Şükrü HÜSEYİNOĞLU

02 Aralık 2009

İSLAM, KAPİTALİZMİN VİCDANI KILINAMAZ

İslam hayatın her an ve alanına dair sözü olan Rabbani programın adıdır. Kemâle erdirilmiş bütüncül bir hayat nizamı olarak, ne başka bir dünya görüşüyle desteklenmeye ihtiyacı vardır, ne de başka bir dünya görüşüne payanda kılınmaya tahammülü…

 

Bu itibarla İslam’ı başka bir dünya görüşüyle sentezlemeye kalkışmak, yeni bir din icad ve ihdas etmekten başka bir anlama gelmez. Bununla birlikte Müslümanların tarihinde kurumsal olarak Emevilerle başlayan inhiraf sürecinde, İslam’ın ölçülerine teslim olmak yerine İslam’ı teslim almaya ve onu bâtıl işleyişlere iliştirme tutumu ön plana çıkmıştır. Bu tutumla birlikte İslam hayat alanlarından uzaklaştırılmış, kurucu bir paradigma olmaktan çıkarılarak statükoyu onaylayan ve hatta kutsayan bir payanda haline getirilmek istenmiştir.

 

Emevilerle başlayan ve kısaca “İslam’ı bâtıl işleyişlere iliştirme ve payandalaştırma” olarak niteleyebileceğimiz bu tutum, günümüzde İslam coğrafyasına hakim olan Batıcı rejimlerin vazgeçilmez bir resmî politikası olarak devam etmektedir. Yaşadığımız coğrafyada hakim laik rejimin kuruluş yıldönümü vesilesiyle geçtiğimiz ay (rejimin göz bebeği Diyanet kanalıyla) camilerde okutulan hutbeler, bu tutumun her yıl tekrarlanan tezahürlerinden biri olmuştur.

 

Meselenin, bâtıl sistemler tarafından İslam’ın embedded (iliştirilmiş) bir din konumuna mahkûm edilmeye ve payandalaştırılmaya çalışılması boyutunun yanı sıra, bir de İslam’ın bütüncül bir hayat nizamı niteliğini kavramayan veya kavrasa da bu kavrayışı hayata hakim kılma çabası göstermeyen, namazda yönelilen kıble ile gündelik hayatta, ticarette, siyasette, velayette yönelilen kıbleyi aynılaştırma kaygısı taşımayan “muhafazakâr dindarlık” boyutu vardır.

 

Tarih boyunca Allah’ın dinini kendi bâtıl ideolojilerine payanda kılmaya çalışan tuğyan rejimleri hiç eksik olmadığı gibi, dini Allah’ın bildirdiği ve murad ettiği gibi değil, tuğyan rejimlerinin müsaade ettiği kadar anlamaya ve yaşamaya yönelen kişi ve kesimler de eksik olmamıştır. Kapısından ancak “Lâ” denilerek girilebilen bir dine iman iddiasında bulunmakla birlikte ne tuğyan rejimlerine ne de onların ideolojilerine “Lâ” demeden, dahası bu tür rejim ve ideolojilere iliştirilmiş/adapte olmuş bir din algısına sahip olanlar, dün olduğu gibi bugün de mevcuttur.

 

Gerek küresel sistemin bu yöndeki çaba ve planları, gerekse de Türkiye’de olduğu gibi kapitalist sistemin laik ya da muhafazakâr yerel işleticileri eliyle, İslam’ın kapitalist işleyişe adapte edilmek istendiği bir süreç yaşıyoruz bugün. İslam’ın, insanlık tarihinin en etkili ifsad odaklarından biri olan kapitalizmin tefeciliğe ve yağmacılığa dayalı işleyişine adapte edilmek istendiğini, bütüncül bir hayat nizamı olarak bildirilmiş olan bu Rabbani nizamın “kapitalizmin vicdanı” konumuna düşürülmeye çalışıldığını görmekteyiz.

 

Küresel ve yerel tuğyan rejimlerinin ve tefeci/faizci burjuvazinin bu doğrultudaki planlı çabalarının, Müslümanlar arasından bu sürece entegre olanlar üzerinden ciddi sonuçlar doğurmaya başladığını belirtmeliyiz. Kapitalist işleyişe entegre olanlar, etkiledikleri geniş toplum kesimlerini, giderek “paranın dini-imanı yoktur” sözünü dillendirecek kadar içselleştirdikleri kapitalizmin insanları köleleştiren büyüsüne açık hale getirdi.

 

“Kişisel referansım İslam’dır” iddiası gereği de olsa, tefecilik ve yağmanın ideolojisi olan, her şeyi alınıp satılacak meta gözüyle gören kapitalizme hayır demek ve direnmek yerine, bu tefeci ideolojinin icra makamlarına aday olanlar, salt “kişisel referans”a indirgedikleri İslam’a “kapitalizmin vicdanı” rolünü uygun görmeye başlamışlardır.

 

Hakeza, kapitalist üretim ve tüketim ilişkilerine karşı çıkıp Müslümanca alternatifler geliştirmek yerine, “Müslümanların gücünün artması” gibi gerekçelerle kapitalist işleyiş içinde var olup büyümeyi hedefleyenler de, kendileri kapitalizmin gönüllü misyoneri olup çıktıkları gibi, önceleri kapitalist tüketim biçimlerine mesafeli duran geniş kitleleri de beraberlerinde sürüklemektedirler.

 

Özalizm politikalarının da etkisiyle, kapitalist işleyiş içinde var olup güç kazanma yolunu seçenlerin, gelinen noktada, Allah ve Rasulü ile savaşmak demek olan faiz konusundaki duyarlılıklarını önemli ölçüde yitirdiklerini, hatta bu bu yolu seçenlerin elde ettikleri medya araçlarında alenen faiz reklamlarına yer vermekten artık kaçınmadıklarını görmekteyiz. Kayserili “hacı amcalar”, artık insanlara kanaati değil, “eski mobilyalarının turşusunu kurmaktansa yenilerini almayı” öğütlemektedir, sahip oldukları şirketlerin adeta bombardımana dönüşen pahalı reklam filmleri aracılığıyla…

 

Kendilerinden maalesef kolaylıkla “fetva koparılabilen” bazı ilahiyatçı/yazar/hatipler de,

İslam’ı kapitalist işleyişe adapte etmek/iliştirmek şeklinde yürüyen bu talihsiz sürece ciddi katkı sağlamaktadır. Ev ve araba gibi ihtiyaçlar için faizli kredi alınabileceğini söyleyen, kapitalizmin insanları bağımlı kılmak ve akışkanlığı artırıp üretimi çoğaltmak için gazlı içeceklere kattığı alkolde mahzur görmeyen, ticaret süsü verilmiş küresel saadet zincirlerine olur veren “fetvacılar”, kapitalizme karşı insanlığın tek sığınağı ve alternatifi olan İslam’ın bu niteliğini gölgelemektedir.

 

İslam’ın bütüncül hayat nizamı niteliğini unutarak veya ihmal ederek bâtıl sistemlere entegre ve adapte olan “dindar kadrolar”, sırtlandıkları ve icra makamına oturdukları tefeciliğe dayalı ekonomik işleyişin (1) toplumda meydana getirdiği uçurumların azaltılması noktasında İslam’a “yardımcı oyuncu” rolünü uygun görmektedirler. Acı fakat gerçektir ki, bugün sistemin “faiz ekonomisi”ni aynen sürdürmekte bir beis görmeyenler, bu yağmacı işleyişi “sadaka ekonomisi”yle dengelemeye çalışmaktadırlar. İslam’ın infak ve sadaka gibi kendi bütünlüğü içinde anlamlı ve işlevsel olan mefhumları, bâtıl bir işleyişin payandası kılınmaya çalışılmaktadır. (2)

 

İnsanlığın yegane kurtuluş reçetesi olan Rabbani hayat nizamının kendisi olmaktan çıkarılıp, tefecilik ve yağmacılığın ideolojisi olan kapitalizmin vicdanı kılınmaya çalışılmasına karşı, seslerimizi yükseltmemiz gerekmektedir. İslam’ın bâtıl ideoloji ve sistemlere payanda olmak için değil, onları yerle bir edip, yeryüzünde tevhid ve adaleti hakim kılmak için vazedildiğini, sözü eğip bükmeden dillendirmeliyiz.  

 

Dipnotlar

 

1-     Yeni Şafak yazarı İbrahim Kahveci, miladi 20 Ağustos 2009’da kaleme aldığı “Yaşasın faiz!” başlıklı yazıda “dindar kadroların” elindeki mevcut ekonomik işleyişle ilgili şu düşündürücü bilgileri veriyordu: “Dün Türkiye'mizin acı bir gerçeğini borsa üzerinden net şekilde görme fırsatı elde ettik. İMKB dün yüzde 3'ü aşan bir yükseliş hareketi yaşarken ayrıntıda çok ilginç sonuçlar saklanmıştı. Sanayi endeksi sadece yüzde 1,9 yükseliş kaydederken bankacılık endeksi yüzde 4,8 bir artış sergilemişti. Türkiye gerçeğimizi biraz daha derinden irdelemek istersek karşımıza çıkan tablonun pek iç açıcı olmadığını şimdiden belirtmem gerekir. İşte beni korkutan o rakamlar: Türkiye'nin milli geliri 2003'de 455 milyar liradır. Aynı tarihte bankacılık sektörünün gücünü gösteren krediler (faizli) ise 66 milyar lira ile milli gelirin yüzde 14,5'i ediyordu. Aradan geçen beş yıl sonra Türkiye'nin 2008 sonu milli geliri 950 milyar liraya ulaşmıştır. Oysa 2008 sonunda ülkemizde bankacılık kesimi hâkimiyetini gösteren krediler 367 milyar liraya ulaşmıştır. Görüleceği üzere ülkemizin ekonomik yapısında milli gelir sadece 2,1 kat artarken bankaların kredi artışı 5,5 kat olmuştur. Bunun sonucunda ekonomik temelimizde kredi oranı milli gelirimizin yüzde 14,5'den yüzde 38,5'e fırlamıştır. Bu ne demektir? Artık ekonomik güç bankaların eline geçiyor. Artık düzenimiz faizci bir yapıya bürünüyor.”

 

2-     Konuyla ilgili kaleme aldığım bir makale için bkz.: http://www.islamvehayat.com/763_Islami-mucadeleden-bagimsiz-%E2%80%9Cinsani-yardim%E2%80%9D,-sadra-sifa-degildir.html