Şükrü HÜSEYİNOĞLU

25 Mayıs 2007

İSLAM SADECE ANLATILMAZ, YAŞANIR

İslam, ne salt bir ideolojidir, ne de bir felsefi düşünce sistemidir. İslam, hayatın tam ortasından konuşan, yaşanmak ve yaşatmak için var olan, el Hayy olan alemlerin Rabbi yüce Allah’ın, yeryüzüne halife kıldığı insanoğlu için belirlediği, tüm hayatı kuşatıcı ölçüler bildiren dünya ve ahiret saadetinin yol haritası olan yegane hak dinin adıdır.

Bu din, bizatihi hayatın içinden sorunlara değinir, onların çözümlerini bildirir. Bir faraziye, fildişi kulelerinde, fikir üretme merkezlerinde üretilmiş bir ideoloji değildir. İnsanın yoktan var edicisi olan ve onu en iyi tanıyan yüce Allah’ın insan fıtratına hitap eden gerçekçi ölçülerinin toplamıdır.

İnsanların gerçek ihtiyaçlarına, somut problemlerine temas etmekte, hayatı inşa ve ihya etmeyi amaçlamaktadır. İslam, teori ve pratiğin birlikte yol aldığı, hayatın içinde, meydanlarda, her nevi “kamusal alan”da yaşanmak ve yaşatılmak için var olan insanlığın yegane kurtuluş kaynağıdır.

Dolayısıyla bu dinin gerek fert, gerek toplum hayatına yönelik ilke ve çözümleri gerçek anlamını ancak pratiğe aktarılmakla, bir toplum tarafından yaşanılıp yaşatılmakla bulur. Bu din, insanlığın teorik açmazlarını, akidevi sapmalarını ortadan kaldırmak, tashih etmek için gönderildiği gibi, bununla bağlantılı olarak insanlığın fert ve toplum hayatındaki yanlış işleyişlere son verip, doğruları hakim kılmayı, kötülük yerine iyiliği, zulüm yerine adaleti tesis etmeyi hedeflemiştir.

Teori ve pratiği birbirinden ayırmamış, ikisini birlikte ele almış, bir taraftan teorik alanda yaşanan sapmaları gündeme getirip tashih ederken, aynı anda, zaten teorik alandaki sapmanın bir uzantısı olarak pratik alanda yaşanan sapmaları, fıskı, fücuru, adaletsizlikleri gündeme taşımış ve onları yerle bir edip, hem teoride hem de pratikte hakkı ve adaleti tesis etme mücadelesine girişmiştir.  

Daha ilk inen surelerde bu bütünlüğü, teori ve pratiği birbirinden ayırt etmeyen, her iki alandaki ifsada aynı anda neşter vuran bu Kur’ani yaklaşımı net olarak görmekteyiz. Dini yalanlayanların, kendini müstağni görüp azgınlaşanların, şirke bulaşanların gündem edildiği ilk vahiylerde, aynı zamanda yetimi itip kakan, yoksulu doyurmaya ön ayak olmayan ve tartıda hile yapanların ifsadı da gündeme getirilmekte ve Müslümanlara; yalanlayanlara, hayrı engelleyenlere itaat etmemeleri, namazı ikame edip, yoksulu, yetimi gözetmeleri, insanları hakka davet etmeleri, dosdoğru olmaları, zalimlerle uzlaşmaya yanaşmamaları emredilmektedir.

Hz. Peygamber, Hira mağarasında ilk vahyi aldığında İslami hareket başlamış oluyordu.

Ardından gelen “Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar” ayetleri fert planından toplum planına geçişin işaretini veriyordu.

İslami hareket, önce bir teorik programın belirlenmesi, ardından bu programın pratiğe aktarılması şeklinde değil, teori ve pratiğin birlikte yürüdüğü, dosdoğru olmanın, ilkelerden ödün vermemenin, yalanlayanlara, zulmedenlere, yetimi, yoksulu itip kakanlara asla itaat edilmemesi, onlarla uzlaşılmaması esaslarının gözetildiği sahih bir düzlemde peyderpey gelişti ve İslam inkılabına böyle ulaşıldı.

Sahabe vahye bir teori metni olarak yaklaşmadı, vahyi pratiğe aktarmak, hayata hakim kılmak için okudu.

İlk Kur’an nesli, Kur’an üzre bir seferde olduğu bilinciyle yaşadı, o bilinçle mücadelesini sürdürdü, teoride boğulmadı, vahyin çizgisinde, Hz. Peygamber’in örnekliğinde dosdoğru olmanın fert ve toplum planındaki şahidliğini üstlendi ve İslam inkılabına giden yol böyle yüründü.

Şimdi, İslami hareketin yegane örnekliğini teşkil eden Nebevi hareket metodundan söz edildiğinde, konuyu, “bunu program haline getirmek lazım, yoksa soyut olmaktan öteye geçmez” şeklinde değerlendirmek ne kadar sıhhatlidir?

Nebevi hareket metodu, bizzat yaşanmış somut bir sürecin ifadesidir ve hayatın içinde pratize edilmiş canlı bir örnekliğin adıdır. Bugün yapılaması gereken de, oturup program üreteceğim diye teoriye boğulmak yerine, bizzat hayatın içinde, mücadele alanında Kur’ani ilkelerin şahidliğini yapmak, Nebevi yolu izlemekten başka bir şey olmamalıdır. Hayatın içinde, mücadele ortamında bulunulduğunda, zaten Kur’ani ilkelerden ve Nebevi örneklikten neşet eden bir program vardır ve bu programın yeniden üretilmesi, çağın idrakine söyletilmesi mümkün olacaktır.