14-08-2012 04:26

Hilal Kaplan yazdı: Neden İslâmcı değilim?

İslâmcılık, muhafazakârlık, dindarlık, vb. yeni mefhumlar üretmek ve tüketmek yerine, Müslüman kavramının azametini Müslümanlara anlatmanın, neden sosyolojik bir kategorinin ötesine işaret ettiğini göstermenin, bizlere emanet edilmiş bu kıymetli ismin arkasında barındırdığı ontoloji, epistemoloji ve aksiyolojiyi idrak edip tavzih etmenin gerekli olduğu kanaatindeyim.

Hilal Kaplan yazdı: Neden İslâmcı değilim?

Neden İslâmcı değilim?

Hilal Kaplan  / Yeni Şafak

Bir süredir -zamanlamasını ilginç bulmakla beraber- önemsediğim bir tartışma sürüyor. Çünkü İslâmcılık kavramı ve kendisini İslâmcı olarak tanımlayanların dönüşümü hakkında yapılan münakaşalar, bu ülkede yaşayan Müslümanların gelecek tahayyülünü ve inşasını yakından ilgilendiriyor. Kendisini hiçbir zaman İslâmcı olarak nitelendirmemiş bir Müslüman olarak belki küçük de olsa farklı bir katkı sunabilirim düşüncesiyle tartışamaya katılmayı uygun gördüm.

Her kavram için olduğu gibi 'İslâmcılık neden doğdu ve böylesi bir kavrama neden ihtiyaç duyuldu?' sorusu, meseleye giriş için hayatiyetini korumaktadır. Zira 19. Yüzyıl'dan itibaren, Voltaire'le başlayıp de Tocqueville'den Renan'a kadar pek çok yazarın kitaplarında rastlayabileceğimiz bu kavrama, Müslümanlar kolonyal dönem olarak adlandırılması daha doğru olan Rönesans sonrası zaman diliminde benimseyip sahip çıkmışlardır. Bunda Müslüman kavramındaki bir 'işlev daralması'ndan ziyade modern toplumsal-siyasal düzen karşısındaki bocalamanın ve İslâm'ın ontolojisiyle yüzleşerek cevaplar ortaya koyamamanın etkisi olduğu muhakkaktır.

Müslümanların dinlerini siyasetlerine içkin ve etkin hale getirmek için başvurdukları bu mefhum, aslında dinin siyasete harici olabileceği düşüncesini de zımnen doğrulamıştır. Nitekim dinlerini siyasetlerinden ayrı tutanlar Müslüman, kendileri İslâmcı Müslüman olarak tanımlanmaktadır. Ne ironiktir ki 'Laiklik, din işlerinin devlet işlerinden ayrı olduğu sistemdir' klişesiyle damarlarımıza dek işlenen bir düşünceye cevap vermek istenirken, aslında o düşüncenin bizzat tasdikine yol açılmıştır.

Bu minvalde, Mahçupyan'ın iddia ettiği gibi sekülerleşme ve İslâmcılık birbirinin zıddı olan değil, bilakis birbirlerini tamamlayan süreçlerdir. Dini, siyasî hayatın 'da' bir parçası olarak sunmak, dini özel hayatın bir parçası olarak tanımlamak ve konumlandırmak isteyenlerin elini güçlendirmiştir. Zira böylelikle dinin toplumsalın ve siyasalın bir parçası olmayabileceğine dair bir anlam hasıl olmuştur.

Ali Bulaç'a göre 'İslamcılık, İslam'ın ana referans kaynaklarından hareketle 'yeni' bir insan, toplum, siyaset/devlet ve dünya tasavvurunu, buna bağlı yeni bir sosyal örgütlenme modelini ve evrensel anlamda İslam Birliği'ni hedefleyen entelektüel, ahlaki, toplumsal, ekonomik, politik ve devletler arası harekettir.'

İslâmcı/lık tanımlarına kaçınılmaz olarak mündemiç olan Müslümanın siyasasının, onun varlığından bağımsız/ ayrı bir vakıa olarak konumladırılabilmesi ihtimalidir. Toplumsal-siyasal tüm amellerini İslâm'dan ilham alarak gerçekleştirmek zaten Müslümanların üzerine farzdır. Ancak bu farîzayı 'İslâmcı' sıfatıyla tanımlamak, aslında bu amel anlayışının paranteze alınabilir bir yükümlülük olduğu intibaını uyandırır. Uyandırmakla da kalmaz, her söylemsel oluşum gibi bir takım sonuçlara da yol açar. Bu sonuçlardan en önemlisiyse İslâm'ın düsturlarının toplumsal-siyasal alana hâkim kılınması gayretini marjinalleştirmesidir. Müslümana yük olan bir vazifesinin askıya alınabilir olmasını sağlamasıdır.

Günümüzde 'Müslümanım' demenin karşılığının sadece kelime-i şahadet getirmek olduğunu sanan kayda değer bir kitlenin İslâmcılığı 'uç' bir söylem olarak görmesi bu sonuçların en vahim olanıdır. Ancak hayat içerisinde İslâm'ı hayatının her alanına hakim kılarak yaşamayan Müslümanların olmasının, Kur'an ve Sünnet'in öngördüğü çerçeveden çıkarak bir kavramsallaştırmaya gitme hakkını bize vermediğini düşünüyorum. Belki de Allah'ın inananlar için isim olarak 'Müslüman'ı seçmesinin hikmeti üzerine daha fazla eğilmemiz gerekiyordur.

Son olarak, sekülerleşme bir ideoloji değildir; bir ideolojiden fazlasıdır. Sekülerleşme, hangi ideoloji, tarihsel bağlam ve/veya öznellik karşısına çıkarsa çıksın, onu 'içleyerek' dönüştürüp 'nakavt eden' hegemonik bir sürecin adıdır. Ve bir sorunu çözmenin ilk yolu, önce bir sorun olduğunu kabul etmekten geçer. Sorunun adı İslâmlaşmamaktır, İslâmcılaşmamak değil.

İslâmcılık, muhafazakârlık, dindarlık, vb. yeni mefhumlar üretmek ve tüketmek yerine, Müslüman kavramının azametini Müslümanlara anlatmanın, neden sosyolojik bir kategorinin ötesine işaret ettiğini göstermenin, bizlere emanet edilmiş bu kıymetli ismin arkasında barındırdığı ontoloji, epistemoloji ve aksiyolojiyi idrak edip tavzih etmenin gerekli olduğu kanaatindeyim.

YORUMLAR
  • İrfan Toker   23-08-2012 13:48

    Son zamanlarda okuduğum en güzel 'İslamcılık' yazısıydı bu. Çünkü 'müslim-müslüman'ın, bu adlandırmaya ihtiyacı olmadığı gibi, böyle bir ünvana da karşı çıkılması gerektiğni düşünenlerdenim öteden beri. Ne yazık ki, çok bilen bazı yazarlarımız bile, Hilal Kaplan'ın sergilediği bu duyarlılığı gösteremiyorlar. Bu konuda Mehmet Pamak'ın duruşu da saygıya değer. Her ikisine de teşekkürler...