10-01-2008 11:20

Hicri yılbaşı ve Osmanlı asırlarında yılbaşı kutlamaları

Önce Osmanlı Devleti’nde kullanılan takvimlerden kısaca bahsedeyim: Osmanlı Devleti’nde resmi olarak iki çeşit takvim kullanılırdı… Bunlardan biri, Peygamber Efendimiz’in Mekke’den Medine’ye hicretini “sıfır noktası” olarak kabul eden “Hicri Takvim”, ikincisi “Rumî Takvim”di.

Hicri yılbaşı ve Osmanlı asırlarında yılbaşı kutlamaları

Yavuz BAHADIROĞLU / Vakit
 
Adnan Kondak ve Ruhan Soylu başta olmak üzere çok sayıda okurum merak etmiş. Osmanlı asırlarında Hicri yılbaşını ve yılbaşı kutlamalarını soruyorlar.

Önce Osmanlı Devleti’nde kullanılan takvimlerden kısaca bahsedeyim: Osmanlı Devleti’nde resmi olarak iki çeşit takvim kullanılırdı… 
   
Bunlardan biri, Peygamber Efendimiz’in Mekke’den Medine’ye hicretini “sıfır noktası” olarak kabul eden “Hicri Takvim”, ikincisi “Rumî Takvim”di. (Bu takvim sadece Hicrî takvimin özelliğinden ortaya çıkan on günlük farkı yok etmek amacıyla yalnız mali işler için kullanılıyordu. Maaş ve ücretler bu takvime göre ödeniyordu)

Hicri takvimde yeni yıl Muharrem ayıyla başlardı (Bugün başladı, mübarek olsun).

Osmanlı Devleti’nin Müslüman vatandaşları Muharrem ayına genelde oruçlu girer, zenginler fakirlere sadaka dağıtır, hayır-hasenat yapılır, Kur’an ve mevlit okutulurdu.

Alevi Müslümanlar ise, Muharrem’in birinden başlayarak 13’üne kadar oruç tutmaya çalışır, Muharremin onunda Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesi dolayısıyla mateme girerlerdi.

Kısacası, Alevi ve Sünni tüm Müslüman teb’a (vatandaş), Muharrem’i başından sonuna kadar dolu dolu yaşamaya çalışır, hayırda yarışırlardı.

Saraya gelince: Muharrem’in birinci günü saray protokolünde yeri olanlar Yıldız Sarayı’na gider, yüz yüze gelmeden, padişaha yeni yıl münasebetiyle iyi dileklerini sunarlardı.

Yazar Refik Halit Karay anlatıyor: “Bir defa babam beni de önüne katıp götürmüştü. Geniş bir pavyona (salona) girdik, içi tebrike gelen çoğu sakallı, pek azı matruş (sakalsız bıyıksız) yüzlü fakat belirgin bıyıklı insanlarla dolu. Herkes bekleme halinde… Yan taraftan bir kapı açıldı, redingotlu üç efendi göründü. Arkalarında bir kaç kişi daha. Bu sonuncuların ellerinde ufacık torbacıklar var…

“İlk giren üç efendiden biri dolgun vücutlu. Bir noktaya daha dikkat edivermişim: Sırtındaki redingotun içi kürkle kaplı, kenarından görünüyor. O zat konuşmadı; yanındaki zayıf ve silik adam ise bir şeyler mırıldandı. Galiba Hünkârın (Padişahın) selâm ve teşekkürünü tebliğ etmişti. Kalabalık uğuldadı. Derken torbalar açıldı. Yaklaşana çil çil birer çeyrek altın dağıtılıyordu.

“Dolgun zat Başmabeyinci Hacı Ali Paşa imiş, zayıfı da adıyla, sanıyla Arap İzzet Paşa. Resmî ünvanı ‘Karîni Sanîi Hazreti Padişahî’ idi.” (Refik Halit Karay, Eski ve Yeni Yılbaşı, Panorama, C.1, No: 9)

Ama tabii Osmanlı Devleti’nin vatandaşları Müslümanlardan ibaret değildi. Osmanlı Devleti’nin çok sayıda Musevi ve Hıristiyan vatandaşları da vardı.

Hıristiyanlar Milâdi takvime göre yılbaşı kutlaması yapar, kimse onlara karışmaz, kimse yan gözle bakmaz, kem söz söylemezdi. İnançlarını ve geleneklerini özgürce yaşarlardı.

Hasene Ilgaz o günlere (1920’ler) ilişkin yılbaşı gözlemlerini şöyle anlatıyor:

“Bizim neşelendiğimiz, sevindiğimiz günler, dinî bayramlardı. Bizim için yılbaşı diye bir olay yoktu. Yalnız, yılbaşının yaklaştığını, bizden olmayan dostlarımızın, ekalliyetlerin (azınlıkların), yılbaşı için yaptığı hazırlıklardan ve evimize gönderilen hediyelerden anlardık. Kabukları renk renk boyanmış yumurtalar, yılbaşı çörekleri, kokular, lavanta çiçekleri, bu gönderilen hediyeler arasındaydı. Bu hediyeleri, 'bizim bayramımız' diyerek getirirlerdi. Biz de onlara lokum, yılbaşı tatlısı, gelincik şerbeti gibi ikramlarda bulunurduk.” (Yılbaşı, İthal Malı Eğlence).

Osmanlı’nın Milâdî yılbaşına gösterdiği ilk ilgi, 1829’lara kadar gider. O yılbaşı, İstanbul'daki İngiliz elçisi, Haliç'te bulunan bir gemide büyük bir balo verir. Baloya Osmanlı devlet adamları da çağrılıdır. Davetliler yatsı namazını Tersane Divanhanesi'nde kıldıktan sonra, sandallarla gemiye giderler…

Ertesi gün Kazasker Bey, Serasker Hüsrev Paşa’ya, katıldığı balonun ne menem bir şey olduğunu sorduğunda, şu cevabı alır:

“Az vakitte çok hazırlık yapmışlar. Biz baloda yapılanları bir ayda düzenleyemeyiz. Gerçi kâfir işi, fakat ne çare, devletçe bir şey oldu, katılmak lüzum etti. Kaşık çatal gibi mekruh şeyler bile vardı.” (İkincikânun Niçin ve Nasıl Yılbaşı Olmuştur? Yarımay, 46, 1 Ocak 1937).

Refik Halid Karay, İstanbul'un işgal yıllarında işgal kuvvetleri komutanları tarafından yılbaşında düzenlenen eğlencelere “frenk yılbaşısı” damgasını vuruyor ve gözlemlerini şöyle aktarıyor:

“Mütareke yılbaşlarına kadar bizler saat alafranga on ikiyi çalarken ışıkların söndürülmesi düzenbazlığını bilmezdik; limandaki vapurların da bu merasime düdük çalarak katılmalarını yine o işgal senelerinde öğrenmiştik…

Tarihe mim koymamız lâzım. Zira şehrin anane ve adetleri o yıldan itibaren sarsılmış, Haliç'in öte yakasındaki Müslüman İstanbul, yine bu tarihte Beyoğlu'na ayak alıştırmış ve nihayet Beyoğlu tarafına göç etmeye başlamıştır. Şişli'nin kesif şekilde Müslümanlaşması da bundan sonradır.” (Eski ve Yeni Yılbaşı Geceleri, Panorama, C.1, No.9)

Hicri yeni yılınız tekrar mübarek olsun, dostlarım.
 

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !