İntifadanın 34. yıl dönümü
8 Aralık 1987, Filistin halkının siyonist işgali tanımama konusundaki kararlılığını ortaya koyan ve intifada olarak isimlendirilen halk ayaklanmasının başlangıç tarihidir.
8 Aralık 1987, Filistin halkının siyonist işgali tanımama konusundaki kararlılığını ortaya koyan ve intifada olarak isimlendirilen halk ayaklanmasının başlangıç tarihidir.
Bu ayaklanmanın kıvılcımını çakan hadise, bir yahudi yerleşimcinin kamyonetiyle, Filistinli işçileri taşıyan araca kasten çarparak en az dört işçinin ölümüne sebep olmasıydı. Bu olayın ardından halk meydanlara çıkarak işgal güçlerinin silahlarına karşı taşlarıyla mücadele başlattı.
Yıllar süren bu mücadelenin yumuşatılması amacıyla 1991’de, işgal rejimiyle Madrid Süreci adı verilen görüşmeler süreci başlatıldı. 1993’te de FKÖ ile işgal rejimi arasında Oslo İlkeler Anlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte “uzlaşma süreci”ne girilmiş oldu.
İntifadanın başlatılmasında öncü rolü oynayan İslami hareket ise bu uzlaşma sürecine destek vermedi. Filistin toprakları üzerindeki haksız siyonist işgalin meşrulaştırılmasını esas alan bir uzlaşmanın Filistin davasına hiçbir yararının olmayacağını dile getirerek, işgali gayri meşru sayma konusundaki ilkesinden vazgeçmediğini ortaya koydu.
İşgal rejimiyle yapılan anlaşmalar Filistin davasına hiçbir şey kazandırmadığı gibi masa başı görüşmelerle de bu meseleye nihai çözüm bulunması yolunda bir ilerleme kaydedilemedi.
Birinci intifadanın başlamasının üzerinden 34 yıl geçti. Bu süre içinde bir yandan işgal rejimiyle muhtelif anlaşmalar imzalanırken bir yandan da işgale karşı direniş değişik şekillerde sürdürüldü. 1987’de işgalci askerlere taş atarak başlayan direniş şimdi işgalcinin gözünü korkutan füzeler geliştirmiş durumda.
Siyonist işgal rejiminin bu süreç içinde sürekli Filistinlilerin arazilerini gasp etmesi, yeni yahudi yerleşim merkezleri inşa etmesi, evlerini yıkması onun, işgal ettiği topraklar üzerinde Filistinlilerle “barış” içinde yaşama gibi bir niyetinin olmadığını çok açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Onun amacı ırkçı tasfiye politikasını bütün katılığıyla uygulamak suretiyle Filistin halkını göçe zorlamak ve onlardan gasp ettiği arazilerin üzerine yeni yahudi yerleşim merkezleri inşa ederek, dünyanın değişik yerlerinden getirttiği yahudileri bu topraklara iskan etmektir. Zaten İsrail olarak isimlendirilen işgal devletini bir “yahudi devleti” olarak tanımlayan düzenlemeler de işgal rejiminin meclisi tarafından kabul edildi. Bu tanımlamaya göre, Filistinliler kendi öz yurtlarında ülkenin asli kesiminden sayılmayan ve dışlanan “azınlık” kategorisine sokulmuş oldular.
Bu durum karşısında Filistin halkının önünde direnişten başka bir seçenek kalmamaktadır. Eğer bu seçeneği seçmezse işgal rejiminin ırkçı tasfiye politikasına teslim olarak öz yurdunu terk etmek veya ülkesini işgal eden işgalci unsurun insafına kendini terk ederek “istenmeyen azınlık” tanımlamasını kabul etmek zorunda kalacak. Böyle bir şeyin kabul edilmesi ise sadece haklarından ve vatanından değil, onurundan da taviz vermek anlamına gelecektir.
Filistin halkı ve bu halka öncülük eden tüm direniş hareketleri bu gerçeğin farkındadır ve işgale teslim olmayı kabul etmeme konusundaki kararlılığından vazgeçme niyetinde değildir. Bundan dolayıdır ki, bütün zorluklara, yaptırımlara, baskılara, tüm uluslararası güçlerin siyonist işgale sınırsız destek vermesine, Arap dünyasındaki işbirlikçi rejimlerin ihanet anlaşmalarına rağmen Filistin’de direniş bütün kararlılığıyla devam ediyor.
İntifadanın başladığı tarihte henüz 10 yaşlarında olan ve işgalci siyonist askerleri taş yağmuruna tutan ellerin sahipleri bugün 45 yaşına dayanmış durumdalar. Geçen süre içinde belki, çoğu “idari tutuklu” sıfatıyla en az on kez işgal rejiminin zindanlarına girmiş çıkmışlardır. Ama siyonist işgali meşru tanımama ve haklarından hiçbir taviz vermeksizin mücadelelerini sürdürme konusundaki kararlılıklarından geri adım atmış değiller.
Bu kararlılık işgalin orada kalıcı olamayacağını gösteriyor. Haçlı işgali gibi siyonist işgal de iğretidir, çünkü gayri meşrudur. Ama sürdürülen mücadeleyi ümmetin de yalnız bırakmaması gerekir.
(Ahmet Varol/Yeni Akit)