Şükrü HÜSEYİNOĞLU

19 Ocak 2010

İSLAM RESTLEŞMEDİR!

İslam’ın bâtılla ilişkisini bir kelime ile özetlemek icap etse, doğru cevabın “restleşme” olduğunu söylerim. Bu, Kur’an okuyan herkesin kolaylıkla müşahede edeceği bir durumdur. Nüzul sırasına göre yapılacak bir Kur’an okuma faaliyetinde, okuyucu, henüz Hz. Peygamber ve arkadaşlarının bir güç teşkil etmediği ilk yıllarda bile bâtılla ve bâtılın taraftarlarıyla nasıl amansızca restleşildiğini, Rabbimizin, iman eden bir avuç insanı nasıl keskin bir restleşme tutum ve söylemiyle kuşandırdığını göreceklerdir.

 

İlk inzal olan ayet gruplarının yer aldığı Alak, Kalem, Müzzemmil ve Müddessir sûrelerine bakıldığında, bâtılla/cahliyeyle ayrışma ve keskin bir restleşmenin, herhangi bir merhale gözetilmeksizin İslami şahsiyet inşasının temel bir adımı olarak gündeme getirildiği görülmektedir.

 

Yalanlayanlara, hayra engel olanlara, mal ve evlatlar sahibi olmuş diye haddini aşıp tuğyan edenlere, kısaca küfrün önderlerine itaat edilmemesi (Alak 19, Kalem 8-14), onlara bu tutumlarının akibetinin hatırlatılması ve tüm meclislerini/taraftarlarını çağırsalar da Allah’ın azabından kurtulamayacaklarının bildirilmesi (Alak 17-18, Müzzemmil 11-13, Müddessir 9-11), onların cahilî anlayış ve yaşayışlarından güzel bir tarzda kopulup ayrılınması (Müzzemmil 10), onlarla asla uzlaşmaya (orta bir noktada buluşmaya) yanaşılmaması (Kalem 9) beyan edilmiş ve Mü’minler çık bir restleşmeye davet edilmiştir:

 

“De ki: Ey Kafirler!

Ben sizin kulluk ettiğinize kulluk etmem.

Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edenler değilsiniz.

Ben sizin kulluk ettiğinize kulluk edecek değilim.

Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz.

O halde sizin dininiz size, benim dinim banadır.” (Kâfirun Sûresi)

 

“De ki: Ey halkım! Elinizden geleni yapın. Ben de yapacağım. Kişiyi zelil edici azabın kime geleceğini ve sürekli azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz.” (Zümer 39/39-40)

 

“De ki: Ey halkım! Bütün yapabileceğinizi yapın; şüphesiz ben de yapıyorum. Bu yurdun (dünyanın) sonu, kimindir, bilip öğreneceksiniz. Gerçekten, zalimler kurtuluşa ermeyeceklerdir.” (En’am 6/135)

 

İşte ilk neslin bâtıl/cahiliye karşısındaki tutumunu bu Rabbani beyanlar belirlemişti. Onlar, bâtılla/cahiliyeyle uzlaşma, orta bir yolda buluşma arayışı yerine, onu kökten reddeden ve onunla restleşen inkılabi bir tutuma yönelmişler ve neticede bâtılı yerle yeksan edecek amansız bir hesaplaşmaya girişmişlerdir.

 

İlk neslin mücadele hattında, yine Rabbimizin bu yöndeki beyanları çerçevesinde toplumsal sorunlara ve cahili düzenin topluma yaşattığı mağduriyetlere/mazlumiyetlere yönelik bir ıslah çabası görülse de, bizatihi cahili düzenin ıslahına/restorasyonuna yönelik bir tutuma rastlanılmamaktadır.

 

İlk Müslümanların bu konudaki tutumu, hakla bâtılı belirginleştirecek, safları netleştirecek biçimde cahiliye düzenine karşı köklü ve açık bir tavır almak ve davet eksenli bir mücadeleyle bâtılı zail, hakkı hakim kılacak alternatif toplum modelinin inşasına girişmek olmuştur.

 

Ne pahasına olursa olsun iktidarı elde etmeyi amaçlayan, dolayısıyla bu yolda her şeyi mubah görüp davet ve tanıklığı ikinci plana iten ihtilalci tutumdan farklı olarak, iktidarı hedeflemekle birlikte bu hedefe ulaşmanın öncelikle bâtıldan/cahiliyeden ayrışma bilincine ulaşmış bir öncü neslin inşasına bağlı olduğunu kavramış, vahyin insana yüklediği temel misyon durumundaki şahitliği gizlemeyen/ertelemeyen inkılabi tutum, ilk neslin mücadelesindeki temeli teşkil etmiştir.

 

Günümüze geldiğimizde, bu konularda Müslümanlar arasında ciddi zaaflar yaşandığını görmekteyiz. Bâtıla/cahiliyeye karşı, safları netleştirecek bir ayrışma ve restleşme tutumundan ziyade, giderek daha fazla entegrasyona hizmet eden yaklaşımlar kendini göstermektedir.

 

Son birkaç yıldır yaşanan anayasa tartışmalarında kimi Müslümanların “sivil anayasa” söylemlerine dahil olması, bu konudaki somut örneklerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda şu soruları sormak gerekir: Kendimize alan açmak adına, cahiliye düzeninin restore edilerek daha işlevsel kılınması ve toplumda daha fazla taban bulması sonucu doğuracak sistem içi ıslah operasyonlarına ortaklık etmek doğru mudur? Bugün sivil anayasa talep eden bilinç sahibi hangi Müslüman yarın o anayasa referanduma sunulduğunda gönül rahatlığıyla buna evet diyebilecektir?

 

Müslümanlara düşen, cahiliyenin koyu mu, gri mi olacağı konusunda mücadele vermek, bu konuda enerji harcamak mıdır, yoksa her şart ve ortamda Rabbani ölçülere dikkat çekmek ve bu ölçülere çağrıda bulunmak mıdır?

 

Zaman zaman bazı Müslümanların kaleminden safların bulanıklaşmasından, at izinin it izine karışmasından yakınan satırlar okuyoruz. Ne yazık ki bu çok haklı bir yakınmadır ve bu durum giderek daha da geçerli olmaktadır.

 

Bu öyle bir bulanıklaşma, belirsizleşmedir ki, yıllardır egemenleri “tehlike”nin farkına varmaya çağıran İlhan Selçuk bile artık “Türkiye’ye şeriat gelmez” noktasına gelmiş bulunmaktadır: “Türkiye'ye şeriat-meriat gelmez. Yılbaşında televizyonları izleyince gördüm... Artık medya sahibi oldular.” Selçuk’un bu ifadelerinin Zaman gazetesinde “İlhan Selçuk da artık gerçeği gördü” şeklinde verilmiş olması ise işin cabasıdır. 

 

Artık Müslümanların eski reflekslerinden çok fazla eser kalmadığı, giderek iyiliği emr, kötülükten nehy yükümlülüğünden bile uzaklaşılıp "Bırakınız yapsınlar" şeklindeki liberal tutumlara yaklaşıldığı acı bir gerçektir. Tüm bunlar da, hesap ve yatırımların giderek daha fazla bir oranda cahili düzenin restorasyonu yönünde yapılıyor olmasından kaynaklanmaktadır. 

 

Neticede bizim sözümüz, cahiliye denince aklına İslam öncesi Mekkesinden başka bir şey gelmeyenlere ve muhafazakârlık adı verilen “lâ”sız bir inancı, İslam zannıyla benimsemiş olanlara değildir.

 

Sözümüz; cahiliye nedir, cahiliyeden ayrışma bilinci nedir, lâ ne demektir, ilallah ne demektir… Tüm bunlara vakıf olup da, pratikte muhafazakâr reflekslere yönelen, bâtılla restleşmeye dayalı bir inancı temsil ettiği halde, bu inançla kitlelere örneklik ve öncülük yapmaları beklenirken, muhafazakârlığın entegrasyon eksenli söylem ve taleplere ortaklık edenleredir.