Nihat GÜÇ
İSLAMİ BİR EĞİTİM
Türkiye'deki insanların aile ortamlarında, sosyal yaşamlarında, ahlaki anlayışlarında, bakış açılarında, ticari kazançlarında ve düşünce yapılarında telafisi kabil olmayan bozulmalar meydana geldiğine hepimiz şahidiz ve şahit olmaya da devam etmekteyiz. Bu bozulmanın nedenleri irdelenmediği müddetçe yapılacak önerilerin çözüm odaklı olması pek mümkün gözükmemektedir. "Yiğit düştüğü yerden kalkar" hesabı Müslümanların içine düştükleri bu derekeden kurtulmaları için saplandıkları girdabı doğru tanımlamaları gerekir.
Bu tür bozulmaların en önemli sebebinin hem toplumsal hem de bireysel olarak Kur'an'dan ve Sünnetten uzaklaşmanın sonucu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kur'an'dan ve Sünnetten uzaklaşmalar bozulmaları, bozulmalar da ahlaki yozlaşmaları beraberinde getirdiğine şahidiz.
İnsanlarımıza düşünme yeteneğini kazandırması gereken eğitim sistemimiz vahyin istediği istikamette dizayn edilerek tasarlanmış bir sistem değildir. Dinin öngörülerine göre eğitilmeyen bir insandan da dini bir düşünceye sahip olması veya dini bir davranışı hayatında sergilemesi elbette beklenemez. Hatta bekleniyor olması hakkaniyete uygun değildir.
Bu noktadan baktığımız vakit eğitim insanın fıtratına uygun olmalıdır. İnsan, İslam fıtratı üzere yaratıldığını biliyoruz. O halde eğitim, fıtrata uygun olan İslam'dan esinlenmelidir. İslam hayatın her anını kuşatması gerektiği gibi eğitimi de öğretimi de düzenlemelidir.
İnsanın canavarlaştırılması veya insani meziyetlerle donatılması eğitimle gerçekleşen bir vakıa olduğu hepimizin malumudur. Eğitimin ve öğretimin olumlu tarafı olduğu kadar istenmeyen, nahoş ve kötü tarafları da vardır. Eğitimin kötü tarafları izale edilmeden insanlığın istikamet üzere yol alması mümkün değildir. İslam'ı referans alarak dizayn edilecek bir modelle aksaklıklar ortadan kaldırılabilir.
Bu duruma bir örnek vermek gerekirse:
Modern eğitimde sevgi esas alınır. Korkudan ve korkutmaktan eser yoktur. O yüzden haz ve hız tutkunu bireyler türedi son dönemlerde. Ancak İslam'a göre kişinin kendi kendisini frenleyerek dengede yürüyebilmesi adına sevgi ve korku aynı boyutta kullanılır. Çünkü insan, sevgiden anladığı kadar korkudan ve tehditten de anlayacak bir yapıya sahiptir. Korkutma olmadan bir insanın yanlış işlerden kaçması ve doğru işlere bağlanması pek mümkün değildir. Devletler için: "Caydırıcı güç" denilen unsur bireyler için de geçerli olduğuna yakinen inananlardan biriyim.
Dini anlamda cennet sevginin, cehennem de tehdidin veya korkutmanın bir ifadesidir. Bir insana eğitim verilirken bu dengenin topuzu kaçırıldığında istenen fayda hiç bir zaman zuhur etmez. Terazinin doğru bir işlev görebilmesi için düzgün bir zemine oturtulması olmazsa olmaz bir şarttır.
İnsan için Allah'tan daha merhametli ve daha şefkatli olan yoktur. O halde eğitimde ve öğretimde sevgi ve korkuyu Yüce Allah'ın bize öğrettiği kadar kullanmak kaçınılmaz bir görevdir. "(Ey Peygamber! Tövbe eden mü'min) kullarıma benim (günahları) çok bağışlayan ve (mü'min kullarıma) çok merhametli olduğumu, bununla birlikte (tövbe etmeyenlere de) azabımın acıklı olduğunu haber ver!" (Hicr/50) ayetinde belirtilen durum çok önemlidir. Bu durum insan için bir denge terazisidir aslında. Terazinin bir kafesi (sevgi) ağır basarsa doğru sonuç vermez bize.
İnsana verilmesi gereken sevgi eğer korkuyla beraber verilirse bir işe yarar. Çünkü Yüce Allah: “…Sakın şeytan, Allâh’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın!” (Lokman/33) buyurmaktadır. Sadece sevgi insanı şımartacağı gibi sadece korku da insanı ye'se ve karamsarlığa duçar kılar. Kurtulmanın reçetesinin "beyn-el havf ve reca" (korku ile ümit arası) olduğunu söyler ayeti kerime: "Onlar, korkarak ve ümid ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için harcarlar." (Secde/16)
Gerek dini anlatımda ve gerek eğitim ve öğretim işinde korku kadar sevgi; sevgi kadar da korku yer almalıdır. Aksi halde insanlar kanadı kırık kuş misali havalanamayacağı gibi sıratı müstakim üzere yolunu tayin etmede de başarılı olamaz. Tek taraflı bir anlatım insanı; ya Allah'ın rahmetine güvendirerek ibadetlerden uzaklaştırır ya da "Zaten işim bitik" diyerek ye'se düşürerek şeytana ram ettirir.
Özellikle asrımızda şeytan ve aveneleri, insanları sistematik olarak korkudan azade kılarak Kur'an'dan uzaklaştırma gayretleri tuttu gibi. Bu vesileyle doğru ve yanlışın tarifini de kaybettik. İlahi emirler ve yasaklar insana bir fener gibi ışık olmayınca herkes kendisine göre tarif ettiği doğru bir yol çizdi. Neredeyse insan sayısınca ortaya doğrular ve yanlışlar zuhur etti.
Geçen gün beş on dakikalık bir video izlemiştim. Görüntüler uzun bir zaman kafeste tutulan bir kartalın doğaya salınmasıyla ilgiliydi. Hayvanın gösterdiği hiçbir çaba havalanması için nedense yeterli gelmiyordu. Kısacası uçmayı unutmuş, kanat çırpmakla yetinmek zorunda kalıyordu hayvancağız. Belki de tekrar uçabileceğine olan inancını yitirmişti. Konulduğu yer uçmak için çok müsaitti, hiçbir engel de yoktu önünde. Bir süre yerinde öylece çırpınıp durdu. Uzun bir uğraşın sonunda nihayet havalanabildi.
Günümüz Müslümanları da Kur'an ve Sünnet çerçevesinde olması gereken düşünceden ve hareket tarzından uzun bir mücadelenin sonunda uzaklaştırıldılar. Bu durum belki Müslümanların istedikleri bir durum değildi kartalın kafese konulması gibi. Ama oraya razı olmak veya ret etmek Müslümanların elinde.
Şayet bir gün kendilerine: "Siz Müslümansınız! Hristiyanlar gibi düşünemezsiniz. Yahudiler gibi yaşayamazsınız. Ateistler gibi Peygamberinize saldıramazsınız. Aslınıza rücu edin, Kur'an ve Sünnet merkezli bir düşünce, bir yaşam biçimi, bir sosyal hayat edinin. Eğitim ve öğretiminizi bu minvalde düzenleyin. Sevgiyi ve korkuyu dengede tutun. Kimseye özenmeyin ve bezenmeyin" denilecek olursa: "Kur'an ve sünnet de bir düşünce biçimi midir?" derlerse şaşırmamak gerek. Çünkü "Afakı sarmış çelik zırhlı duvarları" aşmak hiç de kolay değil.
Türkiye'de ilkokul birinci sınıftan başlayarak üniversitenin son sınıfına kadar okunan veya tavsiye edilen hikayeler ve romanlar; Hristiyan ve Yahudi kültürünü empoze ediyor körpe beyinlere. Dini bir kitap tavsiye etmek eğitime ihanetmiş gibi algılanıyor bazı çevrelerde. Zaten ilkokul dördüncü sınıftan itibaren okutulan dinin kültüründen başka Yüce Dinimizi anlatan ve tanıtan bir dersimiz de yok müfredatta. Bu derste de toplum için zararsız bir birey yetiştirmenin dışında dini bir amacı ve dini bir hedefi olduğunu iddia etmek zor bir mesele.
İnsanımıza Kur'an'ın istediği bir eğitim verilmediği kesin. Hatta çoğu zaman Kur'ani isteklere pranga vurulduğu bir başka realite. Toplum açısından fayda mülahaza edilen bazı dini argümanların kullanılmasından başka hiç bir argüman şimdilik öne çıkarılmış değil.
Küçüklüğünden beri dini ortamlarla karşılaşmayan ve dini vecibelerini yerine getirmeyen bireyler haramlar ve haramlar konusunda haddinden fazla isteksiz davranabiliyor. Hatta dini yaşama konusunda kimi zorluklarla karşılaştıkları vakit kendilerine has ortaya karışık yeni bir din türetebiliyor. "Hem Müslüman'ım hem de ibadetlerden azadeyim. Hem Müslüman'ım hem de dinden beriyim" gibi.
Avrupai sistemlerle dinin isteklerinin uyuşması mümkün değildir. Çünkü Avrupai sistemler Hristiyan kültürü ile entegre olarak geliştirilmiştir. Hristiyan kültürünün İslam ile uyuşması da akla ziyandır. Bu durum dün böyleydi yarın da böyle olacaktır.
İslam ancak İslam'ın öngörüleriyle anlatılabilir, aktarılabilir ve yaşanabilir. Bunun dışındaki her şey lafı güzaftır.