Şükrü HÜSEYİNOĞLU

31 Mart 2015

İNSANIN HAKKI, ALLAH’IN HAKKI

Günümüzde en çok kullanılan kavramlardan birisi bilindiği gibi "insan hakları" kavramıdır. Bu kavram mevcut terkibiyle Batının ürünüdür ve bizim anladığımız "insan" ve hak" mefhumlarının dışında bir insan ve hak algısıyla üretilmiştir. Dolayısıyla Müslümanların her kavram konusunda olduğu gibi bu kavram karşısında da dikkatli olmaları ve özgün bir yaklaşım ortaya koymaları gerekir.

Batının “insan” algı ve tasavvuru, yaratıcısı da dahil her türlü bağdan ve sınırlamadan azade kılınmış, aklı ve onun ötesinde hevası mutlaklaştırılmış bir varlığa tekabül etmektedir.

Batının son birkaç yüzyıllık dünya görüşüne ve bu dünya görüşünün üzerine bina edildiği demokrasi, liberalizm gibi kavramlara temel oluşturan Hümanizm felsefesi, insanın yeryüzünün ilahlığı davasını güden bir anlayıştır.

Bu anlayışa göre bir “ilah” olarak insanın üstünde başka bir otorite yoktur, olamaz. Onun aklı ve hevası mutlak belirleyicidir. İşte Batının “insan hakları” anlayışı bu tuğyani temele oturmaktadır.

Bu yüzdendir ki, eşcinsellik adı verilen sapkınlık da, kürtaj denilen modern cahiliye caniliği de bir “insan hakkı” olarak algılanıp savunulabilmektedir.

Yegane hak din olan İslam ise, insanı yeryüzünün halifesi olarak görür[1] ve varoluş gayesini de "Âlemlerin Rabbine kulluk" olarak vaz eder[2]. Bu çerçevede insanın doğuştan gelen hakları ve sorumlulukları vardır. İnsanın bu hakları muhteremdir, korunmalıdır.

Bu anlamda insanın ve toplumların fıtri haklarına sahip çıkmak, bu hakların gasbına karşı durmak Müslüman olarak bizim İslami sorumluluğumuzdur.

Bu yazıda üzerinde durmak ve vurgulamak istediğim konu ise, son yıllarda Batıdan güçlü esen liberalizm ve demokrasi rüzgarlarının etkisiyle Müslümanların da Batının "insan hakları" anlayışına savrulması ve bu süreçte giderek unutulan "Allah'ın hakkı" mefhumudur.

Ne yazık ki artık çoğunlukla Müslümanların bile gündeme getirmediği, davasını gütmediği bir mefhum ve alandan söz ediyoruz. Özellikle de Rabbimizin insanlar ve toplumlar üzerindeki en temel hakkı olan hükmetme, insanlar için yegane yol gösterici ve hukuk belirleyici olma hakkı gündem edilmemekte, insanların yine Rabbimiz tarafından bahşedilen fıtri hakları savunulduğu kadar, Rabbimizin hakkını savunmak akıllara gelmemektedir.

Diktatörlüğe dayalı rejimlerin veya rejimler bünyesindeki baskıcı dönemlerin, insanların fıtri hakları çerçevesinde gündem edilmesi yukarıda da ifade ettiğimiz gibi doğru ve gerekli bir tutumdur. Fakat hem meselenin salt insanların hakları çerçevesinde ele alınması ve Rasullerin (s) her dönemde öncelikle gündem ettiği yegane ilah ve rabb olarak Âlemlerin Rabbine teslim olunması, hükümranlığın O’na hasredilmesi, O’nun hükümlerine boyun eğilmesi konusunun ya ihmal edilmesi ya da ikincil plana itilmesi ciddi sorun ve bir sapmadır.

Bu sapma, insanların fıtri hakları konusunda iyileştirmeler söz konusu olduğunda mevcut gayri İslami rejimlerin zihinsel olarak meşrulaştırılması, onlara entegre olma sürecine girilmesini de beraberinde getirmektedir.

Yaşadığımız coğrafyada çoğunluk itibariyle kendisini İslam’a nisbet eden çevrelerin yaşadığı temel sapmanın da bu minvalde olduğunu söyleyebiliriz.

Özellikle, 28 Şubat sürecinde daha fazla muhatap olunan despotik uygulamaların, Müslümanların/İslami çevrelerin önemli kısmında bir eksen kaymasına yol açtığı, hak-bâtıl çelişkisi ve uzlaşmazlığı çerçevesinde yeryüzünde Âlemlerin Rabbi’nin hükümlerinin hâkim kılınması davası yerine, giderek “insan hakları” mefhumu ekseninde bir mücadele anlayışının ikame edildiğini ve sonrasında, despot yöneticilerden farklı olarak insanın fıtri hakları konusunda iyileştirmelerde bulunan muhafazakar-demokrat iktidarla birlikte de bâtıl sisteme entegre sürecinin yaşanmaya başladığını müşahede ettik.

Bu, o boyutta bir entegre süreciydi ki, kimi çevreler Kur’an’ın temel kavramlarından “tağut” kavramını ve bu kavrama dayalı dava algısını bile yeni sürece göre anlamlandırmaya kalkışacak bir tahrifatın içerisine düştü.[3]

Mülkün yegane sahibi Âlemlerin Rabbi’nin, mâliki ve meliki olduğu yeryüzündeki hükümranlık hakkının gasp edilmesi zulmünü unutan veya ikincil plana iten, dahası bu en büyük zulmü zulüm olarak bile görmeyecek bir anlayışa savrulan birçok çevre, maalesef bugün mevcut bâtıl sistem içi demokratik süreçlere entegre olmuşlar veya olma yolunda hakkı ve sabrı tavsiye çabalarıyla da durdurulamayan bir sürece girmiş bulunmaktadırlar.

Yazımızı, Rabbimizin Kur’an’da çokça vurguladığı ve hak-bâtıl mücadelesinin temel ekseni olarak vaz ettiği hüküm, hükümranlık, yol gösterme hakkı konusundaki birkaç ayet-i kerimeyi hatırlatarak sonlandırmak istiyoruz:

“Sana da Kitab'ı, hak ile, kendinden önceki kitapları doğrulayıcı ve onların üzerine şahit olarak indirdik. Sen de onların aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen hakkı bırakıp da onların arzularına uyma…” (Mâide, 5/48)

“Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle iman eden bir topluluk için, hükmü Allah'tan daha güzel olan kimdir?” (Mâide, 5/50)

“Allah'tan başka bir hakem mi arayayım? Oysa O, size Kitabı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma.” (En’âm , 6/114)

“… Haberiniz olsun, yaratmak da, emretmek de O'na aittir. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.” (A’râf, 7/54)

“Yolun doğrusunu göstermek Allah'a aittir. Diğer yollar ise eğridir. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi.” (Nahl, 16/9)

 “… Hüküm ancak Allah'ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretti. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yûsuf, 12/40)

Şüphesiz Rabbimiz doğruyu söyledi ve doğru yolu gösterdi.

DİPNOTLAR

[1] O sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi kiminize göre derecelerle yükseltti. Şüphesiz senin Rabbin, sonuçlandırması pek çabuk olandır ve şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir. (En’âm, 6/165)

[2] Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yarattım. (Zâriyat, 51/56)

[3] Bu konuda “Kitab’a uymak yerine, döneme göre kitabına uydurmak” şeklinde nitelendirilmeyi hak eden açık bir tahrif örneği için bkz.: http://www.haksozhaber.net/siyasal-degerlendirmelerde-kurani-olcu-34982h.htm