızdaki tağut toplumumuzu aydınlıktan karanlıklara sürüklemeye devam eder durur. “Allah ise müminlerim velisidir. Müminleri karanlıklardan aydınlığa götürür. Kafirlerin velisi ise tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara sürükler.” (Bakara/ 257)

 “Her toplumun bir eceli vardır, o ecel gelince ne bir adım geriye bırakılır ne de bir adım ileriye”. İşte o ecel günü gelip de ülkemizin zulüm sistemi de tarihin ölüler sayfasında yerini alınca bizim bir alternatifimiz olacak mı yoksa zulümatın yeni şekilleri mi ortada olacak, sorun budur. Hele de İslami kimlik anlamındaki kazanımımızı eriten, değersizleştiren, tüketen, inkar eden AK Parti gibi tecrübeler karşısında gündemimiz büsbütün bu olmalıdır.

 Kırk yıllık İslami birikimimizi ve kimliksel netliğimizi “İslamcılık gömleğini çıkartmış ve herkese de böyle yapmasını tavsiye eden”, inkılapçı İslami çizginin her türlü görünümüne “dinsel milliyetçilik” diyerek hakaret eden bir Tayip Erdoğan’ın peşinde harcayacak ölçüde ucuz görmüyoruz biz. Hasılı bu iş taktik bir durum değil aksine halkımıza sunacağımız devrimci alternatifimizi gözümüz gibi korumak anlamında ilkesel bir iş.

 Soru şudur: Kırk yıldır nice cehdler ile elde edilen inkılapçı kazanımlarımızı koruyacak, geliştirecek, devrimin bir sonraki aşamasına taşıyacak mıyız; halkımıza alternatif olarak sunacak mıyız; yoksa AK Parti’nin sloganı ile “merkeze doğru evrimleşecek” ve “değişecek miyiz”? Bu sorunun cevabı inkılapçılığımızı da, Sırat-ı Müstakime yakınlığımızı yada uzaklığımızı da belirler… Allah günleri aramızda döndürdüğüne göre bugün üzerimize düşen farziyet bu soruya doğru cevap vermek ve halkımıza da doğru cevapları sunmaktır. Vesselam!

 [email protected]

YORUMLAR
  • bekir ziya   05-12-2014 22:56

    İnkılapçı lafını çokça tekrar etmekle inkılapçı olunmuyor maalesef. Hakaret ettiğiniz adama, bu ülkede kimseye nasip olmayan şeyler nasip oldu. Lafı uzatmayacağım; siz şimdi bize İsrail, ABD, AB, İngiltere, Mısır, Suudi Arabistan, Suriye, İran, Almanya vb. bu hükümeti yıkmak için türlü oyunlar çevirirken, bizim de bu oyunun bir parçası olup sloganvari sözlerinize kanarak aynı safta dizilmemizi mi salık veriyorsunuz? Bu mudur inkılapçılık?! Siz bu kuyruğa takılmışsınız belli ama bizden beklemeyin!