Şükrü HÜSEYİNOĞLU

23 Temmuz 2007

İSLAMİ MÜCADELE BİR BÜTÜNDÜR, PARÇALANAMAZ!

Hayatı, onu insana bahşeden alemlerin Rabbi yüce Allah’ın ölçü ve ilkeleri çerçevesinde anlama ve yaşama bilincinin sosyal ve siyasal alandaki temsiliyetini ifade eden İslami hareket, ilk insan topluluğundan bugüne yeryüzünde hakikatin şahitliği ve adalet mücadelesinin adı olagelmiştir. İslami hareketin temel hedefi, yeryüzünde inkarın değil imanın, şirkin değil tevhidin, zulmün değil adaletin, sömürünün değil paylaşımın hakim olmasıdır.

 

İslami mücadelenin özü, insanların Allah’ın dininden (insanlar için belirlediği hayat ölçülerinden) sapma göstermeleri karşısında ıslah sorumluluğuna dayanmaktadır. Esasen günümüzde ortaya konmakta olan İslami çabalar da bu sorumluluğun idrakine dayanmaktadır.

 

Fakat İslami hareketlerin önemli bir bölümü tarafından zulüm ve sömürü düzenleriyle İslam dışı düşünce sistemlerine karşı gösterilen duyarlılığın geleneksel din anlayışlarının ıslah edilmesi konusunda gösterilmemesi, bu çabaları yetersiz kılmaktadır.

Genel olarak baktığımızda İslam dışı ideoloji ve sistemlerin reddi ve İslam’ın sosyal ve siyasi hakimiyeti alanında belli bir çaba içerisinde bulunan İslami hareketlerin önemli bir bölümünün, yerleşik İslam anlayışlarını Kur’ani anlamda ıslaha tabi tutma gibi bir düşünce ve çabadan yoksun olduğunu görürüz. Bu da Kur’an eksenli sağlıklı bir İslami dönüşümün önündeki en önemli engellerden biri olarak karşımızda durmaktadır. Bu tutum, hayatın tüm alanlarına yönelik sözü olan ve bütüncül bir Rabbani ıslah projesi anlamına gelen İslami hareketin bütünlüğünün parçalanması ve yalnızca belli alanlara hasredilmesi sonucunu doğurmaktadır.  

 

Tam tersine, bazı Müslümanların da, tahrif edilmiş din anlayışları ve cehalet hastalığının üzerine gitmekle birlikte, yeryüzündeki fitne ve fesadın kaynağı olan zulüm düzenleri ve batıl düşünce sistemleri ile emperyalist yayılmacılık ve kapitalist sömürü çarkları konusunda tavır almaktan kaçındıkları vakidir. Tüm mesai ve enerjisini tahrif edilmiş din anlayışlarını sorgulama ve ıslah yönünde harcayıp, küresel ve yerel çapta insanlığı fesada sürükleyen zalim sömürü düzenleriyle mücadeleyi ihmal eden veya gündeminde böyle bir mücadele boyutu bile bulundurmayan bir çaba da, İslami mücadelenin hedeflerini gerçekleştirmekten uzak kalmaya mahkumdur.

 

İslami mücadele, hayatı bir bütün olarak ele alan ve tüm ifsad odaklarına karşı tevhid ve adaletin sesi olmayı gaye edinen, insanlığın dünya ve ahiret saadetini gerçekleştirme yönünde sosyal ve siyasal alanda Rabbani ilke ve ölçüleri hakim kılmayı hedefleyen bir mücadele sürecinin adıdır.     

 

Buna karşılık, İslam dışı düşünce sistemleri ve zulüm odakları karşısında ortaya konulan çabalarla birlikte, geleneksel din anlayışlarının tümüyle Kur’ani bir ıslahat tabi tutulması hususunda da gerekli duyarlılık ve çabayı ortaya koymak, İslami uyanış ve ümmetin yeniden ihyası adına takip edilecek en doğru yoldur. Çünkü Rabbimiz Kur’a-ı Kerim’de “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın, siz doğru yolda olduğunuz takdirde, sapan kimse size zarar veremez…” (Maide 5/105) buyurarak, ümmet olarak muhatap olduğumuz sorunların teşhis ve tedavisi noktasında dikkatleri öncelikle bünyeye yöneltmemiz gerektiğini vurgulamaktadır.

Bu noktada evrensel İslami hareketin önemli emektarlarından şehid Ali Şeriati’nin şu tespiti yapmaktadır:

 

“Despot, militarist, faşist bir sistemde yaşayan bir siyasi savaşımcı, Firavun ve zorbalık üzerine durur. Ekonomik etkenin belirleyiciliğine inanan ekonomist bir düşünür, Karun üzerinde durur. Cehalet, düşünce donukluğu ve bilinci boğup etkisiz hale getirmenin en önemli etkeninin, şirk ve tahrif edilmiş din anlayışı olduğuna inanan ve akıl harekete geçmedikçe hiçbir şeyin harekete geçirilemeyeceği kanaatinde olan bir aydın ve düşünce mücahidi daha çok Bel’am üzerinde durmayı tercih eder...”

Bu tesbitin hemen ardından da üstad Şeriati, asırlardır ümmet olarak karşı karşıya bulunduğumuz ve bugün de muhatap olduğumuz bu üç sorunun ayrım yapılmaksızın bütüncül bir mücadele anlayışıyla ele alınması gerektiğini ve Firavun, Karun ve Belam’ın şahsında temsil edildiğini söylediği zulüm, sömürü, cehalet ve nifak odaklarına karşı topyekün bir mücadele ortaya konulması gerektiğini şöyle ifade eder:

 

“Firavun’u vur ki: “Hüküm yalnız Allah’a aittir...” (Enam 6/57),

 

Karun’u vur ki: “Mülk Allah’ındır...” (Hadid57/5),

 

Belam’ı vur ki: “Halis din yalnız Allah’ındır…” (Zümer 3973)” (Dr. Ali Şeraiti, Ayet Yorumları 1, sh. 115, Kıyam Yay.) 

 

Üstad Ali Şeriati’nin dile getirdiği bu bütüncül mücadele anlayışı, bizatihi Kur’ani ölçüler ve bu ölçülerin pratiğe aktarılmasından ibaret olan Nebevi hareket çizgisine dayanmaktadır. Kur’an’ın daha ilk nazil olan surelerinde, zulüm, sömürü ve tahrif edilmiş din anlayışlarına karşı bütüncül bir mücadele çağrısı yapıldığı görülür. Alak, Kalem, Müzzemmil, Müddessir ve diğer ilk surelerde, kendisini mustağni görüp tuğyan eden ve insanlara zulmeden despotlar, ölçü ve tartıda hile yapan ve insanların mallarını haksız yere yiyen gasıp ve sömürücüler ve dini yalnız Allah’a halis kılmak yerine imanlarına şirk bulaştıran ve insanların batıl anlayışlara yönelmesine önayak olan saptırıcıların birbiri ardınca söz konusu edildiğini ve ilk Kur’an neslinin, tüm bu zulüm odaklarıyla topyekün bir mücadeleye davet edildiğini görmekteyiz.

 

Bugünün Müslümanları olarak bizler de bu Kur’ani davetin muhatapları ve mükellefleriyiz. Kur’ani ölçüler ve bu ölçülerden neşet eden Nebevi örneklik bize, siyasi despotluk, ekonomik sömürü ve tahrif edilmiş din anlayışlarını bütüncül bir mücadele anlayışı çerçevesinde bertaraf etme ve tevhid, adalet ve paylaşıma dayalı bir dünya kurma çabasında olma hedefi göstermektedir.