İslami hareketin dili üzerine...
Bu hafta, geçtiğimiz günlerde Dünya Bülteni`ni ziyaret eden Kuzey Amerika`nın önde gelen Müslüman düşünürlerinden ve dava adamlarından Çağdaş İslam Düşüncesi Enstitüsü Başkanı Muhammed El-Asi ve Crescent dergisi Yayın Yönetmeni Zafar Bangash ile yaptığımız sohbeti yayınlıyoruz.
Bu hafta, geçtiğimiz günlerde Dünya Bülteni'ni ziyaret eden Kuzey Amerika'nın önde gelen Müslüman düşünürlerinden ve dava adamlarından Çağdaş İslam Düşüncesi Enstitüsü Başkanı Muhammed El-Asi ve Crescent dergisi Yayın Yönetmeni Zafar Bangash ile yaptığımız sohbetin ilk bölümünü yayınlıyoruz.
Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada'da yüzbinlerce müslümana ulaşan, yılmaksızın yıllardır İslam davası için mücadele veren El Asi ve Bangash, sıcak bir Ramazan gününde yaptığımız bu sohbette çarpıcı, düşündürücü, umut verici ve endişelendirici bir dizi açıklamada bulundular.
İslami hareket anlayışı ile başladığımız ve müslümanların batılı kavramların dışında, Allah'ın mesajını Kuran'a geri dönerek yeni bir dil oluşturmaları gerekliliği üzerine devam eden konuşmada, El-Asi'nin yazdığı 10 ciltlik ilk İngilizce tefsir de ele alındı.
El Asi ve Bangash, siyasi platformda seslerini duyuramayan müslümanların "sistemin dışına çıkmasının" seçeneklerden biri olduğunu savunuyor.
Söyleşide ayrıca, El Asi ve Bangash'ın "çökmek üzere olan bir imparatorluk" olarak niteledikleri ABD'den ve "Bush'tan daha neo-con bir hükümetle yönetilen" Kanada'dan müslümanların bugünkü durumunu ve gelecekle ilgili düşünceleri yer alıyor. Söyleşide Kuzey Amerikalı iki dava adamının, küreselleşen dünya ve medyadaki İslam sunumunun oluşturduğu kirlilikle mücadele önerileri de yer alıyor.
Dünya Bülteni: İlk olarak İslami hareket kavramı hakkındaki görüşlerinizi sormak istiyorum. Bu kavram hakkında ne düşünüyorsunuz? Nasıl tanımlardınız?
Zafar BANGASH: Eğer İslami hareketin köklerine dönmek isterseniz, ilk İslami hareket liderinin Sevgili peygamberimizden başkası olmadığını söylemek zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü, İslami Hareket esas olarak Müslümanların bu dünyada Allah'ın yasalarını hakim kılmak için sürdürdükleri harekettir. Bu yüzden biraz daha geri gidersek, bütün peygamberlerin İslami hareketlerin liderleri olduğunu söyleyebiliriz. Tek fark, tüm peygamberlerin dünyada Allah'ın yasalarını hâkim kılmak için gereken halkın desteğini almayı başaramamış olmasıdır. Bu nedenle en başarılı İslami hareketi Hz Muhammed (SAV) önderliğinde görüyoruz. Bu örnek bize İslami hareketin tanımını ve kökenlerini ve yöntemini verir.
İslami hareket açık bir sistemdir, bir siyasi parti değildir. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum çünkü Müslümanların pek çoğunun kafası bu kavram konusunda karışık. İkincisi, İslami hareket bir İslam devleti kurma mücadelesi verme hakkına sahip olmalıdır. Peygamber bir hadisinde "Bir Müslüman ya bir İslam devletinde yaşar, ya bir İslam devletine ulaşmak için çabalar. Aksi takdirde ölümü cahiliye dönemi ölümü gibidir" diyor. İslami hareketin işlevi İslami devlet kurmak, yani Allah'ın güç ve kanunlarının bu dünyada tezahürüdür. İslami hareket budur.
Muhammed EL-ASİ: Evet, buna ekleme yapabilirim. "İslam" herkesin bildiği bir kelime... "Hareket" kelimesini de herkes biliyor. Birer sözlük anlamları var. Birlikte kullanıldıklarında, İslami hareket, genellikle kendilerini İslam ile tanımlayan halkların kaderlerini tayin etmek için gerekli siyasi iradelerini birleştirmeleri, sağlamlaştırmaları anlamına gelir. Bu nedenle, düşünce dünyasında ve siyaset dünyasında, başka hareketler, diğer ideolojiler ve diğer paradigmaları vardır. İslami olanı dünyadaki bütün toplumlarda işe yaraması beklenen bağımsız bir örnek.. Yaşadığımız zaman dilimi içinde, Müslümanlar yüzyıllar süren sömürgeci ve emperyalist güçlerin mağdurları oldu. Biz hala yüzyıllar süren bu sömürgecilikten ve emperyalizmden muzdaripiz.
Bu bağlamda, İslami hareket, doğrudan veya dolaylı olarak -bazı insanlar İslami harekete aittir ancak bunun farkında değildir- devlet inşası sorumluluğu dediğimiz şey için insanları bir araya getirme çabasıdır. Ve İslami devletin son hali, ki bu bir İslami hareketin sonucudur, o dönemin halkları ve o dönemin güçleri tarafından belirlenir. Bugünün dünyasında bazı insanlar "İslami hareketin bir sonucu olarak gelen İslam devleti nasıl bir şeydir? Solda mıdır? Siyasi sağa mı aittir? Yoksa ikisi arasında bir yerlerde midir?" diye soruyorlar. Ben İslami devletin dinamik bir tanımı olduğunu, keskin bir şekilde sol olarak konumlanamaz diye düşünüyorum, devletin topluma savaş ortamında müdahale etmesini gerektiren bazı durumlar ve onlara ait sonuçlar ortaya çıksa bile.
Bu tür durumlarda, eğer bugünkü siyasi terminolojiyi ödünç alırsak, sanırım bir İslam devleti her şeyden çok sola yakındır. Ancak, barış ve güvenlik zamanlarında, korunma içgüdüsü aşağıda olduğunda, İslam devleti bugün siyasi sağda olduğu düşünülen herhangi bir devlete benzeyebilir. Bu yüzden, ya burada ya da orada olmalı demek tehlikelidir, günün sonunda, bu karar içinde oldukları duruma uygun koşulları bulmakla sorumlu olan insanların işlevinin bir parçasıdır.
DB: Her ikinizde bir İslam devletinin herhangi bir İslami hareketin sonucu olması gerektiğine inanıyorsunuz? Peki, bugünün entellektüelleri, İslami hareketleri için gündemin ne olması gerektiğini düşünüyorsunuz? Bir İslami harekette yer alan ya da kendini ait hisseden insanların gündeminde ne olmalı?
BANGASH: Bence ilk olarak Müslüman aydınların kendi düşünce süreçlerini açıklığa kavuşturmaları, işe buradan başlamalarını gerektiğini düşünüyorum. Düşüncelerin temizlenmesi gerekiyor. Çünkü biz, bize ait olmayan ve bizim için geçerli de olmayan batı terminolojisini çok takip ettik. Bununla öylesine boğulduk ki, bütününde İslam'ın mesajı ile teması kaybettik. Bu yüzden İmam El Asi bu tefsiri hazırlıyor, İslami kavramları, onların İslami toplum içinde kullanılması gerektiği gibi canlandırmak ve enerji vermek için...Bir örnek vermek için, biliyorsunuz elbette, ondan (El Asi) ödünç almak istemiyorum, bu kavramlar ona ait, onun anlayışı ve ben bu anlayışı kabul ve takdir ediyorum. Örneğin, herhangi bir Kuran tercümesinin alır, "mümin ve Kafir" kelimelerin anlamlarına bakarsanız, mümin 'inanan', kafir ise 'inançsız' veya 'inanmayan' olarak yer alır. Bunlar anlamsız terimlerdir, kesinlikle hiç bir alakaları yok. Gerçekte bir mümin olarak yapmamız gereken Allah'ın bize ne söylediğini tam olarak anlamaktır. Ve bunu Kuran'ı daha yakından incelediğinizde daha iyi anlayabilirsiniz. Mekke'de nazil olan hiçbir surede Müslümanlara "Ya eyyuhellezine amenu "olarak seslenilmemiştir. Şimdi kendimize sormak durumundayız: Eğer bu ifade "Ey tüm iman edenler" anlamına geliyorsa, Mekke müminleri inanıyor muydu, Allah'a ve Peygamberine inanabilirler mi? Ve Kur'an onlar için mi gönderildi? Yoksa neden Allah onlara "ya eyyuhellezine amenu" olarak seslenmedi? Neden sadece ve sadece Medine'de bu ifade ile seslenildiler? Ne değişti?
Onlar Medine'ye geldiğinde, ve Peygamber (SAV) geldiğinde, Medine'deki hayatlarında radikal bir değişiklik meydana geldi: Bir İslam devleti Medine'de ortaya çıktı. Bunun anlamı, O dönemin İslami hareketi, Mekke'deki Müslümanlar, Allah'ın yasalarını tam anlamıyla topluma uygulama sorumluluğuna sahip değildi. Bu yüzden de, Allah oradaki müminlere "ya eyyuhellezine amenu" olarak hitap etmedi, "ya ehhuhennas" diyerek seslendi. Görüyorsunuz, ne zamanki Müslümanlar sadece Allah'ın hükümlerini kabul etmekle kalmayıp onları toplumda uygulamaya başladı, o zaman "Ey iman edenler" şeklinde muhatap alındı. Bu tür kavramlar bizim aklımızda netleştirmek zorunda olduklarımız...
Birçok Müslüman entelektüeller, siyasi partiler, demokrasi ve bir sürü şey hakkında kafa karışıklığı yaşıyor. Tabii ki, herhangi biri, bir Müslüman "demokrasi ile ilgili fikirlerimizi açıklığa kavuşturmamız gerek" dediğinde, insanlar "oh, İslam'ın demokrasi ile uyumlu olduğuna inanıyor musun" diye soruyor. Bunlar, bana göre, çok doğru sorular değil. Ve Müslümanların bu tuzağa düşmemesi gerek. Bununla kastettiğim, tabiî ki Müslümanlar bir diktatörlük olmaması gerektiğine inanıyor, tabiî ki insanların rızası olmalıdır. Ama insanların rızasının nasıl elde edileceği farklı bir soru.. Bize bunun sadece çeşitli siyasi partilerin faaliyetleri ile mümkün olacağı söyleniyor. Fakat bütün bu siyasi partiler nereden geliyor? Kuran'da sadece iki siyasi partiye referans vardır: Ya 'Hizbullah' ya da 'Hizbüşşeytan," başka bir şeyden söz edilmez. Kuran, solda veya sağda, ya da arada bir yerde bir parti olacağından bahsetmez.
Bu nedenle, Müslümanlar Kur'an ve sünnet ve Muhammed (SAV) 'in hayat anlayışları hakkında net olduğunda, batının kavramlarının hayatlarını organize etmesine güvenmek zorunda kalmaz. Müslüman dünyasında akıl karışıklığının nedeni, bir çok açıdan, bugün yaşadığımız ve benim iki kutuplu dünya değil, şizofrenik dünya dediğim şeyden kaynaklanıyor. Bir yandan, hayatımızda İslam'ı uygulamak istiyoruz, diğer taraftan İslam'ı batının araçlarını kullanarak hayatımızda uygulamak istiyoruz. Bu yapılamaz. Batılı araçlar bize İslam'ın toplumda uygulanması imkanı sağlamaz. Bu konuda açık olmak zorundayız. Sadece ve sadece, İslam'ı, onun kavramlarını, kendi terminolojisini net bir şekilde anlayarak bir İslam devleti kurmamız mümkün olacak.
Son bir not eklemek istiyorum. Biliyorsunuz, Kur'an'da "takva" kelimesi defalarca kullanılır. İngilizcede 'takva' ile eşdeğerde hiçbir kelime bulunmaz. İngilizce laik bir dil olduğu için, laik bir ortamda, Avrupa başta olmak üzere, dini bütünüyle hayattan ayrıştırarak evrimleştiği için.. Avrupa dini kendi korkunç tecrübeleri yüzünden hayattan müstakil kıldı. Onların kilise ile korkunç bir deneyimi var. Otomatik olarak İslam da dahil olmak üzere her din içinde aynı korkunç deneyim yaşandığını varsayıyorlar. Biz engizisyondan geçmedik, onlar geçti. Onlar kilise ile çatışma yaşadı, Reform hareketinden ve Aydınlanma denilen yoldan gitmesi gerekti. Biz böyle bir sorun yaşamadık, aynı yoldan geçmemiz gerekmez. Yani biz kendi kavramlarımızı açıklığa kavuşturmalıyız. Birinci olarak, batı kavramlarını terk et ve sonra İslam'ın hayatımıza orijinal bir şekilde uygulanabilmesi için bize neler sunduğunu görebilmek için Kur'an ve Sünnet'e geri dön.DB: Batılı bir toplumda yaşayarak, ve batılılarla ya da batıda yaşayan müslümanlarla konuşurken, batının kelimelerini ve kavramlarını kullanmamak ne kadar mümkün? Kendi fikirlerinizi tanımlamak ve kendi dilinizi oluşturmak ne kadar kolay?
El-ASİ: Bu çok ilginç bir soru. Müslüman olmayanlara İslamın açıklanması iki şey gerektirir: Öncelikle, kullanılagelen Kuran-dışı, Arapça olmayan deyimler, kalıplar ve olumsuz yan anlamlarla yüklü dilden özgürleştirilmiş bir dil gerekiyor, şu durumda biz İngilizceden bahsediyoruz. Yani, İslam'ı Müslüman olmayanlara anlatmak üzere kendini donatan bir kişi, hedef kitleye karşı kullanacağı kelimelerin orijinal Kurani ve İslami anlamlarını taşıyan kelimeler seçme konusunda dikkatli olmalı. Bu yapılması gereken ilk şey. İkinci olarak yapılması gereken, yeni bir terminoloji oluşturmak için gerçek bir çaba olmalıdır. Bu ilk bölüm. İkinci bölüm ise, hedefteki dile, şu durumda bu İngilizcedir, İslami kelimeler tanıştırılmalıdır.Zafar , 'takva' kelimesinden bahsetti. 'Takva' bizim açıklamak için ya yeni bir kelime üretmek zorunda olduğumuz-ki bu zorlaştırıcı olabilir- ya da 'takva' kelimesini kullanıp, her seferinde geniş bir şekilde açıklamak durumunda olacağımız kelimelerden biridir. Açıklayacağız, kuralları biz belirleyeceğiz ve sonra onu kullanmaya başlayacağız. Daha sonra terminolojideki diğer kilit sözcükler için de bunu yapacağız.
Şimdi, entelektüellik ile ilgili soruya geri dönmek istiyorum. Bence bu çok güzel bir soru, çünkü... Kısaca cevaplamak ve anlaşılır olmak istiyorum. Entelektüellik, bugünün dünyasında, cahilliğin karşıtı. Her ikisi de bizi hiçbir yere ulaştırmayan aynı şeye hizmet ediyor. Eğer bunu sağlık ile açıklamak istersek, insan vücuduna bakarsak, cahillik gıda yetersizliği gibidir. Bir beden, kendisi için gerekli olan gıdayı almadığı için ortadan kaybolacaktır. Bu cahilliktir. Diğer yandan, entelektüalizm obezite gibidir. Bir kişide ne kadar 'entelektüalizm' varsa, bedende de o kadar yağ var gibidir. Bu edenle hareket etmek zorlaşır. Yani, hem cahillik hem de entelektüalizm hareketi yok eder. Beni yanlış anlamayın, cahilliği övmüyorum ya da entelektüel çabaları yermeye çalışmıyorum, ya da bir şekilde cahilliğe prim vermiyorum. Hayır, hayır. Söylemek istediğim şey, İslam harekettir. Ve İslam'ın anlaşılması bir hareketin sonucudur; yüksek kulelerde, fildişi kulelerde ya da bazılarının "kahve devrimcileri" dediği insanların aktif beyinlerini çalıştırmasının sonucu değil.
İslam, eğer dünyaya özgün olarak sunulduğu gibi anlaşılırsa, Müslümanların İslam'ın sosyalleşmesi için gösterdikleri çaba sırasında karşılarına çıkan problemleri anlama sürecidir, Olan budur. Bu nedenle Kuran tek seferde bir yığın olarak indirilmedi. Allah, Kuran'ı önümüze tek seferde bir kitap olarak önümüze koyabilirdi. Daha sonra, Peygamberimizin önderliğinde İslam gerçeğini ortaya koymak için çalışma grupları kurulurdu, üniversiteler olurdu, bu entelektüalizm tüm hızıyla yaşanırdı. Fakat asla böyle olmadı. Gerçek insani durumlara değinen bir kaç ayetin indirilmesi ile süreç yaşandı. Ve bu insani durum düzeltildi, ya da çözüldü ya da uyum sağlandı, durum her neyse... Sonra bir başka düzeye, bir başka adımla geçildi. Yeni bir konu, yeni bir problem, bunu çözdüler. Bunu 23 yıl boyunca, içinde bulundukları şartların gerektirdiği kelimeler ve rehberliği Allah'ın gönderdiği kutsal kitabın rehberliğinde adım adım yaptılar. Ve bunu, Allah'ın peygamberinin liderliğinde, halkın talepleri bütünleşip kendi iradelerine sahip oldukları güne kadar yapmaya devam ettiler.
Biz şu anda neredeyse hareketimizi felç eden bir entelektüalizm sahibiyiz. Bugün, bazıları kendilerine alim diyen, diğerleri fukaha diye adlandırılan akademisyene sahibiz. Bugünün dünyasına ait sorunları ele alıyoruz. Birçok konu var, ekonomik konular, siyasi konular, askeri konular, finansal konular ve diğerleri... Yapılmak istenen, söyledikleri, "tamam, yoksulluk sorunumuz var, İslam dünyadaki yoksulluk sorununu nasıl çözecek?" Yoksulluk meselesi İslami olmayan sistemler tarafından yaratıldı. Kapitalist bir problem için İslami çözümler mi çıkarmaya çalışıyorsunuz? Bu iş böyle yapılmaz. İslami cevaplar İslam toplumları için verilir. Bırakın toplumu yeniden düzenleyelim ve inşa ettiğimiz bu yeni İslam toplumu için İslami çözümler yayalım.
Bu bağlamda, bizim için İslami düşünce yürürlükte. Çoğu Müslümanın etkilendiği ya da bulaştığı gibi fildişi kule entelektüalizmi değil. Bu bir hastalık. Fakat bedenimizde yaşıyor. Bundan kurtulmalı, İslamın bulunduğu, ait olduğu, işe yaradığı alana, topluma inmeliyiz. Şimdilerde müftülerin ya da diğerlerinin verdiği fabrikasyon cevaplarla bu iş olmaz.DB: İzninizle bu tefsir hakkında sormak istiyorum. İngilizce bir tefsir yazmaktaki amacınız, arkasındaki fikir nedir?
EL ASİ: Bunun için basit bir cevap var: Müslümanların ve Müslüman olmayanların, anlaşılmaya engel olan tüm kirlilik ve gürültüden uzak şekilde, orijinal ayetleri anlamasını sağlamak. Kur'an metnini bunlardan kurtarmak, dışarıdaki düşünen ve dinleyen dünyaya, Müslüman olsun ya da olmasın sunmak. Böylece "ne hakkında olduğunu" anlatabilmek...
Bugünün dünyasında İslam hakkında birçok soru var; İslam "barbarlık", İslam "terörizm", İslam tüm bu olumsuz propaganda... Bütün bunlar çözülmeli ve bunu çözmenin tek yolu var: Allah'ın mesajını, Allah'ın peygamberinin bize gösterdiği şekilde ortaya koymak. Bu bütün bunların ne ile ilgili olduğuna dair sorunuzun en basit cevabıdır. Eğer okursanız ve bu (tefsir) zihni açık olan, düşünen insanlar içindir; eğer sayfaları açanlar eksik, ya da işlevsel olmayan bir zihne, ya da basmakalıp düşüncelere sahipse, onlar buradan bir şey alamazlar. Açık kalple ve zihinle gelmeli ve söylenenleri anlamalılar. Düşünmeden hiçbir şey başarılamaz. Bu yüzden lütfen, çok sayıda Müslüman ve birçok kişi var ki, düşünmeyen, bu onlar için değil. Bu düşünenler içindir. Onlar, sayfaları çevirdiklerinde ve iyice düşündüklerinde, Allah (CC) bize anlattıklarını ve Peygamber'in gerçek hayatta, ter, gözyaşı ve kan akıtarak açıkladıklarını anlamaya başlar.
DB: Size de batılı bir toplumda yaşamak ve İslam mesajını aktarmak için yeni bir dil oluşturmak konusunu sormak istiyorum. Sizin düşünceniz nedir?
BANGASH: Ben ilk olarak batı toplumlarında Müslüman varlığının hiçbir tarihsel önceliği olmadığına dikkat çekmek gerektiğini düşünüyorum. Biliyorsunuz, tarihsel olarak Müslümanlar asla Müslüman olmayan toplumlar içinde itaatkâr özneler olarak yaşamaya gitmedi. Aslında, bu kolayca İslami değerlerden ve İslam ilkelerden uzaklaşmamızı yansıtmaktadır. İslam tarihine bakın: Müslümanlar diğer topraklara gittiğinde, bu iki nedenden dolayı oldu; Ya onlarla mücadele etmek ya da onlarla ticaret yapmak için... Tabii ki İslam'ın mesajı götürmek gibi bir üçüncü yönü de var. Ama oralarda itaatkâr özneler olarak yaşamak için asla. Müslümanlar için böyle bir şeyin tarihsel geçmişi olduğunu düşünmüyorum.
Şimdi, belki de son 50, 60, 100 yıldır, Müslümanların, kendi toplumlarından ayrılıp Müslüman olmayan toplumlar içinde itaatkâr özneler olarak yaşamak üzere göç ettiklerine tanık oluyoruz; çünkü kendi İslami toplumları öylesine zayıflamış ve yolsuz ve kirlenmiş durumdaki, oralarda normal bir varlık olarak yaşamak neredeyse imkânsız. Ve elbette göç eden Müslümanlar, öncelikle ekonomik nedenlerle gidiyor. Ama bunda da bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Çünkü gördüğüm kadarıyla, Müslüman çoğunluklu toplumlarda yaşayan Müslümanlar, ister Türkiye, ister Pakistan ya da İran olsun, ellerindeki bir çok şeyi sorgulamıyor, çantada keklik görüyorlar. Çünkü zaten genel olarak İslami bir toplumda, en azından bir İslam kültürü etrafında yaşıyorlar. Fakat biz orada buna sahip değiliz. Ve düşünen birçok Müslüman çok çabuk bunun farkına varıyor, değerlerinin ve çocuklarının geleceğinin tehdit altında olduğunu hissetmeye başlıyor. Bir gerçek olarak biliyorum ki, her anne-baba, en azından bilinçli Müslüman ebeveynler, çocuklarının geleceği konusunda derin endişe duymaktadır. Bunu nasıl çözüyorlar? Kendi anlayışlarına göre, ki çoğu zaman ne yazık ki bu sınırlı bir anlayış, çoğu zaman çocuklarını bir mescit veya medrese ya da bir İslami merkeze gönderip, anlamını bilmeden Kur'an okuyabilmeleriyle İslam öğrettiklerini düşünüyorlar.. Ve çocukları Kuran okumayı bitirdiğinde, çocuklarına İslam'ı anlattıkları için çok mutlu olup büyük bir parti veriyorlar. Bunun dışında, İslam konusundaki anlayışları çok az...
Konunun başka bir yönü de şu: Bugün İngilizcenin evrensel bir dil haline geldiğini kabul etmek zorundayız, evrensel bir dildir. Geçmişte, beş ya da altı yüz yıl önce Arapçaydı, bugün değil. Bu yüzden, bizler sadece Müslümanlara değil Müslüman olmayanlara da herkesin anladığı bu dille mesajımızı aktarmalıyız. Burada oturuyoruz, ideal olan hepimizin Arapça konuşabilmesi.. Ancak siz Türkçe konuşuyorsunuz, ben Urduca, o Arapça... Yani, aramızdaki tek ortak dil İngilizce. Bu nedenle İngilizce dili ile iletişim kurmak zorundayız. Batıdaki Müslümanlar, bu tefsirde ve onun yaklaşımında ve açıklamalarında, öncelikle Kur'an mesajını ve daha sonra yaşadığımız şizofren hayattan bir çıkış yolu olduğuna dair bir teselli bulacaklar. Bu anlamda, ben, dışarıdaki Müslümanlarda içerde olanlardan daha fazla umut görüyorum.
Müslümanların cesaretini kırmak istemiyorum, mesela İran Müslümanları harika bir iş yaptı, Türkiye'de de büyük bir iş yapıldığını düşünüyorum. Fakat Pakistan'da yaşananlar konusunda çok derin bir üzüntü ve ızdırap hissediyorum. Orada bir İslam hareketi görmüyorum, tam anlamıyla bir karmaşa var orada. Toplum tamamen yozlaşmış. Bir çok sorun var ama İslami hareketlere "çözümün nedir" diye sorduğunuzda, "Seçimlere katılacağız, insanlar İslam istiyorsa, İslam için bize oy verecekler" diyorlar. İnsanların buna basit bir cevabı var. Bu duruma bakıp "yoksulluk içindeyiz, bürokraside yolsuzluk var, yolun her adımında önümüzde engeller var. Hangi parti ile bizim sorunlarımızı çözmek mümkün olacak, İslami parti mi laik parti mi? İnsanlar bürokrasinin laik olduğunu, tüm sistemin seküler olduğunu biliyor. O halde neden İslami partiye oy vereyim? Benim sorunlarımı çözmek için bürokrasiden kimseyi tanımaz. Polis oğlumu alıp hiçbir gerçek neden olmadan hapse attığında, onu dışarı çıkarmak için teşkilattan kimsesi yoktur. Yargı sisteminde hâkimlerin kulaklarına fısıldayacak kimsesi yoktur. Kim bunları yapabilir? Seküler elit, çünkü onlar sisteme bağlı. Bu yüzden laik partiler oy alır. Pakistan Cemaat-i İslami'deki sevgili kardeşlerim söyleyip duruyorum: "Eğer bu sistemin dışına çıkarsanız, ondan uzak durursanız, orada çok fazla karışıklık var ve insanlar eninde sonunda size gelmek zorunda kalacaktır. Sizin tek cevap olduğunuzu görecekler."
Pakistan'da ne zaman bir karışıklık olsa, seçenek ya askerdir ya da aynı sahtekâr, yolsuz sivil politikacılar grubu. Pakistan halkının durumunun fareler gibi olduğunu söylüyorum onlara: 'Bu kara kedi bize karşı korkunç ve bizi yemeye devam ediyor, hadi beyaz kediyi seçelim." Kedi, kedidir. Bir fareysen, seni yiyecektir. Yani siyah bir kedi ya da beyaz kedi seçilmesinin hiçbir anlamı yoktur. Yapılması gereken bu kedi ve fareler kurtulmak için bir araya gelmek ve toplumun kontrolünü devralmaktır. Bu yüzden, Müslümanları kendi toplumlarının ve dışarıda neler olduğu konusunda kavramlarını açıklığa kavuşturmaya davet ederek, hayatlarını düzeltmek ve Allah'ın mesajına daha yakın olabilmek için gerekli değişiklikleri yapmaya başlamalarını umut ediyoruz.
DB- Sormak zorundayım. Sistemin dışına çıkmak derken bir çeşit devrimden mi bahsediyoruz?
BANGASH: Tamam, eğer sistem bir değişikliğe, barışçı bir değişikliğe müsaade etmiyorsa, bu bir devrim de olabilir, tabi ki kesinlikle olabilir, neden olmasın? Peygamber (SAV) örneğine bakalım, o ne yaptı? O bir devrim getirdi, fakat Mekke sistemdeki değişikliği kabul etmeyi reddetti, o da sistemden çıkmayı seçti, başka bir yere gitti, merkezini orada kurdu, sonra geri döndü ve onlarla sorununu halletti. Yani neden olmasın, yanlış olan ne? İran da bunun olduğunu düşünüyorum. Mısır örneğini inceleyelim. Mısır'daki sistem çöküşün eşiğinde. Ancak bu sistemde İslami aktivistler için kesinlikle yer yok. Hem de hiçbir yer. Öyleyse ne yapmalıyız?
Ben kişisel olarak onlar için tek seçeneğin bir devrim olduğuna inanıyorum. Biliyorsunuz Müslümanlar sık sık hoşgörüsüz olmakla itham olunur. Ama batı ve aracılarının dünyadaki en hoşgörüsüz insanlar olduğunu düşünüyorum. Hüsnü Mübarek karşısında cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir aday çıkmasına bile izin vermiyorlar. Nasıl daha hoşgörüsüz olabilirler? Bu yüzden, orada Müslüman için barışçıl değişim getirecek hiçbir alan yok, ne yapmalılar? Herhangi bir seçenek kaldığını düşünmüyorum.
Pakistan'a geri dönelim. İnsanlar çoğu zaman halk 'laik partiler'i seçiyor der bana. Onlara,"gidin ve Pakistan'da seçimlerin nasıl yapıldığını öğrenin" diyorum. Her aday seçim kampanyası için milyonlarca rupi harcar, ve bu tamamen Anayasa'ya aykırıdır. Aslında, Pakistan'daki seküler sistemin oluşturduğu Anayasa'daki iki madde, 62 ve 63. maddeler uygulansa, Meclis'teki vekillerden birinin bile orada oturmaya devam etmesi mümkün olmaz. Bu hükümler ne mi? Birincisi, kişinin dürüst olması gerekir, yolsuzluk yapmamalıdır; ikincisi ise İslami kurallara uymalıdır. Pakistan Parlamentosundaki bir kişi bile bu iki maddede yer alan niteliklere haiz değildir. Bütün Meclis, sahtekârlar, suçlular, katillerle dolu; aklınıza gelebilecek her türlü suçlu orada mevcuttur.
İktidardaki Pakistan elitlerinin özel hapishaneleri vardır. Kendi bölgelerinde kendilerine ait hapishaneleri bulunur. Şu anda Pakistan'da büyük bir sel felaketi olduğunu biliyorsunuz. Milyonlarca insan etkilendi.. Tabii ki doğal bir felaket, ancak aynı zamanda insanların neden olduğu bir afet yaşanıyor. Çünkü büyük kanallardan oluşan bir sistem var orada ve çeşitli yerlerde setler kurulu. Eğer, bir toprak ağası, hele de başbakan ya da bakansa, arazisini su basmasın diye setlerin yerlerini değiştiriyor, bu yüzden 30 bin kişi evsiz kalıyor. Bugün gerçekleşen budur. Böyle bir yolsuzluk ve ahlaksızlık var o toplumda. Burada insanların yapabileceği, seçeneği nedir? Nasıl bu bozuk insanlar değiştirilir?
Geçen yıl, Pakistan iktidar partisinin bir üyesi, televizyonda açıkça "neden rüşvet alıyorsunuz?" sorusuna şu cevabı verdi: "Rüşvet almak bizim hakkımız, biz bunun için seçildik!" Bunu, açıkça, televizyonda söyledi! Şimdi, nasıl daha yüzsüz olunabilir? Pakistan'ın, dünyanın en büyük sahtekârı, en büyük hırsızı olan yöneticeler var, İsviçre'de, İtalya'da, İngiltere'de karşı açılan davalar var. Milyarlarca doları nasıl kazanıldı? Bu insanlarla ne yapılır? Sıradan insanların bu sorunları çözmek için hiçbir seçeneği kalmadığında, devrimin tek çözüm olduğunu düşünüyorum.
Dünya Bülteni: İzninizle, birbiriyle bir şekilde bağlantılı iki soru sorayım. Küreselleşen bir dünyadayız ve bu küresel dünyada doğru ya da gerekli olduğuna inandığımız şeyleri yapmak çok kolay değil. Çoğu zaman insanlara bağlı olarak gelişmeyen çok fazla şey oluyor. İslami hareketlere, sivil hareketlere ve insanlara bu durumu değiştirmek için ne önerirsiniz?İkinci olaraksa, Crescent Dergisi'ni yeyınladınız ve özellikle Kuzey Amerika'da çok etkiliydi. Biz de burada medyada çalışıyoruz. Büyük haber ajansları var ve tüm dünyaya belli bir mesajı yayıyorlar. Bu nasıl kırılabilir ve bunun önemi nedir?
BANGASH: Öncelikle, küreselleşme olgusuna bakalım. Esasen, dünyanın batı hakimiyetine girmesi demek ki aslında olan da bu. Ve batının, dünyanın geri kalanını sömürmesinden başka hiçbir şey de değil. Bir İslami hareketin yapması gereken, tabii başarılı olacak bir İslami bir hareket için, esas olan şart elbette başarılı 'Muttaki' bir liderlik. Bu kesinlikle gereklidir! Eğer, karizmatik, "Muttaki", iyi, liderlik varsa, sadece karizmatik değil aynı zamanda Muttaki biri, ki hiçbir sınıfsal veya kişisel çıkarı olmayan, içtenlikle insanların sorunlarını çözmek isteyen, o zaman insanlara ilham verebileceklerini ve motive edebileceklerini düşünüyorum. İnsanların gücünü hafife almak istemiyorum. Toplumun muaazam bir gücü var.
Biz bunu kendi dönemimizde İran halkı ile yaşadık, İmam Humeyni gibi bir lider, fıkhi duruşu ile aynı fikirde olmak zorunda değilsiniz, ama bir örnek olarak düşünüldüğünde, bizim için karizmatik, Muttaki,kişisel çıkarı olmayan bir lider olarak çok güzel bir örnek. O, 'ben iktidara geleceğim ve sonra da oğlum Ahmed lider olacak' demedi. Hayır, o, oğluna yönetimle hiçbir işi olmadığını, buna insanların karar vereceğini söyledi. Ve böylece, batı sistemine kendi yöntemleriyle karşı çıktılar. Tabii ki, bir çok problemle karşı karşıyalar, ancak en azından 30 yıl boyunca başarılı bir şekilde kendilerini savundular ve aynı zamanda muazzam bir gelişme gösterdiler. Ekonomik alanda bir çok sorun yaşıyorlar, ama diğer alanlarda da büyük ilerlemeler oldu. Kendi potansiyelleri serbest kaldı.
Örneğin Türkiye'nin de farklı bir deneyim yaşadığını biliyorum ve bunun yanlış bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bence mükemmel şekilde geçerli, devlet gemisini yürütenlere bir çok sorunla karşı karşıya olduklarını ve nihai amaca ulaşmak için gerici güçlerin birer birer ortadan kaldırılmak zorunda olduğunu anlama fırsatı verdi.
Doğru, biz küresel bir dünyada yaşıyoruz, ama biz küreselleşen bu dünyada kendimizin belirleyemediği, bize başkaları tarafından dikte edilen şartlarda yaşıyoruz. Eğer demokrasiye inanıyorlarsa, özgürlüğe inanıyorlarsa, o zaman bizim de değerlerimizi ve düşüncelerimizi topluma uygulama hakkımız var. Neden Amerika bize, örneğin Türkiye'nin İsrail'e karşı uygulayacağı politikaları dikte ediyor? Veya Amerika neden Pakistan'ın Taliban, Afganistan ya da Hindistan'a karşı nasıl bir politika uygulayacağını dikte ediyor? Amerika'nın Pakistan ile ne ilgisi var? Hatta kimin genelkurmay başkanı, kimin başbakan olacağını bile söylüyorlar.. Bu nasıl bir özgürlük böyle? Özgürlük diye birşey yok. Bu nedenle, küresel dünya ile başa çıkmak öncelikle karizmatik liderlik ve hedefimiz hakkında açık olmakla mümkün. O zaman göreceksiniz, insanlar, bakar, gelir ve sizi izler. Bu her zaman böyle; insanlar her zaman samimi lider arıyor ve onu bulunca peşinden gidiyor. Eğer bulamazlarsa, doğal olarak çıkarları neredeyse oraya gidiyor.
DB: Peki ya medya?
BANGASH: Tabii ki medya küresel dünyanın bir parçası, onlar kontrol ediyor. Ben artık bugünün dünyasında, internet gibi araçlarla sistemi devre dışı bırakabilecek nihai bir medya oluşturmanın mümkün olduğunu düşünüyorum. Tabii ki bu kolay değil, bir çok kaynak gerektirir, ama onların bizi boğmasına engel olabileceğimizi görmeye başladığımıza inanıyorum. İnternet yoluyla çok sayıda bakış açısı ortaya dökülüyor. Yine, trajik olan şu ki, batı çoğunlukla bu süreci ifsat etmekyi başarıyor. Medya da haber denen bir şey var ve bir de gürültü var. Eğer haberleri bastırırsanız, o zaman çok fazla gürültü yapabilirsiniz. Gerçeğin ne olduğunu anlayamazsınız. Bir hikaye, onun hakkında 100 yorum var. Bu nedenle ortalama bir insanın kafası tamamen karışık. Herkesin konuşmasına izin veriyorlar, kafaları karıştırıyorlar ve devamlı dezenformasyon yayıyorlar.
Ancak, belli bir süre boyunca doğru bilginin insanlara ulaşması durumunda insanların bu bilgiye güvenmeye başlayacağını düşünüyorum. Crescent'ten bir örnek vereyim. Ne zaman önemli bir olay olsa, dünyanın her köşesinden kardeşlerimizizn mesajlarını almaya başlıyoruz: "Sizin bu konudaki düşünceniz nedir? İstikamet bekliyoruz, açıklama istiyoruz." Bu yüzden hemen biz o konudaki duruşumuzu açıklayan analizlerimizi yayınlıyoruz. Ve ben Elhamdulillah diyorum, Allah bize çok büyük yardımcı oldu ki analizlerimizin yanlış çıkması nadir bir durumdur. Bu yüzden insanlar bize güven duymaya başladı. Ortaya koyduğumuz analizlerde herhangi bir kişisel çıkarımız yok. Bu durum birçok kez yaşandı. Aynı şeyi yapabilirsiniz, diğer insanlar bu tür analizler sağlayabilirler ve böylece insanlara anında bilgi aktarmış olursunuz. Çünkü, eğer biz doğru analizi sağlamakta hızlı davranabilirsek, ortaya atılan ve insanların kolayca aldandığı negatif ve yanlış bilgileri etkisiz hale getirebiliriz. Bu kolay bir mücadele değil.
Ama bu sadece internet değil. mescitler ve imamlar serbest ise,onlar da mimberlerden doğru mesajları yayabilir. Düşünün, sadece İstanbul'da bile üç bin mescit olduğu söylendi. Eğer bu imamların doğru mesaj vermeleri mümkün olsaydı, belirli bir konu hakkında her imam konuşabilse ve onunla ilgili açık bir tavrı olsaydı, etkisini düşünün. Mescidlerimizi özgürleştirmeli, açık bir anlayışa sahip imamlara sahip olmalıyız. İmam El Asi gibi bir milyon imam olsa, hatta bir milyon değil, bin tanesi çok hızlı bir şekilde dünyayı değiştirmeye yeterdi!
DB: Siz küreselleşme ve medya konularında ne düşünüyorsunuz? İnternetin alternatif medya olduğu üzerine konuşuldu ama aynı zamanda içinde çok fazla kirlilik var. Bazen güvenilir bir şey bulmak neredeyse imkansız. Gerçeği bulmak için çok fazla dolaşmanız gerekiyor....
BANGASH: Hemen bir ekleme yapmama izin verin. Eğer Interneti takip ederseniz, oldukça kısa bir süre orada belli güvenilir haber kaynakları olduğunu farkedeceksiniz. Ve sadece onlara konsantre olun.Çünkü, dediğim gibi, gürültüyü unutun, etrafta çok fazla gürültü var. 3 veya 4 güvenebileceğiniz, dürüst olduğunu bildiğiniz, sizi yanıltmaya çalışmayan kaynak olduğu sürece, onların analizlerini benimseyin. Yapmamız gereken bu.
EL-ASI: Küreselleşme sorusu .. Bu konuya bakmanın başka bir yolu var. Çünkü, biz MSN tarafından, (Main Stream Media) ki bu ana akım medyadır, öyle bir inandırıldık ki, sanki dünya radikal, tatmin edici ve sürdürülebilir hemen hemen hiç bir değişikliğin mümkün olması ihtimali olamayan bir şekilde biçimlendirildmiş. Biz programlandık. Şimdi, bu program dışında, başka bir program daha devam ediyor ve o gerçek dünyadaki insanların durumu. Ben TV ya da Hollywood veya Bollywood'tan söz etmiyorum. Dışardaki gerçek dünyada, sadece dünyanın değişeceği zamanı, bugünkü haliyle var olan küreselleşmenin değişmesini bekleyen insanlar var. Küreselleşme sadece sömürgecilik ve emperyalizmin yeni bir dönemi, Bush'un 'Yeni Dünya Düzeni' dediği şey. Saçmalık.
Gerçek dünya bir değişiklik istiyor. Adanmış bir Müslümanı basit bir testle, "dünyayı değiştirir miydin?" diye sorarak belirleyebilirsiniz. Size 'hayır' derlerse, onların bağlantılarının kesik olduğunu anlarsınız. Allah ile bağlantıları kesilmiş, insanların durumu ile bağlantıları kesilmiş. Eğer bu dünyadaki 6,5 milyar insandan 6 milyarı değişim istiyora, neden değişim yapamıyoruz? Bunun basit cevabı, çünkü, bir çözümü olanlar, bizler bu değişikliği getirecek ifadeleri söyleyebilme özgürlüklerine sahip değiliz. Hiç biz müslümanların neden bir uydu kanalı olmadığını merak ettiniz mi? Biz insanlığın üçte birini oluşturuyoruz, kullandığınız rakamlara göre dörtte biri de olabilir, neden bir uydu kanalımız yok? Bir yerlerde Müslümanların dünyadaki seyirci ile konuşamayacağına dair yazılmamış kanunlar mı var?Uyanmamız ve gerçekleri görmemiz ne kadar sürecek? Ortalıkta çok fazla bilgi kaynağı var ve ortalama bir insanın kafası karışık. Belli bir oranda da kafa karıştırıcı zaten.
Ama insanlar gerçeği seslerden daha fazla dinleyecektir. Onlara neyin işe yaradığını gösterin. Sonuç verin. Ve bu oluyor. Hemen önünüzde görebilirsiniz. İran'da bir İslam Cumhuriyeti veya İslami bir devrim ya da İslam modeli var. Bir melek devlet olduğunu ve hükümetleri ile göklere ulaştıklarını söylemiyorum. Hayır. Burada vurgulamak istediğim, bunun kendi toplumuna ve dünyaya İslam'ın işe yaradığını gösterme yolunda samimi bir insan çaba olduğudur. Bizim Müslümanlar olarak problemimiz, ne olduğunu anlamamızın çok zaman aldığı, öte yandan Müslüman düşmanları çoktan ne olup bittiğini keşfetmiş oluyor. Ve onlar işe yarayan bir İslam'dan korkuyorlar. Bu nedenle, Amerika Birleşik Devletleri gibileri İran'a yayın yapan, Farsça 30'dan fazla uydu istasyonuna sahip. 30! Çin için, ya da diğer tehdit olarak nitelenen Rusya, Kuzey Kore, Avrupa Birliği, Küba gibi ülkeler için değil. Küba için sadece bir, Radyo Liberty, var. Neden bu dünyada İslami çözümün düşmanları neler olduğunu bilirken, biz, İslam'ın varisleri ve rehberleri olmamız gerekirken hala anlamıyoruz? Bu bizim yaşadığımız ikilemdir. Dünyada İslam'ın sesi olamk için bir şey kursan, Müslüman ülkelerde bile, bunun yasalara aykırı olduğunu söylüyorlar. Hangi yasa? Dünyadaki herhangi bir İslam sesi olamaz. Dünyanın yasal yapısı, gezegendeki herhangi bir yerde, İslami, kamusal, sosyal, iletişimsel sözlerin kullanılmasına izin vermiyor.
Türkiye'de bile, ne zaman İslam'ın kendi kaderini tayin hakkını savunan bir bağımsız İslami sesin kokusunu alsalar, tüm potansiyellerini, tüm kaynaklarını seferber ederek o sesi boğmaya çalışacaklar.
DB: Burada tüm gün oturup sizi dinleyebilirim ama yorgun olduğunuzu biliyorum. Size Kuzey Amerika genelinde ve Kanada özelinde bir son soru yöneltmek istiyorum. Kuzey Amerikalı müslümanların durumu nedir?
BANGASH: Ben Kanada üzerinde yoğunlaşmak istiyorum. Kanada'da, ne yazık ki bizim Bush hükümetinden daha sağcı bir hükümetimiz var. Köklerine kadar Hıristiyan radikal, Siyonistlerin idare ettiği ve istila ettiği bir hükümet. Yani, hükümet düzeyindeki pratik oldukça kasvetli ve baskıcı bir durumda. Ama ben bir iyimserim. Ve Kanadalılar içinde çok fazla potansiyel bulabilirsiniz. Çoğunluğu ırkçı değildir. Çoğunluğu müslümanların haksız yere hedef alındığını, adaletsizce muamele gördüğünü ve baskı altında olduğunu anlıyor. Yeni yapılan bir ankete göre, Kanadalıların yüzde 66'sı Müslümanlara adaletsizce davranıldığını düşünüyor. Bu yüzden orada umut olduğunu düşünüyorum. En azından Kanada'daki genel toplum içinde.Ama tabii bu baskıcı yasalar, özellikle Omar Khadr'ın durumu bir test davası haline geldi: Afganistan'da kötü şekilde yaralanan, ve adına askeri komisyon denilen korkunç yasadışı bir sürece konulan bir çocuk asker. Tarihte hiçbir emsali yok. Ve Kanada hükümeti onun için hiçbir şey yapmıyor. Ama dediğim gibi, ben, kendime ve benimle irtibatı olanlara vazgeçme, depresif ya da moralini kaybetme izni vermiyorum. Her zaman onlara dik durmanın, hakikat ve adalet adına konuşmanın, adalet için mücadele etmenin bizim İslami yükümlülüğümüz olduğunu söylüyorum. Ne pahasına olursa olsun. Peygamber'in söylediği bu, ve bizim yapmamız gereken de bu. ABD'de bundan daha iç karartıcı bir durum olduğunu da biliyorum.
EL ASİ: Sanırım herkes ABD'nin Müslümanlara karşı düşmanca ve saldırgan bir dış politikası olduğunu biliyor. Bunun en büyük göstergesi Irak ve Afganistan'ın işgali. Ve dünyanın diğer alanlarına da gözlerini çevirdiler, Yemen başka bir hedef alan olmak üzere. Somali ve Afrika'nın diğer ülkelerinde ABD askeri üsler kurdu. Ve tabii Pakistan; askeri üsler temelde İslâm dünyasında yoğunlaşmış durumda. Bu kendi başına durumu anlatıyor.Başka bir nokta, Amerika Birleşik Devletleri içinde en az 8 milyon Müslüman olduğunu tahmin ediyorum. (burada vurgulanması gereken bir başka şey var: Kimse bizi,müslümanları, hiçbir yerde saymıyor, Dünyadaki tüm demokrasi ile, tüm liberallik ile, Müslümanlar sayılmıyor. Bizler yasak bölgeyiz, kara koyunuz. Kimse bizi saymak istemiyor. Ama eğitimli bir tahmin ve deneyimle, Amerika'daki müslümanların sayısının yaklaşık 8 milyon olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimi düşünüyorum.)
Sivil haklarımız ve durumumuz11 Eylül'den bu yana azalıyor. 11 Eylül'den bu yana, ymahkemelerin gizli delilleri kabul etmesi ve Vatandaşlık Yasası gibi kanunlar, acımasız prosedürler uygulamaya kondu. Hatta en son, Senatör Lieberman, ki Kongre'nin en Siyonizm yanlısı senatörüdür, tabiri caizse bir açılım düşünüyor: Hükümete terörists olduğundan veya terörle bağlantısından, terörü savunduğundan şüphelenilen Amerikalı Müslümanların vatandaşlıklarını ellerinden alma yetkisi verecek bir yasa geçirmeye çalışıyor. Bunun ötesi olabilir mi, kimse başka bir şey hayal edebilir mi? Ne yapmak istiyorsunuz, Müslümanları çarmıha germek mi? Bir sonraki adım bu mu? İşte ABD, şu anda yaptığı da bu. Ben şimdi ABD dışındayım. Amerika Birleşik Devletleri'nde doğdum, silahlı kuvvetlerinde hizmet verdim, vergimi ödedim, oy kullandım. Tıpkı yasalara uyan tüm ABD vatandaşları gibi bilinçli davrandım. (Şimdi) Sırf benimle ilgili bir soru işareti var diye, döndüğümde...Biz artık fikirlerle baş edemiyoruz, bu Amerika, fikirlerle baş edemiyor. Ben sadece fikirler taşıyan bir kişiyim. Ama tehlike işaretiyim, gümrükte insanlar yaklaşıyor, ikinci defa tarama sürecinden geçmek zorundayım. Bagajlarımdaki herşey tek tek elden geçiriliyor. Sorunları ne? Ve bu bir süredir devam ediyor, ben sık sık seyahat ederim, Bu nedenle, yılda en az onlarca kez bu tür bir tacize maruz kalıyorum.
Fakat biz liberalizmin, Amerika Birleşik Devletleri'nin ve Batı'nın iflas ettiğini görüyoruz. Hepsi gidecek. Bu politikalar, askeri saldırganlık, Müslümanlara sosyal saldırılar, işe yaramayacak ... 11 Eylül'ü Florida'da bir papaz "Kuran yakma günü" ilan etti ve bu onların İslam'dan ne kadar rahatsız olduğunun bir ifadesidir. Bizim Avrupa ve Amerika'da askeri üslerimiz yok, onların İslam yarımküresinde askeri üsleri var, Son rakamlara göre, ABD'nin dünyada 800 civarında askeri üssü var, savunma bütçesi 700 milyar dolar ve bu kendisini takip eden 18 ülkenin toplamından fazla. Ne yapmak için? Müslüman kanı dökmek için. Kendi değerleri ile yaşayabilirler mi? Anlattığım şey Amerikan İmparatorluğu'nun son kullanma tarihine atıftır.İmparatorluklar kaybetmeye başladıklarında bunuyapar. ABD kasları ile düşünüyor. Ve ulus devletler kasları ile düşünmeye başladığı zaman aşağı doğru gider.
Bunu söylediğim için üzgünüm, çünkü bu benim ülkem. Sonuç olarak, herhangi bir Müslüman ülkenin pasaportunu taşımıyorum, bir Amerikan pasaportu taşıyorum. Ancak mantığı dinlemeyen bir ülke, bir sistem bir hükümet ile yaparsınız? İşte biz bu noktadayız ... Amerika Birleşik Devletleri'nin kendi günahları ve saldırganlığında boğulduğunu söylediğim için üzgünüm. Batıyor ve alarm verici bir hızla batıyor. Yaşadığımız zaman diliminde, ki biz nispeten genciz, Amerika Birleşik Devletleri dünyada üçüncü kademe bir güç olmaya doğru gidiyor.
DB: ABD çöküyor mu?
EL ASI: Tabii ki, her şey gerilediğini gösteriyor. Şu anda, Amerika Birleşik Devletleri'nin 14 trilyon dolar borcu var ve alarm verici hızla yükseliyor. Borçlarını ödeyemiyor.
BANGASH: Ve bu dış borç, bir de 30 civarında iç borç var.
AL ASI: Bir toplumun yükseliş veya düşüşünü ölçen tüm göstergeler .., Toplumun ahlaki faktörlerine bakarsanız, ABD ahlaken yozlaşmış bir ülke. Eğer ekonomik göstergelere bakarsanız, kırmızıda, borçlarını ödeyemiyor ve borçları artıyor. Eğer ABD'nin altyapısına bakarsanız, Birleşik Devletler'in otoyol sistemi örneğin, artık yenilenmeye ihtiyacı var. Kendi otoyol sistemini yenileyemiyor. Çöküyor, her şey dağılıyor ve düzeltemiyor. Basit bir mahalle örneği, kütüphane saatleridir. 1973 yılında ABD'deki kütüphaneler sabah 8 civarında açılır, gece 11,30 gibi kapanırdı, çünkü bütçe vardı. Şimdi para olmadığı için kütüphaneler sabah 10 civarında açılıyor ve akşam 6 gibi kapanıyor. Bu size ne söylüyor? Bir filozof olmaya veya ekonomi, sosyal bilimler ya da başka bir şey üzerine doktora yapmaya ihtiyaç yok.
Eğitim sistemi... ABD'nin eğitim standartları açısından dünya ülkeleri arasında 40. sırada yer almakta. Kamusal eğitim sistemi başarısız, toplumu başarısız kılıyor. ABD'deki iç siyasal yapı Beyaz Saray'a bir siyah koyarsa ve siz ABD'nin ırkçı bir toplum olduğunu biliyorsanız, bu toplumda bir şeylerin büyük ölçüde yanlış olduğunu da anlarsınız. Dışişleri Bakanlığında bir siyah var, adalette bir siyah var, Birleşmiş Milletler'de siyah temsilci var, azınlıkların Yargıtay'ı devraldı. Yaşam boyu kürsüde kalacak dokuz kişi, ABD'nin yüksek yargıçlarının hiçbiri beyaz, Anglo-Sakson, Protestan değil. Bu ABD tarihinde bir ilktir.
Beyaz Saray'a adı Obama olan, Osama ile kafiyeli, göbek adı Hüseyin, Müslüman olduğu iddia edilen bir siyah, içeri alındı.. Ne için getirdiler onu sanıyorsunuz, beyni yüzünden mi? Hayır. Çünkü ABD politikası o kadar zayıf ki, geçmiş yıllarda kaybedilen siyasi gücü kazanacak birine ihtiyaçları var.
BANGASH: Malcolm X'in hayatından bir şey paylaşayım. Amerikan politikasını eleştirdiği için ona sorulmuş, 'Malcolm ABD Cumhurbaşkanı olma ihtimali olsa ne düşünürsün?' O şöyle demiş: "Şaka mı yapıyorsun? Bir köle gemisinde olsam ve efendi bana gelip seni geminin kaptanı yapmak istiyorum dese, kabul edecek kadar deli olduğumu mu düşünüyorsun? Bilirim ki gemi batıyor!"
EL ASİ: Bu basiret!
BANGASH: Bence, Amerika'daki tüm göstergeler hızla düştüğüne işaret ediyor. Büyük bir askeri bütçeye, dünyanın en büyük ordusuna, nükleer silahlara ve diğer şeylere rağmen, kendinize sorun: ABD'nin savaştığı ve kendi başına kazandığı bir savaş var mı?
Vietnam'da müttefikleri vardı ve yine de kaybetti. Afganistan'da ve Irak'ta 43 müttefiki var.. Hangisini kazandı? ABD'nin kazandığı tek savaş, Ekim 1983'te, 110 bin nüfuslu, ordusu ve polis gücü olmayan Granada'yı işgalidir. Burayı ABD fethetti. Süper güç dediğiniz bu mu?
DB: Peki yükselişte olan kim?
EL ASI: Dünyada boşluğu doldurmak içinde harekete geçilen en azından bir kaç alan olduğunun işaretleri görülüyor. Ekonomik yapıya bakarsanız, Çin yükselen güç, dünyanın ekonomik gücü. Herkes size bunu söyler, Çin'i benimseyin ya da benimsemeyin. Şu anda yükseliyorlar ve zirveye ulaşmak üzereler. Diğer bazı devletler de bu yönde ilerliyor ve onlar BRIC olarak adlandırılıyor, duyduğunuza eminim, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin. Bu devletler ABD tarafından 2. Dünya Savaşı'ndan beri işgal edilen alanlara doğru hareket ediyor. Eğer daha uzak geleceğe bakmak isterseniz, on yılık parantezin ötesine, ben İslam ülkelerinin bir ya da iki nesil sonra siyasi ve ekonomik olarak dünyanın zirvesine yükseleceğini düşünüyorum.
Bence kimsenin kabul etmek istemediği bir İslami irade bütünleşmesi var. ABD bunu çok iyi görüyor, aksi halde Afganistan ve Irak'ta bu kadar askeri olmazdı. Onlar geldiğini görüyor, biliyor. Sorun şu ki, bunu biz bilmiyoruz! Kendimize göre yapmamız gerekeni yapmaya çalışacağız, bu süreçte çoğumuz bu toplumlar nedeniyle öleceğiz, sakat kalacağız -burada bireyleri değil toplumları kastediyorum- fakat bu zirveye ulaşmadan önce ödenmesi gereken bedel. Biz yükselen taraftayız. Onlar bunu yansıtmak istemiyor. Ne CNN ne BBC 'Müslümanlar geliyor" demeyecek, yapsalar bile bunu olumsuz anlamda söyleyecekler: "Geliyorlar, ateş edin!" Bu onların davranış biçimi.
BANGASH: Ben şahsen tek bir gücün yükseleceğini düşünmüyorum ve bu durumda Müslümanların öne çıkacağına inanıyorum. Bir araya gelme potansiyeline sahip Müslüman ülkeler var. Onların kesinlikle güçlü bir konumda olabileceğini düşünüyorum.
(Röportaj: Çiğdem Aktı / Dünya Bülteni)