08-03-2008 12:31

Ilımlı İslâm ve defile tesettürü!..

Serdar Arseven, Zeynep Ülkü Taşyürek`in `Ilımlı İslâm ve defile tesettürü` üzerine önemli bir değerlendirmesini bugün Vakit`teki köşesine taşıdı. İşte Taşyürek`in değerlendirmeleri:

Ilımlı İslâm ve defile tesettürü!..

Ilımlı İslâm ve defile tesettürü..!

Batı’nın kaydettiği bilim ve teknoloji alanındaki ilerlemeler, Batı sömürgeciliği karşısında mağlup olmuş doğu toplumlarının gözlerini kamaştırıyor.  
 
Hint, Çin, İslâm toplumları şimdiye kadar birçok yıkımlarla (MOĞOL istilaları, HAÇLI savaşları) karşılaşmış, bu mağlubiyetlerin etkisini dinine sığınarak üstünden atmış İslâm toplumları da daha sonraki yüzyıllarda kaynaktan koparak tevhidi geleneği terk edip muharref geleneği üretip, gelenekçiliği dinleştiriyor, bu bozuk din anlayışının yol açtığı sorunlardan dolayı Batı karşısında yaşadığı yıkımların sorumluluğunu, tıpkı Batılının Kilise dogmatizminin faturasını dine kestiği gibi, dine yüklüyor. Böylece Müslüman halklar da dahil olmak üzere, tek doğru medeniyet projesinin Batılılaşma ve modernizim olduğu düşüncesi yavaş yavaş bütün dünyada yerleşiyor. Ki Türk modernleşmesi sadece teknolojik ve bilimsel anlamda değil, bütün kültürel kodları, hatta giyim kuşamlarıyla bile Batı'ya benzemenin elzem olduğu ön kabulüyle ta Osmanlı’da 2. Mahmut zamanından başlayarak bir gardırop devrimine girişiyor. Bu dayatmacı ve tek tipleştirici modernleşme projesi günümüze kadar baskı ve zor yoluyla kendi yaşam biçimini dayatıyor. Toplumdaki asıl dönüştürücü gücün ve yeni nesilleri yetiştirme fonksiyonundan dolayı toplumun lokomotifinin kadın olduğunun bilincinde olan modernleşme projesinin aktörleri işte bundan dolayı önce kadını hedef alıyor.
Aslında toplumun periferinde olan geleneksel örtülü çekingen kadın imajı, modern projenin mimarları için sorun teşkil etmiyor. Ne zaman ki bu kadınlar merkeze yürümeye ve toplumun her kesiminde özellikle eğitimli kesimde görünür hale gelmeye başladılar, asıl sıkıntı burada baş gösterdi. Çünkü bu, toplum için biçilen modern projede çatlaklar oluşturabilirdi. Geleneksel kitleler bunu örnek alabilir, kendine güvenli, eğitimli, değerlerinin değiştirilmesine izin vermeyen tesettürlü hanımlar modern paradigma açısından tehdit teşkil edebilirdi.
İşte bu şekilde yıllardır uygulamada olan halkı jakoben, tepeden inmeci bir tarzda dönüştürme çabası her alanda kendini hissettirdi. Örgün eğitim yoluyla, ders kitaplarında çocuk dimağlarına annenin mini etekli ve başı açık, babanın traşlı ve takım elbiseli olduğu ideal aile tipi nakşedilmeye çalışıldı.
İşin ilginç tarafı, iş yeni nesillerin yönlendirilmesiyle bırakılmadı, yaygın eğitim enstrümanlarıyla çağdaş yaşam tarzı bu sefer de ailelerin beyinlerine kodlandı. Hani, sinemada bir yeşilçam fenomeni vardır: Köylü ve cahil olduğu için kentli beyefendi tarafından beğenilmeyen bir genç kız, bu kişinin ardından şehre gidince ilk yaptığı horlanmak ve aşağılanmaktan kurtulmak amacıyla giyim tarzını değiştirmek, dönüşmektir. İşte bu andan itibaren eşik altı öğrenme devreye giriyor. Güya bir aşk hikâyesine bakarken şehirlinin güzel, bilgili, açık fikirli, çağdaş giyimli ve özgüvenli olduğu, köylünün ise çirkin, görgüsüz, cahil, başörtülü ve güvensiz olduğu varsayımı gizlice beyinlere işleniyordu. Sinemadaki köylü tanımına uyan çekingen, silik kendini aşağı gören dönüşmeye açık başörtülü tipi bu toplumsal mühendislik projesinin mimarları açısından bir tehdit teşkil etmiyordu. Onlar açısından asıl tehdit, İslâmi kimlik ve değerlerinin bilincinde olarak örtünenlerdi.
Fakat çalınmaya çalışılan bu mayaların toplumda tutmadığı çok kısa sürede belli oldu. Halk koparılmaya çalışıldığı değerlere dönmeye başladı. Katı, jakoben, modernlik; toplumsal kabule mazhar olmadı. Bundan dolayı her 10-20 yılda bir topluma çeki düzen verilmeye çalışıldı. En son yaşadığımız 28 Şubat süreci de bu müdahalelerden biriydi. Toplumun, istemedikleri bir yöne çevrilmesine izin vermeyeceklerdi.
“Balans ayarı”nın üzerinden 10 yıl gibi uzunca bir süre geçmesine rağmen, sürecin travmatik etkilerini hâlâ üzerimizden atamadığımızı hatta yaşanan sürecin İslâmi algılarımızın dönüşümüne ve İslâmi kesimde sekülerleşme doğrultusundaki değişime ivme kazandırdığını görüyoruz.
Bu dönemde baskının, korkunun etkisiyle zihin dünyalarında oluşan yıkıcı dalgalar İslâm’ın cemaat ruhunu yerle bir etti, yerine birey eksenli bir din algısı gelip yerleşti. Bu durum namazını kılan, başını örten ama hayatının diğer alanlarına (ekonomi, siyaset, toplumsal hayat ve insan ilişkileri vs.) dinin müdahalesine izin vermeyen, sekülerleşmiş din algısına, rölativizmin ve tarihselcilik anlayışının etkisiyle hoşgörüyle bakan, halden razı, toplumun İslâmi anlamda dönüşümüyle ilgilenmeyen, ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın..’ mantalitesinin tesiriyle sadece kimi bireysel haklarını talep eden, ki onların elde edilmesi için bile çok fazla gayret göstermeyen, çocuklarına İslâmi hassasiyetlerle eğitim verilmesi ve yetiştirilmesini önemsemeyen ilkesiz, opürtinist Müslüman tiplerinin oluşumuna yol açtı.
Nasıl mı?.. İşte: Daha önce ibadetleri yapma amacı Allah rızası olarak açıklanırken, şimdi bireysel tercih olarak nitelendiriliyor. Ayrıca demokrasi, laiklik gibi Batı'nın seküler kültürel hinterlandından neşvü nema bulmuş, oranın kültürel kodlarını taşıyan kavramlar sanki bize ait ve dinimizle uyuşan kavramlarmış gibi, bazen yeniden tanımlanarak kullanılıyor. Son zamanlarda hakim dil haline gelen bu teorik kavramların dönüşümüyle orantılı olarak zihin dünyamızda da çok köklü değişimler meydana geliyor. Eklektik bir din algısının yerleşmesine zemin hazırlıyor.
Allah rızasını önceleyen Müslüman tipi, yerini kişisel çıkarlarını maksimize etmeyi önceleyen, dini bireysel bir tercih olarak algılayan muhafazakâr demokrat dindarlara terk ediyor.
Amaç, yok edilemeyen düşmanın ıslahı, kapitalizme uyumlu hale getirilmesi. Bu da ancak İslâm anlayışının içinin boşaltılmasıyla, kavramların yozlaştırılmasıyla, ubudiyet bütünlüğünün parçalanıp, bireysel parça ibadetlerin forma indirgenmesiyle mümkündür. Ilımlı İslâm projesinin gerçekleşebilmesi için İslâm toplumunun ana direğini teşkil eden ve yeni nesilleri yetiştirecek olan Müslüman kadının dönüştürülmesi oldukça önem arz ediyor. Bunun için de ilk önce hicaba el atılıyor. Tesettür kavramının içi boşaltılıyor. Defilelere konu ediliyor, sınırları esnetiliyor, türban gibi modern bir kavram başörtüsü yerine ikame edilmek isteniyor. Modernleşme ve sekülerleşme, kadın üzerinden Müslüman topluma enjekte edilmeye çalışılıyor. Müslüman kadın tesettür modası adı altında daha çok tüketime yönlendiriliyor, tesettürüyle sahip olduğu Müslüman kimlik içerik kaybına uğratılmaya çalışılıyor. Başörtüsü bir bilincin tezahürü olmaktan çok, bir moda aracı haline getiriliyor. İşte bu hal İslâm'ı Müslümanların hayatlarında kuşatıcı ve ıslah edici bir din olma konumundan, şekli ibadetlerden, ritüellerden, bir metrelik kumaştan ibaret bir konuma indirgiyor.
Bu da dünyevileşen hayatları, dini motiflerle bezemekten başka bir anlama gelmiyor!..
-
Gerçekten müthiş, mutlaka değerlendirilmesi ve elinden tutulması gereken bir yetenek… Bugüne kadar okuduğum en güzel “tahlillerden” birine imza atan Zeynep Ülkü Taşyürek’i, Hanımlar Günü’nde dikkatlerinize sunuyorum..

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !