İran seçimlerine nasıl bakmalı?
Akif Emre, İran`da yarın yapılacak seçimlerde tarafların neyi temsil ettiğini ve seçimlerin İran İslam Cumhuriyeti rejimi için ne anlam taşıdığını yazdı.
Akif Emre, İran'da yarın yapılacak seçimlerde tarafların neyi temsil ettiğini ve seçimlerin İran İslam Cumhuriyeti rejimi için ne anlam taşıdığını yazdı. Seçimlerin son derece çekişmeli geçtiğine dikkat çeken Emre, İran devriminin, benzeri devrimlerden farklı olarak çoksesliliğe açık olduğunu vurguluyor.
Akif Emre'nin yazısını iktibas ediyoruz:
İran seçimlerine nasıl bakmalı?
Akif Emre / Yeni Şafak
İranlılar 10. cumhurbaşkanlığı için sandık başına gitmeye hazırlanıyor.. Takip edebildiğimiz kadarıyla hayli çekişmeli bir seçim kampanyası yürütüldü. Adaylar arasında yaşanan siyasi rekabeti aşan suçlamalar ortamı öylesine gerdi ki; eski cumhurbaşkanlarından ve devrimden beri İran siyasetinin en önemli isimlerinden bir olan Rafsanjani'nin kendisi ve çocuklarına yönelik olarak yaptığı suçlamalardan dolayı Ahmedinejat'ı Hamaney'e şikayet edecek noktaya geldi.
Tüm bunlara bakarak İran siyasetini, toplumunu tanımayanlar rejimin çöktüğünü, devrim karşıtlarının mollaları devireceğini bile düşünebilir. Nitekim yapılan gösterilerden; toplumsal taleplerin sokağa taşınmasına bakarak zaman zaman bu tür beklentiye girenler olmuştur.
Birkaç yıl önce Tahran'da görüştüğümüz Türk büyükelçisi, İran toplumu ve siyaseti hakkında ilginç bir gözlemde bulunmuştu. "Çok dinamik bir toplum, birbirlerini kıyasıya eleştirmekten, karşı tezler geliştirmekten çekinmiyorlar. Bu bir bakıma sistemin kendini yenilemesi için açıklarını görme imkanı veriyor. Diğer tarafta ise, günlük hayatın akışını engelleyen, bürokrasiyi tıkayan bir fren etkisi yaparak sistemin kilitlenmesine de neden olabiliyor."
İran toplumunun kendine olan öz güveni olmasaydı, bu denli çekişmeli bir siyaset tarzına dayanması mümkün olmazdı. Yirminci yüzyılda gerçekleşen devrimlere bakıldığında İran devrimi kadar kendi içinde tartışan, zaman zaman acımasız suçlamalarla da olsa rekabete izin veren devrim türüne pek rastlanmaz. Özellikle devrimin ilk yıllarındaki çok sesli siyasi yapı, muhaliflerin silahlı teröre başvurarak kan dökmelerine kadar devam etti. Gelinen noktada en azından sistem içi muhalefet görece canlılığını koruduğu söylenebilir.
Bunca çok sesliliğe rağmen İran devrimi kendini ne kadar yenileyebilmiştir? Ya da İran'daki fikir ve düşünce özgürlüğü sistem dışı arayışlar bir tarafa, kendini yenileyecek bir enerjinin üretilmesine, açığa çıkmasına imkan verecek düzeyde midir?
İran devrimi üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen "dış tehdit" siyaseti belirleyen en önemli argümanlardan biri olarak duruyor. Ahmedinejat'ın siyasi kariyeri neredeyse İsrail, nükleer silah gerilimi üzerinde yürüttüğü söylenebilir. Kuşkusuz İsrail'in bölgedeki yayılmacı politikaları ve Siyonizm, Kudüs'ün işgal edilmişliği İran dış politikasında tartışılmayacak milli meselelerden biridir. Ancak Ahmedinejat tüm dış politikasını bu söylem ve bu söylemin meydana getirdiği gerginlik üzerinde iç politikadaki konumunu güçlendirmeye çalıştı.
Dünya sistemine kafa tutan, en azından sistem dışı kalmakta ısrar eden her rejim başta Amerika olmak üzere hegemonların hışmını üzerine çekecekti. İran bir bakıma bu gerçekliğin farkında olarak iç politikadaki kimi daralmaları dikkatleri dış politikadaki gelişmelere kaydırarak atlatmaya çalıştığı izlenimi veriyor.
Bu taktiksel olarak anlaşılabilir bir yöntem olsa da İran devriminin artık fazlaca ertelemeye tahammülü olmayan taleplerle karşı karşıya olduğu gerçeğini fark etmek gerekiyor. Devrim sistem içi muhaliflere zaman zaman alan açsa da nihayetinde 'kendini yeniden üretme' anlamına gelecek bir sıçramayı gerçekleştirememenin sancılarını yaşıyor. Devrimin statükolaşmadan dinamizmini koruyabilmesi kendini yenileyerek, kendini yeniden üreterek diri kalmasına bağlıdır.
Daha önceden bir yazıda dile getirdiğim: "İran devrimi olanca iddialarına karşın İslam medeniyetine nasıl bir katkıda bulunduğu" sorusu bu çerçevede yeniden düşünülmesi gerekir. İranlıların günlük politikadaki dinamizmi kendilerini yeniden üretmeye dönüştürülemiyorsa, siyasal erkin, devlet televizyonundan birbirlerini kokuşmuş rejimlere özgü suçlamalarda bulunması gibi tıkız yöntemlere itebilir. Son olarak Ahmedijat'la Musavi arasındaki ithamların seçim rekabetini aşan bir telaşenin, daralmanın sonucu olduğunu düşünüyorum.
Adalet ve özgürlük adına milyonları meydanlarda buluşturan, despotik şah rejimine karşı bağımsızlık ve adalet isteyen kitlelerin çağrısına İslam devriminin nasıl bir cevap ürettiğini devrimin kurucu kadrolarının düşünmesi gerekir.
Ekonomik hayattan sosyal adalete, özgürlük tanımından ulus–devlet sorununa kadar İranlıların olduğu kadar tüm Müslümanların karşı karşıya olduğu ve daha geniş ölçekte evrensel sorunlara dair nasıl bir çözüm üretebildiği konusunda özeleştiri yapamadıkları, çözüm üretemedikleri takdirde kısır politik oyunlarla var olan toplumsal dinamizm ahlaken çöküşle sonuçlanır.
İran devriminin sanat, edebiyat, sinemada gösterdiği açılımı özellikle siyasal alanın tanımı, toplumsal ve bireysel talepler konusunda devrimin başta ilan ettiği ilkeler çerçevesinde bundan böyle nasıl bir çözüm üreteceği konusu aslında devrimin de gelecek sorunudur...