Hayatın Hülâsâsı Tevhid
Allah`ın boyası, Allah`ın Din olarak vaz ettiği nizamın temel taşlarıdır. Allah`a iman eden her mü`min, biyolojik rengi, şekli, ırkı, vatanı ve cinsiyeti ne olursa olsun, Allah`ın boyası ile boyanmakta, yani tek bir Din`i benimsemiş olmaktadır. Tevhid akidesi tamamen beyazdır; şirk ise tamamen siyahtır. Tevhidin siyahı olmadığı gibi, şirkin de beyazı yoktur. Tevhid ve şirk karışırsa grileşir ve fakat o aslında siyahtır.
Mehmed Durmuş / İktibas
Seçmeci davranmaksızın, az çok dinî bilgisi olan insanlara "tevhid nedir?" diye bir soru yöneltsek, çoğunlukla alacağımız cevap, "Allah'ı birlemek" olacaktır. Allah'ı birlemek; yani Allah birdir demek! Sanki Allah birden fazla imiş de onu söyleyen, bire indiriyormuş gibi… Ya da, birden fazla Allah olduğunu iddia edenler varmış da, bu iddia sahiplerini tekzip ve iddiayı tashih ederek, "hayır yanılıyorsunuz, Allah birden fazla değildir, bir tane Allah vardır!" deniyormuş gibi…
Tevhid nedir? Kimlerin dini tevhid dinidir, kimlerinki teşrik dinidir? Hangi akîde tevhidîdir, hangisi teşrikîdir? Bunları bilmeye olan ihtiyacımız hiçbir gün ve hiçbir olayla birlikte azalmıyor; belki de artıyor…
Yeryüzünde birden fazla, mesela iki tane, üç tane, dört tane v.d. Allah olduğunu iddia eden insanların varlığını ben hiç duymadım, rastlamadım. Tam tersine, yeryüzündeki insanların büyük çoğunluğu bir tek yaratıcı gücün/ilahın mevcudiyetine inanmaktadır. Bilhassa, "üç büyük din" diye tesmiye edilen zümrelerden mesela Yahudilerin birden fazla Allah'ın var olduğuna inandıklarını kim iddia edebilir? Hristiyanların, ontolojik olarak birbirine denk, birbirinin eşi ve benzeri üç Allah'ın varlığını kabul ettiklerini kim iddia edebilir? Hele hele, 'müslüman' ismiyle tesmiye edilen ve mevcutları yaklaşık olarak birbuçuk milyarı bulan toplumlar içinde bir tek fert bile tasavvur edilebilir mi ki, Allah'ın iki, üç ya da daha fazla olduğunu iddia ediyor olsun? Hayır, asla! Diğer dinlerin mensupları için de aynı şeyi düşünebiliriz.
Şu halde, demek ki yeryüzü insanlarının büyük çoğunluğu Allah'ın tekliğini kabul etmektedir, öyleyse bu insanlar tevhid ehlidir dememiz için ne gibi bir engel kalmaktadır?...
Her şey gibi, 'tevhid' de zıddıyla kâimdir. Tevhidin ne olduğu, ancak şirk kavramıyla birlikte anlaşılmaktadır. Şirk bilinmeden tevhid, tevhid bilinmeden de şirk net olarak anlaşılmamaktadır. 'Lâ ilahe' olmadan 'illallah', 'illallah' olmadan da 'lâ ilahe' kavranmamaktadır. 'Lâ' ile, insanların icad ettiği bütün ilahlar tevhid düzleminden aşağıya süpürülmek zorundadır. Söz konusu ilahların süpürüldüğü düzleme ise gerçek İlah, yegâne İlah Allah'ın ikame edilmesi, yani İlahlığının tasdiki gerekmektedir.
Tevhid sadece sayısal olarak bir tek Allah vardır demek değildir. Şirk de üç tane, beş tane Allah'ın var olduğunu iddia etmek değildir. Şirk, öz olarak ortaklık demektir. Allah'a ait bütün ya da bazı sıfatları Allah'dan başka varlıklara paylaştırmak demektir. Bir başka anlatımla, Allah'ın dışındaki kimi varlıkları, Allah'a mahsus bazı ya da tüm sıfatlara ortak etmektir. Bir örnek üzerinde bunu daha iyi açıklayabiliriz: Allah affedicidir. Allah'ın affedicilik sıfatını Yahudi, Hristiyan, Müslüman her dinden insan tasdik etmektedir. Hiçbir ehli kitap buna itiraz etmemektedir. Fakat Allah'ın affetme yetkisine, Allah'ın dışında hiç kimsenin, hiçbir varlığın ortak olamayacağını, hiç kimsenin buna cüret edemeyeceğini; Allah'ın da bu yetkisini hiç ama hiç kimseye paylaştırmayacağını, kimseyi bu yetkisine ortak kılmayacağını büyük ekseriyet kabul etmemektedir. Halkın diliyle söyleyecek olursak, birileri allem ederek, kallem ederek; lafın altından girip üstünden çıkarak; hermenötik yaparak, türlü türlü 'deliller' açıklayarak, karşısındaki insanın tahsilini, Arapça bilip bilmediğini sorgulayarak, kısacası 'saf' zihinleri bulandırarak, birilerinin bir şekilde, Allah'ın affetme işinde yetki sahibi olduğunu ileri sürmektedirler.
Yukarıda değindiğimiz, Allah'ın sıfatlarına ortak kılınan 'kimi varlıklar' genellikle insanlardan seçilmektedir. Bunlar bazen de melek, cin, ağaç, taş, ırmak, yıldız gibi varlıklar olabilmektedir. Fakat bu tür tabiî varlıkların da yine bir şekilde insanla bağıntısının kurulduğuna dikkat edilmelidir.
Şirk kavramını daha da netleştirmeliyiz. Şirk, Allah'ın varlığına ve birliğine inanmakla ancak mümkün olabilir. Allah'a hiç inanmayan insanın şirk koştuğundan bahsedilemez. Bir ve tek Allah'ın varlığına inanmayan insan kimi, neye ortak kılmış olabilir ki? Kitabımız Kur'an, her ne kadar zaman zaman, yaratıcı bir tek Allah'ın varlığına inandırma sadedinde bazı işaretler/kanıtlar hatırlatıyorsa da, orada da aslında esas meselenin, bir ve tek olduğuna inanılan Allah'a neden şirk koşmadan, gereği gibi itaat edilmediğinin sorgulanması olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. Şirk Allah'ı inkâr etmekten farklıdır. İnkârda yok sayma vardır. Şirk ise, var saydığı Allah'ı, yaratılmış aciz varlıklara benzetmekte, otoritesini ve gücünü paylaştırmaktadır. Kimi insanları ilahi mertebeye çıkartmakta, onlara ilahlık makamından pay vermektedir.
Şimdi tekrar tevhidin ne olduğuna dönelim. Tevhid, Allah'a, sıfatları itibariyle hiçbir varlığı şerik tutmamaktır. Allah mülkün yegâne sahibidir. Bütün âlemlerle birlikte dünya üzerinde insanı da Allah yaratmıştır. Yarattığı insanı Allah başıboş salıvermemiştir. Niçin insan başıboş salıverilsin ki? Zaten o, bir amaç gereği yaratılmıştır. Yoksa saymakla bitirilemeyecek varlık çeşidi içinde, tek istisnâ olan insanı neden yaratsındı Allahu Teâlâ? Allah, yarattığı kâinata ve kâinatın içindeki her bir varlık türüne kendi iradesince bir nizam ve düzen belirlemiştir. Biraz farklı olmakla birlikte, insan için de belli bir yaşama düzeni belirlemiştir. Allah'ın insan için belirlediği yaşama düzeninin temel omurgasını akîde oluşturmaktadır. İnsan bu akîdeye bihakkın bağlı kalmakla yükümlüdür.
Allah yaratan, öldüren, rızık veren, insanın hayatı için gerekli olan her türlü fizikî, kimyevî, biyolojik vb. şartları sağlayan İlah'dır. Fakat Allah aynı zamanda kendisine tapılan, kulluk edilen, önünde secdeye varılan, kendisinden yardım dilenilen, haram ve helali belirleyen, kardeşliğin ve düşmanlığın sınırlarını çizen; savaşın ve barışın temel şartlarını tespit eden, saygının ve sevginin, nefretin ve buğzun ölçüsünü koyan; meşrûnun ve gayrı meşrûnun, iyinin ve kötünün, temizin ve pisin, güzelin ve çirkinin tanımını yapan Rabdir, İlah'dır. 'Lâ ilâhe illallah' düsturu aslında kendi bünyesinde, reel olarak beşer hayatında Allah'tan başka yığınlarca ilah olduğunu, ama bunların sanal olup, hiçbir ilahlık özelliği taşımadıkları anlamını, dolayısıyla insanın yanılgısını ihtiva etmektedir. Çünkü gerçek/yegâne ilah Allah'tır. Diğerleri, insanların uydurduğu sıradan isimlerdir ve bir sapmadır.
Allah'a gerçekten iman eden insan/lar, iyinin ve kötünün, güzelin ve çirkinin, haramın ve helalin, meşrunun ve gayrı meşrunun v.d. kriterlerini kesinlikle Allah'tan almak, Allah'a dayandırmak zorundadırlar. Yapacağı her işte, atacağı her adımda, girişeceği her yeni teşebbüste, üstleneceği her yeni görevde, uyuşacağı her andlaşmada, bağlı kalacağı her sözleşmede, yapacağı her alış-verişte "acaba Rabbim Allah ne der?" diye sormak, vereceği cevabı da kendisi için bağlayıcı hissetmek mecburiyetindedir. İşte o zaman 'tevhid' insan hayatında soyut bir kavram olmaktan çıkmış, yaşanılan, müşahhas bir hayat haline gelmiş, ete-kemiğe bürünmüş olacaktır. O zaman her mü'min, arzın sokaklarında, meydanlarında, kamusal ve kişisel bütün alanlarında Allah'ın ta'zim ve ta'ziz edildiğini hissedecek, Müslüman bir cemiyet içinde yaşadığının farkına varacaktır.
Günümüzde kendilerini İslam'a nisbet eden toplumlar nezdinde tevhidden bahsetmek kadar müşkil bir durum yoktur. Adı Müslüman olan toplumlarda tevhid birçok bakımdan ifsad edilmiştir. Din Allah'a değil, Allah'la beraber sair şeriklere has kılınmıştır. Şeklin ağır bastığı ve ciddi bir bedel gerektirmeyen durumlarda, Din Allah'a has kılınmakta, lakin akidede ve insanın canıyla malıyla fedakârlığını gösterecek, adamın adamlığını yansıtacak durumlarda şerikler, Allah mefhumunun hemen yanı başında hazır tutulmaktadır. Sanırsınız ki Din'i Allah'tan çok bu şerikler bilmektedirler. Sanırsınız ki insanı Allah değil, bu şerikler hesaba çekecektir. Sanırsınız ki Allah'ın bir kuldan razı olması, ensesi kalın bir şerikin rızasından geçmektedir.
Tevhidi ifsad edici bu şerikleştirmeler, peygamberler tarihi boyunca, küçük biçimsel farklılıklara rağmen, öz olarak aynen süregelmektedir. Son Peygamber'den (sav) günümüze kadar da aynı değişmezlik devam etmektedir.
İnsanlar tevhid akidesinin önüne, ilkin kendi zihinlerindeki 'Peygamber' tasavvurunu yerleştirmek suretiyle ifsada girişmektedirler. Arkasından ve bundan daha kuvvetli olarak, azizlerini, ermişlerini, 'evliyâ'larını, haham ve rahiplerini, kısacası din ulularını tablodaki yerlerine yerleştirmektedirler. Bundan sonra sıra ırk, vatan, milli lider, milli şef, ebedî kurtarıcı, milli marş, milli birlik ve bölünmez bütünlük gibi seküler içerikle şeriklerin itina ile ikamesine gelmektedir.
Türk toplumunda, eski kabile toplumlarında olduğu gibi, atalar kültü çok güçlüdür. Ataların gittiği yolun kutsallığını tartışma hakkı kimseye tanınmamaktadır. Hâlbuki tevhid akidesinin gerektirdiği iş son derece basittir: Ataların din anlayışı Kur'an süzgecinden geçirilecek, uymayan geleneksel tortular kaldırılıp atılacaktır. Atalar değil Kur'an doğru bilginin kaynağıdır. Ölmüş atalar, miras olarak eğer bir şer bırakmışlarsa, onların şimdiki evlatlarını da saptırmaktan başka 'hayırları' olmayacaktır. Yok, eğer salih bir amel, bir sadaka-i cariye ve hayırlı bir çığır bırakmışlarsa, bunu işlemek hem kendilerine ecir vermiştir, hem de evlatları ecir kazanacaktır.
Bütün bu fetişleştirmeleri Kur'an'ın bir tek ayeti pek güzel vuzuha kavuşturmaktadır. Şöyle diyor söz konusu ayet: "Allah'ın boyası… Allah'dan daha güzel boyası olan kimdir? Biz işte O'na ibadet edenleriz." (2/Bakara, 138).
Burada 'boya' (sıbğa) bir istiaredir ve gerçek anlamda boyadan bahsetmemektedir. Allah'ın boyası, Allah'ın Din olarak vaz ettiği nizamın temel taşlarıdır. Allah'a iman eden her mü'min, biyolojik rengi, şekli, ırkı, vatanı ve cinsiyeti ne olursa olsun, Allah'ın boyası ile boyanmakta, yani tek bir Din'i benimsemiş olmaktadır. Tevhid akidesi tamamen beyazdır; şirk ise tamamen siyahtır. Tevhidin siyahı olmadığı gibi, şirkin de beyazı yoktur. Tevhid ve şirk karışırsa grileşir ve fakat o aslında siyahtır.
Bugün ve gelecekte biz Müslümanlar için en büyük sorun, tevhid-şirk ayrımıdır. Bu, geçmişte de böyleydi. Pek çok insan, Peygamberimiz Muhammed (sav) zamanında bu işin çok kolay olduğunu, günümüzde ise çetrefil hale geldiğini zannetmektedir. Hâlbuki tevhid-şirk ayrımı o gün de zordu, zira o günkü insanlar da Allah'ın bir ve tek olduğuna inanıyorlardı. Fakat o gün tevhid-şirk ayrımını kolaylaştıran, Muhammed (sav)in nebevî cehdi idi. Peygamber, gerçek bir mü'min ve Müslüman olarak dimdik ayakta kaldığı, granit kaya gibi hiç sarsılmadığı için, tevhidin ve şirkin görüntüsü çok net olmuştu. Bugün şikâyet ettiğimiz bulanıklık, nebevî duruşu sergileyemeyen bizlerin zaafından kaynaklanmaktadır. Tevhid kadar hiçbir mesele Müslümanların öncelikli meselesi olamaz. Şirk kadar hiçbir mesele de Müslümanlar için ölümcül olamaz. Çünkü Müslümanlar tevhidle her şeyin en sahihini elde edebilirler; şirk ise her şeyi ifsat etmeye yeterlidir.
İslam akîdesi insanlar nazarında netleşip, nebîlerin dilindeki sâfiyetine kavuştukça, Samirîler de çabalarını artırıp, akideyi sulandırmaya daha bir özen göstermektedirler. Bu söylemler, hikâyedeki "ver imanını, vereyim suyu" pazarlığı ile yaklaşan şeytanın acımasızlığını andırmaktadır. Şeytanın hilelerini ise, gerekli ilahî teçhizatı kuşanmadan basite almak, akıl kârı değildir.
Biçimsel olarak hergün aynı kıbleye yönelen, aynı Allah'a, aynı sözcüklerle birlikte ibadet eden insanlar ne yazık ki, aynı tevhid çizgisi üzerinde bulun/a/mıyorlar. Bunun için de ortak bir fikir geliştiremiyor, ortak eylemler yapamıyorlar. Aynı Allah’a inandıklarını, aynı kıbleye yöneldiklerini, aynı Peygamber'e ümmet olduklarını söyleyen mü'minlerin, "innemel mü'minûne ıhvetun" ayetinin tahakkuku için çalışmaları, en önemli vazifeleridir.
Günümüz Müslümanları bir taraftan geleneksel bağlarla, diğer taraftan da modern batı felsefesinin dayattığı çağdaş ideolojik kirliliklerle kuşatılmıştır. Tabi ki bu iki boyutlu kıskaçtan kurtulmak kolaydır ve hatta bu 'kurtuluş' mü'minler için ibadettir. Kulluğun, mü'min ve Müslim olmanın hülasâsı budur. Türkiye'de her siyasî buhran, Müslümanları, müşrik paradigmaya -ne yazık ki- biraz daha yaklaştırmaktadır. Az bir pahaya, çok bir değerin satılması ne büyük bir kayıptır. Müslümanlar bilirler ki, sel suyunun üstündeki curufât gider, berrak tertemiz su bakî kalır. Hayatımız ancak, kendisinden başka ilah olmayan Allah’a tam teslim olunca güzeldir.