Halil Berktay, Sabah yazarı Melih Altınok`un Venezuela izlenimlerini değerlendirdi
Oraya gidip de olayları daha yakından izleyince, Altınok’un yazdıkları sanki biraz değişmeye başladı gibi. Bütün dünyanın gördüklerini görmeye mi başladı, nedir? Örneğin 31 Ocak Perşembe günkü yazısının ortalarına doğru, “2 Venezuela’da öğrendiklerim” alt-başlığını takiben şunları kaydetti: “Ülkeye dair … kesin kanaatlerimin biraz törpülendiğini söyleyebilirim. Örneğin yoksullar Maduro`yu, zenginler muhalefeti destekliyor diye net bir ayrım olmadığını gördüm. (…) Maduro taraftarı belki solcu olabilir ama karşılarındakiler sağcı falan değil! Üç... ABD karşıtlığı ya da taraftarlığı ülkede bir politik ayrışma zemini değil. Dört... Yalan değilmiş, gerçekten ülkede birbirini tanımayan karşılıklı iki meclis var. Beş... Bu ülkede kuyruğa girmeden büfeden bir şişe su almak bile imkânsız.” Buna ertesi gün, yani 1 Şubat’ta “Ekonomik kriz almış başını gitmiş”i de ekledi.
Bir yönüyle, muhalefetin öteden beri seçim istediğini, Maduro’nun ise tam da buna karşı direndiğini ve “tek kozu”nun aslında iyice yolsuzluğa batırmak suretiyle yanına çektiği, her fırsatta birlikte poz verdiği yüksek rütbeli subaylar olduğunu görmezden geliyor Altınok. Ama diğer yönüyle, başkanın hiçbir meşruiyeti kalmadığı ve işinin bitik olduğunu teslim ediyor.
Venezuela’yı yazacağım da, biraz uzun yazacağım, dünya çapındaki bütün açık-örtük saflaşmaları, karmaşık anlamları ve Türkiye uzantılarıyla. Fakat bilmem buna zaman kaldı mı? Benim yazmamı bırakın; hükümetin Maduro iktidarına angajmanı yüzünden bir kere daha dünyada yapayalnız kalmaktan kurtulmasına zaman kaldı mı? ABD seçimleri sırasındaki Trump sevgisinden sonra, şimdi de Maduro sevgisi... Bunun da sonu hüsran mı olacak?
Melih Altınok’un yazdıkları, beni biraz telâşlandırdı bu açıdan. Sabah gazetesi tarafından 25 Ocak’ta Caracas’a gönderildi. Bir hafta kaldı sanırım. İlk başta yazdıkları (ve televizyonlarda söyledikleri), resmî medyanın resmî çizgisine tamamen uygundu. Varsa yoksa emperyalizm. Türkiye ile Venezuela, bir ve aynı. Erdoğan ile Maduro, bir ve aynı. Her iki ülke beka sorunuyla yüz yüze. Her iki ülkede yoksul halk bunu anlıyor ve dolayısıyla meşru liderinden yana. Her iki ülkede zengin sınıflar ise halk düşmanı ve işbirlikçi; önderliği Amerika’nın desteğiyle devirmeye çalışıyor. Hepimiz aynı teknedeyiz. Somos Maduro.
Fakat oraya gidip de olayları daha yakından izleyince, Altınok’un yazdıkları sanki biraz değişmeye başladı gibi. Bütün dünyanın gördüklerini görmeye mi başladı, nedir? Örneğin 31 Ocak Perşembe günkü yazısının ortalarına doğru, “2 Venezuela’da öğrendiklerim” alt-başlığını takiben şunları kaydetti: “Ülkeye dair … kesin kanaatlerimin biraz törpülendiğini söyleyebilirim. Örneğin yoksullar Maduro'yu, zenginler muhalefeti destekliyor diye net bir ayrım olmadığını gördüm. (…) Maduro taraftarı belki solcu olabilir ama karşılarındakiler sağcı falan değil! Üç... ABD karşıtlığı ya da taraftarlığı ülkede bir politik ayrışma zemini değil. Dört... Yalan değilmiş, gerçekten ülkede birbirini tanımayan karşılıklı iki meclis var. Beş... Bu ülkede kuyruğa girmeden büfeden bir şişe su almak bile imkânsız.” Buna ertesi gün, yani 1 Şubat’ta “Ekonomik kriz almış başını gitmiş”i de ekledi.
Aynı 1 Şubat yazısının orasında burasında, başka itiraflar da saklı. Öğreniyoruz ki olanca doğal zenginlikleriyle Venezuela ekonomisinin bu feci duruma düşmesi, sırf “ABD’nin manipülasyonları ve müdahalesi”nin sonucu olmayabilirmiş. “İç dinamikleri” de varmış bu sürecin. “Kırılma noktası” Chavez’in “sosyalist politikalar” geliştirmesiyle başlamış. Turkuvaz Medya, Sabah ve Melih Altınok, sevecenlikle mi bakıyor Chavez’in “sosyalizm”ine? Pek sanmıyoırum doğrusu. Nitekim ardından gelen “Karizmatik bir lider olan Chavez bu dönüşüm sürecini idare etmeyi başardı” cümlesi, aslında burada bile bir olumsuzluğun yattığını, ama her nasılsa frenlenebildiğini imâ ediyor. Ancak, diyor, “Maduro ile birlikte Venezuela'da sarsıntılar daha çok hissedilir oldu.” Gerçi biraz soyut geçiyor, neler yaptığını söylemiyor Maduro’nun. Ama iki satır sonra, iktidar medyasında pek rastlanmayan bir ifşaatta bulunuyor: “2015 Seçimlerinde muhalefetin mecliste çoğunluğu elde etmesiyle birlikte …” Lâfı hemen çeviriyor; gene resmî söylem mecrasına girip muhalefeti suçlamaya koyuluyor: ülkeyi kilitlemişler (yani seçim kazanmak suretiyle?!); Maduro’nun görev süresini doldurmasını bile beklemeden harekete geçmişler (başkanın Meclise nasıl vahşice saldırdığından tek kelimeyle bahis yok); ne idüğü belirsiz “siyasî sabotajlar”da bulunmuşlar. Oradan tekrar ve kısmen realiteye dönüyor: “siyasî iktidarın eli ayağına dolandı, sertleşti. Tabii bundan nasibini alan yine halk oldu.” Meğer Putin’in göstericileri azınlık gösterip dalga geçen Komsomolskaya Pravda’sı (buna ayrıca geleceğim), çok da haklı olmayabilirmiş: “sisteme isyan eden Venezuelalılar da sokaklarda.”
Fakat Melih Altınok’un 1 Şubat yazısının asıl ilginç yanı, bundan sonra gelen paragraf. İki kritik fikir ileri sürüyor bu noktada: (1) Seçim, derhal seçim. Bunu şöyle gerekçelendiriyor tabii: Venezuela’yı tehdit eden emperyalist paylaşım komplosuna karşı en etkili cevap bu olurmuş. Gerçi “kazanır mı kazanmaz mı” belli değilmiş, ama artık Maduro’nun elindeki “tek koz” buymuş. Bir yönüyle, muhalefetin öteden beri seçim istediğini, Maduro’nun ise tam da buna karşı direndiğini ve “tek kozu”nun aslında iyice yolsuzluğa batırmak suretiyle yanına çektiği, her fırsatta birlikte poz verdiği yüksek rütbeli subaylar olduğunu görmezden geliyor Melih Altınok (bkz yukarıdaki başlık resmi). Şöyle de diyebilirim: klasik anlamda bir darbe tehlikesi yok Venezuela’da. Darbe olmuş zaten -- Chavez ve Maduro darbesi. Şimdi olabilecek şey, komutanların Maduro diktatörlüğünü desteklemekten vazgeçmeleri. Bu bir yana; başkanın hiçbir meşruiyeti kalmadığı ve işinin bitik olduğunu, Melih Altınok bu cümlelerle teslim ediyor.
Melih Altınok’un ikinci ve en önemli vurgusu, bu tesbite bağlı. (2) Maduro ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında herhangi bir benzerlik kurmaktan vazgeçmek gerekiyor. Sanırım Altınok bu uyarıyı doğrudan doğruya kendisinin de mensup olduğu iktidar medyasına yapıyor. Sırf uyarmakla kalmıyor; gerekçelendiriyor ve böylece, haftalardır inşa edilen paralellik tuzağından bir çıkış yolu sunuyor: Çünkü, diyor, Erdoğan’ın “meşruiyet, deneyim ve karizmatik liderlik açısından Maduro ile alâkası bile” yoktur. Çünkü Erdoğan her türlü iç ve dış krizde “sandığı kurup halka sor”muş ve buradan kuvvet almıştır. Böylece seçim tavsiyesi bir yandan Maduro’yu aslında pekâlâ diktatoryal eğilimleri yüzünden mahkûm etmeye, diğer yandan Maduro ile Erdoğan’ı, Venezuela ile Türkiye’yi ayırmaya yarıyor.
Lâfı dolandırma tarzları, söyledikleri ve söylemedikleri, resmî söylemi tekrarlar gibi yaparken ondan ayrıldıklarıyla, eh, biraz ilginç yazılar sonuçta. Alıştığımız ortalamanın üzerinde bir zekâyı yansıtırken (ki pek zor değil), Venezuela sorununun benim kurcalamak istediğim hemen bütün boyutlarını hiç olmazsa sezdirmeyi başarıyorlar.
(Halil Berktay / Venezuela (Giriş) / serbestiyet)