Şükrü HÜSEYİNOĞLU

08 Eylül 2020

İKTİDARIN EMPERYALİZM KARŞITLIĞI (!) GÖZ DOLDURUYOR

Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrası dönemde kimi iktidar destekçisi medya mensuplarınca dillendirilmeye başlanan “Tam bağımsız Müslüman Türkiye” diye bir argüman var. İşbu argümanda yer alan “Müslüman” sıfatı konusunda, ciddiye alıp yorum yapmaya bile gerek yok. Faizin, kumarın, hatta fuhşun resmi ve kurumsal olarak işler durumda olduğu bir ülkenin bu şekilde fısk-fücur üzere kurulu düzenini İslam’la tesmiye etmeye kalkışmak en hafif deyimle ciddiyetsizliktir. “Tam bağımsızlık” iddiasına gelince, bu konuda birkaç kelam edebiliriz.

Bir cihan devleti olan Osmanlı’nın bakiyesi olarak, I.Dünya Savaşı sonrası oluşturulan İngiltere merkezli dünya düzeninde, Lozan Anlaşması çerçevesinde siyasal ve kültürel olarak bir “İngiliz genel valiliği” biçiminde tasarlanan Türkiye Cumhuriyeti rejimi, II.Dünya Savaşı sonrası konjonktürde ise İngiltere yerine ABD ekseninde hareket etmeye başlamıştır.

Ne ilk savaş sonrası, ne de ikinci savaş sonrası dönemde kimi ülkeler gibi tam bir sömürge haline gelmemiş olsa da, askeri, siyasal ve ekonomik olarak yarı-sömürge, sosyo-kültürel anlamda ise tam sömürge durumunda olagelmiştir. Amerikan eksenine girilen ikinci savaş sonrası dönemde dahil olunan NATO, CENTO gibi küresel emperyalizmin çatı kuruluşları, yakın geçmişte olduğu gibi günümüzde de gerek siyasal aktörlerin, gerekse belli aralıklarla rejime balans ayarı vermeyi vazife bilen militarist güçlerin bağlılık seremonileriyle hoş tutmaya çalıştıkları odaklar olmuştur. Bu itibarla 1923’ten bugüne cumhuriyet tarihini “Batı emperyalizmiyle iltisaklı ve uyumlu” bir süreç olarak niteleyebiliriz.

2002 yılından bu yana “iktidarda” olan Ak Parti dönemini, emperyalizmle ilişkiler bağlamında iki döneme ayırmak mümkündür. 2012-2013 yıllarına kadar, Amerikan emperyalizmi ve AB ile işbirlikçilik olarak nitelenecek düzeyde son derece sıkı-fıkı bir ilişki söz konusuydu. 2002 Kasım seçimlerini kazanıp Hükümet’i teşkil ettikten sonra girişilen ilk işlerden birinin ABD’nin Irak’a yönelik işgal planlarına ortaklık çabası olduğunu, bunun için işgal askerlerinin güzergah olarak Türkiye’yi kullanmasına karşılık 1 milyar dolarlık bir “at pazarlığı”nın yaşandığını vs hatırlarsak söz konusu işbirlikçiliğin boyutlarını kavramış oluruz.

2012-2013 sonrası dönemde ise emperyalizme tam teslimiyet ve her alanda mutlak işbirlikçilik politikası yerine, temelde müttefiklik ve işbirliği ilişkisini sürdürmekle birlikte kimi konularda “hayır” diyebilen, görece bağımsız kararlar alabilen bir politika izlenmeye başlandığını görmekteyiz. Bunda, ABD ve AB’nin Suriye politikalarında Türkiye’yi yalnız bırakması ve dahası PYD üzerinden giderek Türkiye’ye karşı mevzi almaya başlamasının etkisi büyük olmuştur diyebiliriz.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası dönemde ise, Ak Parti Hükümetinin, yine Batı ekseninde kalmak, ittifak ve işbirlikçilik politikalarını temelde korumakla birlikte, Rusya-Çin-İran ekseniyle ilişkilerini artırarak bir dengeleme çabası içine girdiğini gözlemlemekteyiz. İşte bu süreçlerde iktidar çevreleri ve medyadaki destekçilerinin sık sık “emperyalizm karşıtlığı” içeren söylemlerine tanıklık ettik, etmeye devam ediyoruz.

Bugünlerde Doğu Akdeniz’deki gelişmeler bağlamında bu tür söylemlerin giderek yaygınlaştığını görmek de mümkün. İşin doğrusu, Müslümanlar olarak bizler yaşadığımız coğrafyada egemen olan yönetimin, İslami bir yönetim olmasa da emperyalizme karşı, kendi halkının haklarını savunan bir yönetim olmasını görece olumlu bir durum olarak karşılarız. Fakat gerek yakın geçmişte alınan pozisyonlar, gerekse bugünkü mevzilenme ve tutumlara bakarak bu konuda iç açıcı bir tablonun olduğunu söyleyebilmek imkân dâhilinde değildir.

Cüz’iyatta görece bağımsız ve emperyalizmle ayrışan tutum ve politikalar söz konusu olsa da, külliyatta Batı emperyalizmiyle müttefiklik ve işbirliği ilişkileri aynen sürdürülmektedir. Üstelik, bu müttefiklik ilişkisini dengelemek ve kimi konularda bağımsız hareket edebilmek adına Doğu emperyalizmiyle de kısmi bir müttefiklik ilişkisi içerisine girilmiş durumdadır.

Ak Parti iktidarının emperyalizmle işbirlikçilik ile emperyalizm karşıtlığı politikalarını yan yana, uyum içinde sürdürmesi, siyonist işgal rejimiyle ilişki biçimini akla getiriyor. Söylem bazında ve, Kudüs’ün statüsü, Hamas’la ilişkiler gibi kimi konularda işgal rejimi karşıtı bir tutum gözlenirken, Siyonist işgal rejimine can suyu olan ticari ilişkilerin artarak devam etmesi, Mavi Marmara Anlaşması örneğinde olduğu gibi Siyonist katillerin yargılanmaktan bile kurtarılması benzeri politikalar, yorumu güç ikircikli bir duruma işaret ediyor.

Anti-emperyalizm, Amerikan karşıtlığı veya Siyonist işgal karşıtlığı, herhangi bir yönetici veya yönetici kadroyla sınırlı bir tutuma işaret etmez. Doğrudan doğruya emperyalizmin ve siyonizmin varlığına muhalefeti ifade eder. Bu düzeyde bir emperyalizm ve Siyonizm karşıtlığını laik-kemalist düzenin yöneticilerinden beklemek mümkün mü, tabii ki hayır. Fakat hiç değilse kendi içinde tutarlı bir lokal karşı duruş olsa diyebiliriz, fakat elde o da yok işte.

Kurumsal anlamda bir Amerikan emperyalizmi karşıtlığı olmadığı gibi, güncel anlamda tutarlı, sürekli kılınan bir tutumdan da söz edemiyoruz. Günübirlik değişen “kötü adam” ,”iyi adam” portreleri, bazen bölgeye yönelik sinsi planlarından söz edilen, çoğu zaman ise “stratejik müttefik” olarak taltif ve tarif edilen bir ABD ve kimi zaman dost kimi zaman da kötü adam ilan edilen ABD başkanları…

İktidar cenahının emperyalizm karşıtlığı (!) performansına, en son, Demokrat Parti’den ABD başkan adayı olan Joe Biden’in, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ilgili olarak bu yılın Aralık ayında yaptığı açıklamaların şimdilerde gündeme gelmesiyle tanıklık ettik. New York Times’a verdiği röportajda Biden, Erdoğan’ı seçim yoluyla devirmek için muhalefeti destekleyip güçlendirmekten ve Erdoğan’ın silah ambargosu gibi yaptırımlara maruz bırakılarak bedel ödemesi gerektiğinden söz etmekteydi.

Bu röportajın, niçin Aralık ayında değil de şimdi, sekiz ay sonra gündeme getirildiği sorusunu bir tarafa bırakarak, iktidar cenahının Biden’ın sözleri karşısındaki tutumuna kısaca değinmeye çalışalım. Bekleneceği gibi açıklamalar iktidar cenahında ciddi bir tepkiyle karşılandı ve özellikle de muhalefet partilerine, bu açıklamalar karşısında gereken tepkiyi gösterme yönünde çağrılar yapıldı. Bu arada Biden üzerinden anti-emperyalist bir retorik ve “emperyalizmin hedefinde olup, ona direnen bir iktidar” söylemi geliştirme çabası da ihmal edilmezken, aynı anda mevcut ABD Başkanı Trump’ın dostluğu da keşfediliyordu!

Trump’la ilgili olumlu başlıklar günlerce görsel, yazılı ve dijital iktidar medyasının başlıklarından düşmedi bu süreçte. Erdoğan’la Trump’ın çok iyi anlaştıklarına dair anlatılar havada uçuştu. Öyle ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Karadeniz’de b ulunan doğalgaz için verdiği müjde sinyali, bu müjdenin Trump’ın Ak Parti’ye katılım töreni olacağı gibi esprilere bile konu edildi. Oysa aynı Trump, iki yıl önce Papaz Brunson olayında iktidarı ağır şekilde hedef almış, dövizdeki yükselişle ekonomik bir kriz ortamı yaşanmıştı. Trump ve yönettiği ABD o zaman azılı bir düşmandı, boykot kampanyaları, yakılan dolarlar, kırılan IPhone’lar bizzat iktidarca yönetilen bir tepki sürecinin parçalarıydı.

Şimdi ise, iktidarı hedef alan Biden’e tepki gösterilirken Trump’la yağlı ballı olunmakta bir beis görünmüyor. Kısacası emperyalist ABD’ye karşı kurumsal düzeyde ve istikrarlı bir tavır konulmadığı gibi -ki kuruluşlu itibariyle yönünü Batıya çevirmiş ve hep Batı yörüngesinde hareket edegelmiş, NATO üyesi bir düzenin yöneticilerinden bunu beklemek zaten muhaldir- “iyi adam”, “kötü adam” konumlandırmalarında bile bir tutarlılık ve belli bir devamlılık söz konusu olmuyor. Dahası, Joe Biden sırf iktidarı hedef aldığı için kötü adam ilan ediliyor, başkan yardımcılığı görevi yaptığı dönemde Irak’ta ve Afganistan’da on binlerce mazlumun katlinden sorumlu olmasından dolayı değil. İnternet ortamında yayında olan bir videoda, eski bir Amerikan askerinin Joe Biden’in yüzüne söylediği “Irak ve Afganistan'da öldürülen masum insanların kanları hala elinizde. Siz bizi masum insanları öldürmek için Irak'a gönderdiniz” sözleri, iktidar cenahı ve destekçisi medya mecralarının kulak verip de utanmaları gereken bir tavırdır. İktidar ve destekçileri “iyi adam” – “kötü adam” kriterleri konusunda, kendilerini destekleyip desteklememe ölçütünden başka, daha insani kriterler edinmelidirler.