Şükrü HÜSEYİNOĞLU
HATİM KAMPANYALARI
Alemlerin Rabbi yüce Allah’ın insanlığa kılavuz olarak bildirdiği, kerim, mübin, hakim olan hayat kitabımız Kur’an, inzal olunmaya başlandığı ilk günlerden bu yana üç çeşit zulme maruz kalmıştır:
- İnkar edenlerin yalanlama ve engellemeleri
- İnanıyor görünüp onun mukaddesliğini kendi menfaatleri için kullanmaya çalışan nifak ehlinin istismarı
“Bu kitabı kendisi uyduruyor, bu konuda bir topluluk da kendisine yardım ediyor”, “bu, cinlenmiş bir adamdan başkasının sözü değildir”, “Bu bir sihirdir” gibi ithamlarla, “Onu dinlemeyin ve başkalarının dinlemesine izin vermeyin”, “O okuduğunda gürültü yapın ki anlaşılmasın” gibi engellemeler birinci çeşit zulmün örnekleridir ve halen de devam etmektedir.
İkinci çeşit zulme ilk örnek, meşru halife Hz. Ali’ye karşı kabile asabiyeti ve saltanat hırsıyla isyan eden Şam Valisi Muaviye’nin Sıffın Savaşı’nda yenilmek üzere olduğu sırada Amr bin El As’ın, Kur’an ayetlerinin yazılı olduğu sayfaları mızrağa geçirerek Hz. Ali’ye karşı bir psikolojik harp silahı olarak kullanması olmuştur. Amr bin El As’ın bu istismarı amacına ulaşmış, Sıffın’daki bu şeytani hileyle başlayan süreçte İslami siyaset ortadan kaldırılmış, yerini saltanata bırakmıştır. Günümüzde de Kur’an’ın mukaddesliğini kendi menfaatleri için istismarı edenler az değildir. Yaşadığımız topraklarda seçim meydanlarında ayet okuyan, Kur’an mushafını öpüp başına koyan, seçimlerden sonra ise Kur’an’ın ilke ve ölçüleriyle savaşanları hepimiz biliyoruz. Hatta bir ulusalcı çetenin, ölme öldürme andı içerken Kur’an mushafına el bastıklarını görmüştük kısa süre önce.
Üçüncü çeşit zulüm ise, Kur’an’a iman edip onu canlarından çok seven bazı Müslümanların, ona ölüler ve mezarlıklar kitabı, sevap kazanma ve sevap gönderme makinası muamelesi yapmalarıdır. Son zamanlarda bir furya halinde ortaya çıkan “Şehitler için Fatiha zinciri”, “Çanakkale şehitlerine 250 bin hatim kampanyası” gibi uygulamalar, Kur’an’ın maruz kaldığı bu “dost zulmü”nün hangi boyutlara ulaştığını gözler önüne sermektedir. Söz konusu kampanyaların, İttihat ve Terakki’nin Alman emperyalizminin dümen suyunda bir nesli ölüme yolladığı Çanakkale savaşının kutsanıp bayraklaştırılması ve “Fatiha zinciri” kampanyasında olduğu gibi mevcut laik sistemin askerleri için dahi “şehit” kavramının kullanılması zaten başlı başına bir faciadır. Bu faciaya bir de Kur’an’a yaşayanların idrakleri yerine ölülerin ruhlarına okunan kitap muamelesinin eklenmesi, faciayı katmerleştirmektedir. Bu "hatim kampanyası" meselesi öyle bir noktaya geldi ki, bazı radyolarda sürekli "Arayın bir cüz de siz alın" duyuruları yapılmakta, gazetelerde "kampanya" ilanları yayınlanmakta, bazı forum sayfalarında kampanyalar düzenlenip cüzler dağıtılmakta, "Abim vefat etti, bir hatim kampanyası da onun için düzenleyebilir miyiz" şeklinde talepler dile getirilmektedir.
Yaşadığımız coğrafyada bundan yaklaşık 100 yıl önce bir yanık yürek, alemlerin Rabbi yüce Allah’ın hidayet rehberi olarak insanlığa bildirdiği Kur’an’ın adeta bir ölüler ve mezarlıklar kitabı muamelesine tabi kılınması karşısında şu feryadı dile getirmişti manzum olarak:
beyan buyurmaktadır.
Bu apaçık hakikatlere rağmen, tarihsel süreçte ne yazık ki, onu yüceltmek adına, Kuran, kolay anlaşılmaz bir kitap olarak algılanıp anlatılmaya başlanmış, hürmet adı altında onu okumak yüce Allahın öngörmediği şartlara bağlanarak zamanla hayat alanlarından uzaklaştırılmış ve yüksek raflara mahkum edilmiştir. Hayat alanlarından uzaklaştırılan Kur’an zamanla ölüler ve mezarlıklar kitabı muamelesi görmeye başlamıştır.
Bu uygulama kesinlikle Kur’an’ın anlam ve amacına aykırıdır, onun Hz. Peygamber’e inzal olunma amacını, hikmetini ters yüz etmektir.
Hayır, hayır, Kur’an asla ölmüşlere hatim göndermek için indirilmemiştir. Onun mesajı ölülere değil dirilere yöneliktir. O asla mezarlıkların kitabı değildir, meydanların parlamentoların, çarşıların, okulların, iş yerlerinin, evlerin kitabıdır Kur’an.
İlk nesil, Kur’an’ı ne ucuz sevap kazanmak veya ölülere sevap göndermek için, ne de bilgi olsun, akademik kariyer olsun vs diye okumuyordu. Onlar Kur’an’ı düşünce ve eylemlerinin belirleyicisi olması için, tamamen pratiğe yönelik olarak okuyordu. Bu yüzden de Kur’an’ı Rabbimizn istediği gibi tertil üzere, sindire sindire okuyorlardı. Hatim kampanyalarına hatim yetiştirmek için değil!
Asr-ı Saadet’te hayatın tam ortasında, belirleyen, yönlendiren, dönüştüren bir hayat kitabıydı Kur’an. Ölülere değil yaşayanlara hitap ediyor, mezarlıklarda değil şehirlerin meydanlarında okunuyordu. İşte o zaman müşrik ve zalimler rahatsız oluyordu onun okunmasından. Şimdilerde ise Kur’an ne yazık ki “kulakların pasını silen bir musiki” muamelesi görmektedir yaygın olarak. Birçok Müslüman, Kur’an’ın mesajlarıyla değil, Abdussamed’in, Minşavi’nin vs sesinin güzelliğiyle ilgilenmekte, o sese kulak kabartmakta, onunla mest olmaktadır ne yazık ki.
Müslümanların yapması gereken, Kur’an mesajıyla insanlar arasına konulmuş engellerin kaldırılması ve insanların doğrudan Kur’an’la buluşmalarını sağlamaktır. Bu da Kur’an’la ilgili tüm yanlış anlayış ve yönelimlerin bertaraf edilmesini, Kur’an’ın vasıf ve amaçlarının doğru bilinmesini gerektirir.
Kur’an’ın kendini takdimiyle, zaman zaman insanların ona yaklaşımları ve ondan beklentileri arasında uçurumlar oluşmuştur. Kur’an insanların ilgisini daima içerdiği İlahi mesaja çekmeyi amaçlarken, tarihi süreçte çeşitli yanlış anlayışların etkisiyle Kur’an’a farklı ilgi ve beklentilerle yaklaşılabilmiştir. Bunların başında da, Kur’an’ın gerek tilavetinden, gerek ayetlerinin yazılıp taşınmasından veya evlere ve işyerlerine asılmasından, gerekse okunup üflenmesinden dertlere deva, hastalıklara şifa beklemek vardır.
Baştan sona yaşayanlara, dünya ve ahiret yaşamına yönelik mesajlar ve ölçüler içeren, insanların dünyevi ve uhrevi saadetleri için ilkeler ve yasalar beyan eden Kur’an-ı Azimüşşan, maalesef tarihsel süreçte ortaya çıkmış olan yanlış ilgi ve beklentilerle zamanla hayattan koparılmış, hayatın dışına itilmiştir. 70. ayet-i kerimesinde; “(Kur’an) Diri olanları uyarıp korkutmak ve kafirlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir.)” ifadeleri yer alan Yasin Suresi’nin, yaygın bir gelenek olarak ölüler için okunuyor olması, Kur’an’la ilgili yanlış yönelim ve beklentilerin ne boyuta vardığıyla ilgili ilginç bir örnek teşkil eder.