Şükrü HÜSEYİNOĞLU

22 Ekim 2009

İSTİKRAR

Modern çağın kirlettiği değerlerden biri de istikrar kavramıdır. Bugün “istikrar” kelimesinin bizde ilk elde negatif çağrışımlar yapması, hatta çoğu kez bu kelimeyi duymaktan tedirgin oluşumuz boşuna değildir. Zira bu kelime aklımıza öncelikle, daha çok o yönde kullanıldığı için mevcut yerel ve küresel zulüm odaklarının istikrar vurgusunu getirmektedir.

 

Onların dilindeki “istikrar” vurgusunun, küfürde istikrar, zulümde istikrar, sömürüde istikrar anlamına geldiğini bilmek, kelimeye ilk elde olumsuz bir karşılık yüklememize yol açabiliyor.

 

İşin aslına gelince, istikrar biz Müslümanların yeniden elde etmek için uğrunda çaba göstermemiz gereken yitik değerlerimizden biridir. Müslüman olmak, bir bakıma da istikrarlı olmak demektir aslında. İmanda istikrar, istikamette istikrar, mücadelede istikrarlı olmak demektir.

 

D. Mehmet Doğan’ın kaleme aldığı Büyük Türkçe Sözlük’te “istikrar” kelimesinin karşılıkları şöyle sıralanıyor: “Karar bulma, yerleşme, bir kararda devam etme, oturma, durulma, stabilite.” Bir Müslümanın sahip olması gereken İslami tavır, İslami duruş, bu kelimelerle ne kadar da güzel özetlenebilir.

 

Evet, Müslüman, İslam’da karar kılan kimse değil midir? İslam’da karar kılan kimsenin, bu kararında şaşmadan, savrulmadan devam etmesi Müslüman kalmasının gereği değil midir? Müslüman İslam’la arınan, İslam’la durulan ve bu arı-duruluğu son nefesine kadar yaşatma mücadelesi veren/vermesi gereken kimse değil midir?

 

Hidayet rehberimiz Kur’an’da kullanılan sabır ve sebat kavramları da zaten imanda, istikamette ve Allah yolunda mücadelede istikrarlı olmayı ifade etmiyor mu? Hz. Peygamber’in Nebevî örnekliği baştan sona bu istikrarlılığın müşahhaslaşmış hali değil midir?

 

Rabbimiz, Kitab-ı Keriminde, imanda ve istikamette istikrarı kaybeden nesilleri şu şekilde haber veriyor:

 

“İşte bunlar; Allah'ın ni'met verdiği peygamberlerden, Adem neslinden, Nuh ile beraber gemide taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve İsrail (Ya'kub) neslinden, yol gösterdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Onlara Rahman'ın ayetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.

 

Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, namazı zayi ettiler, nefislerinin arzularına uydular. Bunlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır.

 

Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onların dışındadır); işte bunlar, cennete girecekler ve hiç bir şeyle zulme uğratılmayacaklar.” (Meryem 19/58-60)

 

Kitab’a ve imana vâris olup da onlara sadakatte sebatkâr olmamak ne kötü. Bugünün Müslümanları olarak bizler ne haldeyiz? İstikamet ve istikrar imtihanını yüz akıyla geçebilecek durumda mıyız?

 

Muhakkak ki içimizde imtihanı başarıyla verenlerimiz vardır. Lakin genel görüntü olarak hiç de iç açıcı bir durumda olmadığımız ortada. Bugün “Eski mücahitler müteahhit oldu” şeklinde bir yaygın kanı ortalıkta dolaşıyorsa ve buna bir de “Sonra da her şeye müsait oldular” diye bir ek yapılıyorsa durup ciddi ciddi kendimizi gözden geçirmemiz gerekmektedir.

 

İçimizden birileri, bir Şubat rüzgarıyla sağa-sola savruluyorsa, düne kadar elfaz-ı küfr olarak kabul edilen, ki öyledir, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözü bugün “Ortak akıl” adına kocaman harflerle bilboardlara yazılıyorsa ortada iman, istikamet ve istikrar adına çok ciddi sorunlar var demektir.

 

Evet, istikrar bizim acı kaybımızdır. Onu yeniden yakalamak, yeniden Müslümanların temel bir değeri olarak ona hakkını vermek boynumuzun borcudur.

 

(Not: Bu yazı, Vuslat Dergisi'nin Ekim sayısında yayınlanmıştır)