Şükrü HÜSEYİNOĞLU
İSLAMİ SİYASET, MUHAFAZAKÂR SİYASETTEN AYRIŞMAKLA BAŞLAR
Yaşadığımız coğrafyada İslami siyasetin (Allah'ın dinini/ahkâmını yeryüzüne hâkim kılma mücadelesinin) en büyük handikapı, muhafazakârlıktan tam olarak ayrışamaması / ayrıştırılamaması olagelmiştir.
Mevcut toplumsal/siyasal düzeni her türlü köklü değişim talebinden ve "tehlikesinden" korumayı ve değişimi düzen içi işleyişle sınırlı tutmayı gaye edinen muhafazakârlık ideolojisiyle taban tabana zıt bir dünya görüşü olmasına, önermeleri ve hedefleri itibariyle birbiriyle telif edilmesi imkânı bulunmamasına rağmen İslami siyasetle muhafazakârlık arasına bir türlü net çizgi çekilememiştir.
60’lı yılların sonlarında başlayan tercüme hareketi, muhafazakârlıktan ayrışan ve bağımsızlaşan bir İslami bilinçlenme sürecine kaynaklık etmiş ve bu süreç 90’lı yıllara kadar ciddi bir birikim ve etkinliği beraberinde getirmiş olsa da, bu yıllarda kendisini İslam’ın kavramlarıyla ifade eden muhafazakâr siyasetin güçlenerek cazibe merkezi haline gelmesiyle süreç tersine akmaya başlamıştır.
İlk olarak farklı coğrafyalardan İslami uyanış öncülerinin eserlerinin tercüme edilmesiyle tohumları atılan ve ilerleyen yıllarda kendi birikimini ve hareket hattını oluşturmaya yönelen Türkiye’deki İslami uyanış sürecinin, çeyrek asır sonrasında, güçlenen muhafazakârlıkla arasında akrabalık ilişkisi vehmetmiş olması temelden bir kırılmaya işaret etmekteydi.
Muhafazakâr siyasete gösterilen temayül, bugüne gelindiğinde, İslam'ın hâkim olmadığı mevcut toplumsal ve siyasal işleyişi inkılaba uğratarak İslam’ın öngördüğü toplumsal / siyasal ilişki modelini hâkim kılmayı hedefleyen bağımsız İslami siyaset iddialarının önemli ölçüde terk edildiği ve her geçen gün daha fazla oranda muhafazakâr çizginin destekçisi konumuna düşen bir siyasi çizgiye savrulmayı getirmiştir.
Çoğu daha önce İslami uyanış süreçlerinde yer almış çeşitli kuruluşların son dönemde yayınladıkları deklarasyonlara, ortaya koydukları çeşitli söylem ve eylemlere bakıldığında bu durum rahatlıkla müşahade edilebilmektedir.
Oysa, İslami siyaset bilincine kavuşmuş kesimlerden, muhafazakâr kesimlere, İslam'ın mesajının doğru ve bütüncül anlaşılması noktasında öncülük etmeleri ve bu kesimleri İslami siyasete dahil edecek bir strateji izlemeleri beklenirdi.
İslami siyaset, hayatı yalnızca âlemlerin Rabbi'nin ölçülerine göre anlamlandırma ve bu ölçülerle inşa etme çabasının adıdır. Bu siyasetin başlangıç noktası ise, kaynağını yüce Allah'tan almayan tüm bâtıl düşünce ve yönelimlerden yüz çevirmek, onlardan beraatini ilan etmektir.
Muhafazakârlık ise, bütüncül bir hayat nizamı olan İslam'ı bu bütünlüğünden koparıp, kendi ürettiği formülasyonun bileşenlerinden biri konumuna indirgeyen, onu, "necip millet" ve "devlet-i ebed müddet" gibi argümanlarla formüle edilen milliyetçi - mukaddesatçı sentezin çimentosu / payandası kılan, "bin yıllık tarih" anlayışı temelli eklektik bir anlayışı ifade etmektedir. Bekir Berat Özipek'in şu tanımı, muhafazakârlığı anlamak için önemli bir ipucudur: "Muhafazakârlık, insanın akıl, bilgi ve birikim bakımından sınırlılığına inanan, bir toplumun tarihsel olarak sahip olduğu aile, gelenek ve din gibi değer ve kurumlarını temel alan, radikal değişimleri ifade eden sağ ve sol siyasi projeleri reddederek ılımlı ve tedrici değişimi savunan ve siyaseti, bu değer ve kurumları sarsmayacak bir çerçeve içinde sınırlı bir etkinlik alanı olarak gören bir düşünce stili, bir fikir geleneği ve bir siyasi ideolojidir." (Bekir Berat Özipek, Köprü Dergisi, 97. sayı / Kış 2007)
Kısacası İslami siyaset, İslami değerlerin hayata ve toplumsal ilişkilere hâkim kılınması / hayatın öznesi olması perspektif ve hedefini ifade ederken; muhafazakârlık, İslam'ı yukarıda sözünü ettiğimiz cahilî sentez içerisinde eriterek nesneleştirmeye yönelen bir anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır.
Başından beri muhafazakâr siyasetin dayandığı temel, bu sentezci anlayıştır. Muhafazakâr siyasetin söylemleri ve eylemlerinin şekillendiği çerçeve ister istemez bu olmaktadır. İslam'a dair algısı "milli ve manevi değerler" retoriğinin ötesine geçmeyen muhafazakârlıktan, herhalde "cahiliye sistemi" gibi bir tanım ve bu tanıma uygun bir siyaset beklenemez.
Bununla birlikte, muhafazakârlıkla İslami çizginin toplum muhayyilesinde henüz birbirinden ayırılmadığını göz önünde bulundurduğumuzda, buna bir de bugün İslami siyasetin meydanı muhafazakâr siyasete bırakmanın ötesinde onun kanatları altına girdiği görüntüsü veriyor olması hesaba katıldığında, ortada İslami siyaset adına ciddi bir sorun olduğunu görmek gerekmektedir.
İslami siyaset, bugün hiçbir dönemde olmadığı kadar muhafazakârlığın vesayeti altında bir görüntü vermektedir. Bu vesayet görüntüsü ortadan kaldırılmadığı, İslami siyaset taraftarları, muhafazakâr siyasetin yandaşları değil gerçek alternatifleri olduklarını hem söylem ve hem de eylem bazında deklare etmediği müddetçe bu coğrafyada İslami siyasetin varlığından söz edilemeyecektir.
Bugünün Türkiyesinde İslami siyasetin başlangıç noktasının muhafazakârlıktan ayrışmak olduğunu söylemek sanırız abartılı bir tesbit olmayacaktır.