Hikmet Sarı: Cenazelerde oruç ayeti okunuyor!
Venhar Kuran Evi Cumartesi Sohbetlerinde Bu Hafta Hikmet Sarı; Kuranı Niçin Okumalıyız Adlı Sohbet Yaptı.
Kur’an’a gösterilebilecek en büyük saygı Kur’an’ı anlamaktır. Ama Türkiye’de çok okunduğu halde en çok anlaşılmayan tek kitap Kur’an’dır diyebiliriz belki.
Kur’an hayattan“kovulup”sadece ölülere ve hastalara okunan bir kitap haline geldi. Yada sadece cin çarptı denilen kişilere okunur hale geldi. (Zaten Kur’an’ı okuyup anlasaydı cin de şeytanda çok etki etmezdi)
Kur’an’ı ölülerin kitabı haline getirdik yaşayanlara fayda vermedi. Halbuki Allah (cc) ayette buyuruyor ki:
“Biz Peygambere şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. Diri olanları uyarsın ve kafirler cezayı hak etsinler diye”(Yasin 69-70)
Yasin suresini en fazla ölülerin ruhuna okuruz. Halbuki ayette de gördüğümüz gibi “Kur’an diri olanları uyarsın diye apaçık bir kitaptır” diyor. Bu nedenle Kur’an’ı anlayıp en fazla dirilere ulaştırmamız gerekiyor.
Mehmet Akif ne güzel söylemiş:
İbret olmaz bize her gün okuruz ezber de
Yoksa hiç mana aramaz mı bu ayetlerde
Lafzı muhkem yalnız anlaşılan Kur’an’ın
Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mananın
Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an şunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için.
Aliya İzzet Begoviç diyor ki: “Kur’an edebiyat değil, hayattır” Aliya İzzet Begoviç’in de ifade ettiği gibi hayat sunan Kur’an’ı anlamak gerekli.
Kur’an “sadece” sevap kazanmak için Arapçası okunur hale geldi. Anlam ise arka plana atıldı. Hayattan çıkarıldı.
ANAR kamuoyu araştırma şirketinin yaptığı 12 ilde 2.224 kişinin katıldığı ankette, araştırmaya katılanların %94’ünün evinde Kur’an bulunduğu, %78. 3’ünün evinde Türkçe mealli Kur’an olduğu ortaya çıktı. (Anlaşılan herkesin evinde Kur’an var)
Araştırmada sorulan “Kur’an’ı Kerimin mealini ne zaman okursunuz? ” sorusuna:
%52. 8’i fırsat buldukça,
%25’i çok seyrek okurum,
%17. 9’u mübarek gecelerde derken,
sadece %5’i düzenli olarak okuduğunu ifade etti.
Kur’an’ı bir hukuk devletinin uyması gerekli olan bir kitap olarak görmeye bırakın birey olarak anlamış ve hayatımıza geçirmiş değiliz ki. Hz. Ömer diyor ki: “Birinin Kur’an’ı tilavet etmesi sizi aldatmasın. O dilimizdeki bir sözdür. Asıl siz Kur’an’ı kim hayatına koyuyor ona bakın. ” Hz Ömer reçeteyi nasıl kullanacağımızı bize gösteriyor. O zaman 40 defa Yasin suresinin Arapçasını okuyup 1 kez anlayacağımıza, 40 kez anlayıp bir kez Arapçasını okuyalım.
Kur’an rafların süsü haline gelmiş. Aydan aya rafları düzeltirken tozunu aldığımız bir kitap.
Çocuklar el süremez. Ellerine alırlarsa “cıs cıs dokunma çarpılacaksın yavrum! Cıs çocuğum cıs yavrum!” muamelesi yapılıyor. Çocuk da hep Kur’an’a dokunup açarsa çarpılma psikolojisi ile yetişiyor. Halbuki bu şeytana yardımcı olmaktan başka bir şey değildir.
Abdestsiz el sürmezsin. Daima göbeğinin üstünde tutmalısın. Büyük ve yüksek raflarda saklamalısın. Ama asla anlamamalısın. Bu kağıdı kutsallaştırmaktır. Halbuki anlamı kutsallaştırmadan kağıdı kutsallaştırmak bir fayda vermez. Bu bir çok alimin görüşüyle sabittir. Anlatmak istediğimiz kağıdın aşırı derecede kutsallaştırılıp anlamın hayattan kovulmasıdır. Bu yüzden kağıda gösterilen saygıdan anlama gösterilen saygıya geçilmeli diyoruz.
Kur’an “Yahudi ve Hristiyanların” zulmüne ve şirkine daima karşı çıkar ve uyarır. Mesela:
“Ey iman edenler Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudur. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardan olur” (Maide 51)
“Sen onların dinine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da senden hoşnut olmazlar” (Bakara 120)
Kur’an böyle demesine rağmen, özellikle ülkemizde ve İslam ülkelerinde, Yahudi ve Hristiyanlar hem zihnimize hem de maddi hayatımıza hâkim olmuşlar. Ekonomi, eğitim, siyaset, karar verme mekanizması ve bir çok şeyi ellerine geçirmişler. Eğer Kur’an’ı gerçekten anlayarak okusaydık bu olmazdı. Ama Kur’an’ı anlamıyoruz. Arapçasını okumakla yetiniyoruz. Demek ki Kur’an anlamını bilmeden dinlediğimiz“İngilizce şarkı” gibi olmuş. Kur’an’ın da ne dediğini anlamıyoruz sürekli Arapçasıyla yetiniyoruz. Anlayarak oku dediğimizde birçok insanın bahanesi hazır: “Herkesin anlaması zordur. Onu sadece alimler anlar. Hem Kur’an’ın şifresi var. Şifreleri daha çözülmüş değil. Şifreli bir kitap bu. ” Kur’an’ı şifreli bir kitap yaptılar. Halbuki Kur’an’ın mesajı apaçık. Aslında insanların beyinleri Şeytani sistemler tarafından şifrelenmiş. Kur’an o şifreyi çözüp insanı özgürleştirmeye çalışıyor. Kur’an şeytani sistemlerin şifrelerini kırıyor. Çünkü vahyin temel özelliği budur. Firavunların, Ebu Cehillerin, Ebu Leheblerin ve Nemrutların düzenlerini yıkar, şifrelerini kırar.
Unutmayalım ki, Ebu Lehebler, Ebu Cehiller Kur’an’ın getirdiği mesajı çok iyi anladıkları için Peygamberimize ve Müslümanlara savaş açtılar. Evet onlar Kur’an’ı tevhidi kabul etmekle neyi kaybedip neyi kaybetmeyeceklerini çok iyi biliyorlardı. Belki de bizler onlar kadar anlamış değiliz. Küfür cephesi olarak Ebu Cehil ve Ebu Leheb Kur’an’ın getirdiği mesajı çok iyi anladıkları için tüm güçlerini Müslümanlara zulmetmek için kullanıyorlardı. Bizler ise Kur’an’ı ve tevhidi iyi anlamadığımız için modern küfre karşı savaş veremiyoruz.
Tevhidi Firavun kadar da anlayamadığımızı düşünüyorum. O tevhidi kabul ederse neleri kabul edip neleri kabul etmeyeceğini ve başına neler gelebileceğini çok iyi biliyordu. Dahası tevhidi kabul ettiği anda neyin altına imza atacağını çok iyi biliyordu. Bizler Kur’an’a iman etmekle, tevhidi kabul etmekle nelerin altına imza attığımızı biliyor muyuz toplum olarak?
Firavunlar, Nemrutlar ve Ebu Leheblerin, gerek Kur’an gerekse diğer Peygamberlere gelen vahiyler karşısında küfürleri zalimlikleri daha da arttı ve şunları dediler: “Ey büyük atalarımız ve ilahlarımız! Açtığınız yolda gösterdiğiniz hedefe durmadan yürüyeceğimize and içeriz. Varlığımız siz putlarımıza ve ilahlarımıza armağan olsun. Ne mutlu atalarımızın dinindeniz diyenlere!” dediler ve var güçleriyle Müslümanları ezip yok etmek için uğraştılar.
Bizler Müslüman olarak Kur’an’ı ve tevhidi iyice anlayıp hayatımıza geçirdiğimizde şunları dememiz gerekiyor: “Ey büyük Allah’ım! Açtığın yolda gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime and içerim. Varlığım İslam’ın ve Kur’an’ın varlığına armağan olsun. Ne mutlu Müslümanım diyene!”
Evet toplum olarak Kur’an’ın vermek istediği mesajı anlamadığımız için bu tavrı koyamadık. Ve bu tavrın gerekliliklerini yerine getiremedik. Toplumumuzda böyle bir zihin oluşmadı.
Bu yüzden dünyada “özne” konumundan çıkıp “nesne” konumuna düştük. Nesne olmak ise zilleti kabul etmek ve zillet altında yaşamaktı. Ama Kur’an bir çok yerde bizleri düşündürmek için sık sık soruyor:
“Hala düşünmez misiniz? ” (Casiye 23)
“Artık düşünmez misiniz? (Secde 4)
“Hiç akletmiyor musunuz? (Yunus 16)
“Artık akıllanmayacak mısınız? (Bakara 44)
“Artık akletmez misiniz? (anlamaz mısınız? ) (Kasas 60)
Küfrün ve cehaletin, hakikati anlamamamız için beyinlerimize koyduğu şifreler düşünmemizi engelliyor. Allah(cc) ise ayetlerde bir çok deliller ve hakikatler anlattıktan sonra ısrarla “Düşünmez misiniz? Akletmezmisiniz? ” diyor.
Hasan Basri diyor ki. “Allah’a yemin ederim Kur’an’dan daha üstün bir zenginlik olmadığı gibi, Kur’an’dan mahrum olmaktan daha büyük bir fakirlik yoktur”
Katları, yatları, lüks arabaları ve bankalarda milyonlarca dolarları bulunup ama Kur’an’dan mahrum kalanlar meğer çok fakirmiş.
Üniversite okuyan, kariyer hayalleri olan, çok para kazanıp rahat hayat sürme derdinde olan ama Kur’an’dan mahrum kalan bir genç meğer ne de fakirmiş.
Ekonomisi kalkınan ülkenin Kur’an’ı anlamayan insanları meğer fakir fukaraymış.
Fakir bir ailede doğan, fakir bir evde yaşayan, fakir bir semtin fakir sokaklarında yaşayan, fakir bir düzenin, fakir eğitim sistemlerinde okuyup, fakir bir iş hayatı yaşayan, fakir bir ülkenin en fakir meçhulleriymişiz meğer. Allah(cc) fakir fukarayı doyurmayı bizlere nasip etsin. Allah bizlerin zenginliğini de artırsın.
Başı ağrıyan bir hastaya doktor reçetesine Aspirin hapını yazsa, hasta hapı içmeyip bir saat boyunca “Aspirin Aspirin” diye tekrarlasa ağrısı geçmez. O hapı atması gerekir. Hatta bir kanser hastasına doktor reçete yazsa, hasta o reçeteyi alıp evinin en güzel yerine assa arada tozunu alsa, ağrıları arttığında sadece reçeteyi alıp okusa hastalığı da iyileşmez, ağrıları da geçmez. Ancak reçetede yazılan hapları alıp zamanında kullanmalı ki ağrıları geçsin hastalığı iyileşsin.
Allah(cc) bize Kur’an adında bir reçete yazmış. O reçeteyi iyice okuyup anlayıp hayatımıza geçirelim diye. Ama Kur’an’ı alıp evimizin duvarına asıp, raflara koyup tozunu alıyoruz. Arapçasını okuyup anlamından verdiği mesajdan habersiziz. Bu yüzden birey ve toplum olarak Kur’an hiç bir şeyimizi çözmüyor. Çünkü reçeteyi uygulamaktan uzağız. Allah (cc) bize yazdığı bu reçeteyi anlayıp uygulamadığımız sürece göbeğimizin üstünde tutsak neye yarar. Her gün öpüp alnımıza koysak neye yarar. Hasan El-Benna Risaleler kitabının 465. sayfasında ümmetin içine düştüğü gafleti şöyle ifade ediyor : “Kur’an’ın hükümlerini tatbik etmek Müslümanların hayır ve saadetlerini gerçekleştirebilecek olan şeydir. Fakat onlar buna kulak vermemektedirler. Bütün bunlardan sonra, Kur’an’ı Kerim’i hastalık için bir muska, toplantı yerleri için bir süs, düğün yerlerinde bir eğlence vesilesi, matem yerlerinde bir hüzün vesilesi şeklinde görmüşlerdir. Kur’an’ı Kerim geçmişte namazların süsü iken şimdi eğlencelerin süsü haline gelmiş. Önceleri mahkemelerde adaletin ölçüsü iken günümüzde düğün yerlerinin eğlence vesilesi haline gelmiş. Önceleri vaaz ve hutbelerde ilk sıradayken günümüzde büyücü ve muskacıların baş tacı haline gelmiş. Kur’an’a olan yaklaşımımız olsa da olur olmasa da olur şekline dönüştürmüş.”
Muhammed İkbal diyor ki: “Bir insan Kur’an’ı okurken ilk defa kendisine indiriliyormuş gibi ve Kur’an’ın muhatabı sadece kendisiymiş gibi okumalı.” Ancak böyle okunursa kurtuluş reçetemiz bize fayda verir.
Her Ramazan ayında hatimler indirilir. 30 kadın bir evde toplanıp 30 günde hatim indirir. Ve ya her yerde birey veya toplum olarak hatimler indirilir. Evet bu çok güzel. Çok güzel olduğu kadar “çok tehlikeli” bir iş. Çünkü hiç anlaşılmadan indiriliyor hatimler. Daha da önemlisi Kur’an ahrette şöyle bir şikayette bulunsa halimiz nice olur. Kur’an’ın şikayeti:
“Ya Rabbi bu kulların beni çok okudular. Her ramazan hatmimi indirdiler. Hatim için programlar düzenlediler. Her Cuma bir evde toplanıp 40 kez Yasin okudular. AMA BENİ HİÇ ANLAMADILAR. YA RABBİ BU KULLARINDAN ŞİKAYETÇİYİM. Ne onlar beni anladı ne de ben onları.” Kur’an’ın bu şikayeti yapmaya hakkı var. Çünkü Kur’an’a gösterilebilecek en büyük saygı onu anlamaktır. İnsanlar bizi anlamadığı zaman çok kızıyoruz ve değer vermiyoruz insanlara. Bizim söylediğimiz lafı anlamadıkları zaman kızıyoruz. Ya Kur’an… Kur’an’ı hiç anlamıyoruz. Anlamak için çaba bile göstermiyoruz. Ufak bir meal tefsir bile okumaktan toplum olarak uzağız. Kur’an bize kızmıyor mu sanıyoruz. Yine Muhammed İkbal diyor ki: “Kur’an’ın manası senin kalbine yeniden nazil olmuyorsa ne Razi’nin tefsiri, ne de Zamahşeri’nin Keşşaf’ı senin dertlerine çare bulmaz.”
Almanya’da yaşayan çok sevdiğimiz bir dostumuzdan Almanca bir mektup gelse. Onu hemen Türkçeye çevirttirir ve dostumuzun bize neler yazdığını hemen öğrenmek isteriz. Anlamak isteriz. Ama alemlerin Rabbi olan, görüp görmediğimiz her şeyi bize veren Allah’ın(cc) bize gönderdiği “kurtuluş mektubu” olan Kur’an’ı anlamak için çaba harcamayız. Acaba ne diyor Rabbimiz bize. O bizim sahibimiz. Ne diyor bize diye hiç mi merak etmeyiz.
Kur’an bir sınav kitabı. Ancak kitaba çalışıp görevini yapanlar sınavı geçebilir ve Allah’ın rızasını kazanarak cennete yerleşir. SBS, ÖSS ve KPSS’yi kazanmak için yığınlarca konu anlatımlı kitaplar bitirip, soru bankaları çözüyorlar. Amaç bir sınavı kazanmak için. SBS’ye giren iyi bir lise kazanmak için yığınlarca kitap bitirip soru çözüyor. ÖSS’ye giren iyi bir üniversite kazanıp iyi bir bölüm okumak için “konu anlatımlı” setler bitiriyor, dersanelerin yolunu aşındırıyor. KPSS’ye girenler(girenlere Allah yardım etsin sağlığa zararlı) iyi bir iş bulmak ve atanmak için vaktini konu anlatımlı setlerle ve dershanelerle geçiriyor. Bu arada yaşı 25-30’a geliyor. SBS’den KPSS’ye kadar konu anlatımlı setler bitiriyor, soru bankaları çözüyor, dershanelerin yollarını aşındırıyor ama Kur’an’ı anlamak için küçük bir tefsir , küçük bir meal bile okuyamıyor. Halbuki Kur’an’ı Kerim “AHS” (Ahirete Hazırlık Sınavı) için çalışılması, anlanması ve uygulanması gereken en mühim konu anlatımlı kitap. Hatta geçmişte çıkmış çözümlü soruların da bulunduğu bir sınav kitabı. Geçmiş kavimlere çıkan sorular bize bildirilmiş. Ad, Semud, Hz. İbrahim’in kavmi, Hz. Musa’nın kavmi, Hz. Salih’in kavmi, Lut kavmi. Bir çoğu sınavı (imtihanı) geçemedi ve kaybedenlerden oldu. Sınav belli, sınava çalışılacak kitap belli. Sorular belli, cevaplar belli. Hatta dedikleri gibi, “öyle bir sınavdayız ki kitabı açıp kopya çekmek serbest. ”
Çocuğunu SBS, ÖSS, KPSS’ye çalışması için zorlayan ve çabalayan anne babalar acaba çocuklarını Kur’an’ı anlayıp hayatlarına hakim kılmak için zorlayıp çabalıyorlar mı? “AHS’yi” (Ahrete Hazırlık Sınavı)kazanmaları için çocuklarını haftalık bir tefsir dersine götürüyorlar mı?
Çocuklarına bir meal okutuyorlar mı? Yoksa çocuklar küçük yaşta sadece SBS, ÖSS, SS, SS, SS’ler içinde boğulup gidiyor mu? Peki sizin çocuğunuz hangi SS’ler içinde kaybolup gidiyor?
Çocuklarımızın öğretmen olarak iyi bir yere atanması, yerleşmesi için uğraştığımız kadar cennette de en üst makamlara kadar atanması için uğraşıyor muyuz? Mesela bizim çocuklarımız Allah’ın izniyle Kur’an’ı iyi anlayıp Uhud’da şehit düşerek Firdevs cennetine yerleşmiş Musab(ra) olabilirler mi? Ya da oturduğumuz evin arka sokaklarından bir evde neden bir, Şeyh Şamil, Ahmet Yasin çıkmıyor.
Ya da bizim çocuklarımız en basitinden Kâfirun, İhlas, Fatiha, Maun, Fil, Tebbet, Asır, Münafikun ve Tevbe surelerinin tefsirini ne zaman okuyacaklar ve dinleyecekler? Ya da Kur’an’da Münafikun diye bir surenin olduklarından haberdarlar mı?
Ya da yıllardır matematik dersinde X’in değerini arayıp duran çocuklarımız ne zaman Bakara suresinin mealini okuyup ve anlayıp küfrün zulmünü ve psikolojisini anlayacaklar. Kur’an’ı anlamaları için X’in değerini bulmak için ayırdıkları vaktin sadece yüzde onunu ayırmaları yeterli. İnanın yeterli. Ya da Kur’anX’ten daha mı değersiz ki X’in değerini bulmak için uğraşıldığı kadar Kur’an’ın değerini anlamak için uğraşılmıyor? Bu soru biraz da eğitim sistemine sorulsa daha iyi olur. Zaten bir zaman sonra çocuklarımız da X olup çıkıyor, kayboluyorlar. Bul bulabilirsen artık.
Münafık ve kafirlere karşı olan tavrımızı Kur’an belirlemiyor. BM’nin kriterleri belirliyor. G20’ler belirliyor. Küresel kriterler belirliyor. NATO nereye isterse oraya saldırıyoruz. Kişisel ve toplumsal konulardaki seçimlerimizi medya belirliyor. Ama asla Bakara suresi, Tevbe suresi belirlemiyor. Olaylara kişilere Kur’an’ın bak dediği yerden bakamıyoruz. Vahyin penceresinden bakamıyoruz. Televizyon ekranlarından bakıyoruz. Bizim okuduğumuz Kur’an İslam dünyası için bir tehlike arz etmiyor. Bir Bakara suresini anlamadan okuyoruz. Halbuki Kur’an’ın “OKU” emri anlamak için oku demektir. Kur’an’ı ezberle ama hayatına ve toplumuna hakim kılmak için ezberle. Yoksa Yahudilerin Tevrat’a yaptıkları muamelenin bir benzerinin yapmış oluyoruz. Allah(cc) Cuma suresi 5. ayette şöyle buyuruyor:
“Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumu ‘sırtına kitap yükletilmiş merkeplerin’ durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kimselerin durumu ne kötüdür. Allah zalimleri doğru yola eriştirmez”
Acaba bizlerde Kur’an’ı ezberleyerek, çokça hatim indirerek ama anlamadığımız için anlamak için çaba göstermediğimiz için Kur’an’ın gereğini yapmayarak Yahudilerin durumuna düşmüş olmuyor muyuz? Zaten kitap yüklü merkep de tam olarak bu olsa gerek. Çünkü eşeğin sırtına bir şeyi yüklersiniz ve taşır. Neyi taşıdığını asla bilmez. Bizler de Kur’an’ın sürekli hatmini indirip, Kur’an’ı rafların içinde koruyup, göbek üstünde taşıyıp ama o Kur’an’ı anlayıp hayatımıza geçirmesek sırtında neyi taşıdığını bilmeyen eşekler gibi oluruz Allah korusun.
Rabbimiz bir başka ayette buyuruyor ki:
“De ki: Hak geldi batıl zail oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkumdur” (İsra 81)
Bu ayeti çoğumuz bilir. Ama bu ayeti okuyup söylediğimizde arkasından hemen şu soruyu sormalıyız ki hakkı ortaya koymuş olalım: Biz Kur’an’ı anlayıp uygulayarak hakkı ne kadar ortaya koyduk ki batıl zail olacak? Soru zor, soru çetin, sorunun cevabı bedel istiyor. Sorunun cevabı: Musab b. Ümeyr’dir, Hz. Hamza’dır, Hz. Ömer’dir, Hz. Ali’dir, Hz. Hatice’dir…
Bu sorunun cevabı: Şeyh Ahmet Yasin’dir, Şeyh Said’dir, , Şeyh Şamil’dir, Süleyman Hilmi Tunahan’dır, Hasan el Benna’dır, , Ercüment Özkanlardır, Abdulkadir Mollalardır,Seyyid Kutublardır
Günde kıldığımız 5 vakit namazda FATİHA suresini 40 kez tekrarlıyoruz. Acaba Allah (cc) bize Fatiha suresini günde 40 defa neden tekrarlattırıyor. Hiç düşündük mü? Beş vakit namazda günde 40 kez “Ancak sana ibadet eder ancak senden yardım dileriz”(Fatiha 5) diyoruz. Hem günde 40 defa bunu tekrarlayıp hem de ibadet edip yardım istediğimiz başka ilahlar mı var hayatımızda. Paraya mı ibadet ediyoruz? Mal kazanma hırsına mı? Kariyer putuna mı tapıyoruz? Moda putu bizim yaşamımızda da var mı? Yoksa bizler de Amerika her şeyi görüyor, her şeyi ayarlıyor, her şeyi duyuyor, her şeye müdahale edip yok edebilir, kimse ona karşı koyamaz, büyük yıkılmaz güç diyenlerden miyiz? Haşa bizler de Allah’ın(cc) sıfatlarını Amerika’ya yakıştıranlardan mıyız? Ya da Amerika’nın dostu olup başımız sıkıştıkça yardıma Amerika’yı mı çağırıyoruz? Asıl sorumuza tekrar dönelim o zaman. Namazda günde 40 kez Fatiha suresini niye okuyoruz? Aslında Fatiha’yı günde 40 kez okurken derin manalarını iyice anlayıp kendimize günde 40 kez format atmış olmamız lazım. Çünkü gün içinde sürekli zehirli çökertici virüslerin saldırısına uğruyoruz.
Peygamberimiz buyuruyor ki: “Beni Hud suresi yaşlandırdı. ” Niye diye sorduklarında ise Peygamberimiz: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”(Hud 112) ayetini söylemiş. Çok sorumluluk sahibi olmayı isteyen bir ayet olduğunu ifade etmek istemiştir. Peki bizleri yaşlandıran bir sure veya ayet var mı? Sorgulamamız gereken tam da bu olsa gerek.
Kur’an aramızda ve çağlara ışık tutmakta. ”Bu kendisinde şüphe olmayan bir kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. ”(Bakara 2) Kur’an kurtuluşun yolunu gösteriyor.
Kur’an diyor ki:“Var mı beni anlayıp kurtuluşa erecek olan! Doğru yolu bulacak olan…”
Bu yüzden diyoruz ki: “Muhtaç olduğun kudret Kur’an’ın asil sayfalarında mevcuttur”
Bu yüzden Kur’an’ı anlayıp önce hayatımıza sonra da toplumumuza hakim kılmak zorundayız.
Ey Türk gençliği! İşte senin birinci vazifen budur
Değerli arkadaşlarım bugün sizler, nasıl kuran ekseninde ve doğrultusunda olmadığımızı, kuran ayetleri ile anlatmaya çalışacağım. Şunu hiç unutmamalıyız ki Rabbim bizleri bakın nereden imtihan edeceğini, nereden sorumlu olduğumuzu açıkça söylüyor.(Zühruf Suresi 44: Gerçek şu: Bu Kuran sana ve toplumuna elbette ki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız. ) Şimdide sizlere yine bir ayeti daha hatırlatmak istiyorum.
(Ankebut Sur. 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. )
Bunlara benzer birçok ayet var ama biz yalnız ikisini alarak, bizlere kuran dışından söylenenlerle bir karşılaştıralım bakalım gerçekten bizlere söylenen ve de bizlerin doğru olduğunu sandığımız sözler kurana uyuyor mu?
Değerli arkadaşlarım size yazıma başlarken iki ayet örneği vermiştim, orada Allah sizleri bu kitaptan yani kurandan sorumlu tutuyorum diyor ve diğer ayetinde de, kuranı yeterli görmeyenlere kızgınlık ifadesi ile karşılarında okunan kuran onlara yetmiyor mu diye nasıl seslendiğini
görmektesiniz. Ama tüm bu ayetleri bizler hiç okuma gereği duymadığımız için, söylenenlere uymayı yani kurana uymak yerine beşere uymayı seçmişiz.
Kur’an hayattan“kovulup”sadece ölülere ve hastalara okunan bir kitap haline geldi. Yada sadece cin çarptı denilen kişilere okunur hale geldi. (Zaten Kur’an’ı okuyup anlasaydı cin de şeytanda çok etki etmezdi)
Kur’an’ı ölülerin kitabı haline getirdik yaşayanlara fayda vermedi. Halbuki Allah (cc) ayette buyuruyor ki:
“Biz Peygambere şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. Diri olanları uyarsın ve kafirler cezayı hak etsinler diye”(Yasin 69-70)
Yasin suresini en fazla ölülerin ruhuna okuruz. Halbuki ayette de gördüğümüz gibi “Kur’an diri olanları uyarsın diye apaçık bir kitaptır” diyor. Bu nedenle Kur’an’ı anlayıp en fazla dirilere ulaştırmamız gerekiyor.
Mehmet Akif ne güzel söylemiş:
İbret olmaz bize her gün okuruz ezber de
Yoksa hiç mana aramaz mı bu ayetlerde
Lafzı muhkem yalnız anlaşılan Kur’an’ın
Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mananın
Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an şunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için.
Aliya İzzet Begoviç diyor ki: “Kur’an edebiyat değil, hayattır” Aliya İzzet Begoviç’in de ifade ettiği gibi hayat sunan Kur’an’ı anlamak gerekli.
Kur’an “sadece” sevap kazanmak için Arapçası okunur hale geldi. Anlam ise arka plana atıldı. Hayattan çıkarıldı.
ANAR kamuoyu araştırma şirketinin yaptığı 12 ilde 2.224 kişinin katıldığı ankette, araştırmaya katılanların %94’ünün evinde Kur’an bulunduğu, %78. 3’ünün evinde Türkçe mealli Kur’an olduğu ortaya çıktı. (Anlaşılan herkesin evinde Kur’an var)
Araştırmada sorulan “Kur’an’ı Kerimin mealini ne zaman okursunuz? ” sorusuna:
%52. 8’i fırsat buldukça,
%25’i çok seyrek okurum,
%17. 9’u mübarek gecelerde derken,
sadece %5’i düzenli olarak okuduğunu ifade etti.
Kur’an’ı bir hukuk devletinin uyması gerekli olan bir kitap olarak görmeye bırakın birey olarak anlamış ve hayatımıza geçirmiş değiliz ki. Hz. Ömer diyor ki: “Birinin Kur’an’ı tilavet etmesi sizi aldatmasın. O dilimizdeki bir sözdür. Asıl siz Kur’an’ı kim hayatına koyuyor ona bakın. ” Hz Ömer reçeteyi nasıl kullanacağımızı bize gösteriyor. O zaman 40 defa Yasin suresinin Arapçasını okuyup 1 kez anlayacağımıza, 40 kez anlayıp bir kez Arapçasını okuyalım.
Kur’an rafların süsü haline gelmiş. Aydan aya rafları düzeltirken tozunu aldığımız bir kitap.
Çocuklar el süremez. Ellerine alırlarsa “cıs cıs dokunma çarpılacaksın yavrum! Cıs çocuğum cıs yavrum!” muamelesi yapılıyor. Çocuk da hep Kur’an’a dokunup açarsa çarpılma psikolojisi ile yetişiyor. Halbuki bu şeytana yardımcı olmaktan başka bir şey değildir.
Abdestsiz el sürmezsin. Daima göbeğinin üstünde tutmalısın. Büyük ve yüksek raflarda saklamalısın. Ama asla anlamamalısın. Bu kağıdı kutsallaştırmaktır. Halbuki anlamı kutsallaştırmadan kağıdı kutsallaştırmak bir fayda vermez. Bu bir çok alimin görüşüyle sabittir. Anlatmak istediğimiz kağıdın aşırı derecede kutsallaştırılıp anlamın hayattan kovulmasıdır. Bu yüzden kağıda gösterilen saygıdan anlama gösterilen saygıya geçilmeli diyoruz.
Kur’an “Yahudi ve Hristiyanların” zulmüne ve şirkine daima karşı çıkar ve uyarır. Mesela:
“Ey iman edenler Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudur. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardan olur” (Maide 51)
“Sen onların dinine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da senden hoşnut olmazlar” (Bakara 120)
Kur’an böyle demesine rağmen, özellikle ülkemizde ve İslam ülkelerinde, Yahudi ve Hristiyanlar hem zihnimize hem de maddi hayatımıza hâkim olmuşlar. Ekonomi, eğitim, siyaset, karar verme mekanizması ve bir çok şeyi ellerine geçirmişler. Eğer Kur’an’ı gerçekten anlayarak okusaydık bu olmazdı. Ama Kur’an’ı anlamıyoruz. Arapçasını okumakla yetiniyoruz. Demek ki Kur’an anlamını bilmeden dinlediğimiz“İngilizce şarkı” gibi olmuş. Kur’an’ın da ne dediğini anlamıyoruz sürekli Arapçasıyla yetiniyoruz. Anlayarak oku dediğimizde birçok insanın bahanesi hazır: “Herkesin anlaması zordur. Onu sadece alimler anlar. Hem Kur’an’ın şifresi var. Şifreleri daha çözülmüş değil. Şifreli bir kitap bu. ” Kur’an’ı şifreli bir kitap yaptılar. Halbuki Kur’an’ın mesajı apaçık. Aslında insanların beyinleri Şeytani sistemler tarafından şifrelenmiş. Kur’an o şifreyi çözüp insanı özgürleştirmeye çalışıyor. Kur’an şeytani sistemlerin şifrelerini kırıyor. Çünkü vahyin temel özelliği budur. Firavunların, Ebu Cehillerin, Ebu Leheblerin ve Nemrutların düzenlerini yıkar, şifrelerini kırar.
Unutmayalım ki, Ebu Lehebler, Ebu Cehiller Kur’an’ın getirdiği mesajı çok iyi anladıkları için Peygamberimize ve Müslümanlara savaş açtılar. Evet onlar Kur’an’ı tevhidi kabul etmekle neyi kaybedip neyi kaybetmeyeceklerini çok iyi biliyorlardı. Belki de bizler onlar kadar anlamış değiliz. Küfür cephesi olarak Ebu Cehil ve Ebu Leheb Kur’an’ın getirdiği mesajı çok iyi anladıkları için tüm güçlerini Müslümanlara zulmetmek için kullanıyorlardı. Bizler ise Kur’an’ı ve tevhidi iyi anlamadığımız için modern küfre karşı savaş veremiyoruz.
Tevhidi Firavun kadar da anlayamadığımızı düşünüyorum. O tevhidi kabul ederse neleri kabul edip neleri kabul etmeyeceğini ve başına neler gelebileceğini çok iyi biliyordu. Dahası tevhidi kabul ettiği anda neyin altına imza atacağını çok iyi biliyordu. Bizler Kur’an’a iman etmekle, tevhidi kabul etmekle nelerin altına imza attığımızı biliyor muyuz toplum olarak?
Firavunlar, Nemrutlar ve Ebu Leheblerin, gerek Kur’an gerekse diğer Peygamberlere gelen vahiyler karşısında küfürleri zalimlikleri daha da arttı ve şunları dediler: “Ey büyük atalarımız ve ilahlarımız! Açtığınız yolda gösterdiğiniz hedefe durmadan yürüyeceğimize and içeriz. Varlığımız siz putlarımıza ve ilahlarımıza armağan olsun. Ne mutlu atalarımızın dinindeniz diyenlere!” dediler ve var güçleriyle Müslümanları ezip yok etmek için uğraştılar.
Bizler Müslüman olarak Kur’an’ı ve tevhidi iyice anlayıp hayatımıza geçirdiğimizde şunları dememiz gerekiyor: “Ey büyük Allah’ım! Açtığın yolda gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime and içerim. Varlığım İslam’ın ve Kur’an’ın varlığına armağan olsun. Ne mutlu Müslümanım diyene!”
Evet toplum olarak Kur’an’ın vermek istediği mesajı anlamadığımız için bu tavrı koyamadık. Ve bu tavrın gerekliliklerini yerine getiremedik. Toplumumuzda böyle bir zihin oluşmadı.
Bu yüzden dünyada “özne” konumundan çıkıp “nesne” konumuna düştük. Nesne olmak ise zilleti kabul etmek ve zillet altında yaşamaktı. Ama Kur’an bir çok yerde bizleri düşündürmek için sık sık soruyor:
“Hala düşünmez misiniz? ” (Casiye 23)
“Artık düşünmez misiniz? (Secde 4)
“Hiç akletmiyor musunuz? (Yunus 16)
“Artık akıllanmayacak mısınız? (Bakara 44)
“Artık akletmez misiniz? (anlamaz mısınız? ) (Kasas 60)
Küfrün ve cehaletin, hakikati anlamamamız için beyinlerimize koyduğu şifreler düşünmemizi engelliyor. Allah(cc) ise ayetlerde bir çok deliller ve hakikatler anlattıktan sonra ısrarla “Düşünmez misiniz? Akletmezmisiniz? ” diyor.
Hasan Basri diyor ki. “Allah’a yemin ederim Kur’an’dan daha üstün bir zenginlik olmadığı gibi, Kur’an’dan mahrum olmaktan daha büyük bir fakirlik yoktur”
Katları, yatları, lüks arabaları ve bankalarda milyonlarca dolarları bulunup ama Kur’an’dan mahrum kalanlar meğer çok fakirmiş.
Üniversite okuyan, kariyer hayalleri olan, çok para kazanıp rahat hayat sürme derdinde olan ama Kur’an’dan mahrum kalan bir genç meğer ne de fakirmiş.
Ekonomisi kalkınan ülkenin Kur’an’ı anlamayan insanları meğer fakir fukaraymış.
Fakir bir ailede doğan, fakir bir evde yaşayan, fakir bir semtin fakir sokaklarında yaşayan, fakir bir düzenin, fakir eğitim sistemlerinde okuyup, fakir bir iş hayatı yaşayan, fakir bir ülkenin en fakir meçhulleriymişiz meğer. Allah(cc) fakir fukarayı doyurmayı bizlere nasip etsin. Allah bizlerin zenginliğini de artırsın.
Başı ağrıyan bir hastaya doktor reçetesine Aspirin hapını yazsa, hasta hapı içmeyip bir saat boyunca “Aspirin Aspirin” diye tekrarlasa ağrısı geçmez. O hapı atması gerekir. Hatta bir kanser hastasına doktor reçete yazsa, hasta o reçeteyi alıp evinin en güzel yerine assa arada tozunu alsa, ağrıları arttığında sadece reçeteyi alıp okusa hastalığı da iyileşmez, ağrıları da geçmez. Ancak reçetede yazılan hapları alıp zamanında kullanmalı ki ağrıları geçsin hastalığı iyileşsin.
Allah(cc) bize Kur’an adında bir reçete yazmış. O reçeteyi iyice okuyup anlayıp hayatımıza geçirelim diye. Ama Kur’an’ı alıp evimizin duvarına asıp, raflara koyup tozunu alıyoruz. Arapçasını okuyup anlamından verdiği mesajdan habersiziz. Bu yüzden birey ve toplum olarak Kur’an hiç bir şeyimizi çözmüyor. Çünkü reçeteyi uygulamaktan uzağız. Allah (cc) bize yazdığı bu reçeteyi anlayıp uygulamadığımız sürece göbeğimizin üstünde tutsak neye yarar. Her gün öpüp alnımıza koysak neye yarar. Hasan El-Benna Risaleler kitabının 465. sayfasında ümmetin içine düştüğü gafleti şöyle ifade ediyor : “Kur’an’ın hükümlerini tatbik etmek Müslümanların hayır ve saadetlerini gerçekleştirebilecek olan şeydir. Fakat onlar buna kulak vermemektedirler. Bütün bunlardan sonra, Kur’an’ı Kerim’i hastalık için bir muska, toplantı yerleri için bir süs, düğün yerlerinde bir eğlence vesilesi, matem yerlerinde bir hüzün vesilesi şeklinde görmüşlerdir. Kur’an’ı Kerim geçmişte namazların süsü iken şimdi eğlencelerin süsü haline gelmiş. Önceleri mahkemelerde adaletin ölçüsü iken günümüzde düğün yerlerinin eğlence vesilesi haline gelmiş. Önceleri vaaz ve hutbelerde ilk sıradayken günümüzde büyücü ve muskacıların baş tacı haline gelmiş. Kur’an’a olan yaklaşımımız olsa da olur olmasa da olur şekline dönüştürmüş.”
Muhammed İkbal diyor ki: “Bir insan Kur’an’ı okurken ilk defa kendisine indiriliyormuş gibi ve Kur’an’ın muhatabı sadece kendisiymiş gibi okumalı.” Ancak böyle okunursa kurtuluş reçetemiz bize fayda verir.
Her Ramazan ayında hatimler indirilir. 30 kadın bir evde toplanıp 30 günde hatim indirir. Ve ya her yerde birey veya toplum olarak hatimler indirilir. Evet bu çok güzel. Çok güzel olduğu kadar “çok tehlikeli” bir iş. Çünkü hiç anlaşılmadan indiriliyor hatimler. Daha da önemlisi Kur’an ahrette şöyle bir şikayette bulunsa halimiz nice olur. Kur’an’ın şikayeti:
“Ya Rabbi bu kulların beni çok okudular. Her ramazan hatmimi indirdiler. Hatim için programlar düzenlediler. Her Cuma bir evde toplanıp 40 kez Yasin okudular. AMA BENİ HİÇ ANLAMADILAR. YA RABBİ BU KULLARINDAN ŞİKAYETÇİYİM. Ne onlar beni anladı ne de ben onları.” Kur’an’ın bu şikayeti yapmaya hakkı var. Çünkü Kur’an’a gösterilebilecek en büyük saygı onu anlamaktır. İnsanlar bizi anlamadığı zaman çok kızıyoruz ve değer vermiyoruz insanlara. Bizim söylediğimiz lafı anlamadıkları zaman kızıyoruz. Ya Kur’an… Kur’an’ı hiç anlamıyoruz. Anlamak için çaba bile göstermiyoruz. Ufak bir meal tefsir bile okumaktan toplum olarak uzağız. Kur’an bize kızmıyor mu sanıyoruz. Yine Muhammed İkbal diyor ki: “Kur’an’ın manası senin kalbine yeniden nazil olmuyorsa ne Razi’nin tefsiri, ne de Zamahşeri’nin Keşşaf’ı senin dertlerine çare bulmaz.”
Almanya’da yaşayan çok sevdiğimiz bir dostumuzdan Almanca bir mektup gelse. Onu hemen Türkçeye çevirttirir ve dostumuzun bize neler yazdığını hemen öğrenmek isteriz. Anlamak isteriz. Ama alemlerin Rabbi olan, görüp görmediğimiz her şeyi bize veren Allah’ın(cc) bize gönderdiği “kurtuluş mektubu” olan Kur’an’ı anlamak için çaba harcamayız. Acaba ne diyor Rabbimiz bize. O bizim sahibimiz. Ne diyor bize diye hiç mi merak etmeyiz.
Kur’an bir sınav kitabı. Ancak kitaba çalışıp görevini yapanlar sınavı geçebilir ve Allah’ın rızasını kazanarak cennete yerleşir. SBS, ÖSS ve KPSS’yi kazanmak için yığınlarca konu anlatımlı kitaplar bitirip, soru bankaları çözüyorlar. Amaç bir sınavı kazanmak için. SBS’ye giren iyi bir lise kazanmak için yığınlarca kitap bitirip soru çözüyor. ÖSS’ye giren iyi bir üniversite kazanıp iyi bir bölüm okumak için “konu anlatımlı” setler bitiriyor, dersanelerin yolunu aşındırıyor. KPSS’ye girenler(girenlere Allah yardım etsin sağlığa zararlı) iyi bir iş bulmak ve atanmak için vaktini konu anlatımlı setlerle ve dershanelerle geçiriyor. Bu arada yaşı 25-30’a geliyor. SBS’den KPSS’ye kadar konu anlatımlı setler bitiriyor, soru bankaları çözüyor, dershanelerin yollarını aşındırıyor ama Kur’an’ı anlamak için küçük bir tefsir , küçük bir meal bile okuyamıyor. Halbuki Kur’an’ı Kerim “AHS” (Ahirete Hazırlık Sınavı) için çalışılması, anlanması ve uygulanması gereken en mühim konu anlatımlı kitap. Hatta geçmişte çıkmış çözümlü soruların da bulunduğu bir sınav kitabı. Geçmiş kavimlere çıkan sorular bize bildirilmiş. Ad, Semud, Hz. İbrahim’in kavmi, Hz. Musa’nın kavmi, Hz. Salih’in kavmi, Lut kavmi. Bir çoğu sınavı (imtihanı) geçemedi ve kaybedenlerden oldu. Sınav belli, sınava çalışılacak kitap belli. Sorular belli, cevaplar belli. Hatta dedikleri gibi, “öyle bir sınavdayız ki kitabı açıp kopya çekmek serbest. ”
Çocuğunu SBS, ÖSS, KPSS’ye çalışması için zorlayan ve çabalayan anne babalar acaba çocuklarını Kur’an’ı anlayıp hayatlarına hakim kılmak için zorlayıp çabalıyorlar mı? “AHS’yi” (Ahrete Hazırlık Sınavı)kazanmaları için çocuklarını haftalık bir tefsir dersine götürüyorlar mı?
Çocuklarına bir meal okutuyorlar mı? Yoksa çocuklar küçük yaşta sadece SBS, ÖSS, SS, SS, SS’ler içinde boğulup gidiyor mu? Peki sizin çocuğunuz hangi SS’ler içinde kaybolup gidiyor?
Çocuklarımızın öğretmen olarak iyi bir yere atanması, yerleşmesi için uğraştığımız kadar cennette de en üst makamlara kadar atanması için uğraşıyor muyuz? Mesela bizim çocuklarımız Allah’ın izniyle Kur’an’ı iyi anlayıp Uhud’da şehit düşerek Firdevs cennetine yerleşmiş Musab(ra) olabilirler mi? Ya da oturduğumuz evin arka sokaklarından bir evde neden bir, Şeyh Şamil, Ahmet Yasin çıkmıyor.
Ya da bizim çocuklarımız en basitinden Kâfirun, İhlas, Fatiha, Maun, Fil, Tebbet, Asır, Münafikun ve Tevbe surelerinin tefsirini ne zaman okuyacaklar ve dinleyecekler? Ya da Kur’an’da Münafikun diye bir surenin olduklarından haberdarlar mı?
Ya da yıllardır matematik dersinde X’in değerini arayıp duran çocuklarımız ne zaman Bakara suresinin mealini okuyup ve anlayıp küfrün zulmünü ve psikolojisini anlayacaklar. Kur’an’ı anlamaları için X’in değerini bulmak için ayırdıkları vaktin sadece yüzde onunu ayırmaları yeterli. İnanın yeterli. Ya da Kur’anX’ten daha mı değersiz ki X’in değerini bulmak için uğraşıldığı kadar Kur’an’ın değerini anlamak için uğraşılmıyor? Bu soru biraz da eğitim sistemine sorulsa daha iyi olur. Zaten bir zaman sonra çocuklarımız da X olup çıkıyor, kayboluyorlar. Bul bulabilirsen artık.
Münafık ve kafirlere karşı olan tavrımızı Kur’an belirlemiyor. BM’nin kriterleri belirliyor. G20’ler belirliyor. Küresel kriterler belirliyor. NATO nereye isterse oraya saldırıyoruz. Kişisel ve toplumsal konulardaki seçimlerimizi medya belirliyor. Ama asla Bakara suresi, Tevbe suresi belirlemiyor. Olaylara kişilere Kur’an’ın bak dediği yerden bakamıyoruz. Vahyin penceresinden bakamıyoruz. Televizyon ekranlarından bakıyoruz. Bizim okuduğumuz Kur’an İslam dünyası için bir tehlike arz etmiyor. Bir Bakara suresini anlamadan okuyoruz. Halbuki Kur’an’ın “OKU” emri anlamak için oku demektir. Kur’an’ı ezberle ama hayatına ve toplumuna hakim kılmak için ezberle. Yoksa Yahudilerin Tevrat’a yaptıkları muamelenin bir benzerinin yapmış oluyoruz. Allah(cc) Cuma suresi 5. ayette şöyle buyuruyor:
“Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumu ‘sırtına kitap yükletilmiş merkeplerin’ durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kimselerin durumu ne kötüdür. Allah zalimleri doğru yola eriştirmez”
Acaba bizlerde Kur’an’ı ezberleyerek, çokça hatim indirerek ama anlamadığımız için anlamak için çaba göstermediğimiz için Kur’an’ın gereğini yapmayarak Yahudilerin durumuna düşmüş olmuyor muyuz? Zaten kitap yüklü merkep de tam olarak bu olsa gerek. Çünkü eşeğin sırtına bir şeyi yüklersiniz ve taşır. Neyi taşıdığını asla bilmez. Bizler de Kur’an’ın sürekli hatmini indirip, Kur’an’ı rafların içinde koruyup, göbek üstünde taşıyıp ama o Kur’an’ı anlayıp hayatımıza geçirmesek sırtında neyi taşıdığını bilmeyen eşekler gibi oluruz Allah korusun.
Rabbimiz bir başka ayette buyuruyor ki:
“De ki: Hak geldi batıl zail oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkumdur” (İsra 81)
Bu ayeti çoğumuz bilir. Ama bu ayeti okuyup söylediğimizde arkasından hemen şu soruyu sormalıyız ki hakkı ortaya koymuş olalım: Biz Kur’an’ı anlayıp uygulayarak hakkı ne kadar ortaya koyduk ki batıl zail olacak? Soru zor, soru çetin, sorunun cevabı bedel istiyor. Sorunun cevabı: Musab b. Ümeyr’dir, Hz. Hamza’dır, Hz. Ömer’dir, Hz. Ali’dir, Hz. Hatice’dir…
Bu sorunun cevabı: Şeyh Ahmet Yasin’dir, Şeyh Said’dir, , Şeyh Şamil’dir, Süleyman Hilmi Tunahan’dır, Hasan el Benna’dır, , Ercüment Özkanlardır, Abdulkadir Mollalardır,Seyyid Kutublardır
Günde kıldığımız 5 vakit namazda FATİHA suresini 40 kez tekrarlıyoruz. Acaba Allah (cc) bize Fatiha suresini günde 40 defa neden tekrarlattırıyor. Hiç düşündük mü? Beş vakit namazda günde 40 kez “Ancak sana ibadet eder ancak senden yardım dileriz”(Fatiha 5) diyoruz. Hem günde 40 defa bunu tekrarlayıp hem de ibadet edip yardım istediğimiz başka ilahlar mı var hayatımızda. Paraya mı ibadet ediyoruz? Mal kazanma hırsına mı? Kariyer putuna mı tapıyoruz? Moda putu bizim yaşamımızda da var mı? Yoksa bizler de Amerika her şeyi görüyor, her şeyi ayarlıyor, her şeyi duyuyor, her şeye müdahale edip yok edebilir, kimse ona karşı koyamaz, büyük yıkılmaz güç diyenlerden miyiz? Haşa bizler de Allah’ın(cc) sıfatlarını Amerika’ya yakıştıranlardan mıyız? Ya da Amerika’nın dostu olup başımız sıkıştıkça yardıma Amerika’yı mı çağırıyoruz? Asıl sorumuza tekrar dönelim o zaman. Namazda günde 40 kez Fatiha suresini niye okuyoruz? Aslında Fatiha’yı günde 40 kez okurken derin manalarını iyice anlayıp kendimize günde 40 kez format atmış olmamız lazım. Çünkü gün içinde sürekli zehirli çökertici virüslerin saldırısına uğruyoruz.
Peygamberimiz buyuruyor ki: “Beni Hud suresi yaşlandırdı. ” Niye diye sorduklarında ise Peygamberimiz: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”(Hud 112) ayetini söylemiş. Çok sorumluluk sahibi olmayı isteyen bir ayet olduğunu ifade etmek istemiştir. Peki bizleri yaşlandıran bir sure veya ayet var mı? Sorgulamamız gereken tam da bu olsa gerek.
Kur’an aramızda ve çağlara ışık tutmakta. ”Bu kendisinde şüphe olmayan bir kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. ”(Bakara 2) Kur’an kurtuluşun yolunu gösteriyor.
Kur’an diyor ki:“Var mı beni anlayıp kurtuluşa erecek olan! Doğru yolu bulacak olan…”
Bu yüzden diyoruz ki: “Muhtaç olduğun kudret Kur’an’ın asil sayfalarında mevcuttur”
Bu yüzden Kur’an’ı anlayıp önce hayatımıza sonra da toplumumuza hakim kılmak zorundayız.
Ey Türk gençliği! İşte senin birinci vazifen budur
Değerli arkadaşlarım bugün sizler, nasıl kuran ekseninde ve doğrultusunda olmadığımızı, kuran ayetleri ile anlatmaya çalışacağım. Şunu hiç unutmamalıyız ki Rabbim bizleri bakın nereden imtihan edeceğini, nereden sorumlu olduğumuzu açıkça söylüyor.(Zühruf Suresi 44: Gerçek şu: Bu Kuran sana ve toplumuna elbette ki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız. ) Şimdide sizlere yine bir ayeti daha hatırlatmak istiyorum.
(Ankebut Sur. 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. )
Bunlara benzer birçok ayet var ama biz yalnız ikisini alarak, bizlere kuran dışından söylenenlerle bir karşılaştıralım bakalım gerçekten bizlere söylenen ve de bizlerin doğru olduğunu sandığımız sözler kurana uyuyor mu?
Değerli arkadaşlarım size yazıma başlarken iki ayet örneği vermiştim, orada Allah sizleri bu kitaptan yani kurandan sorumlu tutuyorum diyor ve diğer ayetinde de, kuranı yeterli görmeyenlere kızgınlık ifadesi ile karşılarında okunan kuran onlara yetmiyor mu diye nasıl seslendiğini
görmektesiniz. Ama tüm bu ayetleri bizler hiç okuma gereği duymadığımız için, söylenenlere uymayı yani kurana uymak yerine beşere uymayı seçmişiz.
Doğrusu anlamını bilmeden Rabbin ne istediğini nasıl anlayacağımı ve ayetlerin sonunda nasıl düşüneceğimi ve de uygulayacağımı anlamak mümkün değil.
İşte kendisi düşünmeyen, başkalarının düşünmesi ile güdülen bir toplum böyle yaratılmıştır. Bu zinciri artık lütfen kıralım, yoksa başımıza daha çok musibetler gelir ve altında inim inim inleriz, bu durumda kimsenin şikâyet etmeye de hakkı olamaz.
Sizce Yüceler yücesi Rabbim imtihan edeceği kitabı açıklamasına rağmen, mahşer günü bizleri ciltlerce dolusu beşerin yazdığı kitaplardan mı imtihan edecek dersiniz?
Yaradan kuran için ne diyordu ayetinde? (hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. ) Ama bize İslamı anlatanlar Rabbim in öğüt dediği kitap için özet bilgidir deme cesaretini gösterebiliyorlar. Yani hâşâ Rabbim iyice açıklayamamışta beşer mi açıklamış kuranı? İşte kurana şirk koşmak budur dostlar. Rabbim bu insanları asla affetmeyecektir.
Yaradan kuran için bakın yemin ederek ne diyor ve de tekrarlıyor aynı konuyu:
(Kamer Suresi 17. Andolsun biz, Kuran`ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Kamer Suresi 22: Yemin olsun ki, biz, Kuran`ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? )
Değerli arkadaşlarım Rabbim bu kuranı öğüt ve ibret almanız için kolaylaştırdım diyecek ve de aynı konuyu tekrar tekrar söyleyecek, daha sonrada birileri çıkacak bu kitapta her şey yoktur bu kitap özet bilgidir diyenlere de bizler inanacağız?
Sizce rabbim bu sözleri söylüyorsa bizler söylenenlere inanmalı mıyız dersiniz? Yani Yaradan ben bu dini sizler için kolaylaştırdım ve de bu kitaptan hesaba çekeceğim diyecek, ondan sonrada kuranda geçmeyen ve hakkında hiçbir hükmü yazılı olmayan bir konuda bizleri sorumlu tutup hesap soracak. Sizce bu Rabbim in adaletine koskoca bir saygısızlık değildir de nedir dersiniz?
Yaradan kuranda açıklamadığım hiçbir konuda konuşmanızı bile haram kılıyorum diyor bakın ayetinde. (Araf suresi 33. ayet; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah`a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. )
Rabbim bu kadar açık ayet indirmesine rağmen kuranda her şey yoktur kuran özet bilgidir diyebiliyorlar. Ayrıca Yaradan hakkında hiçbir delil indirmediği halde, birçok konuyu da haram kılıp bizlere de bu Allah katındandır deme cesaretini gösteriyorlar, hakkında hiçbir delil indirmediğimiz bir şeyi konuşmanızı haram kılıyorum demesine rağmen. Bu Rabbim e açık bir isyan ve itaatsizliktir çok açık ve net. Bakın Yaradan ayetleri çok açıkça bizlere ilettiğini ayetinde nasıl söylüyor. ( Enam sur. 55. ayet: İşte biz, ayetlerimizi bu şekilde ayrıntılı kılıyoruz ki, günaha sapmışların yolu açık-seçik ortaya çıksın/günaha sapmışların yolunu açık-seçik göresin!)
Sizce bu kadar açık ayetler dururken, günaha sapmışların yolunu bulabilmeleri için ayrıntılı gönderiyoruz ayetleri diyorken, hala nasıl olurda kuranda her şey yoktur, kuran özet bilgidir diyebiliyoruz? Ayrıca söylenen ve de iftira atılan bir konuda kuranı herkesin anlayamayacağı konusu. Rabbim hem anlaşılması için, doğru yolu bulmanız için ayetleri açıkça ve de ayrıntılı gönderiyorum diyecek, daha sonrada bu kitabın anası olan muhkem ayetleri, bizler anlayamayız onları veli kişiler, özel insanlar anlar ve bize anlatır diyenlere de inanacağız.
Sizce araya aracı koymayın diyen Rabbim ve de bizleri hesaba çekeceğini söylediği kitabı bizlerin anlayamayacağı bir şekilde gönderip başkalarına mı muhtaç eder dersiniz?
Hani bizde ruhban sınıfı yoktu, bu şekilde davrandığımızda bizi Allah yolunu gösteren, kuranı açıklayan bir ruhban sınıfı yaratmış olmuyor muyuz sizce?
Elbette herkesin anlayışı aynı değildir, birbirimize bilgi aktarması yapabiliriz, hatta çok daha akıllı insanlara da ihtiyacımız vardır.
Ama bunlar kuranın hiç bahsetmediği şeyleri din diye anlatmadan izah etmeleri şartıyla. Günümüzde kuran dışından öğretilenleri kuranda bulamadıklarında, ayetlerde geçen kelimelerin anlamları aslında budur, ya da aslında bu kelimeyle Rabbim kelimenin gizli anlamı olarak şundan bahsetmek istiyor gibi, asla kurana uymayan hatta ona şirk koşan düşünceleri bizlere adapte etmişlerdir. Rabbim ayetleri açıkça gönderdim diyor da, (Kehf Sur54. ayet; Yemin olsun, biz, bu Kuran`da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır. )
her şeyden örnekleri değişik ifadelerle anlattığını da açıklıyorsa, Rabbim kelimelerin ardından gizli anlamlar asla vermez. Ayetlerde hem açık ve net diyecek hem de Rabbim kelimelerin ardından gizli anlamlarla bizlerle adeta bilmece oynayacak, bunun mümkün olmadığını ayetler söylüyor.
Rabbim Cuma namazı ile ilgili ayetinde bakın nasıl sesleniyor bizlere. ( Cuma sur. 9: Ey inananlar! Cuma günü, namaz için çağrı yapıldığında, Allah`ı anmaya/Allah`ın Zikri`ne koşun! Alış-verişi bırakın! Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. ) Ayet e lütfen dikkat edin, Rabbim Ey inananlar çağrıldığında gidin diyor, ama bizler kadınlarımızı eve kapatmayı ve de bunu dine uydurmayı öyle başarmışız ki kurana uymak yerine kuranı kendimize uydurup, aslında Cuma namazı erkeğe farzdır kadına sünnettir deme cesaretini gösterebilmişizdir. Herhalde inananlar sözünden yalnız erkeğe hitap ettiğini kabul edip, kadını erkeğin emrinde zihniyetiyle rabbin koymadığı bir hükmü koymuşlardır. Yapılan bu yanlış uygulamanın neticesinde İslam düşmanları şu soruyu sormuşlardır bu durumda. Kuran erkeklere hitap ediyor kadınlara değil. Hâşâ tabii ki öyle değil, ama insanların yanlış uygulamaları ve kendi menfaatleri doğrultusunda ayetlerle oynamaları, bu yanlışlıkları düşünmeyi tetiklemiştir. Allah sebep olanları affetmeyecektir.
Ama günümüzde yapılan yanlış uygulamalarda olduğu gibi onun bıraktığı sakalda, yada uzun saçında, sevdiği yemeklerde, özel zevklerinde, giydiği mahalli kıyafetlerde İslamı aramak yerine, onun insanlara davranışındaki ve adalet anlayışındaki örnekleri kendimize rehber almalıyız.
Bakın Rad suresi 19 ayetinde kimler kuranı anlayabileceğini söylüyor. (Sadece aklı ve gönlü işleyenler düşünüp ibret alır. ) Nisa suresi 82. ayetinde yine aynı konuya bakın nasılda vurgu yapıyor Allah. ( (Kuran`ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? )
Demek ki kuranı aklıyla, gönlüyle düşünen ibret alabiliyormuş. Ama siz kurandan hüküm çıkaramazsınız, kuranı her kez anlayamaz, sözleri kulaklarımdan hiç çıkmıyor, bunları yıllarca bizlere söyleyenler hesabı mutlaka Rabbime vereceklerdir.
Sayın arkadaşlarım eğer hem bu dünyada hem de Rabbin huzurunda aldanmak ve de imtihanda başarılı olmak istiyorsanız, kuranı anladığınız dilden defalarca okuyun. O zaman gerçekleri anlayacaksınız. Kuranı hiçbir tesir altında kalmadan okuyunuz, Yaradan sizler için kolaylaştırdım dediği dini, bahsedilmeyen konularla zorlaştırmayınız. Sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim, bu kitaptan sorumlusunuz diyen Rabbim acaba bu kitap tan değil de başka kitaplardan mı hesaba çeker sizce. Buna inanmak Rabbime açıkça ihanettir. Huzura gittiğimizde bize böyle öğrettiler diye kendimizi savunmamız mümkün olmayacaktır. Babanın oğluna faydası olmadığı o zaman gelmeden lütfen gerçek İslamı ve kuranın ayetlerini öğrenelim ve de bizlere dışarıdan öğretilenleri onun süzgecinden geçirelim, süzgeçten geçenleri elbette alalım ev kabul edelim. Her doğru bilgi her kurana uyan sözler ve davranışlar bizler daha çok Rabbim e ulaştıracaktır. Rahman yolumuzu açık etsin. Gözlerimizdeki perdeyi, gönlümüzdeki ve kulaklarımızdaki mührü kaldırsın da gerçekleri görebilelim.
(Venhar Haber)
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !