İnancımız, savaşa göre değil; savaş inancımıza göre!
Ülkemiz ve müslüman halkımız hele de 25 yıldır büyük acılar çekti ve çekmekte..
Selahaddin Eş Çakırgil
İki ayı aşkın zamandır, sadece ‘hava bombardımanı’ şeklinde yapılan askerî harekâttan sonra, TSK, Kuzey Irak’a karşı ‘kara harekatı’nı da beklenmiyen bir mevsimde, ağır kış şartlarında başlatmış bulunuyor.. Elbette, uluslararası hukuka göre, bu ülkeden sorumlu olan işgalci Amerikan emperyalizminin bilgi ve izni dahilinde.. Tarafları oluşturup, onları birbirine karşı kışkırtanın, bu şeytanî irade olduğu asla unutulmamalıdır..
Doğrudur, ülkemiz ve müslüman halkımız hele de 25 yıldır büyük acılar çekti ve çekmekte.. Ve amma, PKK sadece dağda değil, en başta, İmralı’da askerlerin elinde.. Ve oradan, ‘kürdçü gruplar’a, ‘Derin Devlet’le el-ele ideolojik yönlendirmeler yapıyor. ‘AK Parti iktidarıyla, M. Kemal cumhûriyeti bitti, tarikatlar cumhuriyeti başladı’ diyen Öcalan’a paralel olarak, Aysel Tuğluk’un, ‘İslâm tehlikesinden korunmak için, bütün solcu, kemalist, laik ve demokratların kendileriyle güçbirliğine girmeleri’ yönündeki talebi de unutulmamalıdır..
Kezâ PKK suçlamasına muhatap olan bazıları, m.vekili olarak ‘dokunulmazlık’ zırhıyla Meclis’te ve bazı Belediye’lerin başında.. (Öcalan’ın eski yardımcısı ve şimdi hapiste olan) Şemdin Sakık geçenlerde, ‘dağa giden her gencin ailesinin geçiminin DTP’li belediyelerce karşılandığı’ndan söz etmişti. Yani, dağ ile bazı belediyeler, karşılıklı bir dayanışmayla, birbirlerini besliyorlar.. O bölgede hayatını kaybeden askerlerin ailelerine yardım yapılacağı vaadiyle açılan bağış kampanyalar üzerinde, nelerin döndüğüne dair ayyuka çıkan iddialar da bir ayrı trajedidir..
Böyle bir iç-içe geçmiş konuların kolayca halledilebileceğini sanmak safdillik olur..
Bölgede, güvenliği sağlamak adına, 25 yılda, en az 300 milyar dolar harcandı.. Çekilen onca acılar da cabası.. Bu paranın onda biri, bölgeye yatırım halinde gitseydi, çok şeyler değişirdi.
‘Savaş ve askerî harekât’ konusunda konuşmak kolay değildir.. Hele de o demde, barışçı nutuklar etmek hayalcilik olur.. Çünkü, eline silah almış bir kimse, sizinle savaşmayı veya ona teslim olmanızı istiyor demektir.. O artık bir ‘düşman’dır ve öyle birisiyle müzakere, ancak, onun silahının üstünlüğünü kabul etmekle mümkün olabilir.. Bu gibi bir ‘düşman’ın ve destekçilerinin ve beslendiği odakları etkisizleştirmenin genel ismidir, savaş..
Ama, şunu unutmamak gerekir ki, haksızlık ve adâletsizlikle yapılan savaşlarda ‘düşman’ yenilmiş olsa bile, fırsatı bulduğunda yeni patlamalar halinde karşımıza tekrar çıkar..
Mes’eleyi sadece savaşa karşı olmak gibi, lafı hoş, amma içi boş sloganlarla geçiştirmek tutarlı değildir. Savaş da, tıpkı barış gibi, hayatın bir gereğidir.. Her iki halde de, haklı ve adâletli konumda olabilmektir, aslolan.. Adaletsiz, zillet içinde bir barış yerine, adâletli bir savaş, tercih edilmelidir.. Ve aslolan, savaşın adâlet ve hakk üzere olup olmadığıdır.
Bir savaşta, ya, iki taraf da bâtıldadır; ya, bir taraf hak ve diğer taraf bâtıldadır; ama, her iki tarafın da Hakk üzere olması, hakk mefhumunun özüne, mantığına ve ruhuna da aykırıdır..
Burada asıl dikkat edilmesi gereken husus, böyle hassas anlarda, doğru veya yanlış olarak bir tarafın yanında yer alan ve amma silahlı çatışma dışında kalanların tahriklerden kaçınmasıdır; özellikle de kavmiyetçi, coğrafyacı tahriklerden..
Bir hadis rivayetinde, işte bu mânaya işaret edilir: ‘Nizârlılar, ‘Yetişin ey Nizâroğulları!’; Yemenliler de, ‘Yetişin ey Kâhtanoğulları!’ dedi mi, hemen tepelerine felaket iner; Allah’ın nusreti üzerlerinden kalkar; üzerlerine hadîd/ kılıç, kaba kuvvet musallat olur..’
Bu tahrikleri engellemek için, hele de bu hassas anlarda her müslümana iş düşmektedir..
Evet, hayatımızı savaş değil, inancımız yönlendirmelidir; savaşı da..
*Üniversiteler ‘laiklerin kilisesi’ olmaktan kurtarılmalı!
Hürriyet’in Gen. Yy. Md. E. Özkök’ün görüşlerinin, çok geniş bir kitleye hitab etmesi açısından dikkate alınması gerekir.
Özkök, Cumhurbaşkanı Gül’ün, anayasa değişikliğini tam da Kuzey Irak Harekâtı günlerinde imzalamasını ‘canbaza bak..’ kurnazlığıyla izah etmiştir; bunu kendisini yakıştırmaması gerekirdi. Aynı gazetenin birçok yazarları da, bu konuya az veya çok değindiler, yani, âdetâ Gül’e karşı bir ‘yıpratma kampanyası’ mantığı içindeler.. Halbuki, zâten 15 günlük bir süresi vardı Gül’ün ve bu sürenin bitmesine 4 gün kalmıştı. Hemen başta imzalasa, ‘Çankaya Noteri’ diyeceklerdi.. Askerî harekât günleri diye, imzalamasın mıydı, yani.. Hani, ‘İsmail Dayı, oğlu ve eşeği’ hikayesi gibi bir komik durum.. Bazı müslüman cemaatlerden koptuğu için çok kızılan bir Hürriyet yazarı da, dün Gül’ün ‘zamanlama cinliği’ yaptığından söz ediyor ve onun, ‘mertlik dozu yüksek bir yaklaşım’ göstermesi gerektiğinden söz ediyordu..
E. Özkök ve gazetesindeki yazarların hemen tamamının, kamuoyunda ‘Ergenekon Çetesi’ diye bilinen ve ihtilal hazırlığı içinde oldukları iddiasıyla tutuklanan prof.’lar, on kadar em. subay ve hattâ uyuşturucu kaçakçılarından, bir çeşni olsun diye bile hiç söz etmemeleri ve amma, pek çoğunun Cumhurbaşkanı’na vazife belirlemeye kalkışan bir edâ içinde, anayasa değişikliğini bu operasyon günlerine denk getirmesi dolayısiyle Gül’ü, eleştirmeleri, asıl ‘canbaza bak..’ anlayışının bir ilginç yansıması değil midir?
E. Özkök, 23 Şubat yazısında da, ‘Laikler dindarlardan nefret eder mi?’diye soruyor ve ‘Ben bir laikim. İsterseniz bana katı laik de diyebilirsiniz. (…) Yine de göğsümü gere gere ifade ediyorum. Dindar insanlardan nefret etmiyorum, tam aksine birlikte yaşamaktan mutluyum. Çünkü onlardan nefret etmeye kalksam önce annemden, rahmetli babamdan, babaannemden, yakın akrabalarımdan, eşimden, kızımdan nefret etmem gerekir’ diyordu..
Demek ki, onlar da ’dindar’mış.. Bu yaklaşıma saygı duyulabilir, ama, E. Özkök, bütün laikleri temsil eder mi? Bu cümleden olmak üzere, Özkök, ‘32.Gün’ programında, 21 Şubat akşamı, bir kemalist/laik kızın, ‘başörtülerini çekip, başlarına kezzap dökerim..’ demesi üzerine, stüdyodaki laiklerce uzun uzun alkışlanmasını nasıl izah etmiştir ve edecektir? Nitekim, Emre Aköz de dünkü Sabah’ta, şöyle diyordu (özetle): ‘Önce soruyorlar: ‘Laikler, dindarlardan nefret eder mi?’ Sonra da cevap veriyorlar: ‘Hayır, etmeyiz.’ Yalan söylüyorlar. Bal gibi nefret ediyorlar. Çünkü (…) bir türbanlı, temizlikçi kadının kızıdır. (…) Aynı mekanda, mesela bir kafede karşılaşma durumu olursa türbanlılardan tiksinilir. ‘Ne işleri var burada’ denir. (...)Bir türbanlı, diyelim ki TV'de, bir laikçinin iddialarını sorgularsa, ondan daha bilgili, daha kültürlü olduğunu gösterirse ‘hor görme ve tiksinme’ yetersiz kalır. Nefret devreye girer. Kendini aşağılanmış hisseden laikçi arkadaş ‘Cumhuriyetin elden gittiğini’ düşünür.’
Dün, Samanyolu TV’de Etyen Mahcubyan da, ‘Üniversitelerde başörtüsüne karşı çıkılması’nı sorgularken, ‘üniversiteler laikliğin kilisesi konumunda..’ diyordu.. ‘Laiklik dinini korumak için, bunu gerekli görüyorlar..’ Evet, bu sözlere itirazı olan var mı?