Hükümet, hak arayanlara şahin kesildi
Başbakan`ın `Açılım devlet projesidir` demesi boşuna değil! Hükümet, açılım sürecinde destek tabanını genişletmek yerine, devletçi politikalarıyla halkı karşısına alarak gün gün mevzi kaybediyor.
İslam ve Hayat
TEKEL işçilerinin, işyerlerinin özelleştirilmesi nedeniyle özlük hakları ve kamu kurumlarına geçiş hakkı için başlattıkları eylem yağmura ve soğuk havaya rağmen 3. gününde de devam etti. Fakat bugünkü eyleme polis müdahale ederek 18 eylemciyi gözaltına aldı. Eylem alanına giren polisler yürüyüş yapmak isteyen işçilere gaz bombası attı. Bazı eylemcilerin baygınlık geçirdiği görüldü. Çok sayıda işçi ise havuza girerek göz yaşartıcı bombalardan kendilerini korumaya çalıştı. Kendilerine verilen megafonla havuz içinde konuşan eylemciler, iş olmazsa barış ve kardeşliğin olamayacağını belirterek, hükümetin TEKEL işçilerine karşı tutumunu protesto ettiklerini söyledi.
Hükümet'in diğer bir hatası ise grev yapan TCDD işçilerine yönelik izlediği tutum. 25 Kasım'daki genel greve katıldıkları için görevden alınan 16 TCDD çalışanı için dün trenler bir kez daha durdu. Sendikalar 'Arkadaşlarımız işe dönünceye dek eylem sürecek' diyerek dayanışma sergilerken, TCDD ise dünkü eylemden sonra 30 çalışanı daha görevden aldı.Hükümet'in grev yapanlara yönelik tavrı sadece demiryolu çalışanlarıyla sınırlı kalmadı. Sosyal Güvenlik Kurumu(SGK), 4 Aralık'ta yaşadıkları sorunlara dikkat çekmek için bir günlük kepenk kapatma eylemi yapan 25 bine yakın eczane ile ilaç alım sözleşmesini feshetti.
Peşpeşe gelen bu haberler, Hükümet'in özellikle emeğine sahip çıkmaya çalışan kesimlere karşı tam bir devletçi tavır takındığını ve bunun sonucunda ciddi bir kesimi karşısına almaya başladığını gösteriyor. Açılım sürecini devletçi politikaların kıskacına kaptırmaya başlayan AK Parti, bu tür politikalarla tabanını genişletmek yerine yalnızca elini zayıflatmakta, merkezi bürokratik yapıya daha fazla gömülmektedir.
-
HUSEYİN SASMAZ 21-12-2009 02:11
SIKINTI VE MUSİBET KARŞISINDA TAVRIMIZ 1- TOPLUMSAL SIKINTI; İDEOLOJİSİNDEN DOLAYI TOPLUMLARIN UĞRADIĞI SIKINTILAR: Toplumlar veya devletler insan vücuduna benzer. Dış etkenler olduğu gibi iç etkenlerle de karşı karşıyadır. Kavimlerin helak edilişi musibeti vardır ki bu, azgın bir kavmin kendi elleriyle işledikleri günahları ve aşırı sapıklıkları yüzünden, peygamberlerine karşı direnmeleri neticesinde ortaya çıkmıştır. Allahu Teâlâ, aynı zamanda bu musibetleri diğer toplumlar için birer ibret vesilesi de kılmıştır. Kur'an-ı Kerîm'de helâk edilişleri ve buna sebep olan durumları tafsilatlı bir şekilde gözler önüne serilen, Nuh, Âd, Semûd, Lût kavimlerinin başlarına gelenler bu tür musibetlerdendir. Eğer ideoloji herhangi bir toplumda yerleşik vaziyette ise iç sıkıntılardan fazlaca etkilenmez. İç sıkıntılarını toplumun ideoloji etrafında düğümlenmesi ile çözmesi kolay olur. Tatbikten kaynaklanan aksaklıklar, fakirlik, şahsi çekişmelerden dolayı ayaklanmalar gibi durumları çabuk atlatabilir. Fakat doğru yoldan sapmak helaki hazırlayan sebeplerdendir. Allahu Teala'nın emirlerinden uzaklaşılması halinde cezalandırılacağı bir çok ayette bildirilmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulmaktadır; مِن قَرْيَةٍ إِلاَّ وَلَهَا كِتَابٌ مَّعْلُومٌ مَّا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّة أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ ٍ وَمَا أَهْلَكْنَا "Helâk ettiğimiz her memleketin mutlaka bilinen bir yazısı (belli vakti) vardır. Hiçbir toplum ecelini geçemez ve ondan geri de kalamaz." (Hicr 4-5). "Andolsun, sizden önceki nice nesilleri peygamberleri, kendilerine apaçık deliller getirdikleri halde (yalanlayıp) zulmettikleri vakit helâk ettik. Onlar zaten inanacak değillerdi. İşte biz suçlu toplumu böyle cezalandırırız. (Yunus,10/13) Toplumların maruz kaldığı sıkıntıların başında nizamın işleyişinde aksaklıkların olmasıdır. Bunda; adil devlet adamı, nizamın işleyişinde muhasebe edecek kitlelerin olmayışı veya var olan kitlelerin donmasının büyük rolü vardır. Bunların tümü başlı başına birer konudur. Toplum sitemden kaymaları gözetmediği takdirde ve devlet erkânının görevini tam manası ile yerine getirmesinde zafiyet göstermesi halinde sorumluluk altına girer. Her türlü bozulma şer'i çerçeve içerisinde kalarak ıslah etme yoluna gidilmelidir. Aksi halde musibetler peşi sıra gelmeye başlar. Buralarda doğan aksaklıklar toplumsal sıkıntıların doğmasına sebep olur ve o toplum için musibetlerin kapısı aralanmış demektir. Allahu Teala kullarını bu hususta kullarını uyarmıştır: فَلَوْلاَ كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِن قَبْلِكُمْ أُوْلُواْ بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الأَرْضِ إِلاَّ قَلِيلاً مِّمَّنْ "Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydiler?.." (Hud 116) وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرَى بِظُلْمٍ وَأَهْلُهَا مُصْلِحُونَ "Kasabaların halkı ıslah edilip dururken Rabbın haksız yere onları helak etmez." (Hud 117) Allahu Teala kavimlere, toplumlara peygamberler göndermişti de onlar Allah'ın elçilerini yalanlamışlardı. Bunun üzerine sıkıntılara uğratılmışlardı: وَمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّبِيٍّ إِلاَّ أَخَذْنَا أَهْلَهَا بِالْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ "Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek halkını, yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka fakirlik, sıkıntı ve hastalığa uğratmışızdır." (A'raf 94) Günümüzde de Allah'ın dinini hayata hakim kılmak için nice Salih davetçiler çıkmıştır. Onlar demokrasinin, laikliğin, cumhuriyetin, kapitalizmin, İslam dışı ne varsa hepsinin küfür olduğunu kavimlerine duyurdukları halde onlar bu davetçileri yalanlamış, hala yalanlamak ve iftira atmakla meşgullerdir. Aynen geçmişteki kavimler gibi Allah birçok kavim, topluluk ve devletleri sıkıntı ve musibet ile cezalandırmıştır. Fakirlik yönünden hiçbir sıkıntı çekmemeleri gerekirken İslam beldesinin kaynakları kafirler tarafından sömürülmektedir. Bu musibet değil midir?! Yüz binlerce kişinin ölmesine neden olan işgaller, darmadağın olan hayatlar, yıkılan yuvalar sadece az bir kesimin Allah'ı ve onun nizamını hatırlamasına neden olmuştur. Oysa önceki kavimler yakalandıkları ağır sıkıntı ve musibetler neticesi Allah'a yöneliyorlar ve tövbe ediyorlardı. Allah'tan yüz çevirenler de helak olup gidiyordu. Allahu Teala şöyle buyurdu: وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُواْ وَاتَّقَواْ لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ وَلَكِن كَذَّبُواْ فَأَخَذْنَاهُم بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ "Eğer o ülke halkı iman edip de sakınmış olsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden nice bereketler açardık. Fakat onlar yalanladılar. Bunun için Biz de kazanmakta oldukları yüzünden onları yakalayıverdik." (A'raf 96) Nice kavimler, topluluklar gereği gibi iman etmiş, Allah onları bolluğa boğmuştur. Kalplerinden kafirlerin korkusu kalkmış sükunet bulmuşlardır. Bir toplum üzerinden sıkıntı veya musibetin eksik olacağını söylemiyoruz. Mutlak bir şekilde Allah kullarını imtihan edecektir. Durum böyle olsa da, varlığında yöneticilerin yanlışlarından dolayı sıkıntı ve musibetlerle karşılaşsa da İslam devletinin varlığı en büyük musibetin önünde bir set gibidir. Bu konuda Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi Ve Sellem sadece sözde değil, uygulamada da çok güzel örnekler sergilemiştir. Bu örneklerden birisi şöyledir; Mekke'nin fethi sırasında soylu bir kadın suç işlemiş ve cezaya mahkum olmuştu. Bu kadının af edilmesi için yakınları Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Efendimizin sevdiği bir kişi olan Üsame'yi aracı kıldılar. Üsame Peygamberimizle konuştu ve şu cevabı aldı: "Üsame! Seni Allah'ın koymuş olduğu herhangi bir cezanın uygulanmaması için aracılık yapar görmeyeyim." Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem sonra bir konuşma yaparak şunları söyledi: "Şüphesiz, sizden önceki milletlerin helak olmasının başlıca sebeplerinden birisi, içlerinde asil (soylu) bir kişi suç işlediğinde onu af etmeleri, zayıf ve fakir birisi suç işlediğinde ise ona ceza uygulamalarıdır. Allah'a yemin ederim ki, eğer suçlu Muhammed'in kızı Fatıma da olsa, O'nu da cezalandırırdım" (Buhari,Hudud 11,Ebu Davud Hudud) İslam hilafet devleti varlığı altında Müslümanlar, hatta onun çatısı altında yaşayanlar birçok hususta emin olurlar. Nitekim bir hadiste Resulullah Sallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurmaktadır: "Halife kalkandır, onun arkasında savaşılır ve korunulur." (Muslim) Onun yokluğu ise musibetlerin en büyüğüdür. Müslümanların ve dünyada cereyan eden olaylar bunun açık kanıtıdır. Paramparça olmuş Müslüman topluluklar her gün yeni bir musibetle karşı karşıyadır. Davetçilerin sesine kulak vermeyen nice toplumlar kâfirlerin işgali korkusu ile yaşamakta veya kafirlerin zulmüne maruz kalmaktadır. Türkiye, Pakistan gibi devletlerin (!) bu işi yapabilecek güçleri, orduları var iken İslam'a ters dönüp İslam'a ve davetçilerine karşı savaş açmaları ümmet üzerinde her gün musibetlerin gelmesini bir kat daha artırmıştır. Hain idarecilerin topluma yaydıkları fitne, kafirlerin küfür düşünceleri ile (demokrasi, demokratik açılım, milliyetçilik, laiklik gibi) ümmetin evlatlarını zehirlemesi sonucu güçleri kırılmış, silahları kafirler yerine kardeşlerine çevrilmiştir. İki kardeşin bir birini öldürmesinden, düşman olmasından daha büyük musibet olabilir mi?! Allahu Teala şöyle buyurdu: وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُّتَعَمِّدًا فَجَزَآؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا "Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde daimi kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." (Nisa 93) Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem de bu hususta şöyle buyurdu: "Dünyanın tamamen yok olması, Allah indinde Müslüman bir adamın öldürülmesinden daha hafiftir." (Tirmizi) Kafirlerin verdikleri kredilerle ayakta durabilmek (buda onların istediği doğrultuda kullanmak şartı ile şartlı) için gayret gösterip kardeşi kardeşe öldürtüyorlar. Pakistan'da Amerika'nın isteği doğrultusunda yüzlerce kişi öldürülürken binlerce kişide yerlerinden olmuştur. Günümüzde birçok İslam beldesinde insanlar BM.'den gelecek bir tas pirinç veya una muhtaç bırakılmıştır. İslam aleminin ümmeti fikren kalkındıracak kitlelere ihtiyacı o kadar fazla iken her köşe yardım kuruluşları ve yardım bekleyen insanlarla dolmuştur. Rant elde etme yarışına giren yardım kuruluşlarının cılız yardımları ile asıl devletin çözmesi gereken meseleler çözülmeye çalışılıyor. Musibetlerden doğan sıkıntılar yardım kuruluşlarına havale edilmiştir. Eğer İslam aleminde insanlar imanlarını hatırlayıp, gereği gibi Allah'tan sakınsalar Allah mutlaka bereket kapılarını açacaktır. Nitekim Allahu Teala yukarıda zikrettiğimiz ayette de bunu vaat ediyor. Ayrıca Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bu hususa şöyle açıklık getiriyor: "Ahir zamanda bir halife olacak, malı sayıp hesap etmeden taksim edecektir." (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 15) Burada şunu da zikretmek gerekir: Kimi zamanda bazı mü'minler topluluğu sıkıntı ve musibetlerle karşı karşıya kalabilir. Bu onlar için bir imtihan niteliğindedir. Onların günahları için kefaret olur. Çünkü mü'minler Allah ve Resulünü yalanlamadılar. Fakat bir kısım Müslümanların onları terk etmesinden dolayı güçleri kırılmıştır. Nitekim İslam aleminde bazı beldelerde insanlar Allah'ın nizamına, şeriatına dönmek isteyince hain idareciler ve zalim kafirler tarafından saldırıya uğramaktadır. Somali'de Şer'i mahkemelerin yaygınlaşması buna bir örnektir. Kafirler İslami hayata geçmenin önünü kesmek için kuklaları ile bölgeyi adeta ablukaya almışlardır. Tarihte bunun örnekleri daha çoktur. Örneğin; Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ve sahabelerinin ablukaya alınmaları gibi. Mekke müşrikleri, İslâm nurunun sönmesi için, ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Alay, hakaret ve işkencenin her çeşidini denediler. Bütün bunlar İslâm'ın yayılmasına, Müslümanların sayılarının günden güne artmasına engel olamıyordu. Mekke devrinin 7. yılı (616 M.) Muharrem ayında Kureyş ileri gelenlerinden 40 kişi Ebû Cehil'in başkanlığında toplandılar. Hâşim Oğullarıyla alış-veriş yapmamağa, kız alıp-vermemeğe, görüşüp buluşmamağa, ekonomik ve sosyal her türlü ilişkiyi kesmeğe karar verdiler. Bu kararı bir ahitname şeklinde yazıp mühürlediler ve bir beze sararak Kâbe'nin içine astılar. Böylece Müslümanları canlarından bezdirip Hz. Peygamberin kendilerine teslim edileceğini umdular. Karara aykırı hiç bir şey yapmayacaklarına dair yemin ederek karar hükümlerini müsamahasız uygulamağa başladılar. Bu karardan sonra, şurada-burada dağınık halde olan bütün Müslümanlar Ebû Tâlib mahallesinde Hâşimî'lerle birleştiler. Ebû Leheb, Hâşimî'lerden olduğu halde, müşriklerle beraber oldu ve mahalleden çıktı. Ebû Tâlib, Müslüman olmadığı halde, Müslümanların başına geçti. Hz. Peygamber de üç yıldan beri ikamet etmekte olduğu Erkâm'ın evinden, Ebû Tâlib Mahallesine taşındı. Müslümanlar burada üç yıl (616-619 M.) abluka altında kaldılar. Müslümanlar abluka altında kaldıkları bu üç yıl içinde çok sıkıntı çektiler. Yeteri kadar erzak temin edemedikleri için, açlıktan ağaç yapraklarını yediler. Bazı küçük çocuklar, gıdasızlıktan öldü. Ebû Cehil gece-gündüz Ebû Tâlib Mahallesi'ne girip çıkanları kontrol ediyor, mahalleye gizlice yiyecek maddesi sokulmasına imkân vermiyordu. Hamza ve Ömer gibi cesur olanların dışında kimse çarşıya çıkıp alış-veriş yapamıyordu. Sa'd İbn Ebî Vakkas, bir defa bulduğu bir deri parçasını ıslatmış, ateşte kavurarak yemişti. Kadınların ve çocukların açlıktan feryatları mahalle dışından duyuluyordu. Müslümanlar yıllık yiyecek ve diğer ihtiyaçlarını ancak "eşhür-i hurum" denilen kan dökülmesi yasak dört ayda (Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep) temin etmeğe çalışıyorlardı. Peygamber Efendimiz de davet ve tebliğ vazifesini, özellikle Mekke'ye dışarıdan gelenlere ancak bu aylarda yapabiliyordu. Müslümanlar üç yıl süren bu boykot esnasında dayanılmaz sıkıntılara katlandılar. Fakat Kureyş bundan da hiç bir netice alamadı. İşte buna benzer haller doğrudan imtihanla alakalı hususlardandır. Özbekistan'da binlerce Müslüman'ın Allah'ın nizamını istemelerinden dolayı öldürülmesi de bu şekilde bir imtihandır. Dışarıdan gelen etkilerden dolayı yaşanan sıkıntı ise diğer devletler tarafından baskı altına alınıp izole etmeyle yaşanan sıkıntılar olabilir. Bu meyanda bakışlar tümden ideolojiden dolayıdır. Savaşlar, ekonomik kıskaç altına alınmak, dünya devletleri arasında kamuoyu oluşturularak yalnızlığa itilmek, ambargolar vs... İslam beldelerinde var olan karton devletlerin bu gün içerisinde bulunduğu durum bundan ibarettir. Gerektiğinde sömürgeci güçlerce kıskaç altına alınarak hain idareciler eli ile her türlü baskı, zulüm, işkence ümmet üzerlerinde uygulanabilmektedir. Bizden olmayan, sevmediğimiz elinde hayatımızı sürdürmek musibet değimlidir?! Bişr İbni Ubeydullah El Hadrami, Ebu İdris El Hulani'nin Huzeyfe İbn El Yeman'dan şu hadisi işittiğini rivayet etmişti: "İnsanlar Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'e hayır hakkında soruyorlardı. Fakat ben, bana dokunmasından korkarak şer hakkında soruyordum. Dedim ki; "Ya Rasulullah biz cahiliye ve şer içindeydik, Allah'u Teâla bize bu hayrı getirdi. Peki bu hayırdan sonra şer var mı?" Dedi ki; "Evet, fakat içinde karışıklık ve şer var". Dedim ki; "O karışıklık nedir?" Dedi ki; "Bir takım insanlar benim gösterdiğim yolun (hidayetin) dışında benim sünnetimin tersine ümmeti idare edecekler. Onları bileceksiniz ve onları kabul etmeyeceksiniz." (Buhari Fiten-12, Tecrid C. 9 S. 297 H. No: 1471) "...Şerli imamlarınız ise sizden nefret ederler siz de onlardan nefret edersiniz, siz onlara lanet edersiniz onlar da size lanet ederler..." (Müslim K. İmara Bab 17 H. No: 1855) Dolayısıyla ekonomik ve siyasi baskı neticesi İslam alemi sıkıntı boğuşmaktadır. İslami hayattan uzaklaşmanın sonucu ortaya çıkan ve içerisinde bulunduğumuz hal her ne kadar Müslüman olmalarından kaynaklanıyor olsa da bu hali ortadan kaldırma gücünü maalesef Müslümanlar ortaya koymamaktadırlar. Kafir devletlerin kıskacında İslam beldelerindeki yöneticiler sefa içerisinde yaşarken halklarının sıkıntılar içerisinde yaşatmasını görmemezlikten gelmektedirler. Bu musibet ve sıkıntılar toplumun sahip olduğu ideolojisini hayatlarında hakim kılmadığı müddetçe devam edecek cinstendir. -Memleketleri bekleyen asıl sıkıntı veya musibet cemaat, hizb veya kitlelerin rotasyona uğramalarıdır. Yani asli işlerinden uzaklaşıp değişik yollara girmeleridir. Kitlelerin içeride asli vazifesi, muhasebe ve ıslah hareketleridir. Bu metod terk edildiği an devletler, toplumlar büyük musibetlerle karşı karşıyadır. Hizblerin asli vazifelerini terk etmeleri sonucu devlet veya toplumda zuhur eden ideoloji dışı gidişat dizginlenemez, devlet her yaptığı işi doğru yaptığı kanaatine varır. Kitle asli işini unuttuğundan dolayı da toplumun dikkatleri devletin icraatları üzerine çekilemez. Olsa da bireysel çıkışlar olur, buda devletin gidişatını değiştirmede etkileyici olmaz. Çökme döneminde (Osmanlı Hilafet devletinin sonlarına doğru) cihad gibi bazı şer'i hükümlerin terk edilmesine, batı kültürünün yaygınlaşmasına seyirci kalınması önü alınmayan musibetlere getirmiştir. Ayrıca çeride kitlelerin, cemaatlerin devlet veya toplum üzerinde kitlesel etkinlikler yerine, kitlenin bireyleri değiştirme (güzel ahlaklı yetiştirme) gibi bir yolu seçmeleri musibetlerin ardı ardına gelmesine vesile olmuştur. Çünkü devlet kendisini görememiş, gösterecek olanda etkinliğini yitirmişti. Kitle bağlamında musibetler bunlarla da kalmamış, rotasyona uğrayan kitleler asli görevinden uzaklaştığı için dış güçlerin kolayca kullanabilecekleri konuma gelmişlerdir. İngiliz güdümüne giren ve ümmetin başına büyük sıkıntı ve musibetler açan İttihat ve Terakki Cemiyeti, Kuvayi Milliye yakın tarihimizden birkaç örnektir. Bunlar yüzünden İslam ümmeti tarihinin en büyük sıkıntı ve musibetlerini yaşamış, bu hain kitleler yüzünden Ümmetin vahdetini sağlayan Hilafet yıkılmıştır. Her ne kadar kitleler devletin muhasebesi için kaçınılmazsa da bu konuda devletin kitleler üzerinde kontrol mekanizması da çalışmak zorundadır. Aksi takdirde fikren ve güç olarak kontrol edilemez noktaya gelir ve devletin bir fonksiyonu kalmaz. Bu minvalde tarih sayfaları arasında Muaviye harekâtı ile ümmetin ne gibi musibetlere duçar olduğunu birçoğumuz okumuş veya duymuştur. Başka bir örnek; Selanik harekâtıdır. İş o noktaya gelmiştir ki; Selanik'te odaklanan bir gurup dönme (yahudi) halifeyi tahtından indirme gücüne ulaşmıştır... Dolayısı ile devlette görevini bilmeli kitlelerde görevlerinin şuurunda olmalıdırlar. -Toplumları sıkıntı ve musibetlerden kurtarmanın yolu; -Allahu Teâlâ'dan imtihan şeklinde gelecek sıkıntı ve musibetler için yapılacak tek iş; sabretmektir. Bu konuda toplumsal dayanışmanın ortaya çıkması önem arzeder. Şöyle ki; fakirlik ve hastalık gibi musibetlerde sabır ve destek çok önemlidir. Bu musibetin Allahu Teâlâ'dan geldiği noktasında hemfikir olunmalı, akidevi bağ kuvvetlendirilmeli veya toplumda buna dayalı fikirlerin yaygınlaştırılması gerekir ki insanlar imanlarında, imani konularda tereddüde düşmesinler. Nitekim Allahu Teala'da bu hususta şöyle buyurmaktadır: الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ "Onlar, bir musibete uğrayınca: -Biz, Allah'a aidiz ve elbette O'na döneceğiz derler." (Bakara 156) Toplumda çıkan fitne ve fesattan kaynaklanan sıkıntı ve musibetler karşısında ise sabır tavsiye edilmez. Toplumda bu tür musibetler cezalandırmakla alakalı bir konudur. Bunun tedavisi veya ıslahı ise Emr-i Bi'l Marûf, Nehy-i Ani'l Münkerdir. Bazı kavimlerde öylesi musibetler zuhur etmişti ki sonuçta kavimlerin helaki ile sonuçlandı. Toplumun batması ile bir birey olarak kişinin kendisinin de batacağı kavranılması gerekir. Bunu Resulullah Sallahu Aleyhi Ve Sellem bir hadisinde ne güzel beyan ediyor: "Allah'ın hudutlarında iki yüzlülük yapan ile onların içine düşen kimsenin benzeri, bir gemi üzerine kur'a atan kavim misalidir. Bâzıları geminin aşağı katında, bâzıları da geminin yüksek katında oldular. Geminin alt katındakiler suya, geminin üst katındakilerin üzerinden geçiyorlardı. Üsttekiler bununla eziyet duyuyorlardı. Derken biri bir balta aldı da geminin altını delmeye başladı. Diğerleri onun yanına gelip: "Sen ne yapıyorsun?" dediler. O da: "Sizler benim yüzümden eziyet gördünüz. Benim için de su kaçınılmazdır" dedi. Onlar eğer onun ellerinden tutarlarsa, hem onu kurtarırlar, hem de kendileri kurtulur. Eğer onu kendi başına bırakırlarsa, hem onu helak ederler, hem de kendilerini helak ederler" Toplumsal sıkıntı ve musibetlerin ortadan kalkması için yapılacak çalışmalar bireysel olmayıp kitleseldir. Kitlesel güç toplumları ayağa kaldırmaya, ıslah etmeye ve otoriteyi düzeltmeye muktedirdir. Bireyin çalışması ancak bireyle sınırlı kalır. Kitle ise toplumun itici dinamiklerindendir.