İlkav Cuma Hutbesinde 28 Şubat zalimleri ve Doğu Guta`ya yönelik saldırılar lanetlendi
Emrullah Ayan`ın hazırlayıp okuduğu hutbede, 28 Şubat sürecinde İslam ve Müslümanlara topyekün savaş açan zalimler ile Suriye`de 7 yıldır mazlumları katleden Esed rejimi ve destekçileri lanetlendi. Hutbeyi dikkatllerinize sunuyoruz:
“…Zulmedenler azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu bir bilselerdi!” (Bakara: 165)
İki gün önce yine bir 28 Şubat tarihi geçti. Türkiye’nin üzerine bir karabasan gibi çullanan darbenin yıldönümüydü. O meş’um 28 Şubat’ın üzerinden 21 yıl geçti. Bu 21 yılda, başörtülü kızların saçlarından tutulup sürüklendiği, erkeklerin sudan sebeplerle okullarından, iş yerlerinden atıldığı, dindarların tamamına ya gözü dönmüş birer kriminal vak’a ya da kamusal alandan sökülüp atılması gereken bir köylü muamelesinin çekildiği zamanları geride bırakabildik.
Bu cuntacıların yargılanarak hesap vermelerine ancak 2013 yılında başlanabildi. Şu anda darbecilerin sadece asker ayağının yargılandığı dava Gülencilerin kumpasları sebebiyle 5 yıldır bir adım ilerleyemedi. Darbe mağduru 600 kişi hâlâ cezaevinde, 300 kişinin durumuysa belirsizliğini koruyor.
Türkiye siyasî tarihine utanç vesikalarından bir yenisi olarak geçen 28 Şubat darbesi 21. yılına girdi. 28 Şubat’ın sacayaklarına; medyaya, askere, siyasete, sermaye gruplarına veya sivil toplum görünümlü vesayet yapılarına gerçek bir sorgulama yapılabilmiş değil. Sadece 28 Şubat’ın mimarları, illegal Batı Çalışma Grubu, ancak 15 yıl sonra harekete geçilerek sanık sandalyesine oturtulabildi. Fakat sonuç adalet açısından hiç de iç açıcı değil. Emekli generaller İsmail Hakkı Karadayı, Çevik Bir, Erol Özkasnak ve Çetin Doğan’ın da aralarında bulunduğu 103 kişi hakkında “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni cebren devirmeye iştirak” suçundan dava açıldı.
Kamuoyunun “tarihî hesaplaşma” diyerek umutlanıp sahiplendiği ve merakla beklediği davanın ilk duruşması 2 Eylül 2013’te görüldü. Süreç ilerledikçe beklentiler yerini umutsuzluğa ve karamsarlığa bıraktı. İnsanların adalet kurumu ve kavramına güveni kalmadı. Davada hiçbir tutuklu sanık kalmadı. Soruşturmayı başlatan savcıların, ilk görevlendirilen bilirkişilerin Gülen’le bağlantısının ortaya çıkması ve yaşanan sahte delil tartışmaları bu tarihî davayı da sulandırmış oldu.
İşin sonunda olan yine 28 Şubat mağdurlarına oldu. Şimdi sormak lazım, adaletin unuttuğu bu insanların işi mahşerdeki ilâhî adalete mi kaldı? Yeniden yargılanmak dışında hiçbir isteği olmayan bu insanları kamu vicdanı ne zaman görecek? Gelin artık bu insanların çığlıklarına kulak verin. 21 yıldır siyasî kumpaslarla içeri atılan, haksızlığa uğrayan 28 Şubat mağdurlarının yargılanması için harekete geçilsin. Bir KHK ile yeniden yargılanmaların önü açılabilir. Ulusalcı, Kemalist zihniyetin mahkum ettiği, gerek Sivas olaylarının mağdurlarının gerek irticacı yaftalarıyla mağdur edilenlerle ilgili yeni düzenlemeler yapılabilir. Bütün bunları 16 yıldır iktidarda olan mevcut hükümet, elinde bütün imkanlar olmasına rağmen maalesef hâlâ yapmamaktadır. Neden çekinilmektedir veya neden korkulmaktadır? Yoksa hükümet yetkilileri bu insanların mağduriyetlerine inanmamakta mıdır?
Daha yakın dönemde Ergenekon, Balyoz, Ayışığı gibi darbe planlarının ortaya çıkarılıp faillerinin yargılanmalarının ardından bunları Gülencilerin tezgahladığı şeklinde kamuoyunda bir algı oluşturup sanki hiç böyle bir süreç yaşanmamış, sanki darbe konusunda hiçbir çalışma olmamış ve tamamen Gülencilerin bir tezgâhı imiş de ortada kayda değer bir şey yokmuş kanaatiyle hepsi salıverildiler ve şu anda ellerini kollarını sallayarak dolaşmaya devam ediyorlar. Unutulmamalıdır ki bu darbe planlarının hepsi bugün 16. yılında olan mevcut hükümete yönelik yapılmıştı.
Yeni dönemde ise; 28 Şubat kararlarında olduğu gibi bir diğer hukuk garabeti de Hizbu’t-Tahrir yargılamalarında yaşandı. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Emniyet raporlarında belirtildiği üzere ortada hiçbir cebir ve şiddet olmadığı halde 105 Hizbu’t-Tahrir mensubuna 660 yıllık bir cezayı onadı. Ayrıca; geçtiğimiz yılın Mart ayında İLKAV’a yönelik yapılan baskında yaşananlar, Gülenci damgası vurulup mağdur edilenler, kapatılan Kur’an medreseleri, İslamî çevrelere yapılan baskılar, baskınlar ve sindirme operasyonları ne anlama gelmektedir?
Daha önce askerî ve bürokratik vesayet vardı. Ardından Gülenist vesayet şimdi de Perinçekgiller ve statükocu, sağcı bürokratik vesayetle karşı karşıyayız. Yani, ülke bir vesayetten diğerine savrulup duruyor. Anlayacağınız, vesayet konusunda batı yakasında değişen bir şey yok.
Bütün bunlar; dine ve dindara daha saygılı ve hatta dindarlardan oluşan bir hükümetin iktidarda olduğu bir dönemde yapılmakta. Olanlar, dine ve dindara yapılan zulümler bahsinde yerini almakta ve tarihe maalesef olumsuz olarak not düşülmektedir.
Değinmeden geçemeyeceğimiz diğer önemli bir konu da; Suriye’nin Doğu Guta diye bilinen bölgesine rejimin Rusya ve İran destekli saldırıları.
Esed katili yıllardır abluka altında tuttuğu Doğu Guta’yı haritadan silmeye yönelik yoğunlaştırdığı saldırılarını sürdürüyor. Gün geçmesin ki acımasız bombardımanlar sonucu bölgeden kadın-çocuk yeni ölüm haberleri gelmesin. Zaten uzun zamandır açlıkla terbiye edilmeye çalışılan Doğu Guta halkı dize gelmeyince bu kez de bombalamak suretiyle büsbütün ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Ve başta “uluslararası toplum” denilen güruh olmak üzere birçok devlet, etkili kişi ve kurumun pasifliği katillerin tüm bunlara nasıl cesaret ettiğinin de açıklaması olmakta.
Doğu Guta’da 2012’den beri 400 bin kişi kuşatma altında tutuluyor. Hastaneler, okullar, camiler ve pazar yerleri hedef alınıyor. 17 Kasım 2017’den bu zamana kadar Esed ve Rusya tüm vahşetini Guta’da kullanmaktadır. 570 kişi şehid olmuş, 4 bin de yaralı bulunmaktadır. Son haftalardaki bombardımanlarla, kimyasal saldırılarla yüzlerce kişi öldürülmüş durumda. Bütün bunlar sessiz kalan Müslümanların ve tüm dünyanın gözü önünde yaşanıyor.
Geçtiğimiz 25 Şubat gecesi BMGK, Suriye’ye insanî yardım ulaştırılabilmesi ve özellikle rejim kuşatması altında bulunan Doğu Guta’daki durumu ağır hasta ve yaralıların tahliyesi için en az bir ay insanî ateşkes kararı alındığını duyurmuştu. Fakat rejim böyle bir ateşkes tanımadığı için saldırılarına, cinâyetlerine hâlâ devam ediyor.
Her ne durumda ve her ne zamanda olursa olsun zalimlere karşı durmak ve mazlumlara sahip çıkmak hem İslâmî hem de insanî görevimizdir. Hiçbir mazlumun hakkı hiçbir reel politikaya kurban edilemez. Bugün yapacaklarımız ne olursa olsun elbette yarın karşımıza çıkacaktır. Hâkim-i Mutlak olan Allah’ın hesabı yakındır.
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !