Nihat GÜÇ
HZ. MUSA'YI ANLAMAK
Kur'an-ı Kerim'de anlatılan olaylar boşuna serdedilmiş olaylar değildir. Her kıssanın bir amacı ve bir de misyonu vardır. Kelamullahtan doğru yararlanmak; anlatılan kıssaları doğru anlamaktan ve doğru kavramaktan geçtiğini bilmemiz gerekir. Rabbimizin aktardığı hiçbir olay salt tarihi bir bilgi olması hasebiyle anlatılmış ve aktarılmış değildir.
Günümüz Müslümanlarının en büyük sorunu Allah'ın sözlerini "doğru anlama" meselesi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kimisi bu kıssaları ütopik bir olay olarak algılarken, kimileri de tarihin tozlu raflarında kalması gereken birer olaymış gibi algılıyor. Günümüzün hayat şartlarına uymadığını dile getirenlerde az değil.
Olması ve yapılması gereken yegane şey Rabbimizin bize anlattıklarını hayatımıza aktarmaktır. Anlatılanları hayata aktarabilmek doğru anlamaya bağlıdır. Hayatın istikamet bulması adına en güzel ve en doğru olan bu kıssaları günümüze, insanlarımıza ve gerçekleşen olaylara yorumlamamız gerekir. Aksi takdirde Kur'an-ı Kerimi ya eksik anlarız ya da yanlış.
Hz. Musa ve İsrailoğullarını İlahi Kitapta anlatılan en uzun kıssa olması hasebiyle üzerinde uzun uzadıya düşünülmesi gerekir. Farklı surelerde farklı konularla ilişkilendirilerek anlatılan bu kıssanın Sebeb-i hikmetini bilmek gerek.
Bu kıssa günümüz Müslümanlarına yorumlanmaya müsait olan ender ve nadide kıssalardan biridir. Bu olay silsilesi günümüze ışık tutan ancak Müslümanlar olarak hiçbir şekilde oralı olmadığımız, üzerimize almadığımız kıssaların başında gelir. Şunu da vurgulamadan geçmemek gerek. O dönemin İsrailoğulları Müslüman idiler. İsrailoğullarında var olan dini inanış ve anlayış günümüzdeki gibi ismi olan ama cismi olmayan bir din idi. Din söze hasredilmek suretiyle fiiliyattan ve sosyal hayattan neredeyse izole edilmişti. Geriye Firavunun sistemi ve saltanatıyla cem edilmiş, ruhu kabzedilmiş bir din, bir dindarlık kalmıştı.
Firavun'un Müslüman olmamanın ötesinde kendisini insanların Rabbi olduğunu iddia ettiğine de ayrıca dikkat çekmek gerekir. İnsanları yönetmek için kurduğu ve uyguladığı istem İslami değildi. Ancak İsrailoğullarından olan birçok Müslüman Firavun'un kurduğu sisteme entegre olmuş; Firavun gibi düşünüyor, Firavun gibi yaşıyor, Firavun gibi bir hayatı arzuluyordu. Hatta kimileri Firavunun savunuculuğunu dahi yapıyordu.
Din ve dini yaşamın edebi bir natıka olarak algılandığı bir ortamda Hz. Musa (a.s) peygamber olarak gönderildi. Müslümanların İlahi Emirler doğrultusunda yapmaları gereken ruhi değişimleri bedenende yapmaları gerektiğini özellikle vurguladı. Bulundukları mekanın ruh ve davranışların değişimine müsaade etmediğinden tebdili mekanın zorunlu olduğunu vurguladı. Tebdili mekan hem ruhun temizlenmesine hem de bedenen ifa etmeleri gereken ibadetlerin ifası mümkün olacaktı.
Sanırım o günkü Müslümanların en büyük şansızlığı Firavun'un Müslüman olmayı reddetmesidir. Şayet Firavun iman etmiş olsaydı mesele kısa yoldan çözülmüş, tüm işler rayına girmiş olacaktı. O zaman Müslümanlar hiç bir zahmete katlanmamış, tebdili mekana gerek kalmamış, yaşamlarını değiştirmeden istenen değişim gerçekleşmiş olacaktı. Tabi bu işte taktir-i ilahiyi de unutmamak gerekir.
Yüce Allah'ın Musa (a.s.)'a verdiği mucizelere, kullanılan nazik ve yumuşak dile rağmen Firavun iman etmedi. Bu süreçten sonra Musa (a.s) ve Müslümanlar Mısırı terk etmeleri gerekiyordu. İman ve küfür mücadelesinin en zor olan kısmı burasıdır. Yani hicrettir. Yani tebdili mekandır.
Tebdili mekan Hz. Muhammed (s.a.v.) döneminde hem inanmış hem de yaşantısını düzeltmiş Mü'min insanlar için katlanılabilir bir durumdur. Ancak ismen Müslüman ama cismen Firavun gibi yaşamaya alışmış olan Müslümanların Mısır'dan çıkarmaları hiç de kolay olmamıştır. Çünkü yüzyıllardır yerleşik bir hayata alışmış, işini gücünü, aşını bu minvalde düzenlemiş, geleceğini buna göre planlamış olan o günün Müslümanları yani Yahudiler; Hz. Musa (a.s) tarafından Mısır'dan çıkmaya razı edilmeleri hiç de kolay olmamıştır. İsrailoğullarının Mısır'dan çıkmaları için Hem Musa hem de Harun (a.s) tarafından zorbela ikna edildiklerini düşünüyorum.
Firavun ve sistemini terk edip tebdili mekan yaptıktan sonra Mısır'ı ve Mısır'da olan şeyleri isteyip durdular. Bu istek eskiye duyulan bir özlemdir. Bu istek Firavunun sistemiyle gösterilen entegrasyonun bir yansımasıydı. Bu istek davranış değişimini istemeyenlerin sözsel bir ifadesidir. Bu minvalde İsrailoğulları; yerleşik hayatı, alıştıkları Firavuni sistemi, yerleşik hayatın getirdiği yiyecek ve içecekleri her zaman arzuladılar. Yaptıkları ve sergiledikleri durum "Hem ağlarım hem giderim" hesabıydı.
Mısır'dan çıktıktan sonra da her gün yeni bir mızmızlanmaya ve nazlanmaya giriştiler. Çünkü alışkanlıkları değiştirmek hiç kolay değildir. Bu vesileyle yolda ilerlerken hep yalpaladılar. Musa (a.s.) ile beraber yeni bir yaşama, yeni bir hayata ve yeni bir düzene doğru yol alırlarken akıllarını yanlarına almamışlardı. Geriye olan özlem ve hasreti benliklerinden söküp atamadılar. Onlar için iliklerine kadar işlemiş olan Firavuni düzeni terk etmek kolay olmadı tabi. O kurulu düzenlerine geri dönmek için her gün farklı bir istekte bulundular. Ya da eskiyi yad eden hayatı arzuladılar. Musa (a.s.)'ın karşısına çıkmaya sebebiyet veren her bir istek aslında Firavun dönemindeki sistemin benliklerine işlenmiş olmasından kaynaklanıyordu. Firavun'dan kaçmış olmalarına rağmen gözleri hep arkadaydı. Geriye dönük arzu ve isteklerden kendilerini kurtaramadılar bir türlü. Sözde Müslüman olan bu halk yaşantıda Firavun gibiydiler.
Kur'an-ı Kerimin bu konuyla alakalı olan anlatımını okuduktan sonra kendimize sormak gerekmez mi? Yüce Allah bu olayı bize niye anlattı? Bizden ne istiyor bu anlatımlarla? Bizden de bir değişim mi istiyor yoksa bize dayatılan yanlışlara direnç göstermemizi mi istiyor?
Bu kıssa bizden; eski yaşam tarzımızı değiştirmemizi, hayatımızı İlahi Emirler ışığında yeniden düzenlememizi, ruhumuzu bu minvalde terbiye etmemizi, Peygambere gösterilmesi gereken ittibanın hem fikirsel hem sözel hem de davranışsal olarak gösterilmesi gerektiğini, Firavuni sistemlerle barışık olmaktan uzak durmayı, evvela fikirsel olarak uzaklaşmayı istemiyor mu? Yine bu kıssa fikirsel olarak değişmeyen insanların davranışsal olarak düzelmelerinin pek mümkün olmadığını anlatmıyor mu bize?