Şükrü HÜSEYİNOĞLU

07 Ağustos 2007

“İSLAMSIZ İSLAM” SAPTIRMALARINI BOŞA ÇIKARMAK

Ilımlı İslam, Türk İslamı, Euro İslam, Liberal İslam… Tüm bunlar küresel ve yerel zulüm odaklarının “İslamsız bir İslam” özleminin eseri yaklaşımlar olarak ortaya atıldı. Müslümanlar ne zaman, suya sabuna dokunmamayı, zalime karşı söz söylememeyi, hatta insanlara zulmedip onların mallarını gasbeden zalim ve fasıklara itaati emreden Emevi ve Abbasi patentli muharref din anlayışlarını sorgulayıp Kur’an’a yönelmeye ve yeryüzünde hak ve adaletin tesisini talep etmeye başlamışlarsa, zulüm odakları, üstad Ali Şeriati’nin “Dine Karşı Din” adlı o zihin açıcı kitabında bahsettiği yönteme sarılmış ve alemlerin Rabbi’nden indirilen İslam’ın karşısına münafıkların inşa ettiği Dırar Mescidi (Bkz. Tevbe Suresi 9/107-110) mantığıyla uydurulan “İslamlar” peydahlama yoluna gitmişlerdir. Hatta bu işte ABD emperyalizmi daha da ileri gidip Kur’an-ı Kerim’e alternatif (!) olmak iddiasıyla Gerçek Furkan adlı bir kitap bile hazırlatıp piyasaya sürmüştür.
Şu bir gerçektir ki, tarih boyunca dinin iktidar talebi ile ortaya çıktığı her dönemde bu talebe muhatap olan zalim iktidarlar önce dine karşı sindirme operasyonları başlatmış, bunu başaramayınca da dini manipüle etme yollarını aramışlardır. İktidar sahiplerinin dine yönelik manipüle çabalarında ön plana çıkan boyut ise, her zaman dini iktidar talebinden vazgeçirmeye yönelik olmuştur.
“Göklerin ilahlığı” konusunda dine müdahale etme gereği duymayan iktidar sahipleri, “yeryüzünün ilahlığı” noktasında konumlarını ciddi manada tehdit eden dini, tahrif edip iktidar talebinden soyutlamaya çalışmışlardır. Bunun tarihteki en bariz örneği, Hz. İsa’nın tebliğ ettiği şekliyle zulme ve haksızlıklara karşı mücadeleyi öngören tevhidi bir din kimliği taşıyan Hıristiyanlığın, Roma İmparatorluğu’nun baskıları ve manipülasyonlarıyla iktidar talebinden soyutlanması ve neticede Roma zulmünün payandası haline getirilmesidir. Tarih boyunca süregelen Allah’ın Dini karşısındaki bu tahrif çabaları, günümüzde de tüm sinsiliği ve tüm çirkinliğiyle sürdürülmektedir. Son yıllarda gerek küresel bazda, gerekse Türkiye’de iktidar sahipleri tarafından ısrarla gündemde tutulmaya çalışılan dinde reform tartışmaları da bu çerçevede değerlendirilmek durumundadır.
Ilımlı İslam, Türk İslamı, Liberal İslam gibi tüm terkip ve projeler, karşı konulamayan, mağlup edilemeyen İslam’ı manipüle etme, yatağından saptırma girişimleri olarak devreye konulmaktadır. Hedef; zulümle uzlaşan, zalime kıyam etmeyen, hatta payanda olan protestanlaştırılmış bir İslâm (!) peydahlamak ve böylece zulüm ve sömürü düzenlerinin önündeki yegane direnci bertaraf etmektir. Yazar Abdullah Yıldız’ın ifadesiyle, Kur’ân’sız, “Cihad”sız, “Şeriat”sız bir İslam hedeflenmektedir.
Aslında bu çabalar yeni değil. Yukarıda atıfta bulunduğumuz gibi, daha Allah’ın Resulü (a.s.) hayattayken münafıklar Dırar Mescidi’ni inşa ederek benzeri bir girişimde bulunmuşlar. Rabbimiz Resulü’nü bu saptırma girişimine karşı vahiyle uyarmış ve orada namaz kılmayı yasaklamıştır: “Orada asta namaza durma. İlk gününden itibaren Allah korkusu temeli üzerine kurulan mescid, içinde namaz kılmana daha lâyık bir yerdir. Orada günahlardan arınmayı özleyen kimseler vardır. Allah günahlardan arınanları sever.” (Tevbe 9/108)
Resulallah’ın (a.s.), takva üzerine değil, fitne ve düşmanlık maksadıyla, Müminler arasında ikilik çıksın diye inşa edilen ve fakat Müminleri aldatmak için “mescid” süsü ve adı verilen bu yapıyı yerle bir ettirdiğini biliyoruz.
Hz. Peygamber’in ardından da art niyetli kişi ve iktidarların “dine karşı din” saptırmasına sıkça başvurduğu, tarihin şehadet ettiği bir gerçektir. Özellikle Ömer b. Abdülaziz gibi müstesna Mümin yöneticiler dışında, Hilafeti temsil iddiasındaki zalim Emevi ve Abbasi yönetimleri, yeniden Asr-ı Saadet’in adaletin, paylaşımın ve kardeşliğin hakim olduğu o muhteşem iklimine dönüş yönündeki İslami taleplere karşı tıpkı bugünün zalim otoriteleri gibi “dine karşı din” saptırmasına başvurup, zalime karşı sözü olmayan, “kıl beşini yap işini” mantalitesine sahip bir din anlayışı peydahlama yoluna gitmişlerdir. Halen bazı akaid kitaplarında yer alan “Zalim de olsa, fasık da olsa, insanların malını zorla da gasp etse vs sultana itaat şarttır” anlayışı işte bu saptırma çabalarının ürünü olarak ortaya çıkmıştır. İslam’ın şartları olarak çocuklara ezberletilen maddelerin içinde İslam’ın olmazsa olmazları cihad ve iyiliği emr, kötülükten nehy yükümlülüklerinin olmaması Abdullah Yıldız’ın sözünü ettiği “Kur’ân’sız, ‘Cihad’sız, ‘Şeriat’sız İslam” saptırmasının sadece bugünün problemi olmadığını ortaya koymaktadır. Aslında zulüm cephesinde değişen bir şey yok. Bugünün zalimleri, dünün zalimlerinin yolunda gidiyor, o kadar.
Asıl mesele, Müslümanlar olarak bu tür batıl girişimleri, “dine karşı din” mantığıyla yürütülen saptırma çabalarını nasıl boşa çıkaracağımızdır. İslam adına piyasaya çıkıp Resul olduğunu iddia eden İskender Evrenesoğlu ve benzeri onlarca sahte peygamber ve mehdinin iş yaptığı, taraftar topladığı bir toplumda yaşadığımız gerçeğini de göz önüne alıp, zulüm odaklarının “İslamsız bir İslam” peydahlama ve yeryüzünde hak ve adalet mücadelesinin yegane kaynağı olan İslam’ı böylece etkisizleştirme planlarını nasıl boşa çıkaracağımızı düşünmeliyiz. Şayet bu toplumdan, peygamberlik iddiasında bulunan yalancıların ardına takılan, İslam’ı onlardan öğreneceğini zannedebilen insanlar çıkıyorsa, demek ki sorunun kökeninde, toplumda İslam’a duyulan bağlılığın genelde sahih bilgi ve bilinçten yoksun oluşu yatmaktadır.
Biz Müslümanlar dinimizi doğru bilir ve ona sadakatte sebat üzere olur isek, küresel ve yerel zulüm odaklarının İslam’ı manipüle etme yönündeki plan ve girişimleri boşa çıkmaya mahkumdur. Bunun için de İslam’ı aparı kaynağından, temel kaynağımız Kur’an ve Hz. Peygamber’in sünnetinden bizzat tedris ederek, rahatımızı biraz bozup İslam’ı doğru öğrenme seferberliği başlatmamız gerekmektedir. Zalimler cihadsız, şeriatsız, adalet talebi olmayan, faizin haramlığını gündeme getirmeyen bir İslam (!) ve tağut nedir, ilah ne anlama gelmektedir, ibadet ne demektir diye derdi olmayan Müslümanlar (!) istemektedir değil mi? Öyleyse biz de İslam’ı doğru anlamak ve zalimlerin planlarını boşa çıkarmak için, kavramlarımızı doğru anlama ve toplumun gündemine taşıma seferberliği başlatmalıyız öncelikle.
Bunu yaptığımızda, cami kürsüsünde tağutlardan söz edilip, tağutlara itaat etmemeliyiz denilince, caminin avlusuna çıktığında yanındakilere “Bu hoca iyi, güzel de, tavuklarla ne alıp veremediği var” diyen Anadolu’nun bir kasabasındaki yaşlı Müslüman da tağutun ne olduğunu, tağuta itaat etmemenin ne olduğunu öğrenecek ve tağutların batıl planları etkisiz kalmaya mahkum olacaktır.