Şükrü HÜSEYİNOĞLU
İSLAM'A TESLİM OLMAK MI, İSLAM'I TESLİM ALMAK MI?
İnternette gündeme göz gezdirirken bir karikatür çalışması dikkatimi çekti. ISLAM yazısının devrilmiş, parçalanmış haldeki son üç harfinin üzerinde zafer gösterisi yapan IŞİD üyeleri resmedilirken, baştaki iki harf dimdik ayakta kalmış olarak çizilmişti.
Ayakta kalan harfler (IS), bilindiği gibi IŞİD'in yeni isminin İngilizcedeki karşılığının (İslam Devleti / Islamic State) kısaltmasına tekabül ediyor. Belli ki çizer, IŞİD'in hizipsel hedefleri uğruna İslam'a ve Müslümanlara verdiği zararlara dikkat çekiyor.
Çizginin sahibini öğrenme imkânı olmadı ancak çizerin bu çalışmasıyla çok önemli ve sadece IŞİD'le de sınırlı olmayan bir soruna gönderme yapıp dikkat çektiği ortada.
O sorun da; İslam'a hizmet/İslam'ın hâkim kılınması iddiasıyla ortaya çıkıldığı halde, yaygın şekilde gördüğümüz üzere İslam'ın hizmetçisi topluluklardan biri olma vizyonu yerine, giderek hizipsel varlığın mutlaklaştırılması ve hizip adına İslam'ın bir anlamda teslim alınması sapmasıdır.
Allah'ın dini için çaba gösteren topluluklardan/hiziplerden bir topluluk olmayı kabullenmek ve bu çaba içerisindeki diğer topluluklarla dayanışma ve hakkı-sabrı tavsiyeleşmek ilişkisi içerisinde olunması gerekirken, hizbin mutlaklaştırılmasıyla hakkın yegane temsilcisi olma anlayış ve iddiası ortaya çıkmaktadır.
Bu da tekelci, dışlayıcı ve dayatmacı bir yaklaşımın neşv u nema bulmasına ve hizipsel ajandanın, İslam'ın ve Müslümanların ajandası gibi propaganda edilip dayatılmasına yol açmaktadır, ki bu durum, İslam davasının çeşitli hiziplerce teslim alınması sonucunu doğurmaktadır.
Hiziplere, İslam davasının hizmetçisi, bu anlamda birer araç olmanın ötesinde anlamlar yüklenmesi ve giderek bu oluşumların amaçlaştırılması, kutsal yapılar olarak görülmeye başlanması birçok fiili zulmü de beraberinde getirmektedir.
Hiziplerini mutlaklaştırarak İslam davasını hiziplerinin tekelinde görmeye başlayanlar, bu yaklaşımın sonucu olarak insanları hiziplerine çağırmaya, hiziplerini dünya ve ahiret saadetinin yegane adresi olarak propaganda etmeye başlamakta, hiziplerine tâbi olmayan Müslümanları dalalette görmeye yönelmektedirler.
Bu yaklaşım, hiziplerin birbirleriyle sağlıklı ilişki ve irtibatlar kurmalarına engel olduğu gibi, her hizbin, İslam adına dilediği gibi davranması gibi bir kontrolsüz hareket alanı da oluşturmaktadır. Bu durumda her kim ne yapıyorsa İslam'a ve Müslümanlara mal edilmesi kolaylaşmaktadır.
Günümüzde İslam adına ölçü tanımaz şekilde hareket eden, demokratik zeminlerde veya şiddet ekseninde, hedefledikleri sonuçlar için ölçüsüz yaklaşım ve eylemleri meşru gören ve bu ölçüsüzlüklerle İslam'ın toplumlar tarafından yanlış tanınmasına yol açan toplulukların varlığı hepimizin malumu.
İşte söz konusu toplulukların içinde bulunduğu durumu, İslam'a hizmet etmeyi gaye edinen bir topluluk olarak İslam'ın ölçülerine tâbi ve teslim olmak yerine, hizbi varlığı mutlaklaştırarak onun adına İslam'ı teslim almak şeklinde teşhis ve tesbit edebiliriz.
Herhangi bir hizbin, müntesiplerince hakkın yegane temsilcisi olarak görülüp mutlaklaştırılması yanılgısı karşısında şu gerçekleri ifade etmemiz gerekir:
Biricik olan, hakkın yegane temsilcisi olan İslam'dır. İslam'a hizmet adına teşkil edilen herhangi bir hizbe/topluluğa düşen, İslam'ın ölçülerine tâbi olmaya gayret etmek ve bu noktada Müslümanların her türlü eleştiri ve denetimine açık olmaktır.
Kendisini İslam'ın yegane temsilcisi görüp başına buyruk hareket ederek, tüm Müslümanları kendisine boyun eğdirmeye ve İslam'ı teslim almaya çalışmak değil!
İslam ve onun akidesi tabii ki izafi/göreceli değildir. İslam'ın ölçüleri kişilere ve hiziplere göre değişmez. Burada biz, "Herkesin İslam anlayışı kendine!" gibi bir ölçüsüzlüğü, postmodernizmin rölativist akidesini savunuyor değiliz, ki bundan Rabbimize sığıunırız.
Söylemek istediğimiz ve söylemeye çalıştığımız, İslam davasının hiçbir ama hiçbir topluluğun/hizbin tekelinde olamayacağı, herhangi bir hizbin İslam'ı ve Müslümanları kendisine tâbi kılmak gibi bir hakka sahip olmadığı, kendisinin İslam'a tâbi olmakla mükellef olduğu gerçeğidir.
Hakkın biricik oluşu ne kadar belirgin bir hakikat ise, Müslümanlar arasında herhangi bir hizbin hakkın biricik temsilcisi olma iddiasında bulunması o kadar yanlıştır.
Böyle bir iddia, kaçınılmaz olarak dayatmacı ve dışlayıcı bir tutumu beraberinde getirecektir. Zaten bugün bu alanda birçok yansımasına tanıklık ettiğimiz sorun da budur.
İslam'a ve Müslümanlara musallat olan bu hizip merkezli yaklaşımlar ve onun doğurduğu hizipsel otoriterlik ve totaliterlik sorununu aşmaya, bu soruna karşı bir bilinç ve duyarlılık oluşturmaya çalışmamız bugün için önemli bir sorumluluğumuzdur.