Nihat GÜÇ

14 Aralık 2021

İBADETİMİZ ALLAH'A MI, YOKSA ŞEYTANA MI? -I-

İnsanoğlunun amelini sınamak üzere Yüce Allah (c.c.) ölümü ve hayatı yaratmıştır. (Mülk/2) Dünya hayatını da bu imtihanın adresi olarak belirlemiştir. İstememizle şekillenen bir durum değildir. 

İbadetler; düşünebilen, yaptıklarının sonucunu kestirebilen, öğrenmeler sonucunda davranışlarında değişikliğe gidebilen akıllı insanlara has bir durumdur. Bu yüzden ibadetler; Allah (c.c.) için, Allah (c.c.)’a ve Allah (c.c.)’ın istediği şekilde yapılmalıdır. O halde Allah (c.c.)’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından mümkün mertebe kaçınmak, genel bir çerçevede ibadet olarak tanımlayabiliriz.

Ölümden sonraki hayatta herhangi bir itirazın vuku’ bulmaması adına Allah’ü Teâla (c.c.) Hz. Muhammed (s.a.v.)’i yol ve yordam göstermek üzere görevlendirmiştir. “Müjdeleyen ve uyaran peygamberler gönderdik ki, insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı tutunacak bir delilleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (Nisa/165) Gönderdiği Peygamber (s.a.v.) ile beraber bir de kitap indirmiştir. Herhangi bir karışıklığa mahal vermemek adına emir ve yasaklarını burada açık ve seçik serdetmiştir. 

Allah(c.c.)’ın rızasına nail olmak, dünya ve ahirette kurtuluşa ermek bu kitabın emir ve yasakları çerçevesinde hareket etmekle mümkündür. İmtihan eden Allah (c.c.) ise; imtihanın şeklini ve şartlarını belirleyecek olan da odur. Cenneti verecek olan da, cehenneme duçar kılacak olan da O'dur. 

Bu dünya arenasında başı boş bırakılmayarak sorumlu tutulan varlık, insandır. Yoksa: “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder” (Kıyamet/36) ayeti bunun en güzel ispatıdır. 

İnsanoğlu belirlenmiş kurallar çerçevesinde, ibadetlerini Allah (c.c.)’a has kılmakla görevlidir. Kafasına göre; “İbadet ettim, oldu.” ya da “İbadet etmesem de olur.” nev’inden yapılacak hiçbir analiz makbul ve geçerli değildir. 

“Ey Âdemoğulları! Ben size, Şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?” (Yasin/60-61) ayetleri dikkatimi hep celp etmiştir.

Bir insanın günlük hayatında serdettiği fiiler ya doğrudur ya da yanlış. Üçüncü bir şık yoktur. Doğru olanlar Allah (c.c.)’ın emrettikleridir. Yanlış olanlar da Allah (c.c.)’ın yasakladıklarıdır. Bir insan Allah (c.c.)’ın emirlerini yerine getirmişse doğru, isyan etmişse yanlış yapmıştır. Yanlış olan davranışları da şeytani birer ibadet olarak telakki edebiliriz. 

Bir taraftan insanları yoktan var eden Allah (c.c.)’a ibadet; diğer taraftan Allah (c.c.)’a asi olmuş, işi gücü insanları kandırmak için var gücü ile çalışan, bu çalışmasını da kıyamete kadar sürdürecek ezeli düşman olan Şeytan’a ibadet. Evet! Yanlış duymadınız bu söylediklerimi. Bir de ayetten okuyalım; “Babacığım! Şeytana ibadet/kulluk etme! Çünkü şeytan, Er-Rahmân’a başkaldırmıştır/asi olmuştur.” (Meryem/44) ayetinde ifade edilen durum, bundan başka bir şeyi ifade etmiyor.

Hiçbir insan, şeytanın karşısına geçerek ibadet etmek maksadıyla eğilip kalkmaz. Yani Şeytan’a ibadet etmez. Zaten böyle bir ibadeti yerine getiren kimseyi de bulamazsınız yer yüzünde. Ama ayete dönüp bir daha baktığımızda Yüce Allah (c.c.) kullarına hitaben: “Şeytana kulluk etmeyin!” diye emir buyurmaktadır.  

Şeytanı dinlemek, emirlerini yerine getirmek kendisine yapılmış birer ibadet sayılmaz mı? Eğer insanlar tarafından Şeytana kulluk yapılmıyor olsaydı bu ayet “Şeytana ibadet etmeyin!” uyarısını niye yapsın bize?  

Lafı evelemeden ve gevelemeden söylememiz gerekeni söyleyecek olursak bu iki ayetten anlamamız gereken şey şudur; insanlar ya Allah (c.c.)’a ibadet ediyorlardır ya da Şeytan’a... Ancak şunu da unutmayınız ki Şeytan’ın karşısına geçerek, eğilip kalkarak ibadet eden bir tek kimseye de rastlayamazsınız bu koskoca dünyada.

O halde insanlar hayatında kimin emirlerini dinliyorlarsa, doğrularını ve yanlışlarını kabul ediyorlarsa ona kulluk ediyorlar demektir. Bu sorunu çözmenin yegane yolu; “Hayatta serdedilen emirler ve yasaklar kime aittir?” sorusuna cevap bulmamızla mümkündür.

Başta kendimiz olmak üzere çevremizde yaşayan insanların hayatına odaklanalım. Kimin emir ve yasaklarına göre bir yaşam sürdürüyorlar? Yaşam tarzlarını kimin istekleri doğrultusunda düzenliyorlar? Peki sosyal hayatta sürdürülen iş ve işlemlerde kimin rızası gözetilmekte? 

İbadetin kime yapıldığını anlamak için bu sorulara verilecek cevaplara bakmak yeterlidir. Cevaplarda “Allah (c.c.)” denilebiliyorsa sorun yoktur derim.  

Ancak bu konunun anlaşılması adına anlaşılabilir ve herkesin çok dikkat etmesi gereken basit bir örnek vermekle yetineceğim. 

Allah'u Teâla (c.c.) insanlardan her gün sabah namazını kılmalarını istemektedir. Bu emrini Kur’an-ı Kerim’de belirtmiş ve aynı zamanda gönderdiği Peygamber (s.a.v.)’in hayatında da nasıl yapılacağını göstertmiştir. Sabahleyin insanlar, vaktinde uyanır ve namazını ikame ederlerse; Allah (c.c.)’ın emrini yerine getirmiş ve ibadetlerini ifa etmiş olurlar. Sabah namazını kılan insanlardan, emrini yerine getirdikleri için razı olacaktır. Kulluk görevini yerine getirmek aynı zamanda Şeytan’a asi olmak, emir ve telkinlerine karşı diklenmektir de. 

Bütün bu anlatımlardan sonra sabah namazını kılmayan kişilere ne diyeceğiz? Kimin emirlerini yerine getirdiklerini iddia edeceğiz? Bu söylediklerimiz sabah namazına “Uyanamayanlar” için değildir elbet. Uyanmayan ve uyanmak istemeyenleredir bu söylediklerimiz. Sorulması gereken asıl can alıcı soru şu: Şeytan insanların sabah namazına kalkmasını istiyor mu, istemiyor mu?

Bu soruya hep bir ağızdan verilecek tek bir cevabı vardır. O da; “İstemez.” olacaktır. 

O halde bir tarafta Allah (c.c.)’ın “Sabah namazına vaktinde uyanın ve emrimi yerine getirin.” emri, diğer taraftan da insanın sabah namazına kalmasını istemeyen ve bunun için de her türlü taklayı atmaktan geri kalmayan Şeytan’ın emri.

Elbette Şeytan, insanın sabah namazına kalkmasını istemez. Hatta sabah namazına kalkmaması için ne gerekiyorsa onu da yapar. İstediklerini yaptırmak için de didinir, çalışır ve çabalar. İnsanın sabah namazına kalkmasından mutlu olmadığı gibi kızgınlık duymakla yetinmez, düşmanlık da besler. İnsanın sabah namazını kılmasının önüne geçmek için elinden ne geliyorsa yapmaktan da geri durmaz. Ta Hz. Âdem (a.s.)’dan beri insanlara karşı kuyruk acısı çekmekte olan Şeytan, bu acıyı insandan çıkartmak istercesine çalışmakta ve çabalamaktadır.

Şeytan’ın boş durduğunu sanmayın. O Mel’un, insana karşı her an bir hile ve desise peşinde koşmaktadır. Biz insanları kandırabilmek için planlarını yenilemekte ve “hazır ol”da beklemektedir. 

Şeytan insana sabah namazını kaçırmaları için erkenden gelir. Namaza kalkmasını engellemek için uğraşır durur. Uykusuzluğunu bahane eder, yorgunluğunu dile getirir, dinlenmesi gerektiğini telkin eder. Bütün bu uğraş ve telkinler fayda vermeyecek olsa kahrolur durur, kininden çatlar adeta. Ama o pes etmez, yorulmaz, geri adım da atmaz. “Bu planım” tutmadı der ve hemen plan değişikliğine gider. Yeni bir planı uygulamaya başlar.

Özellikle sabahleyin namaza kalkmak Şeytan için büyük bir risktir. Sevmez bu işi. Uykuda kalmayı garantiye almak ister. Uykusuz kalan insanın elinden sabah namazını alabileceğine inandırır kendisini. Bu plan için canhıraş çalışır ve çabalar. Eğer bu yeni planı işe yaramadıysa ve Ademoğlu sabah namazına kalktıysa, planında yeni değişiklikler yapma mecburiyetinde hisseder.

Yapılan bu yeni plan gereği akşamdan başlar işe. “Geç uyuyan, uykusuz kalır.” hesabına göre işe koyulur. Erkenden uyumanın önüne geçmeye çalışır. Her türlü oyun ve eğlenceyi akşama saklar ki uykusuz kalsın insan. 

Eğer yine de namaza kalkıyorsa bu sefer bir hafta öncesinden koyulur işe. Yaptığı planlarda revizyon üstüne revizyon yapar. Aksaklığa mahal vermez. “Ya uyanırsa” diye tir tir titrer durur Şeytan. Bir vakit namazı kazaya bırakabilmek için plan üstüne plan yapar.  

 

Kendisi için hafta sonu büyük bir fırsattır. İşe gitmeyecek Ademoğlunu erken uyumaya gerek olmadığına ikna ederse birinci raundu kazanmış gibi sevinir. 

Şayet bir vakit namazda başarılı olmuşsa gayretini daha da arttırır. “Zaten hafta sonu sabah namazına kalkmadın.” der durur insana. Bir koz olarak kullanmaya başlar bu durumu. Bugün haftanın ilk günüdür. Dünkü gibi sabah namazını güneş doğduktan sonra da kılabilirsin. Gün boyu yorulacağın için erkenden kalkarsan kendini işe veremezsin. Aç kalırsın sonra. Harap olur dünyan. El aleme muhtaç duruma düşersin. İş için yaptığın onca masraf boşa gider. Unutma, çoluğun çocuğunun rızkı senin omuzlarında. Yeterli parayı kazanamadığın zaman da çocukların aç ve sefil kalır ortalıkta. Allah (c.c.)’ın senden çoluk çocuğunun hesabını sormayacağını mı sanıyorsun? Bilesin ki kul hakkı çok önemlidir. Çocuklarının senin üzerindeki hakkı birer kul hakkı değil midir? Bu hakkın altından kalkamazsın. Hem çalışmak da ibadettir.” 

Sabah namazına uyanmanın önüne geçebilmek için her türlü şeytanlığı sergiler. Şayet yine de başarılı olamadıysa durmaz yerinde. Yenilgiyi kabul etmez Şeytan. Yeni bir plan kurgulamakla kalmaz mesaisini arttırmanın da gayretinde olur. Daha çok çalışır hatta bütün mesaisini bir vakit namaza hasredebilir. Bir vakit sabah namazını kaçırtmak için gerekirse diğer vakitlerde insana yardımcı bile olmaya gayret gösterir. Bir vakit sabah namazını kaçırtmak için bir hafta, yetmedi bir ay, yetmedi bir yıl, yine yetmedi bir ömür uğraşır insanla. 

Şeytan didinir… Şeytan uğraşır... Şeytan koşuşturur insanın arkasından…

Yaptığı bütün hile ve desiseler Ademoğlunu sabah namazına kalkmasına engel olamadıysa haram lokma yedirmekle insana yaklaşır. Yani insanı haram kazanca sevk eder. “Bir kuruştan ne çıkar.” diyerek sevk ve idare eder. “Kimse görmüyor, ihtiyacın vardı, senin hakkında zaten.” diyerek kandırmaya çalışır. Haram lokma yedirmede başarılı olduysa, dünyanın en bahtiyarı kabul eder kendisini. Bu noktadan başardığını ve namaz konusunda da başarıya ulaşacağını düşünür. Her şeye rağmen sabah namazına kalkmak isteyen Ademoğluna; “Zaten boğazına kadar harama dalmışsın, seni kılacağın bu namaz mı paklayacak.” diyerek engellemeye çalışır.