İslam’ı anlamada bağ ve bağlamların önemi (HABER-VİDEO)
İktibas Dergisi Youtube kanalında Salı günü canlı yayın konuğu Şükrü Hüseyinoğlu idi. Hüseyinoğlu, Tevhid bağlamından koparılmış bir mücadele algısının, insanları İslami mücadeleden uzaklaştıracağını vurguladı.
Mustafa Bozacıoğlu’nun sunumu ile gerçekleştirilen programda, Hüseyinoğlu, İslam’ın bütüncül bir hayat nizamı olduğunu vurguladı, dolayısıyla İslam’ı doğru anlamak ve doğru yaşamak, onunla ilgili Rabbimizin bize bildirmiş olduğu bağ ve bağlamların gözetilmesinin önemli olduğuna dikkat çekti. Bu bütünlük içerisinde İslam’ı anlama ve yaşama gayreti içerisinde olmanın gerekli olduğunu belirten Hüseyinoğlu, Müslümanlar olarak asırlardır yaşadığımız sorunların temelinde önemli bir sebep olarak, İslam’ın anlama ve yaşamada bağ ve bağlamların gözetilmesi noktasında yaşadığımız zaafları işaret etti.
Şükrü Hüseyinoğlu’nun konuşmasından satır başları şöyle:
– Bağ ve bağlam nedir? Bağ, herhangi bir varlığın, nesnenin, mefhumun, değerin, diğer varlıklarla, nesnelerle, mefhumlarla, değerlerle ilişkisini ifade eder. Bağlam da, yine bu varlık ve değerlerin, bütünlük içerisindeki yerini ve o bütünlükle irtibatını, ilişkisini ifade eder. Dolayısıyla, biz Rabbimizin Kitab-ı Keriminde bizden bağ kurmamız, birbirine bağlamamız, birbirinden koparmamamız gerektiğini bize öğrettiği, Rasulullah (as)’ın örnekliğiyle bize bu noktada müşahhas bir şekilde göstermiş olduğu bağları kurmak ve İslam’ı Rabbimizin istediği bağlamlarla anlama ve yaşama noktasında hep bir cehd ve yönelim içerisinde olmalıyız.
– Tevhid nedir? Hayatı bir bütün olarak ele almak ve onunla ilgili ölçüleri birleyerek, bütünleyerek, kompartımanlara ayırmadan Rabbimize has kılmaktır. Şirke ise, Tevhidin aksine hayatı kompartımanlara bölmek ve hayatla ilgili ölçüleri de farklı kaynaklardan almaktır. Mabedde Allah’ın sözü geçerli olsun, çarşı-pazarda piyasa ilahının, parlamentoda politika ilahının, gündelik hayatta heva ilahının… Tevhidle şirkin ayrıldığı temel nokta burasıdır.
– Bağlamından koparılan her şey anlamından koparılmıştır. Dolayısıyla anlam meselesi, bir şeyin ait olduğu bütünlüğün gözetilmesi ve o bütünlükte anlaşılması meselesi çok önemlidir. Çünkü gayeyle, anlamla ilgilidir ve eğer anlam yoksa, o varlık gerekçesini yitirmiştir, özne olma halini yitirmiştir, Allah’ın onun için belirlediği konumu yitirmiştir ve nesneleşmiştir.
– ‘Bütüncül anlama’ yaklaşımı tarihsel süreçte ciddi bir zaafa uğramıştır, bir çözülmeye maruz kalmıştır. Bu çözülmede ‘fırkalaşmanın’ etkisi büyük olmuştur. Çünkü fırkalar zaman içerisinde, kendi anlayışlarını, yaklaşımlarını mutlaklaştırarak Kur’an’la ve Sünnetle ilişkilerini, onlara ittibadan ziyade, kendi mutlaklaştırdıkları anlayışlarına Kur’an’dan ve onun pratiğe aktarılmış hali olan Sünnetten meşrulaştırıcı bir takım deliller bulma saikiyle yaklaşmışlardır.
– Tarihsel süreçte Peygamber (a.s.)’la ilgili öyle bir tasavvur oluşturulmuş, adeta öyle bir portre çizilmiştir ki, Rabbimizin kendisine Kur’an’ı inzal ettiği ve o Kur’an’la insanlara hitap eden, örneklik, önderlik yapan Allah’ın elçisi yerine, maalesef Rabbimizin kitabından bağımsız bir temsiliyeti ifade eden bir peygamber portresi ortaya çıkarmıştır.
– Rasulullah (a.s.), Kur’an’ı ete kemiğe büründüren, hayata aktaran, ona hayatiyet veren, onu insanların görüp örnek alabileceği bir formata kavuşturan Kur’an’ın model şahsiyetidir. Yürüyen Kur’an’dır, Hz. Aişe’nin deyimiyle, ahlakı Kur’an olan bir şahsiyettir. Dolayısıyla Rasulullah (a.s.)’ı Kur’an’dan, Kur’an’ı Rasulullah (a.s.)’dan kopardığınızda, yani Kur’ansız bir Rasulullah (a.s.) algısı üretildiğinde -ki tarihsel süreçte bu yaygın bir şekilde yapılmıştır- bugün var olan Rasul algısı, -sosyolojik olarak ifade ediyorum- Müslüman coğrafyasına baktığımızda acıdır ki Kur’an’ın ifade ettiği, Kur’an’ın elçisi olan Rasulullah (a.s.) tasavvuru ile karşılaşmayız. Onun çokça dışına taşırılmış, hatta farklı boyutlarıyla onun karşısına konumlandırılmış bir Rasul tasavvuru ile karşılaşırız.
– Diğer yandan, Rasulullah (a.s.) bağından, bağlamından koparılan Kur’an da zayıflatılmıştır. İnsanların birtakım manipülasyonlarına, mana ve mefhumlarını kendi indi yaklaşımlarıyla saptırabilme ameliyelerine maruz kalmaya maalesef açık hale getirilmiştir. Günümüzde çeşitli algı biçimlerinde olan budur. Kimisi güya Kur’an meali yazıyor, tesettürü, faiz yasağını buharlaştırmaya çalışılıyor. Kimisi namaz salt duadır diyor, kimisi namaz sosyal yardımlaşma, dayanışma demektir diyor. Oysa Rasulullah’ın pratik örnekliği bağı, bağlamı ve dolayısıyla mütevatir sünnet gözetildiğinde Kur’an’la ilgili bhu tür fasit yaklaşımlar, saptırmalar mümkün olmayacaktır.
– Şefaat inancını Rabbimiz Kur’an’da bir müşrik inancı olarak nitelemiş ve yerle yeksan etmiş iken, sonradan nasıl yeniden neşvü nema bulmuş ve ümmetin genel kabulü haline gelmiştir? Sünnisiyle, şiisiyle, selefisiyle ümmetin genel kabulü haline gelmiş. Niçin? İşte küll ve cüz dediğimiz, yani külli kaideler esasında meseleleri anlamak, nasları, ayetlerin ifadelerini, gerek İslam’ın temel külli kaideleri, gerekse Kur’an’ın bu konudaki külli nasları çerçevesinde anlama yaklaşım ve bilinci maalesef ortadan kaldırıldığı için.
– Rabbimizin yeryüzünde insanlar için bildirdiği hayat nizamı, O’nun emir ve nehiyleri dışındaki her türlü anlayış, yaklaşım ve ideolojiyi, her türlü sistemi, düzeni biz yeryüzünde ortaya çıkmış bir müstekbişrlik ve tuğyan olarak, dolayısıyla darbe olarak görmemiz ve ifade etmemiz gerekir. Allah’ın dininin egemenliği dışında hiçbir şeye rıza göstermememiz gerekir. Tekbirlerle darbeye direndiğimiz gibi, tekbirlerle demokrasiye de direnmemiz gerekir. Allah’ın sözü, hükmü dışında hiçbir yol göstericiliği, hayat tarz ve nizamını kabul etmeyeceğimizi deklare etmemi ve bunda sebat etmemiz gerekir.
– Tevhid bağlamından koparılmış bir mücadele algısının, insanları İslami mücadeleden uzaklaştırarak, İslam’ın egemenliği yerine “sivil anayasa” talepkârı birer demokrasi havarisi, birer sol-sosyalist mukallidi haline getirebildiğini müşahade edebiliyoruz. İslam davasının ana ekseni olan Tevhid bağlamı gözetilmediğinde, zaafa uğratıldığında, mücadeleyi, davayı insani yardım, eğitim ve aile seminerleri gibi STK faaliyetleri gibi, ancak Tevhid davasının altı meşgaleleri olduğunda anlamlı olacak alanlara hasretme sonucunu doğurabildiği gözlemleyebiliyoruz.