“Kur’ân”sız, “Cihad”sız, “Şeriat”sız İslâm!?
Müslümanları canlı ve diri tutan, inkârcılara karşı izzetli ve onurlu kılan bu cihad ruhudur. Bu ruhu ve direniş bilincini kaybeden Müslümanlar, düşmanlarına kolayca teslim olurlar; cihad ruhunu kuşanan Müminler ise aslâ teslim olmazlar.
Abdullah YILDIZ / Vakit Gazetesi
Mısırlı yazar Fehmi Huveydi, 9 Ağustos 2002 tarihli Şarkulawsat’taki çok önemli yazısında İslâm âlemini bekleyen dehşetli bir tehlikeye dikkat çekmiş; 11 Eylül 2001 mürettep olayı sonrasında Müslüman dünyanın laikleştirilip ehlileştirilmesini hedefleyen, merkezinde Türkiye’nin yer aldığı bir projeyi (İslâm Dünyasına Türk Modeli), hazırlık aşamasındaki Hartfort toplantısından hareketle şöyle özetlemişti:
“11 Eylül sonrası İslâm dünyasına aday gösterilen Türk Modeli etrafında birçok toplantı düzenlendi. (...) Konu Türk modelinin İslâm dünyasının bunalımına bir çözüm olarak sunulması ile kalmayıp İslâm'ın özünde operatörlük yapılmasına kadar vardı. Kur’ân'ın doğruluğu üzerinde şüphelere yer verilmesi, Şeriat’tan Cihad’a İslâm'ın can alıcı terimlerinin şer terimler listesine sokulması gibi. Kur’ân, Şeriat ve Cihad kavramları ile Ladinizm, Vahhabilik ve Taliban arasında bir ilişki kurulması sonrası bir kelimenin silinip yerine başka bir kelimenin konulması...”
11 Eylül sonrasında sıkça konuşulan Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) esası da bu idi. 22 İslâm ülkesinde rejimlerin ve sınırların değişmesini öngören bu projenin uzun vadeli temel hedefi esas itibariyle zihinsel haritaları değiştirmekti. Müslüman zihni şekillendiren ana Kur’ânî kavramları ya iptal etmeyi ya da içini boşaltarak anlamsız kılmayı hedefleyen sinsi plan, el’ân yürürlükte. Afganistan ve Irak’ın işgali ile bu iki ülkede siyasi yapılar değişti ve özellikle Irak bölünme istidadı taşıyor; ama asıl tehlikeli olan, Müslüman zihnin değiştirilmesi süreci. Bu değişim ise yukarıdaki üç temel terim etrafında dönüyor.
Bu üç temel terimi; yani Kur’ân, Cihad ve Şeriat kavramlarını Müslüman’ın zihninden çıkarırsanız ya da bu kavramların içini boşaltırsanız geriye İslâm adına bir şey kalır mı? Bunu birlikte teemmül edelim.
Kur’ân: İslâm Dini’nin anayasası mesabesinde olan; hiçbir kelimesi ve harfi değişmediği gibi, ihmal edilmesi dahi mümkün olmayan Kur’ân-ı Kerîm, başından beri yeryüzü zorbalarını rahatsız etmiş, egemenlikleri için bir tehdit odağı olarak görülmüştür. Hayatın bütün alanlarına müdahale eden, insanın kendisi ile, Rabbi ile, diğer insanlarla ve eşya ile ilişkisini hassas ve kesin bir şekilde düzenleyen ilahi kitap, elbette insanların hayatını kendi çıkarlarına göre düzenlemek isteyenleri rahatsız edecekti:
“Ne zaman âyetlerimiz kendilerine apaçık okunup ulaştırılsa, o bizim huzurumuza çıkarılacaklarına inanmayan kimseler, ‘Bize bundan başka bir Kur’ân getir ya da bunu değiştir’ derler. De ki: ‘Onu kendi nefsime göre değiştirmem olacak şey değil. Ben yalnız bana vahyedilene uyarım’...” (Yunus/15)
Muhammed Esed’in ifadesiyle “Bizim kendi görüşlerimize uyan bir öğreti getir” (Kur’ân Mesajı, 1/394) demek isteyen inkârcı egemenler, bugün de Kitabullah’ı kendi dünya görüşlerine uygun hale getirmenin beyhude hevesine kapıldılar. Rabbimizin garantisi altında olan Kur’ân’ı değiştirmenin asla mümkün olmadığını görünce de, ana kavramların içini boşaltmayı denediler. Mesela şimdi “Cihad’sız Kur’ân”dan söz ediyor, çoğu âyetin bugün “geçersiz” olduğunu iddia ediyorlar. Bu tehlikeye dikkat!
Allah yolunda cihad; İslâm’ın en temel ve en dinamik unsurudur. Kur’ân’da “Fitneden eser kalmayıncaya ve yeryüzünde din yalnız Allah’ın oluncaya ve kadar cihad edin” (2/193) buyurulur. Müslümanları canlı ve diri tutan, inkârcılara karşı izzetli ve onurlu kılan bu cihad ruhudur. Bu ruhu ve direniş bilincini kaybeden Müslümanlar, düşmanlarına kolayca teslim olurlar; cihad ruhunu kuşanan Müminler ise aslâ teslim olmazlar. Çanakkale’de yedi düveli dize getiren ruh, cihad ve ümmet ruhu idi. Lübnan’ı işgale yeltenen İsrail’i 33 günlük muhteşem direnişle geri püskürten ruh, aynı cihad ruhu idi.
Şeriat; İslâm’ın hukuk sistemini ifade için kullanılan bir kavramdır. İslâm, hayatın bütün alanlarını düzene koyan kapsamlı bir hukuk nizamına, fıkıh kuralları bütününe sahiptir. Binbeşyüz yıllık engin ve zengin bir tecrübe birikimine sahip olan ve Mecelle ile zirveye ulaşan İslâm hukuk sistemi, kendini tecdid etme imkân ve potansiyelini taşıması itibariyle çağa alternatif tek nizam olarak elimizin altında duruyor; bu ise, müminlere büyük özgüven verirken kâfirleri ürkütüyor. İslâm’ı bir hayat nizamı olarak sunan çağdaş âlimler Mevdudi ve Seyyid Kutub’un, 11 Eylül sürecinde hedef tahtasına konması tesadüfi değil.
Peki, bunları neden yazdım? Geçen yıl elli kadar İslâmî kavramı (‘şer terim’!) resmen yasaklayan “model ülke” Türkiye’de seçime beş kala konuşulan, yazılıp çizilen, unutulan, unutturulanlara inat, Prof. Dr. Necmeddin Erbakan hocanın ısrarla vurguladığı gerçekler yukarıdaki ‘şer terim’ler (!) etrafında dönüp dolaşıyor. Hoca’nın eski talebelerine yönelik keskin ifadelerinin -maalesef- gölgesinde kalan bu beyanlarını, ben bilinçli bir zihinsel direncin/direnişin göstergesi olarak okudum. “Hak-Batıl Savaşı”, “Cihad”, “Siyonizm”, “Ümmet”, “İslâm Nizamı”, “İslâm Birliği”, “D-8”... Siyaset erbabını geçtik; yazar-çizerlerimizden, ilim-fikir adamlarımızdan bu “şer terimleri” ağzına alana rastlıyor musunuz, artık?
Dikkat! Seçimlerden çok çok daha önemli hadise budur! Müslüman zihinler nereye savruluyor?