Hz. Peygamber`e ihanet ediliyor
Bu sene Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin ana teması Kur’an. Anma programlarına katılan siyasilerin açılış konuşmalarında verdikleri mesaja baktığınızda bu tabloyu çok daha kolay okuyabilirsiniz. Hiçbir anlamı olmayan yaldızlı, süslü sözler, hayata değmeyen övgü dolu ifadeler.
Herkes Peygambere ve onun savunduğu hayat felsefesine inanmak zorunda mıdır ? Bu soruyu birey-toplum yada birey-devlet ilişkileri penceresinden değerlendirdiğinizde tereddütsüz hayır cevabı verebiliriz. İnanmak da inanmamak da bir haktır ve özgürlükler ekseninde ele alınmalıdır. Konuyu insan ile yaratıcı arasında ki hukuk açısından bile ele aldığınızda inanma ve inanmama tercihi kişiye bırakılmıştır. Her iki tercihin sonuçlarına dair tanımlama ve uyarılar yapılmakla birlikte özgür iradesi ile bu kararı verecek olan insandır.
Yaratıcının tek tip ve tercihe yer bırakmayan bir dünya tasavvuru yokken bu yetkiyi devlete yada çoğunluğu oluşturan toplum kesimine vermek, gerçekte neye inanıldığını bir kez daha sorgulamayı gerektirmektedir.
Bu nedenle eğer inanıyorsanız bunun gereğini hakkıyla yerine getirmeniz, hem kişisel ahlaki gelişiminiz, hem toplumla ilişkileriniz açısından vazgeçilmez bir anlam ifade etmektedir. İnanıyor gibi gözüküp, hatta inandığını her fırsatta söyleyip, tam tersi yerde durmak, söz konusu inançla taban tabana ters eylemlilikler içerisinde bulunmak en hafif ifadesi ile ihanettir. Bu ihaneti İslam toplumunda daha Hz. Muhammed’in ölümünün hemen ardından görmeye başlıyoruz.
Güç yetirilemediği için yapılamayan işlerden bahsetmiyorum. Bizzat mesajın okunma ve algılanma biçimi itibarı ile işlenen cinayet, dine ve peygamberine ihanetten başka bir biçimde tarif edilemez. Peygamberin mücadelesini ve mesajını amaçlarından kopararak okumak, dondurarak hayatın dışına taşımak, güncelleyecek yorumlara karşı cephe almak, akıl ve vicdan ikilisinin uzağında tutmak ihanetten başka nasıl ifade edilebilir ?
Bugün kadının İslam dünyasındaki konumu bu ihanetin sonucudur sadece. Hak ve özgürlüklerin bu kadar kolayca ihlal edilebildiği yönetim geleneği yine böyle bir tutumun eseridir. Emeğin, alın terinin sömürüsü, yoksulluğa, yolsuzluğa dayalı ekonomik düzenler bu tavrın ortaya çıkarttığı tabloyu şekillendirmektedir. Çevremizde yaşanan haksızlıklar karşısındaki duyarsızlığımız, üzerine ölü toprağı serpilmiş halimiz, bu algı dünyasının eseridir.
Bu noktaya gelinmesinde dış güçlerin, İslam düşmanlarının payı yok mu sorusu aynaya bakmak ve kendi geçmişi ile hesaplaşmaktan kaçışın bahanesi haline getirilmektedir. Elbette Moğol istilalarından, Haçlı seferlerine, kolonyalist sömürgecilik girişimlerinden bu güne uzanan saldırıları görmezlikten gelemeyiz. Ancak bir toplumun kurtuluş ve ayağa kalkışı kendi dışındaki dinamiklerin insafı üzerinden değil kendi öz gücü üzerinden inşa edilebilir.
Bu sene Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin ana teması Kur’an. Anma programlarına katılan siyasilerin açılış konuşmalarında verdikleri mesaja baktığınızda bu tabloyu çok daha kolay okuyabilirsiniz. Hiçbir anlamı olmayan yaldızlı, süslü sözler, hayata değmeyen övgü dolu ifadeler.
Muhasebe yapmaktan, yüzleşmekten ısrarla kaçınan ve içinde bulunduğumuz durumun sorumluluğunu başkalarına atan yaklaşımlar, Peygamberi ve mesajını doğru anlamanın önündeki en önemli engel olarak karşımızda durmaktadır. Emevi alışkanlıklarını kutsayıp, bunu İslam adına savunmaya kalkmak, ancak köklü bir hesaplaşma ile giderilebilecek ve bütün bir bünyeyi sarmış hastalık durumundadır. Peygamberin mesajı ile yeniden buluşma ve komplekssiz bir tanışma için, Müslüman olmadan önce insan olmanın asgari gereklerini göze almamız gerekiyor.(Ayhan Bilgen / Sivil Düşünce)