Nihat GÜÇ

21 Şubat 2021

İNSANOĞLU BU OLMAMALI!

İnsanoğlu bu. Hem zalim, hem de çok cahil. (Ahzab/72) Oyalanıp durur; işe yaramaz, ipe sapa gelmez, mide bulandıran iş ve işlemlerle. 

Yolunu ve yönünü kaybederek radardan kaybolan her insan, dibi görünmeyen sularda pusulasız bir şekilde rotasını çizemeyen gemi gibi varlık aleminde şapşal ve nankör bir şekilde çıkar karşımıza. Dik durduğunu sanarak diklenir hakkı ve hukuku olmayan konularda. Elindeki nimetin külfet olduğunu bilmeden 'bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam' (Kehf/35) diyerek üstünlüğe yeltenir.

Bulunduğu konumun, saplandığı girdabın, boğmak üzere ciğerlere hücum eden suyun farkına varabilseydi keşke... 

Ah! Aklını bir kez dahi olsa yerli yerinde kullanabilme iradesini gösterdiğine şahit olabilsem... 

Kalp ve beynin doğru çalışmasına engel olan o zifiri karanlıkları andıran arzuların ve isteklerin, nereden saldırdığının farkına varabilse... 

Perde arkasında ağlanacak bir duruma duçar kalan insanların sahnede salyalar akıtarak şen şakrak naralar atıp durduğuna gözlerim şahit olmasa bari... 

Ama ne yapalım! İnsanoğlu bu.

"Görmemek adına gözlerime mil mi sürsem?" diyen düşüncelere savaş açmakla yoruldum, kolum kanadım kırıldı, bitap düştüm.

Ama nafile... Ne arlanan var bu durum karşısında ne de kendi hissesine düşen nasihat payından nemalanan. Boşuna mı serdedilmiş 'kalpleriniz taş gibidir hatta daha da katı' (Bakara/74) ilahi düsturu.

Ne ben gözlerimi yumabiliyorum, ne de sahneyi hak etmeyenler kıpırdıyor yerinden. 

Sergilenen oyun perdesinin her kapanışında bir nebzecik de olsa seviniyorum. Ama sevincim kursağımda kalıyor her seferinde. Çünkü açılan her yeni sahne daha da mendebur.

Kimse yerilmeyi ve eksikliklerin ortaya çıkmasını istemez, bunu bir noktaya kadar anlayışla karşılamak mümkün. Ama hep övünme isteği, hep cilalanma hırsı, hep tırmanma arzusu, hep olmayan asumanda uçma hülyaları hiç şık değil, yakışmıyor  'hakir bir sudan yaratılan' (Mürselât/20) insana. 

Övgü, sena ve alkış rüzgar misali insanı havalandıran unsurlar. Havada olmak güzel, ancak savrulması muhtemel kaya dibini tahmin edememek tarif etmekte zorlandığım bir kasvet. 

Kanatsız uçmak nefse hoş gelir, aklı baştan almakla yetinmez, ayakları da keser yerden. Bu vesileyle ayakları toza toprağa değmeyen, gerçeklerden uzak seraplarda kulaç atarak yüzdüğünü sananların, boş işler peşinde koşmaktan, faydalı unsurlarla karşılaşmaya ne zamanları olur ne de tahammülleri. Çünkü gözleri hep yukarıda, daha yukarılardadır bu insanların. Ayaklarının ucuna bakmak istemedikleri gibi bulunduğu konum ile ilgilenmek zillet ve pespaye olur kendileri için.

İftihar vesilesi yapmak adına pireyi deve yapmada üstüne yok bu gibi varlıkların. Avurdunu şişire şişire böbürlenmeyi de hiç ihmal etmezler. Tıpkı tavus kuşu misali açıldıkça açılır, savruldukça savrulur toz bulutlarının üstüne. Zillet dolu bu yolda bir çıkış kapısı arar durur kendisine. 

Kibirlenmek için indiği çukurları dağların zirvesi sanmaktan alıkoyamaz benliğini. Nereden geldiğini ve gidişatın nereye olduğunu unutmuş gibi nefse hoş gelen iyi ve güzel sözcükleri öne çıkarmanın derdiyle: "Harika, olağanüstü, çılgın, dehşet, fevkalade, harikulade, mükemmel, şahane, etkileyici, eline sağlık, çok güzel, nasıl ama?" gibi kaypak ve kaygan bir zeminde yürümeyi kanatlanarak havada uçmak gibi algılar hiç uyanmayacakmış gibi daldığı o derin rüyasında.

Sadece bir algı mı bu? 

Yoksa ölümü, ahireti, hesabı ve kitabı unutmuş olmanın getirdiği bir sarhoşluk mu?